Bölüm 5: Değişmez Sermaye Kullanımında Tasarruf
I. Genel Olarak
Marx, kâr oranını yükselten bir durumu ele alır. Değişen sermaye aynı kaldığında ve aynı sayıda işçi aynı ücret karşılığında çalıştırıldığında, işgününün uzatılması neticesinde artı-emek süresi ve mutlak artı-değer artar. Bu durumda, daha fazla miktarda artı-değerin toplam sermayeye bölünmesiyle elde edilen kâr oranı da haliyle yükselir. Böyle bir örnekte değişmeyen sermayenin sabit kısmı (yani fabrika binalarının, makinelerin vb. hacmi), bunlarla 16 saat de çalışılsa 12 saat de çalışılsa aynı kalır. Çünkü işgününün uzaması değişmeyen sermayenin bu en pahalı kısmında herhangi bir yeni harcama gerektirmez. Ayrıca, sabit sermayenin verili değeri böylece daha az sayıda devir dönemi içinde yeniden üretilir, dolayısıyla da belirli bir kârın elde edilmesi için bu sermayenin yatırılmasını gerektiren süre kısalır. Bu nedenle, fazla mesai ödemesi yapılması durumlarında bile, işgününün uzatılması kârı yükseltir. Marx bu gerçeğin, daha fazla üretim için durmadan daha fazla sabit sermaye kullanımını zorlayan modern sanayi sisteminde, kâr delisi kapitalistleri işgününü uzatmaya yönelten temel nedenlerden biri olduğunu belirtir. Çünkü o dönemin fabrika raporlarının da ortaya koyduğu üzere, tüm fabrikalarda çok yüksek miktardaki bir sabit sermaye binalarda ve makinelerde bulunur. Bu makinelerin çalışır durumda tutulabildikleri saatlerin sayısı ne kadar büyük olursa, kazanç da o kadar büyük olacaktır.
Oysa işgünü aynı uzunlukta kaldığı takdirde aynı sonuçlar elde edilemez. Bu durumda, daha büyük miktarda bir emek kütlesini sömürmek için, örneğin işçilerin sayısını ve onlarla birlikte belirli bir dereceye kadar sabit sermaye kütlesini, binaları, makineleri vb. artırmak gerekir. Bu örnekte ücret kesintileri ya da ücretlerin zorla normal yüksekliklerinin altına düşürülmesi gibi durumlar bir yana bırakılmıştır. Ya da, emek yoğunluğunun ve emeğin verimliliğinin arttığı ve genellikle daha fazla nispi artı-değer üretildiği durumlarda, belirli bir sürede daha fazla hammadde vb. işlendiği için, hammadde kullanan sanayi dallarında değişmeyen sermayenin döner kısmının büyüklüğü artar. Yanı sıra, aynı sayıda işçi tarafından harekete geçirilen makinelerin sayısı ve dolayısıyla değişmeyen sermayenin bu kısmı da büyür. Demek ki bu örnekte artı-değerdeki artışa değişmeyen sermayede artış, emeğin daha fazla sömürülmesine aracılık eden üretim araçları için daha çok para harcanması, yani daha büyük sermaye yatırımı eşlik eder.
Buraya kadar ele alınan tüm faktörler bir arada düşünüldüğünde anlaşılır ki, bazı faktörlerin etkisi kâr oranını düşürürken, diğer bazı faktörler kâr oranını arttırmaktadır. Sonuç bunların yarattığı etkinin bileşkesi olacaktır. Öte yandan çok sayıda cari masraf ise, işgünü uzun da olsa kısa da olsa hemen hemen ya da tümüyle aynı kalır. Dönemin fabrika raporları, bir fabrikanın on saatlik çalışmadan kaynaklanan işletme maliyetlerinin, neredeyse on iki saatlik çalışmadan kaynaklanan işletme maliyetleri kadar olduğunu gösterir.
Makinelerin ve sabit sermayenin bileşenlerinin değerinin yeniden üretildiği süre, pratikte, bunların ömürleri tarafından değil, başından sonuna iş gördükleri ve aşınıp yıprandıkları tüm iş süreci tarafından belirlenir. “İşçiler 12 yerine 18 saat boyunca ter dökmek zorunda kalırsa, haftalık çalışma süresi üç gün artar, bir hafta bir buçuk haftaya ve iki yıl üç yıla çıkar. Bu fazla çalışma karşılığında ödeme yapılmazsa, işçiler, normal artık emek-zamana ek olarak, her iki hafta için üçüncü haftayı, her iki yıl için üçüncü yılı bedavadan verir.” Böylece, makinelerin değerlerinin yeniden üretimi %50 oranında hızlandırılmış ve normal olarak gerekli zamanın 2/3’ünde gerçekleştirilmiş olur.
Marx, gereksiz karışıklıklardan kaçınmak için buradaki ve hammaddelerin fiyat dalgalanmaları hakkındaki inceleme sırasında, artı-değer kütlesinin ve oranının verili olduğu varsayımından hareket ettiğini belirtir.
Daha önce elbirliği, işbölümü ve makineler konusunda gösterildiği gibi, büyük ölçekli üretim koşullarını karakterize eden tasarruf, esas olarak, bu koşulların toplumsal olarak birleşmiş emeğin koşulları olmaları olgusundan kaynaklanır. Üretim araçları, birbirinden kopuk olarak çalışan ya da küçük ölçekte doğrudan elbirliği yapan işçiler tarafından parça parça tüketilecek yerde, üretim sürecinde toplam işçi tarafından birlikte tüketilir. “Bir ya da iki merkezi motorun bulunduğu büyük bir fabrikada, bu motorların maliyetleri, onların beygir güçleriyle ve dolayısıyla olası etki alanlarıyla aynı oranda büyümez; aktarım makinelerinin maliyetleri, harekete geçirdikleri iş makinelerinin kütlesiyle aynı oranda büyümez; iş makinesinin kendisinin gövdesi, organları olarak kullandığı aletlerin artan sayısıyla aynı oranda pahalılaşmaz vb. Bunlara ek olarak, üretim araçlarının bir araya gelmesi, her tür binada, asıl üretim tesislerinin yanı sıra depolama yerlerinde vb. tasarruf sağlar. Isıtma, aydınlatma vb. giderleri için de aynı şey geçerlidir.”
Üretim araçlarının bir araya gelmesinden ve yığınsal olarak kullanılmalarından kaynaklanan bütün bu tasarruflar, mutlaka işçilerin bir araya gelmesini ve birlikte çalışmalarını, yani emeğin toplumsal birliğini gerektirir. Bu nedenle, nasıl ki artı-değer kendi başına ele alındığında tek tek her bir işçinin artı-emeğinden kaynaklanıyorsa, tasarruflar ise emeğin toplumsal karakterinden kaynaklanır. “Burada mümkün ve gerekli olan sürekli iyileştirmeler bile, sadece ve sadece, büyük ölçekte birleşmiş olan toplam işçinin üretiminin sağladığı ve izin verdiği toplumsal deneyimlerden ve gözlemlerden kaynaklanır.”
Bu söylenenler, üretim koşullarındaki tasarrufun ikinci büyük dalı için de aynen geçerlidir. Bu ikinci tasarruf dalı, üretim atığı denen döküntülerin aynı ya da başka bir sanayi dalında yeni üretim öğelerine geri dönüştürülmesini, bu atıkların üretim devresine ve dolayısıyla (üretken ya da bireysel) tüketim devresine geri gönderilmesini sağlayan süreçleri içerir. İlerde daha yakından incelenecek bu tasarruf biçimi de büyük ölçekli toplumsal emeğin sonucudur. Bu atıkları yeniden ticaret nesnelerine ve dolayısıyla yeni üretim öğelerine dönüştüren faktör, büyük ölçekli toplumsal emek sayesinde ortaya çıkan yığınsallıklarıdır. Üretim süreci açısından bu önemi kazanmalarını ve değişim değeri taşıyıcıları olmaya devam etmelerini, bileşik ve dolayısıyla büyük ölçekli üretimin atıkları olmalarına borçludurlar. Bu atıklar, yeni üretim öğeleri olarak iş görebilirler. Ayrıca yeniden satılabilir duruma gelmeleri ölçüsünde hammaddenin maliyetini azaltabilirler; çünkü bu maliyet her zaman normal fireyi, yani üretim sürecindeki olağan kayıp miktarını içerir. Unutulmasın ki, değişen sermayenin büyüklüğü ve artı-değer oranı veriliyken, değişmeyen sermayenin bu kısmının maliyetinin azaltılması kâr oranını o miktarda yükseltir.
Eğer artı-değer veriliyse, kâr oranı yalnızca, meta üretimi için gerekli değişmeyen sermayenin değerinin azaltılması yoluyla arttırılabilir. Fakat unutulmamalı ki, üretilen metanın değeri açısından önemli olan değişmeyen sermayenin kullanılan miktarıdır. Emeğin üretkenlik derecesi, yani teknik gelişme düzeyi veriliyken, örneğin bir iplik fabrikasında hammadde olan ketenin ne kadar emek emebileceği ketenin değerine değil miktarına bağlıdır. Aynı şekilde, bir makinenin diyelim üç işçiye sağlayacağı yardım, onun değişim değerinden değil makine olarak kullanımından kaynaklanır. “Teknik gelişmenin bir aşamasında kötü bir makine pahalı, diğer bir aşamasında iyi bir makine ucuz olabilir.”
Bir kapitalistin örneğin pamuğun ve iplik makinelerinin ucuzlaması yoluyla elde ettiği daha yüksek kâr, makine imalatında ve pamuk yetiştiriciliğinde emek üretkenliğinin yükselmiş olmasının sonucudur. Böyle bir durumda, belli miktarda emeği maddeleştirmek ve bu sayede belli miktarda artı-emeğe el koymak için, çalışmanın koşullarına daha az harcama yapılır. Bir başka deyişle, belirli miktardaki artı-emeğe el koymak için gerekli olan giderler azalır.
Üretim araçlarının toplumsal olarak birleşmiş işçi tarafından ortaklaşa kullanılmasının üretim sürecinde sağladığı tasarruftan daha önce söz edilmiştir. Değişmeyen sermayede, dolaşım zamanındaki kısalmanın sağladığı tasarruf (esasen ulaştırma ve haberleşme araçlarındaki gelişmeden kaynaklanan tasarruf) daha sonra ele alınacaktır. Marx burada, makinelerdeki sürekli iyileştirmelerin sağladığı tasarruf üzerinde durulması gerektiğini belirtir. Makinelerin ve genel olarak sabit sermayenin verili bir üretim dönemindeki aşınma ve yıpranmasını azaltan her şey tek tek metaları ucuzlatmakla kalmaz, aynı zamanda söz konusu dönem için sermaye harcamasını da azaltır. Onarım gibi işler, gerekli oldukları kadarıyla, makinelerin ilk maliyetine eklenir. Makinelerin dayanıklılıklarının artması sonucu bu gibi maliyetlerin azalması, bu makinelerin fiyatlarını o ölçüde azaltır.
“Bu türden her tasarruf için yine büyük ölçüde geçerli olduğu üzere, bunlar yalnızca birleşmiş işçi için mümkündür ve çoğu zaman kendilerini ancak daha büyük ölçekte çalışıldığında gerçekleştirebilirler, yani işçilerin üretim sürecindeki daha büyük dolaysız birliklerini gerektirirler.”
Emeğin üretici gücünün bir üretim dalındaki gelişimi, örneğin demir, kömür, makine üretimi, mimarlık alanındaki gibi, kısmen de doğa biliminde ve onun kullanımındaki ilerlemelerde olduğu üzere zihinsel üretim alanındaki gelişmeleri kapsar. Bu alanlardaki gelişim, başka sanayi dallarındaki (örneğin tekstil sanayiindeki ya da tarımdaki) üretim araçlarının değerinin ve dolayısıyla maliyetinin düşürülmesinin koşulu olarak görünür. Çünkü bir sanayi dalından ürün olarak çıkan meta, bir başkasına üretim aracı olarak yeniden girmektedir. Söz konusu metanın fiyatının yüksek ya da düşük oluşu, bir ürün olarak çıktığı üretim dalındaki emek üretkenliğine bağlıdır. Dolayısıyla falanca metanın ucuzlaması, yalnızca üretimlerine üretim aracı olarak girdiği metaları ucuzlatmakla kalmaz, bir parçası olduğu değişmeyen sermayenin değerini de azaltarak kâr oranını yükseltir.
Sanayinin ilerleyen gelişiminden kaynaklanan bu değişmeyen sermaye tasarrufunun karakteristik özelliği, kâr oranının bir sanayi dalındaki yükselişinin, bir başka dalda emeğin üretici gücünün gelişimine bağlı olmasıdır. Burada kapitalistin payına düşen şey, doğrudan doğruya kendisi tarafından sömürülen işçilerin ürünü olmasa bile, toplumsal emeğin ürünü olan bir kazançtır. Üretici güçteki bu tür gelişmeler, son çözümlemede, her zaman harekete geçirilen emeğin toplumsal karakterine; toplumsal ölçekteki iş bölümüne; zihinsel emeğin, özellikle doğa biliminin gelişimine dayanır. Kapitalistin burada yararlandığı şey, bir bütün olarak toplumsal işbölümü sisteminin sağladığı avantajlardır. Burada kapitalist tarafından kullanılan değişmeyen sermayenin değerini nispi olarak düşüren ve dolayısıyla kâr oranını yükselten, ona üretim araçları sağlayan kesimdeki gelişmedir.
Kâr oranındaki bir başka yükseliş ise, değişmeyen sermayeyi üreten emekteki tasarruftan değil, değişmeyen sermayenin kullanımındaki tasarruftan kaynaklanır. İşçilerin bir araya gelmeleri ve büyük ölçekte elbirliği yapmaları sayesinde değişmeyen sermayede tasarruf sağlanır. “Aynı binalar, ısıtma ve aydınlatma donanımları vb., büyük ölçekli üretimde, küçük ölçekli üretimdekine oranla daha düşük bir maliyete sahiptir. Aynısı, güç makineleri ve iş makineleri için de geçerlidir. Bunların değeri, mutlak olarak yükselse bile, üretimin artan genişliğine ve değişir sermayenin büyüklüğüne ya da harekete geçirilen emek gücünün kütlesine oranla göreli olarak düşer.” Bir sermayenin kendi üretim dalında uyguladığı tasarruf, her şeyden önce bir emek tasarrufudur, yani kendi işçilerinin karşılığı ödenen emek diliminin azaltılmasıdır. Daha önce sözü edilmiş olan tasarruf ise, başkalarının karşılığı ödenmeyen emeğine, verili üretim ölçeğinde mümkün olan en düşük maliyetle ve mümkün olan en yüksek düzeyde el koymanın başarılmasına dayanır. Bu tasarruf, değişmeyen sermaye üretiminde kullanılan toplumsal emeğin üretkenliğinin sömürülmesine değil de, değişmeyen sermaye kullanımında sağlanan bir tasarrufa da dayanıyor olabilir. Böyle olduğu ölçüde, ya doğrudan doğruya belirli bir üretim dalı içerisindeki emeğin elbirliğinden ve toplumsal biçiminden, ya da makinelerin vb. değerlerinin düşmesini sağlayacak ölçekte üretilmesinden kaynaklanır.
Marx burada iki noktanın göz önünde tutulması gerektiğine dikkat çeker. Birincisi, eğer değişmeyen sermayenin değeri sıfır olsaydı, kâr oranı artı-değer oranına eşit olur ve kâr oranı ulaşabileceği en yüksek düzeye çıkardı. Fakat ikincisi, emeğin doğrudan sömürüsü için en önemli şey, hiçbir şekilde kullanılan sömürü araçlarının (sabit sermaye, ham ve yardımcı madde) değişim değeri değildir. Asıl önemli olan, bir yandan belirli bir miktarda canlı emekle birleşmeleri için teknik açıdan gerekli olan kütleleri, diğer yandan amaca uygunlukları, yani yalnızca iyi makinelerin değil aynı zamanda iyi ham ve yardımcı maddelerin elde bulunmasıdır. “Kâr oranı kısmen ham maddelerin kalitesine bağlıdır. İyi malzeme az fire verir; aynı miktarda emeği soğurmak için de daha az miktarda ham madde gerekir. Ayrıca, iş makinesinin karşılaşacağı direnç de daha az olur.” Dahası, bu durum artı-değer ve artı-değer oranını da etkiler. Çünkü hammadde kötüyse, işçi aynı miktarı işlemek için daha çok zaman harcar ve ücretler değişmiyorsa, bu artı-emekte azalmaya yol açar. Bu, ayrıca, sermayenin kullanılan emeğin kütlesinden çok üretkenliğine bağlı bulunan yeniden üretimi ve birikimi üzerinde çok önemli bir etkide bulunur.
Bu nedenle, kapitalistin üretim araçlarında tasarruf sağlamak konusundaki fanatizminin anlaşılır bir şey olduğunu belirtir Marx. Hiçbir şeyin kaybedilmemesi ya da israf edilmemesi, üretim araçlarının yalnızca üretimin kendisinin gerektirdiği şekilde kullanılması kısmen işçilerin nasıl yetiştirildiklerine ve eğitildiklerine, kısmen de kapitalistin birleşik işçi üzerinde sağlayacağı disipline bağlıdır. Bu disiplin, parça başına ücret uygulamasında zamanla gereksiz hale geldiği gibi, işçilerin kendi hesaplarına çalışacakları bir toplum düzeninde ise gereksizleşecektir. Kapitalistlerin fanatizmi, değişmeyen sermayenin değerini değişen sermayeye oranla düşürmenin ve böylece kâr oranını yükseltmenin başlıca yollarından biri olan, üretim öğelerine hile katma uygulamasıyla da kendisini gösterir. Marx bu uygulamanın, “önce iyi örnekler ardından da düşük kaliteli mallar gönderirsek halk bizi yutar” ilkesini benimsemiş olan Alman sanayisinde önemli bir rol oynadığına dikkat çeker.
Değişmeyen sermayenin değerinin yani pahalılığının azaltılması yoluyla sağlanan kâr oranı artışı, bunun gerçekleştiği sanayi dalının ne tür ürün (lüks ürünler mi, yoksa işçiler tarafından tüketilen geçim araçları mı, yoksa genel olarak üretim araçları mı) ürettiğinden tümüyle bağımsızdır. Bu husus, şayet konu esas olarak emek gücü değerine, yani işçinin alışılagelmiş geçim araçlarının değerine bağımlı olan artı-değer oranı olsaydı önem taşırdı. Oysa hatırlayalım, burada artı-değerin ve artı-değer oranının verili olduğu varsayılmıştır ve incelenen olgu kâr oranıdır. Kâr oranı, artı-değerin toplam sermayeye bölünmesiyle bulunduğundan, bu koşullar altında netice yalnızca değişmeyen sermayenin değerine bağlıdır.
Üretim araçlarının göreli ucuzlaması, bunların mutlak değer tutarının artması olasılığını kuşkusuz dışlamaz. Çünkü bunların mutlak kullanım hacmi, emeğin üretici gücünün gelişimiyle ve üretim ölçeğinin buna eşlik eden büyümesiyle olağanüstü derecede genişler. Hangi yönden ele alınırsa alınsın, değişmeyen sermaye kullanımındaki tasarruf, kısmen, üretim araçlarının birleşik işçinin ortak üretim araçları olarak iş görmelerinin ve kullanılmalarının bir sonucudur. Böylece meydana gelen tasarruf, doğrudan doğruya üretici emeğin toplumsal karakterinin bir ürünü olarak görünür. Fakat kısmen de, sermayeye üretim araçları sağlayan alanlardaki emeğin üretkenliğindeki gelişimin sonucudur. Bundan kaynaklanan tasarruf, yalnızca kapitalist A ile onun işçileri arasındaki ilişki değil, fakat toplam işçinin toplam sermayeyle ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda, kendisini yine toplumsal emeğin üretici güçlerinin gelişiminin ürünü olarak ortaya koyar. Aradaki tek fark, kapitalist A’nın yalnızca kendi işletmesindeki emek üretkenliğinden değil, aynı zamanda başkalarının işletmelerindeki emek üretkenliğinden de yararlanması olur. Ne var ki kapitalist A, kendi değişmeyen sermayesindeki tasarrufu kendi işçilerinden bağımsız ve onları hiçbir şekilde ilgilendirmeyen bir durum olarak görür.
Üretim araçları kullanımındaki tasarruf, emeğin özünde yatan diğer güçlere oranla çok daha büyük bir ölçüde, sermayenin özünde bulunan bir güç, sanki kapitalist üretim tarzına özgü ve onu karakterize eden bir yöntem olarak görünür. Bu anlayış, sermaye ilişkisi gerçekte iç bağıntıyı (işçiyi kendi emeğini gerçekleştirmesinin koşullarına mutlak kayıtsızlık, dışsallık ve yabancılaşma durumuna koyan bağıntı) gizlediği için ve gizlediği ölçüde daha az yadırgatıcı olur.
Marx bu durumun nedenlerini sıralar. Birinci olarak, değişmeyen sermayeyi oluşturan üretim araçları yalnızca kapitaliste ait olan parayı temsil ederler. Marx burada, Fransız düşünür Henri Linguet’in, Romalı borçlunun bedeninin alacaklısının parasını temsil ettiğini söylediği örneği hatırlatır. Üretim araçlarının mülkiyet olarak yalnızca kapitalistle bir ilişkileri vardır. İşçi ise gerçek üretim sürecinde onlarla temas kurduğunda, onları yalnızca üretimin kullanım değerleri olarak, emek araçları ve emek malzemeleri olarak görür. Dolayısıyla, değişmeyen sermaye öğelerinin değerlerindeki artma ya da eksilme işçinin kapitalistle ilişkisini, ancak bakırla mı yoksa demirle mi çalıştığı kadar ilgilendirir.
“İkincisi: Bu üretim araçları kapitalist üretim sürecinde aynı zamanda emeği sömürmenin araçları oldukları sürece, kendisini yönetmek için kullanılan gemin ve dizginin ucuz mu yoksa pahalı mı olduğu atın ne kadar umurundaysa, bu sömürü araçlarının göreli ucuzluk veya pahalılığı da işçinin o kadar umurundadır.”
Son olarak, Kapital birinci ciltte görüldüğü üzere, işçi gerçekte emeğinin toplumsal karakterini (onun ortak bir amaç için başkalarının emeğiyle birleşmesini) kendisine yabancı bir güç olarak görür. Söz konusu birleşmenin gerçekleştirilmesinin koşulları, ona ait olmayan yabancı bir şeydir. Şayet onları iktisatlı şekilde kullanmaya zorlanmasa, israf edilmelerini hiçbir şekilde umursamaz. Marx burada geçerken, 1844’te İngiltere’de işçilerin kurduğu Rochdale tüketim kooperatifi örneğinde olduğu gibi, işçilerin kendilerine ait olan fabrikalarda bu durumun tümüyle farklı olduğunu belirtir.
Vurgulayacak olursak, bir üretim dalındaki emek üretkenliği, bir başka dalda üretim araçlarının ucuzlaması ve iyileşmesi neticesinde artar ve böylece kâr oranının yükselmesine hizmet eder. Fakat toplumsal emeğin bu genel bağlantısı, işçilere tümüyle kendilerine yabancı, gerçekte yalnızca kapitalisti ilgilendiren bir şey olarak görünür. Çünkü bu üretim araçlarını satın alan ve kendisine mal eden, yalnızca kapitalisttir. “Kapitalistin, başka bir üretim dalındaki işçilerin ürünlerini kendi üretim dalındaki işçilerin ürünleriyle satın alması ve bundan dolayı, başka işçilerin ürünlerine, yalnızca, kendi işçilerininkilere bedavadan el koymuş olması nedeniyle sahip olması, dolaşım süreci vb. tarafından başarılı bir şekilde perdelenen bir bağlantıdır.”
Ayrıca, büyük ölçekli üretim ilk olarak kapitalist biçim altında gelişmiş ve bir yandan kâr hırsı, diğer yandan metaların olabildiğince ucuza üretilmesini zorunlu kılan rekabet, değişmeyen sermayenin kullanımında tasarrufa yol açmıştır. Bu durum, değişmeyen sermaye kullanımındaki tasarrufun, yalnızca kapitalist üretim tarzına özgü bir şey ve dolayısıyla sermayenin bir işlevi olarak görünmesine neden olur.
Kapitalist üretim tarzı nasıl bir yandan toplumsal emeğin üretici güçlerini gelişmeye zorluyorsa, diğer yandan da değişmeyen sermaye kullanımında tasarrufu zorlar. Ne var ki, bu bağlamda olup bitenler, canlı emeğin taşıyıcısı olan işçiyle, onun çalışmasının koşullarının iktisatlı, yani akılcı ve tutumlu kullanımı arasındaki yabancılaşma ve kayıtsızlıkla sınırlı kalmaz. “Kapitalist üretim tarzı, çelişkili, karşıtlık içeren doğası gereği, daha da ileri giderek, işçinin yaşamı ve sağlığı konusundaki israfı, onun varlık koşullarının bile zayıflatılmasını, değişmez sermaye kullanımındaki bir tasarruf ve dolayısıyla kâr oranını yükseltmenin bir aracı sayar.”
İşçi yaşamının büyük bölümünü üretim sürecinde geçirdiğinden, üretim sürecinin koşulları büyük ölçüde onun aktif yaşam sürecinin koşulları, yani onun yaşam koşullarıdır. Bu yaşam koşullarında tasarruf, kâr oranını yükseltmenin bir yöntemidir; aynı şekilde, aşırı çalıştırma, işçinin bir iş hayvanına dönüştürülmesi, sermayenin öz değerlenmesini, artı-değer üretimini hızlandırmanın bir yöntemidir. Bu tasarruflar, dar ve sağlıksız yerlerin işçilerle doldurulup taşırılmasına (yani kapitalistlerin dilinde bina tasarrufu denen şeye); tehlikeli makinelerin aynı yerlere tıkıştırılmasına ve tehlikelere karşı koruma önlemlerinin alınmamasına; doğaları gereği sağlığa zararlı olan ya da madenlerde olduğu gibi tehlikeli üretim süreçlerinde gerekli güvenlik önlemlerinin ihmal edilmesine kadar uzanır. “Üretim sürecini işçi için insanileştirecek, rahat ya da yalnızca katlanılabilir kılacak hiçbir kurumun bulunmamasından hiç söz etmeyelim. Bu, kapitalist bakış açısına göre, tamamen yararsız ve anlamsız bir israf olurdu. Genel olarak bakıldığında, kapitalist üretim, olanca cimriliğe karşın, insan malzemesi söz konusu olduğunda tümüyle savurgandır; ne de olsa, diğer taraftan da, aynı şekilde, ürünlerini ticaret aracılığıyla bölüştürme yöntemi ve kendi rekabet tarzı sayesinde, maddi araçları son derece savurganca kullanır ve bir yanda tek tek kapitalistler için kazandıklarını diğer yanda toplum için kaybeder.”
Sermaye, doğrudan canlı emek kullanımını yalnızca zorunlu emeğe indirgeme ve bir metanın üretimi için gerekli emeği, emeğin toplumsal üretkenliğini sömürme yoluyla daima azaltma eğilimindedir. Böylece zorunlu düzeye indirilmiş olan bu emeği en iktisatlı koşullar altında kullanmayı, yani kullanılan değişmeyen sermayenin değerini mümkün olan en düşük düzeyine indirmeyi amaçlar. Metaların değişim değerlerini belirleyen, içerdikleri gerekli emek-zamandır. Bu belirlenimi önce gerçekleştiren ve aynı zamanda sürekli olarak bir metanın üretilmesi için toplumsal olarak gerekli emek-zamanını kısaltan sermayedir. “Böylece, metanın fiyatı, onun üretimi için gerekli olan emeğin her bir parçasının kendi en düşük düzeyine indirilmesi yoluyla, en düşük düzeyine indirilir.”
Marx, değişmeyen sermayede tasarruf konusunda bir tespit yapmanın zorunlu olduğunu belirtir. Eğer kullanılan sermayenin miktarı ve dolayısıyla toplam değeri artıyorsa, bu her şeyden önce, daha fazla sermayenin tek bir elde toplanması demektir. Ne var ki, daha büyük miktarda değişmeyen sermayenin tek bir elde toplanması (bu da çoğu örnekte, mutlak olarak daha yüksek ama göreli olarak daha düşük miktarda emeğin kullanılmasına karşılık gelir) değişmeyen sermayede tasarruf yapılmasını mümkün kılar. O halde kapitalist işleyiş temelinde gidişata tek bir kapitalist özelinde bakılacak olursa durum şudur: Başta sabit sermaye harcamaları olmak üzere gerekli sermaye harcamalarının hacmi zamanla büyür, ama işlenen malzemelerin ve sömürülen emeğin miktarına oranla bunların değeri azalır.
(devam edecek)
link: Elif Çağlı, Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /4, 4 Aralık 2023, https://fa.marksist.net/node/8140