

Trump’ın ikinci başkanlık dönemi beklenildiği üzere hızlı başladı ve öyle de devam ediyor. İmzalanan birçok kararnamenin yanı sıra yapılan açıklamalarla uluslararası alanda dengeler sarsılıyor. Trump, onu içe kapanmacı ve korumacı olarak adlandıranlara nispet yaparcasına küresel planda ne denli yayılmacı ve atak olacağını gösteriyor. Yakın komşularını açıkça ilhak etmekten bahsediyor. “Kanada zaten bir eyaletimiz, Grönland öyle ya da böyle bizim olacak, Panama’yı geri alacağız, Gazze’yi yıkıp küresel bir tatil merkezi yapacağım” şeklindeki açıklamalar diplomatik teamülleri yerle bir ediyor. Ev sahipliği yaptığı görüşmede Zelenski’yi kameraların önünde aşağılayıp yerin dibine sokuyor ve Beyaz Saray’dan kovuyor; Avrupa’ya artık sizi korumayacağım diyerek rest çekiyor; Çin ve tüm büyük rakiplerine karşı “ticaret savaşı” olarak kodlanan bir ekonomik saldırıya geçiyor. Burjuva diplomasisi ve politikasının ne kadar ikiyüzlü teamülü, yerleşik usulleri, nezaket kuralları vb. varsa hepsi yerle bir ediliyor.
Bunun geçici bir dönem mi yoksa kalıcı bir dönüşümün açılış perdesi mi olduğu tartışılıyor. Amerikan müesses nizamı bu görüntüye ne kadar tahammül edecek sorusu soruluyor, sanki Trump onun dışındaymış gibi. Gerek Amerikan egemen sınıfının iç yapısı ve eğilimlerinde, gerek hegemonyanın hangi kesimlerin elinde olduğunda, gerekse de Amerikan emperyalizminin ihtiyaçları ve çizgisinde bir değişim ya da dönüşüm olup olmadığı tartışılıyor. Bu tartışmaların arka planında dünya ekonomisindeki dönüşüm ve buna bağlı olarak ABD ekonomisinin kompozisyonundaki dönüşüm de önemli bir yer tutuyor kuşkusuz.
Bu noktada Trump, finans kapitalin çoğunluğuyla uyumlu bir iş çıkarabilecek mi? Bu kesimler Trump’ın çizgisine ve yöntemlerine angaje olacaklar mı? Yoksa egemen sınıf içindeki çatışma daha da derinleşip şiddetlenecek mi? ABD’de geçmişte birçok başkan suikaste uğramış ve bu yöntem mevcut iç kapışmanın nihai çözüm aleti olarak iş görmüştü. Trump’a seçim kampanyası sırasındaki iki suikast girişimi, onu parlatmayı hedefleyen bir müsamere miydi yoksa beceriksiz bir girişim ya da öyleymiş gibi görünen ciddi bir uyarı mıydı? Kesin bir şey söylemek mümkün değil.
Milenyum dönemeciyle birlikte sökün eden tarihsel kriz, Amerikan burjuvazisinin zirvesindeki iç kapışmayı da giderek keskinleştirmekte ve şiddetlendirmektedir. Trump’ın ilk iktidar dönemi ve bu dönemin kapanışındaki 6 Ocak darbe girişimi, bu sertleşmenin boyutlarını gösteriyordu. Biden döneminde mesele sanki halloldu gibi bir hava yaratılmaya çalışıldıysa da gerçekte hiçbir köklü sorun çözülmemişti. Trump’ın temsil ettiği faşist çizgiyi Amerikan liberal ruhuna kökten uyumsuz bulanların ne denli yanıldıkları ortadadır. Amerikan finans kapitali bu çizgiye ne denli angaje olacak? Daha şimdiden belli değişim ve dönüşümlerin, siyasal kaymaların yaşandığı görülüyor.
Trump’ın ve Cumhuriyetçilerin arkasındaki finans kapital kesimleri, petrol, silah, emlak ve inşaat, büyük tarımcılar, madenciler, nükleerciler vb. idi. Öbür taraftan gerek Trump karşıtı tekelci burjuvazi, gerek geleneksel medyanın ağır topları, gerekse de asker ve sivil bürokrasi içindeki karşıt unsurlar yelkenleri suya indirmiş durumda değildirler. Savaşmaya devam ediyorlar. Çarpıcı bir olgu, Trump’ın imza şovları eşliğinde imzaladığı kararnamelerin yarısından fazlasının yargı kurumlarınca iptal ediliyor oluşudur. Bu durumun, çatışmanın (şimdilik) düzen içi mekanizmalarla yürüdüğünün göstergesi olarak ele alınması gerektiği açıktır.
Yaygın kanının aksine Trump’ı destekleyen burjuva kesimlerin başında petrol ve doğalgaz tekelleri gelmiyor. Onlar kampanyanın para kaynakları sıralamasında dördüncü durumdalar. Peki diğer destekçiler hangi sektörlerden? Hepsinden önce, dünyanın en zengin kişisi olarak bilinen Elon Musk geliyor. Musk’ın tek başına Trump kampanyası için harcadığı kayıtlara geçmiş miktar 290 milyon dolar.[1] ABD’nin ve dünyanın en büyük elektrikli araç üreticilerinin başında gelen Tesla’nın sahibi olan Musk’ın bu tercihi ilk bakışta şaşırtıcı görünüyor. Zira eski başkan Biden fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarını ve elektrikli araçları teşvik eden politikalar izliyorken, Trump elektrikli araçların “çevre için kötü” olduğunu söyleyerek bu araçlara uygulanan vergi indirimlerini kaldırmayı vaat ediyordu. O zaman Musk neden Trump’ı destekliyor? Musk’ın hastalıklı kişiliğini, faşist zihniyetini vb. de işin içine katmadan bu soruya yanıt verilemez, ama mesele ondan ibaret olmadığı için biz son on yılın parlayan teknoloji devlerinin tamamının neden tutum değiştirerek Trump’ı desteklediğine odaklanalım.
Teknoloji baronlarının U-dönüşü
Trump’ın ilk döneminde Amerika’nın ve küresel ekonominin yükselen sektörleri olan ileri teknoloji şirketleri, Silikon Vadisi burjuvazisi vb. Çin’e dönük ekonomik yaptırımlardan yakınıyor ve Trump’ın çizgisine karşı çıkıyorlardı. Şimdilerdeyse bunların çoğu Trump’ın yanına geçmiş görünüyor. Üstelik teknoloji baronları yalnızca seçim döneminde değil, sonrasında da Trump’a milyonlar akıtmaya devam ediyorlar. Bu, Trump’ın onları ve taleplerini ciddiye alması için ödemek zorunda oldukları bedeldir. Musk’la sembolize olan teknoloji devlerinin Trump’ı desteklemesi eğilimi, seçim döneminde yapılan bağış tercihleriyle belirgin hale gelmiş, Trump’ın yemin töreninde teknoloji baronlarının onun hemen arkasında fotoğraf karesine girmesiyle tescillenmişti. Borsadaki piyasa değerleriyle dünyanın en büyük şirketleri olarak bilinen teknoloji devlerinin başlarındaki isimler yakın zamana kadar çoğunlukla Demokrat Partiyi desteklerken, şimdi neredeyse topluca Trump’ın safına katıldılar. Elon Musk’ın şirket merkezlerini, bu teknoloji devlerinin ana üssü ve Demokratların kalesi olarak bilinen California’dan Cumhuriyetçilerin kalesi olarak bilinen Texas’a taşıması da bu büyük toprak kaymasının sembolik ifadesi olmuştu. Kimdi bu isimler? Tesla, SpaceX ve Twitter’ın CEO’su Musk’ı bir yana bırakırsak,
- Jeff Bezos, Amazon’un kurucusu.
- Mark Zuckerberg, Facebook’un kurucusu ve CEO’su, Instagram’ın ve Whatsapp’ın sahibi.
- Sundar Pichai, Google (Alphabet) CEO’su.
- Tim Cook, Apple’ın CEO’su.
- Satya Nadella, Microsoft CEO’su.
- Sam Altman, yapay zekâ alanında çığır açan OpenAI şirketinin kurucularından.
Bu isimlerin hepsi, elektronik, cep telefonu, bilgisayar ve internet alanlarındaki dev tekeller olmanın yanı sıra iletişim ve modern dijital medya alanında da belirgin bir hakimiyete sahipler. Üstelik Jeff Bezos Washington Post gibi ABD’nin en köklü ve en büyük ulusal gazetelerinden birinin de sahibi.[2] Yani böyle bakıldığında aslında hepsi de ya doğrudan ya da dolaylı olarak birer Medya Baronu durumundalar aynı zamanda. Küresel medya imparatoru olarak adlandırılan ve baştan beri Trump’ı destekleyen Rupert Murdoch’u da bu listeye eklememiz gerekir.
Musk ve Murdoch’u bir yana bırakırsak, bu listedekilerin çoğu son yıllara kadar Biden ve Demokratları destekliyor, Trump’la açıktan ya da dolaylı olarak çatışıyorlardı. O kadar ki, Trump geçmişte, Facebook kurucusu Zuckerberg’i hapse atmakla tehdit etmişti. Zuckerberg de, 2020’de Trump’ın Kongre baskınıyla giriştiği darbe başarısız olunca Trump’ın ve destekçilerinin sosyal medya hesaplarını iptal etmişti. Son seçimde önde gittiği anlaşılınca bu kez dümeni Trump’a çevirmeye başladı. Trump, Bezos’la da kameralar önünde birkaç kez sert şekilde tartışmıştı. Aralarındaki sürtüşmenin bir nedeni de NASA’nın ihale pastasının dağıtımı konusuydu. Musk’ın sahibi olduğu SpaceX şirketi devletten büyük ihaleler alırken, Bezos’un sahibi olduğu Blue Origin şirketi de onun en büyük rakibi olarak bu ihale pastasına göz dikmişti. Aralarındaki rekabet halen devam ediyor ama artık ikisi de Trump’ın saflarındalar!
Bu saf değişimini Trump da dillendirmekten çekinmiyor. Seçimi kazanmasının ardından yapılan özel bir kutlamada, çevresini saran büyük burjuvalara atıfla şöyle diyordu Trump: “İlk dönemimde hepsi benimle savaşıyordu, ama bu dönemimde herkes arkadaşım olmak istiyor”. Bir başka yerde de şöyle diyordu: “Hepsi Biden’ın yanındaydı, istisnasız hepsi; şimdi ise hepsi benim yanımda.” Peki ne oldu? Dev tekeller ve onların sahiplerinin bu tutum değişimi, çok iyi bildiğimiz bir fırsatçılık örneği midir? Bundan mı ibarettir? Bu zenginler, sırf basit çıkar hesaplarıyla mı yeni muktedire biat edip yalakalığa başlamışlardır? Yoksa çok daha tarihsel bir değişim/dönüşümün bir yansıması mıdır bu tutum değişikliği? Önceki dönemde karşı çıktıkları “ticaret savaşı” politikalarına şimdi neden destek veriyorlar?
Bu durum alıştığımız türden bir iktidara yakın durma fırsatçılığının çok ötesindedir. Küresel ekonomi ve güç dengelerindeki çok daha köklü kaymaların ve değişimlerin yarattığı bir sonuçtur. Bu değişimde rol oynayan hangi sebebe bakarsak bakalım, son tahlilde hepsi de aynı temel nedene işaret ediyor: Çin kapitalizminin gerek üretim ve teknoloji alanında gerekse de küresel pazarlarda yaptığı atılım ve Amerikan tekellerinin bu alanlarda giderek zorlanması.
Teknoloji devleri Trump’ın Çin’e karşı daha da kızıştırdığı “ticaret savaşına” bu kez destek veriyorlarsa, bunun Çin’in yaptığı teknolojik atılımla bağlantılı üç temel nedeni vardır. Birincisi, Çin’e karşı süren yaptırımlar ve Covid-19 önlemlerinin bir sonucu olarak bu tekellerin çoğunun artık Çin’de ya da Çinli şirketlerce yapılan üretime bağımlılıkları azalmıştır. İkincisi, aynı süreçte Çin’in büyük bir atılım yaparak teknoloji üretir hale gelmesi ve bu teknoloji devlerine alt edilmesi kolay olmayan bir rakip olarak öne çıkmasıdır. Üçüncüsü, bu rakibi alt etmek için onun sahip olduğu devlet olanaklarına benzer olanaklara ulaşmak, bunun için de devletle çok daha içli dışlı hale gelme gereğidir. Bunları biraz açalım.
Amerikan teknoloji devlerinin değişen üretim ve rekabet koşulları
Geçmişte Çin’le “ticaret savaşı”na teknoloji baronlarının karşı çıkmalarının temelinde bazılarının ürünlerinin tamamının ya da önemli parçalarının Çin’de ya da Çinli firmalarca üretiliyor oluşu yatmaktaydı. Bu kapsamda olmayan teknoloji devlerinin ürünleri ise Çin’de üretilen bilgisayar/elektronik/iletişim sistemlerine dayanıyor, altyapı ya da donanım olarak bu sistemleri kullanıyorlardı. Trump’ın uyguladığı kotalar, yasaklar ve gümrük vergileri, o güne dek kurulan ticari düzeneğin, tedarik ağlarının vb. bozulması anlamına gelecekti, öyle de oldu. Ardından Covid-19 pandemisiyle birlikte hayata geçirilen önlemlerle bu bozuluş daha da derinleşip bazı alanlarda kalıcı hale geldi. Dolayısıyla teknoloji baronları da kendilerini bu yeni duruma uyarlamak zorunda kalarak yeni üretim ve tedarik ağları inşa etme yolunu tuttular. Bazı ara malların ya da nihai ürünlerin üretim merkezleri başka ülkelere kaydırıldı. Çin’de ya da Çinli şirketlerce yapılan üretime bağımlılık azaldı. Bu da sözkonusu teknoloji firmalarının Çin’e karşı uygulanan yaptırımlara gösterdiği direnci zayıflattı ya da ortadan kaldırdı.
Ne var ki bu durum, birazdan açacağımız Çin’in teknolojik atılımını da körükledi. Bu durum diğer faktörlerle de birleştiğinde Amerikan tekellerinin uluslararası rekabet koşulları kötüleşmiş oldu. Amerikan teknoloji baronları, Trump’tan sektörün sorunlarına dönük adım atmasını bekliyorlar. Çin devletinin Çinli firmalara sunduğu fırsatlarla rekabet etmekte zorlanıyorlar ve benzer koşulların ABD içerisinde kendileri için de hazırlanmasını talep ediyorlar. Daha çok vergi indirimleri, daha büyük inovasyon desteği ve teşviklerle, sınırlama ve düzenlemelerin gevşetilmesi gibi hususlar beklentilerin başında geliyor. Teknolojik gelişmelerin insan hakları ve kişisel bilgi güvenliği bağlamında sınırlanması ve denetlenmesi hususundaki düzenlemelerin kaldırılması ya da esnetilmesi de taleplerinden bir diğerini oluşturuyor.
Bilhassa Microsoft, Google, Apple gibi şirketler hem ABD içinde hem de AB’de karşılaştıkları anti-tröst uygulamalardan kaynaklı sınırlamaların, cezaların, yaptırımların vb. kalkmasını istiyorlar. Şirketlerin satın alınması gibi konularda ellerinin rahatlatılmasını talep ediyorlar. Birçok teknoloji tekeli, AB ülkelerinde tekel davalarına konu oluyor ve milyarlarca dolar cezalara çarptırılıyorlar. Bu tekeller bu gibi durumlarda devletin desteğini arkalarında görmek istiyorlar. Trump’ın bu yöndeki açıklamaları ve yaptırım şantajlarının etkili olabildiği görülüyor. Örneğin, daha geçenlerde Trump’ı daha da güçlü yaptırımlara sevk etmemek adına AB egemenleri bir karar alarak Amerikan teknoloji devlerine (Apple, Meta, Alphabet gibi) dönük cezaların ya iptali ya da en düşük düzeye çekilmesi için adımlar attılar.
Tekeller iktidara destek vererek onunla çeşitli konuları daha sıkı müzakere etme fırsatı bulacaklarını düşünüyorlar, mesela, izlenen ticaret savaşı politikasının kendilerini daha az etkileyecek bir şekle getirilmesi, göçmen politikasında “Silikon Vadisinin” ihtiyaç duyduğu yüksek vasıflı göçmenlere muafiyet getirilmesi ya da beyin göçünün önünün tıkanmaması gibi.
Bu taleplerin bir kısmına (düzenlemeler/sınırlamalar, anlamlı vergi indirimleri, insan hakları ve kişisel güvenlik gibi hususların göz ardı edilmesi) Demokrat Parti karşı çıkıyor, o yüzden de tekeller yüzlerini Trump’a dönüyorlar.
Çin’in ekonomik atılımı: “Çin Malı 2025”
Bir başka ve temel önemdeki gelişme de, aynı süreçte hem ticaret savaşından hem de pandeminin sınırlamalarından dolayı büyük zorluklar yaşayan Çin’in, kendisine dayatılan sınırlamaları aşmak için kendi içinde büyük bir teknolojik atılım yaparak bu alanda da Amerikalı tekellerin rakibi haline gelmesidir. Çin’in geliştirdiği projelerin bu atılımdaki katkısına geçmeden önce şunu belirtmekte fayda var. Çin’in yükselişi ve gerçekleştirdiği ekonomik atılım, Çin işçi sınıfının hem Çinli kapitalistler hem de bizzat Çin devleti tarafından iliklerine kadar ve dizginsiz şekilde sömürülmesi sayesinde gerçekleşmektedir. Üstelik işçi sınıfı gerçek sendikal özgürlüklerden de demokratik siyasi hak ve özgürlüklerden de tümüyle yoksundur.
Trump’ın başlattığı ama Biden döneminde de süren “ticaret savaşı” (ithalat kısıtlamaları, ek gümrük vergileri, kotalar, başta çip teknolojisi olmak üzere ileri teknolojinin Çin’e ihracatının yasaklanması vb.) ilk başlarda Çin’in gelişmesini yavaşlatmış olsa da kısa sürede durum tersine dönmüş ve Çin bu dezavantajı, zaten hemen öncesinde başlattığı projelere hız vererek tersine çevirmeyi başarmıştır. Zaten 2015 yılında başlatılan “Çin Malı 2025” kampanyasında, düşük kaliteli ve ucuz ürünler yerine yüksek kaliteli ve yüksek teknolojili ürünlerin geçirilmesi hedeflenmişti. Özellikle 10 yüksek teknolojili alan seçilip buralara odaklanıldı. Yapay zekâ, kuantum bilgisayarlar, elektrikli araçlar, yenilenebilir enerji ve pil teknolojisi bunlardan bazılarıydı. Devletin sağladığı olanaklarla bu alanlarda büyük bir atılım yapıldı. Böylelikle daha önce Çin içerisinde üretilmeyen çipler ve her türlü ileri teknoloji ürünleri ambargoyu takip eden birkaç yıl içinde Çin’de üretilmeye başlandı. Üstelik bu ürünler artık yabancı patentli de değildi, bizzat Çinli bilimciler ve mühendisler tarafından geliştirilmişti (teknoloji casusluğunun katkılarını da elbette atlamamalıyız). Merkezi planlama avantajını kullanan Çin hükümeti, araştırılacak alanları saptayarak bu alanlara ona göre fonlar aktarıyordu. Bu proje çerçevesinde, “ABD Kongresi'nin araştırmasına göre Çin hükümeti araştırma, geliştirme ve yabancı şirketlerin satın alımına 1,5 trilyon dolarlık kaynak aktarmayı planladı. Rapora göre 2020’ye kadar bunun 627 milyar doları harcanmıştı.”[3] Sonuç, Çin’in birçok alanda teknolojik olarak ABD’yi, Silikon Vadisini, Tayvan ve Japonya’yı geçmesi ve dünyanın yalnızca imalat atölyesi olmaktan çıkarak birçok alanda teknolojik önderi haline gelmesi oldu.[4] Bu durum Amerikan teknoloji devlerini olduğu kadar ABD yönetimini de fazlasıyla rahatsız ediyor.
Özetle Çin kapitalizmi bu durumu bir fırsata çevirmiş oldu. Çip tedariki konusunda getirilen yasaklar nedeniyle yaşanan ciddi sorunlar, “kendine yeterli bir çip üretim zinciri” kurma konusunda atılan adımlarla önemli ölçüde aşılmış oldu. Bu konuda Çinli bir akademisyen olan Wang Wen, Trump’ın ilk döneminin, tersinden de olsa Çin’in yükselişine en azından üç önemli katkı yaptığını söylüyor. Bunlardan ikinci ve üçüncüsüne kulak verelim: “[ikincisi] Trump’ın Çin’in teknolojik bağımsızlığa doğru ilerlemesini hızlandırmaya yardımcı olmasıdır. (…) Ülkenin inovasyona tam anlamıyla kendini adaması, Huawei Finans Direktörü Meng Wanzhou'nun 2018'de tutuklanması ve Çinli teknoloji şirketlerine yönelik baskı gibi olaylardan sonra gerçekleşti. 2024'e gelindiğinde Çin, yarı iletken üretimindeki atılımlar da dahil olmak üzere teknoloji bağımsızlığında önemli adımlar atmıştı. Bu değişim, 2024'te 159 milyar ABD dolarını aşan ve 2018 rakamlarını ikiye katlayan rekor seviyedeki çip ihracatıyla vurgulandı. Üçüncüsü, Trump’ın Çin ile olan ticaret savaşı küresel ticaretin hızla yeniden yapılandırılmasına yol açtı ve daha fazla Çinlinin dünyanın Amerika Birleşik Devletleri'nden çok daha büyük olduğunu fark etmesine yol açtı. Kuşak ve Yol Girişimi gibi girişimler aracılığıyla Çin, Küresel Güney ülkeleriyle ilişkilerini derinleştirdi. 2018 ile 2024 arasında bu ülkelerle ticaret %40'ın üzerinde artarken, Çin'in ticaret için ABD'ye olan bağımlılığı %17'den %11'e düştü.”[5] Bu saptama, örnek ve veriler önem taşıyor.
Somut birkaç örnek verelim. Mesela, Çin’in bilgisayar ve tablet, akıllı cep telefonları, iletişim altyapısı, çip teknolojisi konularında önder kuruluşlarından Huawei, maruz kaldığı ambargoya rağmen bu durum onun yükselişini ve en büyük üretici haline gelmesini engelleyemedi. Dünyanın Batı dışındaki diğer pazarlarını ele geçirerek başta 5G olmak üzere iletişim teknolojisi altyapısında liderlik koltuğuna oturdu.
Bir başka önemli örnek olarak Çin’in elektrikli araçlar alanında dünyanın lider ülkesi oluşunu sayabiliriz. Bu aynı zamanda dünyanın en büyük pil üreticisi olmak demekti. Çinli elektrikli araç üreticisi ByD geliştirdiği süper hızlı şarj teknolojisiyle, elektrikli araç devi haline gelen Amerikalı Tesla hariç geri kalan tüm Amerikan ve Alman otomotiv devlerinin (Mercedes-Benz, Volkswagen, BMW, General Motors ve Ford gibi) üç katına yakın bir piyasa değerine ulaşmış durumdadır.[6]
Benzer şekilde güneş enerji panellerinin küresel tedarikinde de %90’a yakın bir paya sahip hale geldi. Batılı araştırmalar 2028 yılında küresel yenilenebilir enerjinin %60’ının Çin’de üretileceğini söylüyorlar. Yine yeni teknolojilerden drone sektöründe de Şenzen merkezli DJI şirketinin küresel payı %70 düzeyine çıkmış durumdadır.
TikTok’un ABD’den çıkmamış ilk küresel çaptaki sosyal medya uygulaması olması da Amerikan tekellerinin fazlasıyla keyfini kaçırıyor. Onun hakkında çıkarılan casusluk yaptığı vb. ithamlar da bu hazımsızlıktan kaynaklanıyor. Zira bu şirketin ABD’li bir şirket tarafından satın alınması durumunda ona dönük yasak ve kısıtlamaların kaldırılacağını söylüyor Trump. Yani dertleri kişisel bilgilerin sahiplerinin onayı dışında kullanılması değil, bu kullanımı Çin devletinin yapıyor oluşudur.
Çin’in teknolojik atılımının en taze örneklerinden biri olan yapay zekâ alanındaki DeepSeek depremini saymadan geçmek olmaz. O denli çarpıcı ki, kısa bir parantez açmayı hak ediyor.
Bir parantez: DeepSeek ve borsa balonunun çöküşü
Yakın zamana kadar yapay zekâ alanındaki gelişmelerin neredeyse tamamı ABD kaynaklıydı. Teknoloji devlerinin öncülük ettiği atılım, bu alanda sayısız şirketin kurulmasına ve hızla büyümesine yol açmıştı. Bir anda yapay zekâ için tasarlanmış özel çipler, veri merkezleri ve diğer altyapı gereksinimiyle ilgilenen onlarca şirket milyar dolarlık şirketler haline geldiler. İlk yapay zekâ modeli olan ChatGPT’nin Kasım 2022’deki duyuruluşunu takiben ABD’li en büyük yedi teknoloji şirketinin piyasa değerleri toplam 10 trilyon dolar artmıştı. Bu atılımda ürettiği çiplerle önemli rol oynayan Nvidia ise tek başına hepsini geçerek bir anda 2 trilyon doları aşan bir büyüklükle dünyanın en değerli şirketi haline gelivermişti.
Amerikan teknoloji şirketlerinin hisselerinden oluşan NASDAQ endeksi bu süreçte rekor üstüne rekor kırdı, hem ABD’de hem de küresel piyasalarda muazzam bir balon oluştu. Bu bir balondu çünkü Nvidia gibi şirketler doğrudan maddi ürünler üretseler bile, hem bu ürünlerin hem de bunlara dayanarak geliştirilen uygulamaların önümüzdeki dönemde muazzam satışlar yaparak büyük kârlara yol açacağı hayaline dayanmaktaydı. Ama ortada bu hayali destekleyecek somut bir kanıt ya da anlamlı bir veri yoktu. Balon şiştikçe şişti, ta ki Ocak ayının ortalarında Çinli bir şirket, birkaç milyon dolarlık çok daha küçük bir yatırım bütçesiyle ve üstelik Çin’e uygulanan ambargo nedeniyle eski model çiplere dayalı bir teknolojiyle DeepSeek adlı bir yapay zekâyı dünyaya tanıtana kadar. ChatGPT’nin yaratıcısı olan OpenAI şirketi, yapay zekânın nasıl bir para kaynağı olabileceğini gördüğü an, adındaki “open” (“açık” kelimesiyle açık kaynak kodlu olacağını yani herkesin ulaşabileceği bir algoritma olduğunu) vurgusunu unutarak bu işten para kazanmanın yolunu tutmuş, bu durum şirket yönetiminde çatlaklara yol açmış, birçok yazılım mühendisi şirketten ayrılmıştı. ABD menşeli diğer tüm yapay zekâ modellerinin aksine DeepSeek en baştan itibaren açık kaynak kodlu olarak çalışıyor ve kullandığı tüm teknik detayları da kamuoyuyla paylaştı. Herkesin bedava kullanımına ve katkı yapmasına açık.
Bu gelişme tam bir bomba etkisi yarattı. Çok daha küçük bütçelerle ve çok daha geri çiplerle[7], mevcut yapay zekâlarla aynı düzeyde ve hatta bazı alanlarda çok daha iyi performans gösteren bir yapay zekânın geliştirilebilmiş olması, diğer birçok şeyin yanı sıra bu alanda nasıl büyük bir borsa balonunun oluşturulduğunu da ortaya sermiş oldu. O denli gelişmiş ve pahalı çiplere hiç de o kadar ihtiyaç olmadığı ortaya çıkınca Nvidia’nın hisseleri bir günde %17 düştü ve şirket 593 milyar dolarlık kayıpla tarihte bir günde en fazla değer kaybeden şirket oldu. Hem güçlü bir rakibin doğuşu hem de bu gerçeğin ortaya çıkışıyla birlikte kısa süre içerisinde başta NASDAQ olmak üzere büyük borsa endeksleri %15’e varan büyük bir düşüş yaşadılar. Üstelik Trump’ın açıkladığı son gümrük vergisi kararnamelerinin ardından bu düşüş genelleşerek ve hızlanarak devam ediyor.
Son olarak şu hususu vurgulamakta fayda var. Gerek Amerikan teknoloji devlerinin Trump gibi bir faşistin arkasında saf tutması gerekse de Çin’in teknolojik atılımlarının totaliter bir diktatörlük rejimi altında gerçekleştirilebiliyor olması olgusu, teknoloji şirketlerinin öncülüğüyle ilericilik/özgürlük arasında organik bir bağ kuran liberal görüşlerin zırvalığını ortaya koymaktadır. Onlara bakılırsa petrol ve silah tekelleri siyasal gericilik ve militarizmin kaynağıyken, teknoloji şirketleri barışın, özgürlüğün savunucusudurlar. Oysa teknoloji şirketlerinin birçoğu da ya doğrudan ya da dolaylı olarak askeri-sınai kompleksin bir parçasıdırlar. En modern silahların üretiminin bu teknoloji şirketlerinin katkısı olmadan imkânsız oluşu apaçıktır. Dahası petrol için olmasa da ihtiyaç duydukları hammaddeler için çeşitli ülkelerde karışıklıklar çıkarmaktan, darbeler tezgâhlamaktan ve hatta savaşlar çıkarmaktan çekinmiyorlar (Şili’deki Pinochet darbesini, Bolivya’daki son darbe girişimini, Grönland’ın ilhak edilmek istenmesini, Ukrayna’ya dayatılan anlaşma koşullarını hatırlayabiliriz). Günümüzde demokrasi, barış, ilerleme ve toplumsal refah kavramlarıyla kapitalizmin sunabilecekleri arasında hiçbir ilişki kalmamıştır. Çağlı’nın şu sözleriyle noktalayalım:
“Trump diktatörlüğündeki ABD’nin hegemonyasını kanıtlama ataklarıyla birlikte dünya son derece belirsiz ve büsbütün kaotik bir dönemin içine girmiştir. Bazı yazarlar bu dönemi Trump liderliğine özgü bir dönem olarak tanımlıyorlar. Oysa «Trump’ın dönemi böyle» demek bir geçicilik beklentisi yaratır. Trump, tam da kapitalizmin bu kokuşmuşluk dönemine uygun diktatörüdür. Trump, Büyük Birader rolünde dünyaya biçim vermeye girişiyor. Charlie Chaplin’in «Büyük Diktatör» filmindeki Hitler gibi kendi keyfince dünyayla oynuyor. Günümüzde yaşadığımız gerçeklik, değişen dünya dengeleri, değişen ittifaklar, yükselen militarizm, ırkçılık, faşizm, milyarlarca insanı açlığa mahkûm eden savaş harcamalarıdır. Kitleleri ölüme sürükleyen modern silahlar, insanlığın hizmetine değil kapitalizmin çılgınlığına sunulan yeni teknolojiler, Elon Musk gibilerin elinde insanlık açısından korkutucu senaryolara konu olan yapay zekâlarla birlikte, mevcut durum dünya işçi sınıfı ve emekçi kitleler açısından büyük bir tehdittir. Vaktiyle «ya sosyalizm ya yok oluş» özdeyişiyle ifade edilen seçim noktası tam karşımızda duruyor!”[8]
[1] Cumhuriyetçilerin geleneksel destekçileri olarak bilinen petrol tekellerinin yaptığı bağışların doğrudan Trump’ın kampanyasına giden kısmı 96 milyon dolardan ibaret! Kuşkusuz bunlar kayda geçmiş ve açıklanmış olan bağışlar.
[2] Bezos, Trump’a yaranabilmek için seçim döneminde Washington Post’un yayın kurulunda değişikliklere gitti, tepki olarak birçok gazeteci istifa etti, yüz binlerce kişi gazeteye aboneliklerini iptal etti.
[3] Deepseek’in ötesi: Çin'in 10 yıllık yüksek teknoloji planı nasıl işledi?, https://www.bbc.com/turkce/articles/c4g9x1pml3ko
[4] Çin’in ekonomik yükselişi ve Çin ekonomisinin dönüşümü için bak: Levent Toprak, Çin’in Ekonomik Yükselişi ve Derinleşen Hegemonya Krizi, 15/6/ 2024, https://marksist.net/node/8284
[5] Wang Wen, Trump 2.0: The view from China, 4/3/2025, https://peoplesdispatch.org/2025/03/04/trump-2-0-the-view-from-china/
[6] Tesla ise (şu anda 810 milyar dolar civarında bir sayıyla) ByD’nin 5 katı değerindedir.
[7] Şirket, sadece 2 bin adet eski model Nvidia H800 çipi kullanarak ve sadece 5,6 milyon dolarlık bir harcamayla yeni modeli yarattığını savunuyor, yani OpenAI’ın yalnızca 1/20 maliyetine!
[8] Elif Çağlı, Bu Pisliği Ancak Devrim Temizler, 20/2/2025, https://marksist.net/node/8449

link: Oktay Baran, Trump’ın Yeni Yol Arkadaşları: Teknoloji Devleri, 4 Nisan 2025, https://fa.marksist.net/node/8496
İngiltere’de İşçi Mücadelesi İçinde Biçimlenen Bir Sosyalist: Sylvia Pankhurst