Yaşadığımız topraklarda neredeyse yüz yıldır Kürt ulusuna karşı bir inkâr ve imha politikası yürütülüyor. Kürt halkının demokrasi ve özgürlük talebine silahlarla karşılık veriliyor. Son günlerde medyada, Türk burjuvazisinin yürüttüğü bu haksız savaşta ihtiyaç duyduğu desteği elde etmesini sağlayan kirli propaganda daha da yükseltiliyor.
Geçtiğimiz haftalarda dağda öldürülen PKK gerillalarının cenazelerinde Diyarbakır ve Adana’da çıkan olaylar medya tarafından Türk burjuvazisinin çıkarlarına uygun olarak kullanıldı. “Teröristlerin cenazelerine sahip çıkanlar da teröristtir” diyerek Kürt halkının tamamını “terörist” ilan ettiler. Katliamlara ve işkencelere maruz kalan, asimile edilmeye çalışılan, evleri yakılıp yıkılan, kendi dillerinde konuşmaları yasaklanan, aç bırakılan Kürt halkı, bunlara karşı mücadele edenleri sahiplendiği için yalnızca “terörist” ilan edilmedi; cezalandırıldı da. Biri 3, biri 9, diğeri 10 yaşında üç çocuk öldürüldü. 160 çocuk gözaltına alındı. Çocuklar “PKK’nın provokasyonlarında ve eylemlerinde kullanılıyor” gerekçesiyle ailelerinden koparılarak yurtlara alınmakla tehdit ediliyor.
Daha Newroz öncesinde televizyon ve gazetelerde yayınlanan haberlerle bir yandan Türk milliyetçiliği kışkırtılırken, bir yandan da Kürt halkının Newroz kutlamalarını engellemek için ortam terörize edilmişti. Üretilen senaryolar seneden seneye kısmi değişiklikler gösterse de özünde hep aynı. Geçen sene bayrak yaktıkları iddiasıyla Kürt halkına karşı birçok ilde linç girişimleri gerçekleşmişti. Bu sene Şemdinli olaylarının ardından yükseltilen milliyetçi dalga Newrozla ve ardından Diyarbakır’da yaşanan olaylarla doruğa ulaştı.
Türkiye’nin egemenleri, Kürt halkına karşı yıllardır uyguladıkları inkâr ve imha politikasına rağmen, artık Kürtlerin ulusal bilincini yok edemeyeceğini anladı. Bir tarafta bu mücadele bir tarafta AB baskısı onları bazı “ciddi tavizler” vermeğe zorladı. Ana dilde yayın ve konuşma gibi bazı “demokratik” haklar verildi. Kürt halkı, bu göstermelik kırıntılarla yetinmeyip daha fazla demokrasi ve özgürlük istediğinde de, barış ortamını bozmakla suçlandı. Devlet eliyle açılan kurslara, yapılan yayınlara ilginin olmamasını Kürtlerin derdinin demokrasi değil bölücülük olduğuna yoranlar, Diyarbakır ve Adana’dan Batman ve Mardin’e sıçrayan olaylar karşısında hükümeti pasif davranmakla suçlayanlar, orduyu göreve çağırdılar. Zor yoluyla Kürt halkının hizaya sokulamayacağını anlayan burjuva liberalleri ise baskının mücadeleyi daha da yükselteceği korkusuyla “demokratik yöntemlerden” vazgeçilmemesi gerektiğini savunuyorlar. İflas eden inkâr ve imha politikaları yerine, kontrol altında tutmanın, ehlileştirmenin daha uygun ve risksiz bir politika olduğunu savunuyorlar. İşte sözde demokratik yöntemlerin gerçek amacı budur.
Burjuvazinin Kürt halkına yönelik demokratik yöntemlerden maksadı şudur: Kürdistan’ın Türkiye sınırları içinde kalan bölümünde sınırsız yatırım ve sömürü için ortamın elverişli olması. Bu yüzden Kürt halkı silahları bırakmalı, ayrı bir ulus-devlet kurma arzusundan vazgeçmelidir. Verilen kısmi demokratik haklarla, baskı ve şiddetin bastıramadığı mücadele pasifize edilerek sermayenin daha rahat hareket etmesi sağlanmaya çalışılıyor.
Burjuvazinin bahşettiği bu güdük demokrasi, mücadeleyle yoğrulmuş Kürt halkının bilincinde ne uyandırıyor? Mızrak çuvala sığacak mı? Aynı burjuvazi değil miydi neredeyse yüz yıldır “Kürt diye bir kimlik yoktur” diyen? Kürtlere karşı katliamlar düzenleyen, Kürt köylerini boşaltan, yakan, köylüleri aç bırakan, binlercesini hapseden, işkenceden geçiren, işkencecileri ödüllendiren aynı burjuvazi değil miydi? Bu demokrasi Kürtlerin göç ettirildikleri metropollerde tıpkı daha önceki gibi ucuz işgücü olarak sömürülmesini engellemek şöyle dursun, arttırmayacak mı? Hatta Kürt topraklarında da daha katmerli bir sömürü ve geniş bir pazar için yapmıyor mu bu çığırtkanlığı bizim burjuva demokratlarımız?
Kürt halkına karşı “silah kullanalım” diyenler de, demokrasi havarisi kesilenler de aynı amacı güdüyorlar; Kürt halkı, sermayelerini arttırma yarışında kapitalistlere engel oluşturmasın! Yani Kürt halkı ezilmişliğine, Türk devletinin ve burjuvazisinin ona reva gördüğü kadere razı olsun!
Burjuvazinin hangi kesimi olursa olsun Kürt sorununa bakış açıları kendi sınıf pencerelerindendir. Kürt halkına bir hayrı yoktur. Onların demokrasicilik oyunlarına kanmak bir tarafa bu oyunların hepsini boşa çıkarmalıdır Kürt halkı. Verilen hakların hepsi can bedelli mücadelelerle kazanılmıştır. Bundan sonra da kazanacağı her hak mücadelenin sonucu olacaktır. Zaten bu kısmi “haklarla” yetinmediği için de Türk egemenleri Kürtlere karşı azgınca saldırmaktadır.
Devrimci Marksistler bilir ki, başka bir ulusu ezen uluslar özgür olamaz. Türk burjuvazisi Kürt ulusunu ezmeye devam ettiği sürece Türk halkı özgür olamaz. Türk ulusunun işçi ve emekçileri, Kürtlerin üzerindeki baskıların kalkmasını talep etmeli, özgürlük ve demokrasi mücadelelerinde onları sonuna dek desteklemelidir. Kürt halkının kendi iradesiyle vereceği her kararı desteklemelidir. Türklerle ayrı veya birlikte yaşama kararı Kürtlere bırakılmalıdır.
Marksistler, sınırsız, sömürüsüz, sınıfsız bir dünya için savaşırlar. Sınırların ortadan kalkması için zor yoluyla birlikteliklere, bir ulusun başka bir ulusu ezmesine karşı çıkarlar. Gönüllü birlikteliğin yolunu döşemek için ulusal baskıya karşı amansız bir mücadele verirler.
Tüm dünya halklarının her türlü sömürü ve baskıdan kurtuluş yolu Devrimci Marksizm’den geçer. Burjuvazinin tüm oyunlarını boşa çıkarmak ve onu yarattığı tüm çelişkileriyle, sömürüsüyle, zulmüyle, sınırlarıyla ortadan kaldırmak için tek yol budur. Ve bizler bu yolda yürüyoruz, kurtuluşa kadar da yürüyeceğiz.
IRKÇILIK, MİLİTARİZM, FAŞİZM İŞTE KAPİTALİZM!
MİLLİYETÇİLİĞİN PANZEHİRİ ENTERNASYONALİZMDİR!
ENTERNASYONALLE KURTULUR İNSANLIK!
link: E.S., Demokrasi Havarisi Türk Burjuvazisi!, 15 Mayıs 2006, https://fa.marksist.net/node/1031
Toprak Çürüdü
Aşılması Gereken Bir Zirve: 15-16 Haziran Direnişi