Kapitalist basın tarafından Rus sovyetlerine yöneltilmiş olan bütün bir karalama ve çarpıtma korosu, cırlak bir sesle ve bir tür panik içinde bağırıp duruyor: “Rusya’da devlet yok! Rus işçileri örgütsüz! Bu iş yürümez! Bu iş yürümez!”
İftira atmanın da bir âdâbı vardır.
Tüm gerçek sosyalistlerin bildiği ve Rus Devrimine tanık olan bizlerin de doğrulayabileceği gibi, bugün Moskova’da ve Rusya’nın tüm şehir ve kasabalarında, halkın çok büyük bir çoğunluğunun desteğini almış olan ve yeni doğmuş her halk yönetimi kadar iyi işleyen, oldukça ayrıntılı bir politik yapı var. Aynı zamanda Rusya işçileri, kendi ihtiyaçlarından ve yaşamın zorunluluklarından, bugün gerçek bir endüstriyel demokrasiye dönüşmekte olan bir ekonomik örgütlenme yaratmışlardır.
Sovyet devleti, işçi ve köylü sovyetleri (ya da konseyleri) üzerinde kurulmuştur. Rus Devrimine karakterini kazandıran bu konseyler, 1905’te, işçilerin ilk genel grevi sırasında, Petrograd’daki fabrikalar ve işçi örgütleri bir Merkezi Komiteye temsilciler gönderdiklerinde ortaya çıktı. Bu Grev Komitesi, İşçi Temsilcileri Sovyeti olarak adlandırıldı. 1905 sonbaharındaki ikinci genel grev için çağrı yaptı, tüm Rusya’ya örgütçüler gönderdi ve kısa bir süre için Çarlık hükümeti tarafından, devrimci Rus işçi sınıfının yetkili sözcüsü olarak muhatap alındı.
1905 devrimi yenilgiye uğrayınca, sovyet üyeleri ya gizlendiler ya da Sibirya’ya sürüldüler. Fakat bu tip bir örgütlenme, politik bir organ olarak öylesine şaşırtıcı ölçüde etkili olmuştu ki, tüm devrimci partiler İşçi Temsilcileri Sovyetini bir sonraki ayaklanma planlarına dahil ettiler.
Tüm Rusya’nın bir deniz gibi kabarması karşısında, Çar’ın tahttan çekildiği, Grand Dük Mikhael’in tahta çıkmayı reddettiği ve gönülsüz Duma’nın devletin idaresini üstlenmek zorunda kaldığı Mart 1917’de, İşçi Temsilcileri Sovyeti tam tekmil ortaya çıkıverdi. Sovyet, birkaç gün içinde, ordudan gelen temsilcileri de kapsayıp genişleyerek İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti adını aldı. Duma Komitesi (Geçici Hükümet), bir tek Kerenski hariç, burjuvalardan oluşmuştu ve devrimci kitlelerle herhangi bir bağı yoktu. Savaşılacak, düzen sağlanacak ve cephe korunacaktı. Duma üyeleri bu görevlerin üstesinden gelebilecek durumda değillerdi ve işçilerle askerlerin temsilcilerine, diğer bir deyişle Sovyet’e başvurmak zorunda kaldılar. Sovyet, devrimin sorumluluğunu üstlendi, halkın eylemlerini koordine etti ve düzeni sağladı. Dahası, devrimi burjuvazinin ihanetine karşı koruma görevini de üstlendi.
Duma’nın Sovyet’e başvurmak zorunda kaldığı andan itibaren, Rusya’da iki hükümet oluştu ve bu iki hükümet, Bolşeviklerin kontrolündeki sovyetlerin koalisyon hükümetini yıktığı Kasım 1917’ye kadar hâkimiyet mücadelesi verdiler.
Dediğim gibi, hem işçi temsilcileri sovyetleri hem de asker temsilcileri sovyetleri vardı. Bir süre sonra, köylü temsilcileri sovyetleri de ortaya çıktı. Birçok şehirde, işçi ve asker temsilcileri sovyetleri birlikte toplandılar; kendi Tüm-Rusya kongrelerini de ortak topladılar. Fakat köylü sovyetleri, gerici unsurların denetiminde ayrı toplandı ve Ekim Devrimine, Sovyet hükümetinin kurulmasına kadar, işçi ve askerlerle birleşmedi.
Sovyet, doğrudan doğruya fabrikadaki işçilere ve kırlardaki köylülere dayanıyordu. Başlangıçta, işçi, asker ve köylü sovyetlerinin delegeleri, farklı bölgelerin ihtiyaçlarına ve nüfusuna bağlı olarak değişen kurallarla seçildiler. Bazı köylerde, köylüler, her 50 seçmen için 1 temsilci seçtiler. Kışlalardaki askerler, birliğin büyüklüğü ne olursa olsun belirli sayıda delege çıkartırlarken; cephedeki askerler farklı bir seçim yöntemi kullandılar. Büyük şehirlerdeki işçilere gelince, onlar, delege sayılarını her 500 işçiye bir delege olarak sınırlamazlarsa sovyetlerin hantal hale geleceğini hemen fark ettiler. Aynı şekilde, ilk iki Tüm-Rusya Sovyetleri Kongresi, kabaca her 25.000 seçmene bir delege kuralıyla toplandı, fakat gerçekte delegeler farklı büyüklükteki seçmen kitlelerini temsil ediyorlardı.
Şubat 1918’e kadar, sovyet delegelerini seçmek için herkes oy kullanabiliyordu. Hatta burjuvazi bile şayet örgütlenmiş ve sovyetlerde temsil edilmeyi talep etmiş olsaydı bu hak ona verilirdi. Örneğin Geçici Hükümet yönetimi esnasında, Petrograd Sovyeti’nde, burjuvazi de, doktorları, avukatları, öğretmenleri vb. kapsayan Meslek Sahipleri Sendikası’nın bir delegesiyle temsil edilmişti.
Geçen Mart (1918) ayında, ayrıntılı bir Sovyet Anayasası hazırlandı ve her yerde uygulanmaya başlandı. Sovyet Anayasası, oy kullanma hakkını, seçim günü 18 yaşını doldurmuş olan, yaşamını kendi emeğiyle sürdüren, yani üretici ve topluma yararlı olan ve emek örgütlerine üye kadın ve erkeklerle sınırladı. Kâr amacıyla işçi çalıştıranlar, çalışmadan kazanılmış gelirlerle yaşayanlar, tüccarlar ve özel şirketlerin temsilcileri, dini cemaatlerin önderleri, eski jandarma ve polisler, devrik yönetici hanedan, zihinsel özürlüler, sağır ve dilsizler, bencilce ve yüz kızartıcı suçlardan ceza almış kişiler, oy kullanma hakkından yoksun bırakıldılar.
Köylülere gelince, köylerdeki her yüz köylü, kaza (volost) sovyetine bir temsilci seçer. Kaza sovyetleri, ilçe (uyezd) sovyetlerine, onlar da şehirlerdeki işçi sovyetlerinden seçilmiş olan işçi delegelerinin de yer alacağı eyalet (oblast) sovyetine temsilci gönderir.
Ben Rusya’dayken faaliyette olan Petrograd İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti, bu sosyalist devlette kentsel yönetim birimlerinin nasıl işlediğine dair bir örnek oluşturabilir. Bu sovyet yaklaşık 1200 temsilciden oluşuyor ve normal şartlarda iki haftada bir genel kurul toplantısı yapıyordu. Aynı zamanda, kendi içinden, sovyette yer alan partilerin güçleri oranında temsil edildiği 110 üyeli bir Merkez Yürütme Kurulu seçmişti. Bu kurul, tüm politik partilerin ve sendikaların merkez komitelerine, işyeri komitelerine ve diğer demokratik örgütlere davette bulunarak bunlardan kendi bünyesine delegeler de almıştı.
Büyük şehir sovyetinin yanı sıra, semt sovyetleri de vardır. Bunlar, her semtte, şehir sovyeti için seçilmiş delegelerden oluşurlar ve şehrin kendilerine ait kısmını yönetirler. Doğal olarak bazı semtlerde fabrika yoktur ve dolayısıyla bu semtler şehir sovyetinde temsil edilmezler ve kendi semt sovyetleri de yoktur. Fakat sovyet sistemi olağanüstü esnektir ve o semtin aşçıları, garsonları, temizlik işçileri, bahçıvanları, taksi şoförleri vb. örgütlenip temsil edilmek istemeleri halinde delege göndermelerine izin veriliyordu.
Delege seçimleri, siyasi partilerin, tüm şehirde aldıkları toplam oy oranında tam olarak temsil edilmeleri anlamına gelen nispi (orantılı) temsil esasıyla yapılır. Oylanan siyasi partiler ve programlardır, adaylar değil. Adaylar, partilerin merkez komiteleri tarafından belirlenir ve başka parti üyeleriyle değiştirilebilirler. Aynı zamanda, belirli bir dönem için seçilmezler ve her an geri çağırılabilirler.
Halk iradesine bundan daha duyarlı ve yanıt verici bir politik sistem henüz icat olmadı. Halk iradesinin büyük bir hızla değiştiği bir devrim döneminde de böyle bir sistem gerekliydi. Örneğin, 1917 Aralık ayının ilk haftasında, Kurucu Meclis lehine, yani Sovyet iktidarına karşı yürüyüşler ve mitingler yapıldı. Bu yürüyüşlere, bazı sorumsuz Kızıl Muhafızlarca ateş açıldı ve birkaç kişi öldürüldü. Bu aptalca şiddet, hemen tepki gördü ve birkaç saat içinde Petrograd Sovyeti’nin çehresi değişti. Bir düzineden fazla Bolşevik delege geri çağırıldı ve onların yerlerini Menşevik delegeler aldı. Ve bu, halkın duyarlılığının yatışmasından, Menşeviklerin arka arkaya istifa etmesinden ve Bolşevik delegelerin geri dönüşünden yalnızca üç hafta önceydi.
Yılda en az iki kez, Rusya’nın her yerinden Tüm-Rusya Sovyetleri Kongresi’ne temsilciler seçilir. Teorik olarak bu temsilciler, kırsal kesimlerde her 125.000, şehirlerde ise her 25.000 oy için bir delege olmak üzere doğrudan halk tarafından seçilirler; pratikte ise delegeler genellikle kırsal ya da kentsel sovyetler tarafından seçilir. Tüm-Rusya Merkez Yürütme Kurulu’nun girişimiyle ya da Rusya’daki emekçilerin üçte birini temsil eden sovyetlerin talebiyle, Kongre her an olağanüstü bir toplantıya çağrılabilir.
Yaklaşık 2000 delegeyi kapsayan bu kurul, başkentte, büyük bir sovyet biçiminde toplanır ve ulusal politikanın temellerini karara bağlar. Tıpkı Petrograd Sovyeti Merkez Komitesi gibi, kendi içinden, bütün demokratik örgütlerin merkez komitelerinden delege davet etme hakkına sahip bir Merkez Yürütme Kurulu seçer.
Bu genişletilmiş Rusya Sovyetleri Merkez Yürütme Kurulu, Rusya Cumhuriyeti’nin parlamentosudur. Yaklaşık 350 kişiden oluşur. Tüm-Rusya Sovyetleri Kongresi’nin toplantıları arasında kalan dönemlerde, en yüksek otorite Merkez Yürütme Kurulu’dur. Ancak o, son kongre tarafından çizilmiş olan sınırların dışına çıkamayacağı gibi, tüm eylemlerinde de yapılacak ilk kongreye karşı kesinlikle sorumludur. Örneğin, Merkez Yürütme Kurulu, Almanya ile barış antlaşması imzalama talimatı verebilir ve verdi de. Fakat bu antlaşmayı Rusya için bağlayıcı kılma yetkisi yoktur. Antlaşmayı onaylama yetkisi sadece Tüm-Rusya Sovyetleri Kongresi’ne aittir.
Merkez Yürütme Kurulu, kendi içinden, devlet işlerinin farklı dallarından sorumlu kurulların (komitelerin) başkanları olarak 11 komiser (bakanlara karşılık geliyor) seçer. Komiserler her an görevden alınabilirler. Merkez Yürütme Kurulu’na karşı sıkı sıkıya sorumludurlar. Aralarından bir başkan seçerler ve Sovyet Hükümetinin kuruluşundan bu yana, başkan –ya da başbakan– Nikolay Lenin’dir. Eğer Lenin liderlikte yetersiz kalsaydı, Rus halk yığınlarının temsilcileri aracılığıyla her an ya da doğrudan Rus halkının kendisi tarafından birkaç hafta içinde geri çağırılabilirdi.
Sovyetlerin başlıca işlevi, devrimi korumak ve pekiştirmektir. Sadece Tüm-Rusya Sovyetleri Kongrelerinde ve bütün ülke için değil, pratikte en yüksek otorite oldukları kendi bölgelerinde de kitlelerin siyasi iradesini ortaya koyarlar. Yönetimin bu tarzda yerelleşmesini mümkün kılan şey, merkezi hükümetin yerel sovyetleri yaratmış olması değil, tam tersine, yerel sovyetlerin merkezi hükümeti yaratmış olmasıdır. Bu bölgesel özerkliğe rağmen, yine de, Merkez Yürütme Kurulu’nun kararları ve Komiserlerin emirleri tüm ülkede geçerlidir. Çünkü Sovyet Cumhuriyeti’nde, kendisine hizmet edilen, kesimsel ya da özel çıkarlar yoktur ve devrimin gayesi her yerde aynıdır.
Çoğunlukla orta sınıf aydınlar arasından çıkan, yeterli bilgiden yoksun gözlemciler, sovyetlerden yana, fakat Bolşeviklere karşı olduklarını söylemekten hoşlanırlar. Bu bir saçmalıktır. Sovyetler, işçi sınıfının temsili için en mükemmel organlardır, bu doğru; fakat sovyetler aynı zamanda, anti-Bolşevik partilerin şiddetle karşı olduğu, proletarya diktatörlüğünün de silahlarıdır. Öyleyse, halkın proletarya diktatörlüğü siyasetine bağlılığının derecesi, sadece Bolşevik Parti –ya da şimdiki adıyla Komünist Parti– üyeliğiyle değil, aynı zamanda yerel sovyetlerin tüm Rusya’daki büyümesi ve etkinliğiyle de ölçülür.
Bunun en çarpıcı örneği, devrimin önderliğini yapmayan ve devrimle ilkel ve neredeyse tek ilgileri, büyük topraklara el konulması olan köylülerin durumudur. Başlangıçta, köylü temsilcileri sovyetinin, toprak sorununun çözümünden başka pratikte hiçbir işlevi yoktu. Bu sorunun çözülmesi, koalisyon hükümeti döneminde başarılamayınca –ve bu da Sosyalist Devrimci Partinin sol kanadı ile Bolşeviklerin bu konudaki kesintisiz propagandasıyla ve devrimci askerlerin köylerine geri dönüşüyle birleşince– geniş köylü kitlelerinin dikkati, bu başarısızlığın ardında yatan toplumsal nedenlere yöneldi.
Köylülerin geleneksel partisi, Sosyalist Devrimci Partidir. Sadece kendi toprağıyla ilgilenen, mücadele azminden ve siyasi girişkenlikten yoksun olan köylülerin hareketsiz geniş kitlesi, başlangıçta sovyetlere ilgi göstermeyi reddetti. Bununla birlikte, sovyetlere katılan köylüler kısa zamanda proletarya diktatörlüğünün anlamını kavradılar. Ve neredeyse değişmez bir biçimde, Sol-Sosyalist Devrimci Partiye katıldılar ve Sovyet hükümetinin mücadeleci birer taraftarı haline geldiler.
Petrograd’daki Tarım Komiserliğinde, üzerine kırmızı başlı iğnelerin serpiştirilmiş olduğu bir Rusya haritası asılıdır. Bu iğnelerden her biri, bir köylü temsilcileri sovyetini temsil eder. Köylü sovyetlerinin Fontanka’daki eski merkez binasında asılı bu haritayı ilk gördüğümde, kırmızı noktalar uçsuz bucaksız ülkenin üzerinde seyrek bir biçimde dağılmıştı ve sayıları da artmamıştı. Devrimin ilk sekiz ayında, kırmızıyla işaretli olarak, kazalar, ilçeler ve aslında sadece bir ya da iki büyük kentte köylü sovyetinin göründüğü koca vilayetler ve belki sağda solda birkaç köy vardı. Buna karşılık, Ekim Devriminden sonra, köylerin, ilçelerin ve vilayetlerin peş peşe harekete geçip kendi köylü sovyetlerini kurmalarıyla, tüm Rusya’nın gözünüzün önünde kızıllaştığına tanık olabilirdiniz.
Bolşevik ayaklanma sırasında, çoğunluğu sovyetlere karşı olan bir Kurucu Meclis seçilebilmişti. Bir ay sonra, bu olanaksız olacaktı. Petrograd’da, üç Tüm-Rusya Köylüleri Kongresi toplantısı izledim. Geniş çoğunluğu Sağ-Sosyalist Devrimci Partiden olan delegeler, Avksentiev, Peşehanov gibi muhafazakâr tiplerin başkanlık ettiği bir oturumda bir araya gelmişlerdi. Oturumlar daima çok tartışmalıydı. Delegeler, birkaç gün içinde sola kayacaklar ve Çernov gibi sözde radikallerin etkisi altına gireceklerdi. Bundan birkaç gün sonra ise, delegelerin çoğunluğu daha da radikalleşecek ve Sol-Sosyalist Devrimcilerin lideri Maria Spiridonova başkan seçilecekti. Bunun üzerine, muhafazakâr azınlık koparak ayrılacak ve birkaç gün içinde giderek yok olacak olan, düzmece bir kongre tertipleyecekti. Ana gövde ise Smolni’deki sovyetlere katılmak üzere delegeler gönderecekti. Bu her seferinde böyle oldu.
1917 Kasımının sonuna doğru toplanan ve Çernov’un denetim altına alabilmek için çok mücadele ettiği, fakat başarısız olduğu Köylü Konferansını ve karlı caddeler boyunca, marşlar söyleyerek ve kızıl bayraklarını sert rüzgârda dalgalandırarak Smolni’ye yürüyen toprağın kızgın proleterlerinin oluşturduğu o harikulâde alayları asla unutamam. Karanlık bir geceydi. Smolni’nin merdivenlerinde yüzlerce işçi, köylü kardeşlerini karşılamayı bekliyordu. Lambaların loş ışığında, biri aşağı diğeri yukarı doğru yürüyen bu iki kitle birbirine doğru koştu ve kucaklaştı, ağlayış, alkış ve haykırış sesleri birbirine karıştı.
Sovyetler, köklü ekonomik değişikliklere yol açacak kararnameler çıkarabilmekte, fakat bunların bizzat yerel halk örgütlenmeleri tarafından hayata geçirilmesi gerekmektedir. Örneğin, topraklara el konulması ve yeniden dağıtılması işi, Köylü Toprak Komitelerine bırakıldı. Bu komiteler, Geçici Hükümetin ilk başbakanı Prens Lvov’un önerisi üzerine köylüler tarafından seçilmişlerdi. Toprak sorununda bazı uzlaşmalar kaçınılmazdı ve büyük arazilerin bölünerek köylülere dağıtılması bunlardan biriydi. Toprak sorununa bir çözüm bulunması kaçınılmazdı, büyük araziler bölünerek köylülere dağıtılmalıydı. Prens Lvov, köylüleri, sadece kendi tarımsal ihtiyaçlarını saptamakla kalmayacak, aynı zamanda gayrimenkulleri ölçecek ve değerlerini saptayacak Toprak Komiteleri kurmaya çağırmıştı. Fakat bu Toprak Komiteleri çalışmaya başladığında, toprak sahipleri onları tutuklattılar.
İktidarı ele geçiren sovyetlerin ilk işi, Toprak Kararnamesini yürürlüğe sokmak oldu. Toprak Kararnamesi, asla Bolşeviklerin bir projesi değil, Sağ (ya da ılımlı) Sosyalist Devrimci Partinin programıydı ve birkaç yüz köylünün verdiği önergelere dayanarak hazırlanmıştı. Kararname, toprak üzerinde ya da Rusya’nın doğal kaynakları üzerinde özel mülkiyet hakkını ilelebet kaldırıyor ve Kurucu Meclis konuyu nihai bir biçimde çözünceye kadar, toprağı köylüler arasında paylaştırma işini Toprak Komitelerine veriyordu. Kurucu Meclis’in dağılmasından sonra Kararname son biçimini aldı.
Bu birkaç genel önerinin ve nüfusun aşırı yoğunlaştığı yörelerden göç edilmesini düzenleyen bir bölümün dışında, toprağa el koyma ve dağıtma işinin ayrıntıları tümüyle yerel Toprak Komitelerine bırakıldı. İlk Tarım Komiseri Kalagayev, köylülere eylemlerinde yol gösterecek bir dizi ayrıntılı kurallar hazırladı. Fakat Lenin, Merkez Yürütme Kurulu’nda yaptığı bir konuşmada, hükümeti, yoksul köylülere zengin köylüler karşısında birleşmelerini öğütlemekle yetinip bu sorunu devrimci bir biçimde çözmek için köylüleri serbest bırakmaya ikna etti. (“Bırakalım her zengin köylünün karşısına on yoksul köylü çıksın” diyordu Lenin.)
Elbette hiçbir köylü toprağı mülk edinemez, fakat ona verilecek toprağı alıp kendi özel mülkü gibi işleyebilir. Ancak, yerel Toprak Komiteleri aracılığıyla uygulanan hükümet politikası, bu hevesi kırmayı amaçlıyor. Toprak sahibi olmak isteyen köylüler bunu yapabilir, ama hükümetten yardım alamazlar. Buna karşılık, kooperatifleşerek ekip biçen köylülere, kredi, tohum, araç-gereç ve modern teknik eğitim sağlanır.
Toprak Komitelerine, tarım ve ormancılık uzmanları verilmiştir. Yerel Komitelerin uygulamalarını koordine etmek için, onlar içinden, Ana Toprak Komitesi olarak bilinen bir merkezi organ seçilmiştir. Bu Komite başkentte bulunur ve Tarım Komiserliği ile yakın temas halinde çalışır.
Şubat Devrimi patlak verdiğinde, bazı özel sanayi işletmelerinin sahipleri ve yöneticileri ya kaçtılar ya da işçiler tarafından kovuldular. İşçinin, Çar tarafından atanmış sorumsuz bürokratların insafına terk edilmiş olduğu devlet fabrikalarındaki durum özellikle böyleydi.
Müdürler, ustabaşılar ve birçok durumda mühendisler ve muhasebeciler olmaksızın, işçiler üretimi sürdürmek ya da aç kalmak seçenekleriyle yüz yüze kaldılar. Her atölye ya da kısımdan bir delege seçilerek bir komite oluşturuldu ve fabrikayı bu komite yönetmeye girişti. Tabii başlangıçta bu düzenleme umut verici görünmüyordu. Farklı bölümlerin çalışması bu yolla koordine edilebildi, fakat işçiler cephesinde teknik bilgi eksikliği, kimi tuhaf sonuçlar doğurdu.
Sonunda, fabrikanın birindeki bir komite toplantısında, bir işçi ayağa fırladı ve şöyle dedi: “Yoldaşlar, niçin üzülüyoruz? Teknik uzman sorunu güç bir mesele değildir. Hatırlayın, patron bir teknik uzman değildi; patron mühendislik, kimya ya da muhasebe bilmiyordu. Tek yaptığı şey sahip olmak idi. Teknik yardım istediğinde, bunu onun için yapacak kişileri işe aldı. Şimdi patron biziz. O halde mühendisleri, muhasebecileri ve diğerlerini biz işe alalım ve bizim için çalıştıralım!”
Devlet fabrikalarında, devrim “patron”u kendiliğinden defettiği ve yerine bir başkası kesinlikle geçmediği için, sorun göreceli olarak basitti. Fakat fabrika komiteleri özel işyerlerine yayıldığında, çoğunluğu sendikalarla sözleşme yapmakta olan fabrika sahiplerinin şiddetli mücadelesiyle karşılaştılar.
İşyeri komiteleri özel fabrikalarda da zorunluluktan doğmuştu. Devrimin ilk üç ayından sonra, işçi örgütleri ile orta sınıf mükemmel bir uyum içinde birlikte çalışırken, sanayi kapitalistleri, işçi örgütlerinin büyüyen gücünden ve azminden korkmaya başladılar; tıpkı toprak sahiplerinin, Toprak Komitesinden; subayların, asker komiteleri ile sovyetlerinden korktuğu gibi. Haziran ayının ilk yarısı civarında, tüm burjuvazinin, devrimi durdurmak ve demokratik örgütlenmeleri işlemez hale getirmek için az çok bilinçli kampanyası başladı. Patronlar, işyeri komitelerinden başlayarak, sovyetler de dahil olmak üzere her şeyi dümdüz etmeyi amaçladılar. Ordu düzensizleştirildi, araç-gereç, cephane ve yiyecekten yoksun bırakıldı ve Riga’da olduğu gibi mevzileri Almanlara bildirildi. Kırda köylüler ürünlerini stoklamaya ikna edildi ve Kazaklara “barışı yeniden sağlama” bahanesi verecek şekilde karışıklık çıkarmaya kışkırtıldılar. Ve hepsinden önemlisi, sanayide, makineler ve fabrikaların işleyişi sabote edildi, taşımacılık daha da mahvedildi, kömür ve maden ocakları, hammadde kaynakları olabildiğince tahrip edildi. Fabrikaların kapanması ve aç kalan işçilerin, eski sanayi rejimine boyun eğmesi için her şey yapıldı.
Bu durum işçileri direnmeye itti. Fabrika komiteleri birdenbire ortaya çıktı ve idareyi ele aldı. Doğal olarak, Rus işçileri, başlangıçta, tüm dünyada defalarca anlatılmış olan komik hatalar yaptılar. Ödenmesi olanaksız ücretler talep ettiler, karmaşık bilimsel üretim süreçlerini yeterli deneyim olmaksızın çalıştırmaya kalkıştılar; hatta bazı durumlarda, patrona kendi koşullarıyla geri dönmesini bile teklif ettiler. Fakat bu tür durumlar pek azdı. İşyerlerinin çoğunda işçiler, sanayiyi patronlar olmaksızın yönetmeye yetecek kadar becerikliydiler.
Patronlar defterleri tahrif etmeye, siparişleri gizlemeye kalkışınca, fabrika komiteleri defterleri kontrol etmenin yollarını bulmak zorunda kaldı. Patronlar fabrikaların içini boşaltmaya çalıştığında, komiteler fabrikaya izinsiz hiçbir şeyin girip çıkamayacağı kuralını koydular. Fabrikalar yakıt, hammadde ya da sipariş yokluğundan kapanacak hale geldiğinde, fabrika komiteleri, Rusya’nın neredeyse öbür ucundaki madenlere ya da petrol için Kafkasya’ya, pamuk için Kırım’a adamlar yollamak zorunda kaldı; ürünlerin satılabilmesi için de işçiler tarafından mümessiller gönderilmesi gerekti. Demiryollarında bir aksama olduğunda, komite temsilcileri, yükün taşınması için, Demiryolcular Sendikasıyla anlaşmalar yaptı. Grev kırıcılardan korunabilmek için, işçi alma ve çıkarma işini komiteler üstlenmek durumunda kaldı.
Görüldüğü gibi, fabrika komiteleri, Rusya’daki karmaşanın ürünü olarak ortaya çıktılar ve ihtiyaçlar onları sanayinin nasıl yönetileceğini öğrenmeye zorladı, öyle ki, zamanı geldiğinde, Rus işçiler fiili kontrolü küçük bir zorlanma ile ellerine alabildiler.
Kitlelerin birlikte nasıl çalıştığının bir örneği olarak, kömür kıtlığı yaşandığı sırada, Baltık savaş filosunun depolarından alınan binlerce ton kömürün, denizcilerin komiteleri aracılığıyla, çalışmaya devam etmelerini sağlamak için Petrograd’daki fabrikalara teslim edilmesi verilebilir.
Obuhov fabrikası, Deniz Kuvvetleri için üretim yapan bir çelik üretim tesisiydi. Obuhov’daki fabrika komitesinin başkanı, Petrovski adında bir Rus-Amerikalıydı ve oldukça tanınmış bir anarşistti. Bir gün torpido bölümünün ustabaşı, Petrovski’ye, torpidoların üretiminde kullanılan küçük tüplerin tedarik edilememesinden dolayı bu bölümün kapanmak zorunda kalacağını söyledi. Söz konusu tüpler, nehrin karşı yakasında bulunan ve ürünleri için üç ay sonraya gün veren bir fabrika tarafından üretiliyordu. Torpido bölümünün kapanması, 400 işçinin işinden olması demekti.
“Ben tüpleri sağlayacağım” dedi Petrovski. Hemen tüplerin üretildiği fabrikaya gitti ve fabrikanın müdürüne başvurmak yerine, doğrudan fabrika komitesi başkanıyla görüştü: “Yoldaş, tüpleri iki gün içinde almazsak bizim torpido bölümü kapanacak ve 400 insanımız işsiz kalacak.”
Fabrika komitesi başkanı fabrikanın defterlerini getirtti ve yakınlardaki üç özel işyeri ile birkaç bin tüp için sözleşme yapıldığını gördü. O ve Petrovski derhal bu üç işyerini ziyaret ettiler ve fabrika komitelerinin başkanlarıyla görüştüler. İşyerlerinin ikisinde tüplerin kısa zamanda gerekli olmadığı anlaşıldı ve tüpler ertesi gün Obuhov fabrikasına teslim edildi; torpido bölümü kapanmaktan kurtulmuş oldu.
Novgorod’da bir dokuma fabrikasıydı. Devrim patlak verdiğinde patron kendi kendine şöyle dedi: “Felâket yaklaşıyor. Bu devrim devam ederken, kâr etmek mümkün değil. Bu iş yatışıncaya kadar fabrikayı kapatalım.” Fabrikayı kapattı; o ve adamları, kimyacılar, mühendisler ve müdür Petrograd’a gitmek üzere trene bindiler. Ertesi sabah işçiler fabrikayı açtılar.
Bu işçiler, belki de çoğu işçiden biraz daha bilgisizdiler. Üretim sürecinin tekniği, defter tutma, yönetim ve satış hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Bir fabrika komitesi seçtiler ve stokta bir miktar yakıt ile hammadde bulup pamuklu kumaş üretmek üzere çalışmaya koyuldular.
Ürettikleri pamuklu kumaşla ne yapacaklarını bilmediklerinden, çözümü kumaşı aileleri için kullanmakta buldular. Daha sonra, bazı dokuma tezgâhları arızalanınca, yakınlardaki makine üreten bir fabrikaya bir temsilci yolladılar ve mekanik yardım karşılığında pamuklu kumaş verebileceklerini söylediler. Bu tutunca, yerel şehir kooperatifiyle, yiyecek karşılığında kumaş vermek üzere bir anlaşma yaptılar. Hatta bu takas uygulamasını, top top kumaşları, Harkovlu kömür madencileriyle yakıt için, Demiryolu Sendikasıyla nakliye hizmeti için değiş-tokuş etme noktasına kadar götürdüler.
Fakat sonunda, yerel pazarı pamuklu kumaşa doyurdular ve kumaşla karşılayamayacakları bir taleple karşılaştılar: kira. Bu, gayrimenkul sahiplerinin hâlâ var olduğu, Geçici Hükümet dönemindeydi. Kira da para ile ödenmek zorundaydı. O zaman, bir treni kumaşla doldurdular ve işyeri komitesinden bir işçinin sorumluluğunda Moskova’ya yolladılar. İşçi istasyona vardığında trenden indi ve caddeye çıktı. Bir terzi dükkânına girdi ve kumaşa ihtiyaç olup olmadığını sordu.
“Ne kadar?” dedi terzi.
“Bir tren dolusu” diye yanıtladı işçi.
“Kaç para?”
“Bilmiyorum. Kumaşı her zaman kaça alırsın?”
Terzi kumaşını neredeyse bedavaya aldı, fakat bu kadar parayı hayatında ilk kez gören işçi, oldukça mutlu ve gururlu bir biçimde Novgorod’a döndü.
Böylece, tüm Rusya’da işçiler, sanayi üretiminin temelleri ve hatta dağıtım konusundaki zorunlu eğitimlerini almış oluyorlardı. İşte bu sayede, Ekim Devrimi gerçekleştiğinde, işçi denetimi mekanizması içindeki yerlerini alabildiler.
İşyeri komitelerinden gelen delegeler, ilk toplantılarını 1917 Haziranında yaptılar. O zamanlar işyeri komiteleri Petrograd’ın dışına pek yayılmamıştı. Çoğunluğu Bolşevik, bazıları Anarko-Sendikalist, gerçek taban temsilcilerinin bir araya geldiği dikkate değer bir toplantıydı ve işçi sendikalarının izlediği tutuma karşı bir protesto niteliği taşıyordu. Politik alanda Bolşevikler, hiçbir sosyalistin, burjuvaziyle herhangi bir koalisyon hükümetine katılma hakkına sahip olmadığını vurguluyorlardı. İşyeri komiteleri temsilcilerinin bu toplantısı, aynı tutumu sanayide de izleme kararı aldı: Patronlarla işçilerin hiçbir ortak çıkarı yoktur ve işçilerin taleplerini patronlara bildirmek dışında, hiçbir sınıf bilinçli işçi herhangi bir hakemlik ya da uzlaştırma kurulunun üyesi olamaz. Patronlar ile işçiler arasında sözleşme yok! Sanayi üretimi tümüyle işçiler tarafından denetlenmelidir.
İşçi sendikaları, başlangıçta, fabrika komitelerine şiddetle karşı çıktılar. Fakat, sanayinin denetimini, onun tam kalbinde ele geçirebilecek konumda olan komiteler, kolayca yayıldılar ve güçlerini pekiştirdiler. Birçok işçi sendikalara katılmanın gerekliliğini göremiyordu; fakat hepsi, kendi dolaysız işlerini yöneten işyeri komitesinin seçimlerine katılma gerekliliğini görüyordu. Öte yandan, işyeri komiteleri, sendikaların önemini kabul ediyordu; sendika kartı gösteremeyen hiçbir yeni işçi işe alınmıyordu; farklı sendikaların düzenlemelerini yerel düzeyde hayata geçiren, işyeri komiteleriydi. Şimdi, sendikalar ve işyeri komiteleri, her biri kendi alanında, mükemmel bir uyum içinde çalışıyorlar.
Sanayide özel mülkiyet, Rusya’da henüz tümüyle ortadan kaldırılmadı. Birçok fabrikada hâlâ, patronlar mülkiyeti ellerinde tutuyor; işletmenin başarısı ve etkinliğinin artması için çaba göstermeleri koşuluyla, sınırlı bir miktarda kâr elde etmelerine izin de veriliyor; fakat fabrikaların kontrolü ellerinden alınmış durumda. Patronların, işçileri içeriye sokmamaya (lokavta) kalkıştığı ya da hileyle veya zorla işyerinin çalışmasını engellemeye kalkıştığı işletmelere işçiler tarafından hemen el konuluyor. İster özel ister devlet mülkiyetinde olsun, bütün işkollarında ve işyerlerinde, çalışma koşulları, saatler ve ücretler aynı.
Bir işçi devletinde, bu yarı-kapitalizmin hayatta kalmasının nedeni, Rusya’nın ekonomik azgelişmişliği, oldukça örgütlü kapitalist devletlerce kuşatılmış olması ve yabancı sanayinin basıncına dayanabilmek için Rusya’da sanayi üretimine acilen ihtiyaç duyulmasıdır.
Devletin, sanayiyi, hem emek süreci hem üretim süreci bakımından denetlemesini sağlayan kurum, İşçi Denetimi Konseyi olarak adlandırılır. Başkentte bulunan bu merkezi organ, fabrika komitelerinin üyelerinden, Meslek Sahipleri Sendikası yetkililerinden, teknik mühendisler ve uzmanlardan oluşan yerel İşçi Denetimi Konseylerince seçilmiş temsilcilerden oluşur. Her yerel bölgenin işlerini, sıradan işçilerden oluşan bir merkez yürütme kurulu yönetir. Ama kurulun çoğunluğu, farklı bölgelerden gelen işçilerden oluşur. Böylece, alınacak kararların sektörel ya da bölgesel çıkarlar karşısında tarafsız olması sağlanmış olur. Bölgesel sovyetler, Tüm-Rusya Sovyetine, kamulaştırılacak işletmeler hususunda önerilerde bulunur, kendi bölgelerinin yakıt, hammadde, nakliye ya da işçi ihtiyacı hakkında rapor verir ve işçilerin çeşitli sanayileri yönetmeyi öğrenmelerine yardım eder. Tüm-Rusya Sovyeti, işletmeleri kamulaştırma ve farklı bölgelerin ekonomik kaynaklarını dengeleme hakkına sahiptir.
Daha devrimden önce var olan demokratik örgütlenmeler olmasaydı, Rus Devriminin, şimdiye kadar çoktan, açlıktan dizlerinin üstüne çökmüş olacağı neredeyse kesindir. Olağan ticari dağıtım mekanizması tamamen çökmüştü. Yalnızca tüketici kooperatifleri, halka yiyecek sağlamayı başardı ve onların kurduğu sistem, belediyeler ve hatta hükümet tarafından benimsendi. Devrimden önce Rusya’daki kooperatiflerin 12 milyondan fazla üyesi vardı. Rusya’da yüzyıllardır süren köy yaşamının ilkel işbirliğine benzemesi nedeniyle, birleşmek Ruslar için çok doğal bir davranıştır. 40.000’den fazla işçinin çalıştığı Putilov fabrikasındaki kooperatif, 100.000’in üzerinde insanı besledi, barındırdı ve hatta giydirdi (bunun için ta İngiltere’ye adam yollandı).
Rusya’nın bir devlete sahip olamayacağını, çünkü merkezi bir güçten yoksun olduğunu düşünen ya da Rusya dendiğinde, zihninde, Moskova’da Lenin ve Troçki’nin yönettiği, paralı Kızıl Muhafız askerlerin koruduğu köle ruhlu bir komite görüntüsü canlanan insanların unuttuğu şey, Rusyalılardaki bu örgütlenme, birleşme yeteneğidir. Doğru olan, bu insanların düşündüğünün tam tersidir. Burada tasvir ettiğim örgütlenmeler, Rusya’da neredeyse her toplulukta ortaya çıktılar. Ve eğer, Rusya’nın hatırı sayılır bir kısmı sovyet hükümetine gerçekten karşı olsaydı, sovyetler bir saat bile ayakta kalamazdı.
link: John Reed, Sovyetler İşbaşında, Ekim 1918, https://fa.marksist.net/node/2050
Failleri Belli, Kayıplar Nerede?
8 Mart İstanbul’da İki Ayrı Mitingle Kutlandı