Geçtiğimiz günlerde devletin bir bürokratından Kürtleri sindirme ve yıldırma politikalarına katkıda bulunacak zalim bir öneri geldi. Van Valisi sokaklarda eylem yapan çocukların ailelerinden alınmasını önerdi. Bu çocuklar Çocuk Esirgeme Kurumu’nun “Sevgi Evleri”ne yerleştirilmeliymiş! Kürt ana-babalara savrulan tehdit açıktır: “Kimliğinden vazgeç, çocuklarının polisi ol, yoksa evladını elinden alırım!” Sokaklarda eylem yapan binlerce Kürt çocuğuna devletin el koyması mümkün değil elbette. Hesap, devletin zalim ellerini birkaç yüz çocuğa uzatması, milyonlarca Kürdün, çocuklarını kaybetmek korkusuyla yıldırılması…
Bir diğer örnek talep de Adana Emniyet Müdürlüğü’nden geldi. Sokakları dar gecekondu mahallelerinde suç ve suçluyla mücadele etmekte zorlanıyorlarmış. Bu yüzden Emniyet Müdürlüğü, bu gecekondu bölgelerine kentsel dönüşümde öncelik verilmesini istiyor. Yani “bir an önce bu mahalleler yıkılsın buralarda yaşayanlar da dağılsın, başka yerlere göç etsin” deniliyor. Köyleri yakılıp yıkılmış, yerleşim yerleri boşaltılarak şehirlere göç ettirilmiş, Adana’nın ve diğer illerin dar sokaklı yoksul mahallelerine yerleşmiş insanlara şu mesaj veriliyor: “Sizi kentsel dönüşümün hedefi yaparız. Uslu durmaz, taleplerinizde ısrar ederseniz evinizi başınıza yıkarız!” Adana Emniyet Müdürü de bir süre önce molotof kokteylinin “likit bomba” olarak kabul edilmesini talep etmişti. Birkaç şişe benzinle polis saldırısını püskürtmek öyle ağır bir suç sayılsın ki, kimse kendini polise karşı savunmayı göze alamasın! Molotof kokteyli likit bomba sayılırsa kitlenin üzerine ateş açan polisin de katliam yapması kolaylaşacak: “Ellerinde bomba vardı, ateş ettim!”
Genelkurmay’ın hazırladığı raporlardan birinin içinde geçen bazı öneriler geçtiğimiz günlerde açığa çıktı. 1996’da yazılan bu rapor, nüfus artış hızı yüksek olan Kürtlerin 2010 yılında Türkiye nüfusunun %40’ına, 2025 yılında ise %50’sine ulaşacağını öngörüyor ve bunu engellemek için 3’ten fazla çocuk yapan Kürt ailelere cezai yaptırım uygulanmasını öneriyor. Önerinin sunulduğu Bakanlar Kurulu toplantısında DYP Diyarbakır milletvekili ve Devlet Bakanı Salim Ensarioğlu öneriye muhalefet ediyor ve öneri paketi Genelkurmay’a iade ediliyor. Ancak Ensarioğlu tehdit telefonları almaya başlıyor ve nihayetinde şüpheli bir trafik kazasında ağır yaralanıyor.
Hangi etnik kesimin kaç çocuk yaptığını hesaplayıp “Kürtler çoğalıyor” diye panikleyen generaller, ırkçılığın ve ayrımcılığın tipik paranoyasını yaşıyorlar. Farklı halkların birlikte yaşadığı Anadolu coğrafyasını tek kimlikli hale getirmeye çalışıyorlar! Doğan her Kürt çocuğu ırkçı devletlûları endişelendiriyorken, çocukların ailelerinden alınmak istenmesine ya da yüzlerce çocuğun hapse tıkılmasına şaşırmamak gerekiyor.
Saldırılar aralıksız devam ediyor
Devlet “çocuklarınızı elinizden alırız” tehdidiyle Kürt aileleri korkutmaya çalışırken, her gün onlarca kişinin tutuklandığı operasyonlarla da Kürt hareketini sindirmeye uğraşıyor. Bunun için her türlü yalana başvuruluyor.
Hakkari’de devlet, BDP’li yöneticileri hapse atmak için ilginç bir delil uyduruyor. Güya bir vatandaş polise ihbar e-postası gönderiyor. Bu “sıradan vatandaş” sözde KCK üyesi 17 BDP yöneticisinin tam listesini isim ve soyadlarıyla birlikte polise bildiriyor. İhbar e-postasında yazan isimlerden biri “Saim”. Bu kişiyi herkes “Sami” ismiyle tanıyor, sadece nüfus cüzdanında “Saim” yazıyor. Bir diğer ihbar edilen isim de “Fahri Işık”. Nüfus cüzdanında yanlışlıkla “Fahri İşik” diye yazılmış. Yani devlet kayıtlarında soyadı “İşik” diye geçiyor. İşte bu “sıradan vatandaşın” polise gönderdiği 17 kişilik listede herkesin ismi resmî kayıtlarda ifade edildiği gibi yazılmış. E-postanın sıradan vatandaş tarafından değil, yine bir devlet görevlisi tarafından yazıldığı, uydurma delil yaratıldığı bariz!
Amaç Kürt siyasetçileri hapse tıkarak Kürtleri iradesiz kılmak ve yıldırmak olunca, devlet her türlü taklayı atıyor. Şu anda yasal alanda siyaset yürüten binlerce Kürt siyasetçi halen hapiste tutuluyor, üstelik çoğunun haklarında bir iddianame bile yok. Dalga dalga yürütülen operasyonlarla Kürtlerin sesi soluğu kısılmak isteniyor. KCK adı altında yürüyen operasyonlarda önce belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri tutuklanarak BDP’nin yerel hizmetleri baltalandı. BDP’li il ve ilçe başkanları tutuklanarak, Kürtlere siyaset alanı daraltıldı. Bu saldırı dalgası aynı zamanda hapse atma tehdidiyle korkutarak Kürtlerin mücadele azmini ve cesaretini kırmak, iradesizleştirmek ve siyasetten uzak tutmak amacını taşımaktadır.
KCK operasyonları kapsamında aydınlar da tutuklandı. Hem topluma hem de Kürt halkının haklı davasını destekleyen aydın kesimlere gözdağı veriliyor. Prof. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu da tutuklananlar arasında. Devlet bu operasyonlarla, Kürtlerin ve aydınların düşüncelerini hizaya sokmaya uğraşıyor. Aksi halde hapsediyor.
Bir diğer tutuklama dalgasında hedef avukatlar oldu. 33 avukat tutuklanarak Kürtlerin savunma yapmaları ve adalet aramaları daha da güçleştirildi. Üstelik bu avukatlar daha önce devletin izni ve bilgisi dâhilinde Öcalan’la görüşüp, yine devletin isteğiyle Öcalan ile görüşme notlarını medyaya duyuruyordu. Görüşmeler baştan sona devletin denetimi altında yapılıyor ve tüm konuşmalar kayıt altına alınıyordu. 10 yıldan uzun bir süredir tamamen devletin çerçevesini belirlediği biçimde yapılan avukat görüşmeleri birden bire suç oldu. Avukatlar Öcalan ile PKK arasında mesaj taşıyormuş. İyi de bu mesaj taşıma işini bizzat MİT ajanları da üstleniyor. Üstelik devlet Öcalan ile PKK arasında haberleşmenin ve fikirsel alışverişin kendi bilgisi ve denetimi dahilinde sürdürülmesi için avukatlara misyon biçmemiş miydi? 10-12 senedir suç olmayan, bilakis devletin önünü açık bıraktığı bu görüşmelerin şimdi “suç” olduğu ilan edildi. 33 avukat KCK davasına dâhil edilerek tutuklandı. Bu tutuklamalarla devlet kendi yasalarını da, hukukunu da çiğneyebileceğini, sözüne ise asla güvenilmemesi gerektiğini tekrar ortaya koymuş oldu.
Son olarak Kürtlerin gazete ve haber ajanslarına baskın yapıldı. Yine KCK bahanesiyle 36 gazeteci tutuklandı. Amaç Kürtlerin basın ve iletişim kanallarına darbe vurmak, devletin emirlerinden bağımsız yayın yapan Kürt basınının sesini kesmek!
Devletin sertleşme politikası sonuç verecek mi?
Devletin korkutma-eziyet-yıldırma politikaları Kürt halkını “verilecek birkaç kırıntıyla yetinecek” hale getirmek için yürütülüyor. Dağlarda bombalar ve kimyasal silahlar, kentlerde polis operasyonları ve tutuklamalar… Kürt kitlelerine yönelik sindirme harekâtı tüm hızıyla sürüyor.
Ortadoğu’da emperyalist hegemonya kavgası kızışıyor. Suriye Kürtlerinin önümüzdeki dönemde Irak’taki gibi bir statü edinme ihtimali TC’yi daha da saldırganlaştırıyor. Ancak bu saldırı dalgasının devletin istediği sonucu vermeyeceğinin sinyalleri de ortaya çıkıyor. 36 basın emekçisi tutuklanınca yüzlerce kişi Dicle Haber Ajansını ve Özgür Gündem gazetesini arayıp gönüllü muhabirlik yapmayı teklif etti. 33 avukat tutuklanınca yüzlerce avukat tutuklamaları protesto etti. Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı tutuklanınca onlarca aydın BDP’nin siyaset akademisinde ders vermek için gönüllü oldu. BDP’nin il ve ilçe örgütlerinde tutuklanan BDP yöneticilerinin yeri, seçilen yeni yöneticilerle dolduruldu. Devlet son 4 ayda dağlarda 300 “terörist” öldürdüğünü söyleyerek PKK’yi bitirmekten söz ediyor. Sanki son 30 yılda 40 bin Kürdün katledilmesiyle bu haklı isyan bastırılabilmiş gibi? Gerçekte dağdan gelen her ölüm haberi Kürtlerin öfkesini daha da arttırıyor. Cenazeler büyük kitle gösterilerine dönüşüyor. Kürt kimliğini sahiplenen milyonlarca insan bunca baskı ve zulme rağmen korkmuyor, yılmıyor, sinmiyor, geri adım atmıyor. İşte bu yüzden devlet yöneticilerinden daha da canice öneriler geliyor: Kürtleri yıldırmak için çocuklarını ellerinden almak, çocuklarını hapse atmak, evlerini başlarına yıkmak, sürgün etmek, çocuk doğurmalarına sınır koymak, siyasetçilerini hapse atmak, hapse atacak kanıt yoksa kanıt imal etmek veya komplo düzenlemek, gerillaları kimyasal silahla katletmek. Ama hepsi beyhudedir. On yıllardır süren zorbalığa, işkenceye, katliama, tehdide rağmen milyonlarla ayağa kalmış bir halkı bu yöntemlerle sindirmek artık mümkün değildir. Türk devleti binlerce Kürdün daha kanını akıtabilir, ancak ezilen Kürt halkının haklı taleplerini karşılamaksızın bu isyanı bastıramayacaktır.
link: Zehra Aras, Kürt Operasyonu Tam Gaz Sürüyor, Ocak 2012, https://fa.marksist.net/node/2896
Baskı Politikaları Öğrencileri de Hedef Alıyor
Devlet Geleneği Bozulmadı: Hrant’ın Gerçek Katilleri Serbest!