İş cinayetleri dur durak bilmiyor. Her gün patronların kârını arttırmak uğruna birkaç işçi daha yaşamını yitiriyor, daha fazlası ise ömür boyu sakat kalıyor. İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı ise yıllardır Meclisin gündeminde sıra bekliyor. Kimileri iş cinayetlerinin azalması için hazırlanmakta olan bu yeni yasaya bel bağlamamız gerektiğini söylüyor. AKP yanlısı burjuva medyada, yasa taslağının sendikalardan ve uzmanlardan da geçer not aldığına dair yalan haberler servis ediliyor. Oysa hazırlanan yasa taslağı gerçekte iş cinayetlerini önlemekten çok uzak.
Yasa taslağı işçi sınıfının büyük çoğunluğunu kapsam dışı bırakıyor. Öncelikle sigortasız, kayıt dışı çalıştırılan milyonlarca işçinin zaten yasa kapsamında olmadığını belirtelim. Hazırlanan yasa 50’den fazla işçi çalıştıran işyerlerine yükümlülükler getiriyor. Türkiye’de sigortalı işçi çalıştıran işyerlerinin toplam sayısı 1 milyonun üzerinde, ancak bunların %98’inde 50’den az işçi çalışıyor. Sonuç olarak sigortalı çalışanların bile %60’tan fazlası bu yasanın kapsamı dışında kalıyor. Kayıt dışı işletmelerde ve taşeron şirketlerde ne kadar çok iş kazası yaşandığını da hesaba katarsak, işçi sınıfının ne kadar büyük bir çoğunluğunun İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasının kapsamı dışında bırakıldığını görmüş oluruz.
Yasanın, işçi sınıfının en azından sınırlı bir kesimi için sağlıklı ve güvenlikli çalışma koşulları sağlaması da hayal olarak görünüyor. Yasa taslağının maddeleri, taslağı hazırlayanların işçi sağlığını ne kadar önemsediklerini ortaya koyuyor.
Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi ve İş Güvenliği Kurulları
Yasa taslağındaki 17. maddeye göre ülke genelinde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili politikaların belirlenmesi için tavsiyelerde bulunmak üzere, Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi kurulacak. 20’den fazla üyesi olacak olan bu konseyde işçi sendikaları konfederasyonlarından sadece 3 üye bulunacak. Meslek odalarından da 3 üye bulunacak. Yılda iki kez toplanacak bu konseyin üye çoğunluğu devlet bürokrasisi ve işveren örgütlerinin temsilcilerinden oluşacak. Böyle bir konseyden işçilerin çıkarına “tavsiye kararları”nın çıkmasını beklemek açıktır ki beyhudedir.
Yasa 50’den fazla işçi çalıştıran, altı aydan uzun, sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde iş güvenliği kurulları oluşturulmasını öngörüyor. Bu kurulda işveren ya da temsilcisi, işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı ve işçi temsilcileri bulunacak. Yasa taslağında işverenin işyerindeki işçi sayısına göre, işçilerin kendi temsilcilerini seçmelerini sağlamakla yükümlü olduğu belirtiliyor. Patronun, işçilere kendi temsilcilerini seçtirmemesinin cezası da var tabii: Tam 200 TL! İşyeri hekimlerinin mesleki bağımsızlıklarının ne durumda olduğunu gayet iyi biliyoruz. İşten atılma kaygısı taşıyan işyeri hekimlerinin işçiye izin yazmamaya, hastaneye sevk etmemeye ne kadar özen göstermek zorunda kaldıklarını da biliyoruz. Yasanın zorunlu kıldığı iş güvenliği uzmanının da ne bağımsızlığı, ne de patron karşısında yaptırım gücü olacak. İşçi temsilcisinin ise işçilerden gelen şikâyetleri kurula iletmekten başka bir işlevi yok. Yani bu haliyle İş Güvenliği Kurulları’nın patronun onaylamadığı bir kararı alması ve uygulaması, patrona maliyet oluşturacak bir iş güvenliği önlemini aldırması mümkün olamayacaktır.
Geçmişe göre en önemli farklardan biri de işçinin sağlığını ve güvenliğini tehdit eden bir durum ortaya çıktığında, tehlikeli işi yapmama hakkının ortadan kaldırılmasıdır. İş yasasında tehlikeli bir durumda işçinin işi durdurma ve güvenliği sağlanana kadar çalışmama hakkı vardı. Çalışmadığı süre zarfında ücretinden herhangi bir kesinti yapılamazdı. Yeni yasa, işçiye sadece tehlikeli ya da sağlığa aykırı durumu patrona ve iş güvenliği kuruluna bildirme hakkı veriyor. Yasa taslağında “Kurul kararını acilen toplanarak, işveren veya işveren vekili ise kararını derhal verir ve durumu tutanakla tespit eder. Karar, çalışana ve iş sağlığı ve güvenliği çalışan temsilcisine yazılı olarak bildirilir” deniyor. Çalışanın sağlığa ve iş güvenliğine aykırı durumu bildirmenin ötesinde bir söz hakkı yok! Üstelik işçi temsilcisinin bile söz hakkı yok. Patronların iş sağlığı ve güvenliği kurulu, kendisi çalıp kendisi söyleyecek. Kararını işçiye ve temsilcisine bildirecek. Bu arada işçi, kuruldan yanıt gelene kadar işe devam etmekle yükümlü. Sadece tehlikeli durum fiile dönüşmüş ya da yakın tehdit boyutuna varmış ise işçi iş durdurabiliyor. Örneğin işyerinde yangın çıktığında işçi canını kurtarmak üzere kaçmak hakkına sahip!
Taslağın 14. maddesinde “İşveren, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili konularda çalışanların ve/veya temsilcilerinin görüşlerini alır, teklif getirme hakkı tanır. Bu konulardaki görüşmelerde yer almalarını ve katılımlarını sağlar” deniliyor. Taslağın satır aralarında egemen sınıf kibri en mide bulandırıcı biçimde sırıtıyor: “İşveren (…) çalışanların ve/veya temsilcilerinin görüşlerini alır, teklif getirme hakkı tanır”mış! Hak tanımak ne demek? İşçinin bir önerisini dile getirmesi patronun lütfedeceği bir hak olarak tanımlanmış taslakta. Yeni yasa sadece araya patronun sözünden çıkamayacak göstermelik bir kurul sokuyor.
Yasa taslağının 10. maddesinde “iş sözleşmesiyle çalışanlar, talep etmelerine rağmen gerekli tedbirlerin alınmadığı durumlarda, tâbi oldukları kanun hükümlerine göre iş sözleşmelerini feshedebilirler” deniyor. Yani işçiye işten ayrılma, işsiz kalma hakkı tanınıyor! Ne alicenaplık! Devletin de, hükümetin de, bu yasaları yazanların da patronların çıkarlarına hizmet ettiklerini biliyoruz. Ancak göz boyamak için yazılmış bir yasa taslağında bile işçiye “beğenmiyorsan çeker gidersin” diyecek kadar edepsiz olunmaz.
Çalışma Bakanlığı ne işe yarar?
Yasada, patronların iş güvenliği ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini denetleme işi Çalışma Bakanlığı’nın iş güvenliği müfettişlerine bırakılmış durumda. Ancak bu denetimlerin hakkınca yerine getirilmesi fiilen imkânsız. Çünkü Çalışma Bakanlığı’nın istihdam ettiği iş güvenliği müfettişlerinin toplam sayısı 324. Yüzbinlerce işyerinin bulunduğu Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliğinden sorumlu iş müfettişi sayısının sadece 324 olması traji-komik bir tablo oluşturuyor. Bu kadar müfettişle patronlara gerekli önlemleri almaları doğrultusunda basınç bindirmenin mümkün olamayacağı malûmdur.
Üstelik iş güvenliğine aykırı koşulları tespit edilen bir işyerinde işi durdurma kararı ancak teftişe yetkili üç iş müfettişinden oluşan heyet kararıyla alınabiliyor. İşçilerin ölmemesi ya da sakat kalmaması için işi durdurmak bu kadar zorlaştırılmaktadır. Patronların kâr çarklarını durdurmamak, hükümetin önceliğidir. Başbakan Erdoğan “özel sektörümüzün ayağına takılan her türlü prangayı çözeceğiz” demişti. İşte bu sözler hazırlanan yeni yasalarda ve artan işçi ölümlerinde karşılığını buluyor.
Yasanın yaptırım gücü ne olacak?
Diyelim işyerinde müfettiş denetim yaptı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmadığını tespit etti. İşverene kesilecek idari para cezası 1000 TL. İşyerinde işyeri hekimi veya iş güvenliği uzmanı görevlendirmemenin cezası 500 TL. Alınmamış her bir önlem için 200 TL idari para cezası kesilecek. Patron iş güvenliği uzmanının ya da işyeri hekiminin yetkisini kısıtlamış ya da işini gereğince yapmasına engel olmuş ise cezası 500 TL. Listeyi daha fazla uzatmaya gerek yok. Bu yasadaki yaptırım olarak belirtilen komik para cezaları, patronları, iş güvenliği uzmanına ya da işyeri hekimine her ay maaş ödemektense, eskaza iş müfettişine yakalanırsa her biri için 500’er TL idari para cezası ödeyerek, yükümlülüklerinden sıyrılmaya teşvik ediyor. Hükümet bu tasarıyla, açıkça işçilerle dalga geçiyor. Sermayenin bu denli pervasızlaşması, işçilerin örgütsüzlüğüne ve sendikaların takatsizliğine güvenmesindendir.
İşçilerin iş kazalarında ölmelerinin ve sakatlanmalarının son bulması için, İş Güvenliği Kurullarının işçi temsilcilerinin denetiminde olması gerekir. İşçi temsilcilerinin işten atılmaları yasaklanmalıdır. İşyeri hekimlerinin de iş güvenliği uzmanlarının da işlerini baskı altında kalmadan, mesleki bağımsızlıklarına uygun olarak icra edebilmeleri gerekir. Bu uzmanların ücretleri patron tarafından ilgili meslek örgütüne ödenmeli, meslek örgütü uzmanı işyerine atamayla gönderebilmelidir. Uzmanlar ücretlerini kendi meslek örgütlerinden almalıdır. Böylelikle bu uzmanlar işten atılma riskinden kurtarılmalıdır. İş durdurma kararı, işçi temsilcilerinin yönetimindeki İş Güvenliği Kurulu tarafından alınabilmelidir.
Tüm bunların sağlanmasının işçi sınıfının örgütlü gücüne bağlı olduğu gerçeğiyse unutulmamalıdır. Bu güç kendini ortaya koymadığı müddetçe, kapitalist sistemde en güzel yasalar bile kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur.
link: Zehra Aras, Yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası Neler Getiriyor?, Mayıs 2012, https://fa.marksist.net/node/3025
Roboski'den Kürtaja, Bu Memleket Bizim (mi)?
İHD: “Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın!”