Günümüz dünya durumunun, çalkantılar, ani geçişlerle belirlenen niteliğini adeta vurgulamak istercesine, baharın üzerinden aşarak yakıcı yaz sıcağına sıçrayan İstanbul’da, yaklaşık 80 bin kişi 1 Mayıs için Çağlayan’da toplandı. On binlerce işçi, emekçi, öğrenci, kadın, erkek, yaşlı, genç, üzerinde binlerce bayrak, flama, pankart ve dövizin kıpır kıpır dalgalandığı iki nehir halinde alana aktı. Tüm zaaf ve eksikliklere ve sabahın erken saatlerinde Bingöl’den gelen acılı deprem haberlerinin üzücü etkisine rağmen, bu topraklarda 1 Mayıs geleneğinin yok edilemeyeceği on binler tarafından bir kez daha kanıtlandı.
1 Mayıslar, özellikle Türkiye’de, sınıf mücadelesinin durumu ve eğilimleri hakkında genel bir barometre niteliği taşımaktadır. Çeşitli açılardan baktığımızda 2003 1 Mayısında bu barometreden yansıyanlar neler? Her şeyden önce yukarıda belirttiğimiz hususu bir kez daha yinelemek gerekiyor. Diğer tüm hususlar bir yana, bütün yasaklamalara, ağır baskılara, korku tacirliğine karşın, bu topraklarda 1 Mayıs geleneği oluşmuştur ve daha da kökleşerek ilerlemektedir. Hemen her cephede alınan sayısız ve ağır yenilgilere rağmen, Türkiye işçi sınıfı ve sol hareketi 1 Mayısı kazanmıştır. 2003 1 Mayısı da bu ilerlemenin bir göstergesi olmuştur. Düzenin, 1 Mayısın resmi tatil olması olasılığını dahi gündeme getirmiş olması ve bunun yadırganmamış olması, sembolik biçimde bunu göstermektedir. 1 Mayısın çok uzun yıllar boyunca hiç kutlanmamış olduğu bazı Anadolu kent ve kasabalarında dahi kutlanmaya başlamış olması da buna işarettir. Keza 1 Mayıs öncesinde birçok sol grup ve çevrenin daha önce görülmemiş yaygınlıkta bir afişleme yapmış olması ve bunun giderek kanıksanmaya, yerleşmeye başlamış olması da bunu göstermektedir. İstanbul’da sokağa çıkan herkes, çoğu devrimci bir içerik taşıyan bu afişlerle kaçınılmaz olarak yüzleşmiştir.
1 Mayısa sayısal katılım düzeyi şüphesiz temel nitelikte bir göstergedir. Bu açıdan bakıldığında bu yılki katılım düzeyinin geçen yıla göre bir ilerlemeyi temsil etmediğini söylemek mümkün. Katılım aşağı yukarı aynı düzeyde kalmıştır. Diğer etmenler sabit varsayıldığında, bir sayısal artışın genel olarak toplumda düzen karşıtı muhalefetin artışına işaret edeceği açıktır. Ancak bir önceki 1 Mayıstan bu yana işçi sınıfının ve diğer emekçi kesimlerin sorunlarının daha da arttığı, sınırlı düzeydeki çeşitli kazanımlara yönelik tehdidin daha da yükseldiği hatırlanacak olursa, katılımın aynı düzeyde kalmasının gerçekte bir gerileme anlamına geldiğini kabul etmek gerekiyor. Geçen yıla göre kapitalizmin krizinin dünya çapında giderek derinleştiğini, buna bağlı olarak hem dünyada hem de Türkiye’de işsizliğin artmakta olduğunu, ücretlerin erimekte olduğunu, eşitsizliğin ve yoksulluğun arttığını, kır ve kent küçük-burjuvazisinin maruz kaldığı yıkımın boyutlarının büyümekte olduğunu, tüm dünyada geniş bir tepkiye yol açmış olan Irak’a yönelik vahşi emperyalist saldırganlığı, sosyal harcamalardaki yeni kesintileri, köleliğin daha da katmerleştirilmesi anlamına gelen yeni iş yasası tasarısını, yeni kamu personel rejimi yasa tasarısını, yeni özelleştirme dalgasını vb. hatırlayacak olursak, bu olumsuzluğu teşhis etmek kolaylaşır. Dolayısıyla saldırılar artmış, sınıf mücadelesinin gündemi ağırlaşmış, mücadele ihtiyacı artmış, ancak mücadeleye katılım buna tekabül edecek düzeye henüz ulaşamamıştır. Bir başka ifadeyle, nesnel durum olgunlaşmakta, ama bilinç henüz geride kalmaktadır.
Ancak şüphesiz tek ölçü toplam sayı değildir. Bunun yanı sıra katılan kitlenin bileşimi, genel dinamizmi, politizasyon düzeyi gibi diğer ölçüler de, durumu ve eğilimleri anlamak bakımından son derece önemlidir. Bu açılardan bakıldığında bazı önemli saptamalar yapmak mümkün. Meselâ bu yılki 1 Mayısta gençliğin çok önemli bir ağırlık oluşturduğunu görüyoruz. Hem üniversite hem de liseli gençlik burada yer tutmaktadır. Özellikle lise düzeyindeki gençlikte belirli bir politizasyon yaşanmaktadır ve bu kesimin son yıllarda 1 Mayıslara katılımında belirgin bir artış söz konusudur, ki bunun olumlu ve sevindirici bir gelişme olduğuna şüphe yok. Bu yılki 1 Mayısta benzer bir eğilim üniversiteli gençlik açısından da mevcuttu. Bu gençlik kesimlerinin önemli bir bölümü doğrudan doğruya politik örgüt ve çevrelerin kortejlerinde yer aldılar. Çalışan gençliğin de büyük ölçüde politik örgütlerin kortejlerinde yer aldığını söylemek yanlış olmaz. Bu kesimin sendikal örgütlenmeden büyük oranda yoksun olmasının elbette bunda etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle sendika kortejlerinin yaş ortalaması, mitingin geneli düşünüldüğünde daha yüksekti. Görünen o ki, yeni yeni kuşaklar mücadele saflarına atılmaktadırlar.
Sendikaların katılımına baktığımızda, göze çarpan ilk olgu DİSK ve KESK gibi konfederasyonların katılımındaki ciddi zayıflık olmuştur. Buna karşın Türk-İş bünyesindeki bazı sendikaların katılımında artış gözleniyordu. Türkiye’deki en büyük sendikal konfederasyon olan Türk-İş’teki bu gelişme anlamlıdır. Bu gelişmenin özellikle İstanbul Sendikalar Birliği girişimiyle bağlantılı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Katılımında artış gözlenen sendikalar ve sendika şubelerinin daha ziyade bu girişim içinde yer alan sendika ve şubeler olması bunu doğrulamaktadır. İSB, sendikal harekette, özellikle Türk-İş içinde son dönemde belirli bir hareketlenme yaratmıştır. İSB bileşenlerinin 1 Mayıs dolayısıyla işyerleri, fabrikalar, işçi semtleri ve kentin bazı merkezi alanlarında bildiri dağıtarak aktif bir çağrı yapması, bu katılımda muhakkak ki etkili oldu. Aynı şekilde bu sendika ve şubelerin kortejleri diğerlerine nazaran daha canlı, coşkulu ve militan bir ruh taşıyorlardı.
Legal sol partilere gelince, bunların büyük bölümünün güç kaybettiği gözlemleniyordu. ÖDP’nin son bölünmeden sonra iyice zayıflamış olduğu, EMEP’in de ondan daha canlı ve etkili olmadığı açıkça görülüyordu. Diğer yandan ÖDP’den ayrılanlar tarafından kurulan SDP’nin de bir legal parti için son derece cılız olduğu göze çarpıyordu. Bunlara nazaran daha etkiliymiş gibi bir görüntü çizen ise TKP (SİP) idi. Bu parti, son yıllarda yaptığı gibi bu 1 Mayısta da tüm Türkiye çapındaki güçlerini İstanbul’a yığarak gerçek gücünün ötesinde bir görüntü vermeye çalıştı. Bu çabasında akranlarına nazaran daha başarılı olduğu söylenebilirse de, bu partinin diğerleriyle karşılaştırıldığında işçi sınıfının ne örgütlü ne de örgütsüz kesimleriyle, ne de toplumun diğer ezilen kesimleriyle, yoksul tabakalarla pek bir bağının olduğunu söylemek zor. Bu gerçeklik kendisini hem katılımcıların bileşiminde, hem de sloganların politik içeriğinde gösteriyordu.
Bunların dışında değerlendirilmesi gereken DEHAP’ta da katılım açısından bir zayıflama görülüyordu. Gerek kendi tercih ve yönelimleri, gerekse seçimler sonrasında mücadelenin tavsaması nedeniyle DEHAP’ın geçen 1 Mayısa göre hayli eksik olduğu açıktı. DEHAP geçen yıl 30 bin kişiye yakın güçlü bir katılım sağlamış iken, bu yıl katılımı yaklaşık 10 bin düzeyinde kaldı. Her zamanki gibi DEHAP’ın temel politik sloganları, Kürt sorunu ve Abdullah Öcalan’ın tutsaklığı üzerineydi.
Diğer sol grup ve çevreler içinde bazı kesimlerin göze görülür bir büyüklüğe ulaştığı, bazılarının yerinde saydığı, birçoğunun da ya iyice zayıflamış olduğu ya da sahneden neredeyse tamamen silindiği görüldü. Bu da, bir iki istisna dışında solun bu kesiminin de genel bir tıkanıklık içinde olduğunu gösteriyordu. Esasen bu tıkanıklık uzun zamandır yaşanmayan gruplar arası kavga ve sürtüşmeler biçiminde kendisini açığa vurdu. Türkiye’deki küçük-burjuva solun değişmeyen hastalığı olan kıskançlık, reklamcılık ve kısır rekabet, tıkanıklık atmosferinde kendini böyle dışa vuruyordu.
Politizasyon açısından bakacak olursak, mitinge katılanların sendikalardan ziyade, politik parti, grup ve çevreler etrafında toplanmış olması dikkat çekici bir veridir. Bu, neresinden bakılırsa bakılsın belirli bir politik duyarlılığın varlığını göstermektedir. Hele hele bunun taşıyıcısının büyük ölçüde gençler olması daha da anlamlıdır. Bu gençlere, küçük-burjuva sosyalizminin fikirleri yerine, işçi sınıfının bilimsel sosyalizminin fikirlerini, onun mücadele yöntem ve araçlarını benimsetmek büyük önem taşımaktadır. Ancak politizasyon söz konusu olduğunda kilit sorun, özellikle işçi sınıfının örgütlü kesimlerinin politizasyon düzeyinin, bazı istisnalar dışında henüz olayların çok gerisinde olmasıdır. Bu 1 Mayısın işçi sınıfı devrimcilerine göstermesi gereken en önemli gerçek budur.
Tüm bu tespitleri yaptıktan sonra dönüp, genel anlamda eksik ve zaaflara yol açan nedenlere bakabiliriz. Temeline inecek olursak, asıl sorunun, geçmişteki gibi güçlü bir politik otoritenin ve etkili, mücadeleci bir sendikal odağın olmaması olduğunu görürüz. Görünürdeki diğer nedenlerin büyük bölümünün doğrudan ya da dolaylı olarak bu temel nedene bağlanabileceğini görmek zor değildir. Örneğin 1 Mayısın bir işgünü olması şüphesiz katılımı düşüren son derece olumsuz bir etkendir. Ancak, hem 1 Mayısın bir ücretli izin günü yapılamamış olması, hem de, işgünü olsa da yaygın bir iş bırakmayla bu engelin aşılamamış olmasının altında, yukarıda bahsettiğimiz temel neden yatmaktadır. Aynı şekilde, mitingin örgütlenmesinde, yoğun ve aktif bir katılım için haftalar öncesinden yapılması gerekenlerden tutun, etkili bir miting alanı için bastırılması ve elde edilmesine, miting sırasında etkin ve saygın bir otorite kurulmasına, kitleyi bütünleştirici ve kendi kolektif gücünü hissettirici bir tarzda sevk ve idare etmeye, buna uygun içerik ve biçimleri bulmaya kadar her safhasında beliren zaafların da temel nedeni aynıdır. Keza bunlara yol açan sendikal bürokrasinin varlığı ve istediği gibi at oynatabilmesinin de sebebi hep aynıdır.
Diğer taraftan daha dolaylı nedenler de bulunuyor. Kriz ve sınıfa yönelik saldırılar, bir yandan öfkeyi beslemekle birlikte, bir yandan da işsizlik korkusu ve yılgınlık da yaratmaktadır. Aynı şekilde, ABD’nin, nedenleri henüz tam olarak açığa çıkmamış bir biçimde, Bağdat’ta hızlı bir “zafer” kazanarak savaş karşıtı hareketin momentumunu büyük ölçüde düşürmesinin, çok güçlü olmasa da yükselen bir grafik çizmekte olan işçi sınıfı hareketi üzerinde yarattığı moral bozucu etkiyi de göz ardı etmemek gerekir. Ve nihayet bunların üzerine, arızi bir etmen olarak, üzücü deprem haberini eklemek gerekiyor.
Sonuç olarak, bu 1 Mayısta Çağlayan meydanına çıkan işçi sınıfı, bazı olumlu gelişme ve eğilimler olmakla birlikte, genel olarak baktığımızda sorunlarına yaraşır ölçüde “çağlayamadı”. Bu bize bir kez daha aynı temel sorunu, yani önderlik sorununu hatırlatmalı. Bu nedenle, mitinglerin, özellikle de 1 Mayıs mitinglerinin, toplumda biriken enerjinin akması için daha esaslı bir kanal olmasının yolu önderlik sorununu çözmekten, bu yolda güçlü, sahici adımlar atmaktan geçiyor.
link: Deniz Moralı, 1 Mayıs'ın Aynasında Yansıyanlar, 6 Mayıs 2003, https://fa.marksist.net/node/332
Kapitalist Sistem Sağlıklı Bir Toplum Yaratamaz
Nijerya