Sınıflı toplumlarda devlet egemen sınıfın devletidir. Hukuku ve neyin suç olup olmadığını belirleyen de egemen sınıfın kendisidir. Sömürü düzenine ve bunun koruyucusu olan devlete muhalefet edenler, başkaldıranlar, bu nedenle en ağır şekilde cezalandırılırlar. Türkiye’de cezaevlerinin durumu bu gerçeğin altını kalınca çizmekte; egemenlerin, başkaldıran ezilenlere duydukları sınıfsal kini yansıtmaktadır. Cezaevlerinden gelen ölüm, taciz, tecavüz, işkence haberlerinin ardı arkası kesilmemektedir. Hasta tutsaklara yapılan muamele de başlıbaşına bir işkence haline getirilmiştir. Hasta tutuklu ve hükümlülerin cezaevinden tahliye edilebilmeleri için yıllardır devam eden mücadelenin sonucu olarak 2013 yılı başında yeni bir yasal düzenleme yapılmıştı. Ancak gelinen süreçte düzenlemenin kendisi de işkenceye dönüşmüş durumdadır.
Şubat 2013’ten önce, tutuklu veya hükümlülerin, sağlık nedenleriyle cezaevinde kalamayacak durumda olduklarının belirlenmesi için “hayati tehlike” altında olup olmadıklarına bakılıyordu. Şubat 2013’te yeni bir düzenleme ile İnfaz Yasasına “ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle cezaevinde hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının iyileşinceye kadar geri bırakılacağı” hükmü eklendi. Böylece bu düzenleme ile getirilen “yaşamını tek başına idame ettirememe” ve “toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmama” kriterleri, hasta mahkûmların tahliyesinin önüne yine engel olarak dikildi ve düzenleme büyük oranda boşa çıkarıldı. Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alma zorluğuna rağmen “cezaevinde kalamaz” raporu alabilen tutuklu ve hükümlüler bu gerekçelere dayandırılarak tahliye edilmedi. İnsan Hakları Derneği, kendisine yapılan başvurular arasında, 3 Kasım 2013 itibariyle 162 kişinin Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastaneler ile üniversite hastanelerinden “cezaevinde tek başına hayatını devam ettiremez” şeklinde raporu olmasına rağmen tahliye edilmediğini açıkladı.
İnsan Hakları Derneği Cezaevi Komisyonu’nun verilerine göre, son 6 ay içerisinde 14 tutuklu, Adli Tıp’tan rapor beklerken yaşamını kaybetti. Adli Tıp Kurumu, bir tıp kurumu gibi değil, bir siyasi merci gibi davranıyor ve cezaevinden tahliye edildikten kısa bir süre sonra hayatını kaybeden Güler Zere’nin tahliyesinde ortaya koyduğu mantık ve tutumu devam ettiriyor: “Sadece hastanın durumuna bakmıyoruz, onların mağdur ettiği insanlara da bakıyoruz.” Devletin intikamcı geleneği nedeniyle cezaevleri dolup taşarken Mayıs 2013’e kadar tahliye başvurusu yapan 460 tutuklu ve hükümlüden yalnızca 43’ünün cezasının infazı ertelendi. 417 kişinin istemiyse reddedildi. Bu arada 113 hasta mahkûm Adli Tıp raporu bekliyor.
Hasta tutsakların serbest bırakılması için bir kampanya yürüten Tutuklu Aileleri ile Dayanışma Derneği (TUAD), Türkiye cezaevlerinde 562 hasta tutsağın bulunduğunu, bunlardan 162’sinin ağır hasta olduğunu, 60’a yakın hasta tutsağın ise ölüm sınırında olduğunu ve acilen tahliye edilmesi gerektiğini açıkladı. Dernek, açıklamasında Adli Tıp Kurumu’nun siyasi kararlarla hasta tutsaklara işkence uyguladığını, tutsaklara “cezaevinde yaşamını tek başına idame ettiremez” raporu verildiğinde bile savcıların Terörle Mücadele Müdürlüklerinden bilgi istediğini ve tahliyeleri engellediğini belirtti. Terörle Mücadele Müdürlüklerinin iki eli kopuk olan bir hasta tutsak için bile “siz bu insanı bırakırsanız biz suç işleyeceğine kanaat getiriyoruz” şeklinde savcılara görüş bildirdiğini açıkladı.
Ciddi sağlık sorunları nedeniyle çektikleri eziyetten kurtulmak isteyen tutsaklar, yapılan düzenleme ile yakınlarının cezaevinden tahliye edileceğini, bakım ve tedavilerinin yapılabileceğini umud eden aileler, bir kez daha devletin intikamcı uygulamaları ile karşı karşıyalar. Hasta tutsakların sorunları çözülmek bir tarafa işkenceyi aratmayan uygulamalar sistemli bir biçimde devam ediyor. Cezaevlerinde yaşananlar, tutsakların yakınları ve avukatları aracılığıyla dışarıya duyurulmaya çalışılıyor.
Çeşitli Kürt illerinin baroları, oluşturdukları bir heyetle cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerle görüştüler. Bu görüşmelerin ardından heyet, “Tutuklu ve Hükümlülerin Tedavi Süreçlerinde Yaşadıkları Sorunlara İlişkin İnceleme Ön Raporu” adıyla bir rapor hazırladı. Bu rapor, hasta tutsakların cezaevlerinde karşı karşıya kaldıkları ve işkenceye dönüşen hak ihlallerini şöyle sıralıyor:
· Hasta tutuklu ve hükümlülerin hastaneye gitme ve muayene taleplerine uzun bir süre cevap verilmiyor. Talepten günler sonra hastaneye götürülme işlemi gerçekleşiyor. Bu uygulama hastaların sağlık durumunu tehlikeye atıyor. Ağır ve acil hastalık durumuna rağmen bazı ileri tıbbi tetkikler için 3-4 ay gibi uzun bir süre sonraya gün veriliyor.
· Hasta tutuklu ve hükümlüler, sağlık merkezlerine infaz kurumlarının ambulansı yerine uygunsuz ring araçları ile götürülüyor. Muayene ve diğer tıbbi işlemlerin beklenmesi sırasında ağır hastalar bile ring araçlarında bekletiliyor. Ağır hastalar birtakım prosedürler nedeniyle herhangi bir muayene ve tetkik yapılmadan gereksiz olarak ve gün boyunca ring araçlarında tutuluyor.
· Ağır hasta tutuklu ve hükümlüler, İstanbul Protokolü hükümlerine ve bu konudaki mevzuata aykırı şekilde, genellikle elleri kelepçeli şekilde muayene ediliyor ve tıbbi işlemlere tâbi tutuluyor. Tıbbi etik kurallarına ve hasta haklarına aykırı şekilde bu durum çoğu kez hekimlerin isteği ile uygulanıyor.
· Hasta tutuklu ve hükümlülerin bakımı yine hasta olan tutuklu ve hükümlüler tarafından yapılıyor.
· Cezaevi koşulları ve hastaya uygun yemek verilmemesi nedeniyle hastaların durumları daha da ağırlaşıyor.
· Tutuklu ve hükümlülere çoğu kere gerekçesiz ve keyfi bir biçimde disiplin cezaları veriliyor. Ağır hasta tutuklulara bile ölçüsüz bir şekilde disiplin cezaları uygulanıyor.
· Uzun ve zorlu nakil, hastaneye sevk ve inceleme sonunda verilen “sağlık bakımından cezaevinde tutulmasının uygun olmadığı” biçimindeki Adli Tıp raporlarına rağmen, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Uygulanması Hakkındaki Kanunun “toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmaması” şartına dayanılarak kolluk ve savcılıkların keyfi kararlarıyla ölümcül hastaların tahliyesi engelleniyor.
Örneğin yasadaki düzenlemenin ardından Türkiye’nin çeşitli cezaevlerinden 18 hasta tutuklu ve hükümlü Adli Tıp raporu almak için Haziran ayında Metris R Tipi Cezaevi’ne götürüldü. Ancak bu bekleyiş işkenceye dönüştürüldü. Hasta tutuklular birbirlerine bakmak zorunda bırakıldı. İki kez kalp krizi geçiren ve son olarak 2 yıl önce geçirdiği beyin kanaması sonucu vücudunun sağ bölgesi felçli olan Salih Tuğrul’un durumunu oğlu Münir Tuğrul şöyle anlatıyor. “Babam o günden beridir arkadaşlarının yardımı olmadan yemek, banyo, lavabo ihtiyaçlarını gideremiyor. Kendi başına yemek bile yiyemiyor. Bilinci dahi yerinde değil. Her saniye bir ölüme dönüşüyor. Bayramda açık görüşüne gittiğimizde babamla sadece bakışabildik. Konuşamadığı için tek bir kelime ağzından çıkmadı. Öylece birbirimize durup baktık. Durum içler acısıydı. Babam, cezaevinde psikolojik işkenceye tâbi tutuluyor. Yaşanacak herhangi olumsuz bir durum karşısında Adalet Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık sorumludur.” Tuğrul, 2 ay önce Adli Tıp’tan babasının tahliye edilmesine yönelik rapor verilmesine rağmen hâlâ “toplumun güvenliği açısından sakıncalı mıdır?” sorusunun araştırıldığını söylüyor.
Metris Cezaevi’ne sevk edilen ve durumları giderek ağırlaşan 18 hasta tutukludan çoğu hakkında cezaevinde kalabilecekleri yönünde rapor hazırlandı, hasta tutukluların bir kısmı ise hâlâ Adli Tıp Kurumu’ndan gelecek yanıtı bekliyor. Tuğrul’la aynı koğuşta kalan kronik kalp hastası tutsak Hayrettin Beştaş ise kendi hastalığını bir kenara bırakıp kendi ihtiyaçlarını gideremeyen Tuğrul’a yardımcı olmaya çalışıyor.
Bu uygulamalarla siyasi tutsaklardan adeta intikam alınıyor. Her ne kadar cezaevlerindeki bu uygulamalar sadece siyasi tutsaklara yönelik olmasa da bu uygulamaların en büyük hedefi onlardır. Siyasi tutsaklar dışarıdayken yürüttükleri mücadele nedeniyle içerdedirler. Devlet kendisine muhalefet edenleri sadece hukuk zoruyla özgürlüğünü kısıtlayarak değil, fiili uygulamalarıyla da cezalandırıyor. Tutsaklar fiziksel olarak imha edilmeye çalışılıyor ve mücadele yürütemeyecek duruma getiriliyor. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in bir soru önergesine verdiği cevaba göre; 2002 yılında 89, 2003’de 163, 2004’de 54, 2005’de 59, 2006’da 157, 2007’de 176, 2008’de 211, 2009’da 196, 2010’da 252, 2011’de ise 268 tutuklu cezaevinde öldü. Yani 8 yılda 1625 kişi! Bu rakamlar ağır hasta tutuklu ve hükümlülerin salıverilmediğini açıkça ortaya koyuyor. Siyasi tutsaklar için durum daha da ağırdır. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı döneminde serbest bırakılan 26 kişiden sadece Güler Zere siyasi nedenlerle cezaevindeydi. Hasta tutukluların serbest bırakılması ve tedavi şartlarının sağlanması cezaevi yönetimlerinin insafına bırakılıyor, tutsaklar Cumhurbaşkanından af istemek gibi onur kırıcı bir yönteme zorlanıyor. Çoğu kez ölüm sınırına yaklaşmış olmalarına rağmen salıverilmeyerek aileleriyle beraber büyük acılara mahkûm ediliyorlar.
Cezaevlerinde yaşanan sorunlar soyut bir insan hakları mücadelesiyle bertaraf edilemez. Çünkü kapitalizm altında insanların hangi haklara sahip olduğunu belirleyen şey temelde hangi sınıfa ait oldukları ile ilgilidir. İşçilerin, emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin hakları asla burjuva sınıfın hakları ile bir olamaz. İşçi sınıfının bireylerinin sahip oldukları sınırlı haklar arasında düzene muhalefet etmek, başka bir dünya istemek ve bu uğurda mücadele etmek yoktur. Bu nedenle cezaevlerindeki sorunlar çözülmek bir tarafa cezaevlerinin kapasitesi arttırılmakta, yeni cezaevleri inşa edilmekte, bilimsel olduğu iddia edilen uygulamalarla tutsaklar terbiye edilmeye çalışılmaktadır. Kapitalist sistemin içine düştüğü yapısal krizin etkisiyle daha da artan toplumsal hoşnutsuzluk ve buna eşlik eden toplumsal muhalefet egemenlerin yüreğine korku saldıkça baskılar artmaktadır.
Egemenlerin korkusu değil ama baskıları boşunadır. Tarihin akışı ezilenleri mücadeleye sevk ettikçe kapitalizmin zorbalığı kendi sonunu yakınlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
link: Ezgi Şanlı, Hasta Tutsaklar Üzerinde Devlet Terörü, 17 Aralık 2013, https://fa.marksist.net/node/3354
AKP’nin Makul ve Makbul Kürt Arayışı
Derelerimizden Elinizi Çekin!