Burjuva ideologlar, yazarlar, çizerler, televizyoncular, kapitalizmin bekası için işçi ve emekçileri çeşitli yollarla kandırıp düzene adapte etmeye çalışırlar. Tabii aynı zamanda bir ellerinde havuç bir ellerinde sopayı hazır eden sahiplerinin sözcülüğünü de yaparak sadakatlerini kanıtlarlar. Onlara göre özel mülkiyet insanoğlunun keşfettiği en büyük olgudur. “Özel mülkiyet hep vardı, var olacak, o insanın doğasından gelir, özel mülkiyet kutsaldır, özel mülkiyet özgürlüktür” derler. Tabii burada özel mülkiyetten kasıtları, diyelim ki bir işçi ailesinin başını sokacak bir evinin olması vb. değil, kapitalistlerin üretim araçlarının özel mülkiyetini ellerinde bulundurmasıdır. Kapitalist özel mülkiyeti “doğal ve meşru” kılabilmek için de onun kalubelâdan beri varolduğu yalanını ortaya atarlar. Oysa insanlık tarihine baktığımızda hepitopu birkaç bin yıllık bir mazisi vardır üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet olgusunun.
Marksistler ise işçi ve emekçilere gerçekleri anlatmaya çalışırlar. Kapitalizmle birlikte üretimin toplumsallaştığını ama üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin hâlâ devam ettiğini, bunun da toplumda muazzam bir çelişki yarattığını açıklarlar. Ayrıca üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin, 100 bin yıldan uzun bir süredir devam eden insanlık tarihi içinde çok kısa bir süreyi kapsadığını, ileride de yerini tekrar sınıfsız topluma bırakacağını söylerler. Yani sermaye sahibi sınıfın, patronların, üretim araçlarının mülkiyetini ellerinde tutmasına karşı çıkarlar.
Burjuva ideologlar ise Marksistleri kitlelere öcü gibi gösterip, üretim araçlarına sahip olan ve işçileri mülksüzleştiren patronları aklamaya çalışırlar. Bir nevi, yumurtasının yerini belli etmemek için yumurtladıktan sonra oradan uzaklaşıp dikkat dağıtmak için gıdaklamaya başlayan tavuğun yaptığı gibi hedef şaşırtmaya çalışırlar. Meselâ şöyle gıdaklamaya başlarlar: “Bu komünistler var ya, ne diyorlar biliyor musunuz? Bunlar özel mülkiyetinize el koyulacağını söylüyor. Yani evlerinize, evinizin içindekilere, arabanıza, elinizde ne var ne yoksa hepsine el koyacaklarını söylüyorlar!” Tabii gıdaklarken de kapitalistlerin elinde bulunan üretim araçlarının akıbeti hakkında pek konuşmazlar. Doğrusunu söylemek gerekirse bunların asıl korkusu kendi sınıflarının mülkiyetinin işçiler tarafından ellerinden alınacağı, sömürü düzenlerinin de alaşağı edileceğidir. O yüzden işçilerin üretim araçlarını toplumsallaştırıp hem üreten hem de yöneten sınıf olacağından hiç söz etmezler. “İşçiler iktidara gelir miymiş, iktidara geldi diyelim, peki nasıl kendi kendini yönetecek bu cahil sürüsü” derler.
Devrimci işçiler bu özel mülkiyet meselesini şöyle ifade ederler: Bizler bireysel kullanım hakkı olan özel mülkiyete değil üretim araçlarının özel mülkiyetine karşıyız. Çünkü özel mülkiyete sahip olan patronlar ve onların devleti; fabrikaları, makineleri, madenleri, toprağı, devasa yapıları kendine mülk edinip bunlar üzerinden işçilerin ürettiklerine yeniden ve yeniden el koyar ve düzenlerini baki kılarlar. Oysa işçilerin çoğunluğunun bir evi bile yoktur. Zaten özel mülkleri olmayan işçilerin neyine el konulabilir? Kaldı ki el koyma işlemini bizzat işçiler yapacaksa yine işçiler, birbirlerinin ellerinde kalan pijamalarına mı el koyacaklar? Yoksa nefes alınmayacak mahallelerde yer alan, izbe, güneş görmeyen evlere mi? İşçilerin zincirlerinden başka kaybedecekleri neleri olabilir ki?
Burjuva ideologlar özel mülkiyet olmazsa tembelliğin artacağını söylerken Marx ve Engels Komünist Manifesto’da onlara şöyle sesleniyor: “Özel mülkiyetin kaldırılmasıyla her türlü çalışmanın duracağı ve genel bir tembelliğin kök salacağı itirazı öne sürülüyor. Ona bakılırsa, burjuva toplumun aylaklık yüzünden çoktan yerle bir olması gerekirdi; çünkü çalışanlar hiçbir şey edinemiyorlar, bir şeyler edinenler ise çalışmıyorlar.” Dünyadaki her şeyi üreten işçilerin şunu net bir şekilde sorması gerekiyor: “Varolan her türlü teknolojiyi, üretim araçlarını bizler var ettiğimiz halde, neden bunların mülkiyetine biz değil de kapitalistler sahip?”
Peki, üretim araçlarına, tüm değerlere patronların sahip olması neye yol açıyor? Sahip oldukları sermayeyi kullanarak işçileri sömürdükçe sömürmek istemelerine. Onlar asla doymazlar, asla kazandıklarıyla yetinmek istemezler, daha fazla, daha fazla isterler, yetmez işçileri birbirlerine boğazlatırlar. Kendileri asla savaşmaz, ölmezler. Aksine savaş, Lenin’in deyimiyle onlar için korkunç kârlar demektir. Yık para gelsin, inşa et para gelsin! Bu kapitalist düzenin mantığı aynen böyle çalışıyor. Bugün Ortadoğu ve dünyanın birçok yerinde yürüyen kirli ve haksız savaş kimler için devam ediyor? Emekçilerin bundan çıkarı nedir? Hadi diyelim bir tarafın egemenleri diğer tarafı alt etti, peki geride kalan emekçilerin eline ne geçecek? Mülk sahibi mi olacaklar, yoksa daha yüksek maaşlı bir işte mi çalışacaklar? Veyahut şöyle düşünelim, halkları sunî ayrımlar temelinde karşı karşıya getirmeye çalışan asalaklar sınıfından ne çıkarı olabilir dünya işçilerinin? Bir millet bir millete, bir ırk başka bir ırka, bir din başka bir dine, bir mezhep başka bir mezhebe, bir erkek bir kadına üstün gelirse insanlığın onuru adına ne kazanılmış olur? Açıkça söylemek gerekirse hiçbir şey kazanılmaz, tam tersine çok şey kaybedilir. Ama sermaye sahipleri kapitalistler çok şey kazanır. Bugün dünyada yaşanan bu savaşların sorumlusunun kim olduğu açık değil mi? Bunun sorumlusu elbette sermayesini büyütmekten başka bir düşüncesi olmayan patronlar sınıfıdır. Onlar daha fazla kâr elde etmek için Ortadoğu’yu cehenneme çevirmiş durumdalar. Sermayelerini daha da büyütmek ya da kaybetmemek gibi bir kaygıları olmasaydı bugün bu savaş olur muydu? Burjuva ideologlar işte bu gerçeklerin anlaşılmasını istemiyorlar. Onlar gerek özel mülkiyet meselesini çarpıtarak, gerekse de “uygarlıktan barbarlığa yol döşemek istiyorsanız, özel mülkiyeti kaldırın yeter” diyerek bu çürümüş düzeni devam ettirmek istiyorlar.
Peki, üretim araçlarının özel mülkiyeti bir azınlığın elinde olmazsa, yani sermaye %1’in elinde birikmezse, yani diyoruz ki bilcümle sömürücü sınıflar olmazsa, hatta tam tamına şöyle diyoruz, zaten hiç çalışmayan, yediği önünde yemediği arkasında olan, krizleri ve savaşları var eden bu sömürücüler sınıfını tarihin çöplüğüne gömersek ne olur? Bizce asıl o zaman toplum özgürleşir ve dünya yaşanacak bir yer haline gelir.
İyi bilmeliyiz ki, işçi sınıfı olmadan dünya dönmez, ama kapitalist sınıf olmazsa dünya çok daha güzel bir gezegen haline gelir. O halde ne duruyoruz? Zincirlerimizden başka kaybedecek neyimiz var? Kendimizi Marksist fikirlerle donatalım ve bir an önce mücadeleye atılalım!
link: Sefaköy’den bir MT okuru, Üretim Araçlarının Özel Mülkiyeti ve Savaş, 15 Ocak 2016, https://fa.marksist.net/node/4830
Emperyalist Dış Politikanın Çöküşü ve Tehlikeler
Sarıkamış Felâketinden Kahramanlık Çıkartma Gayretleri