Kapitalist sistemin krizi derinleştikçe egemen sınıf daha da saldırganlaşıyor. İnsanlığı bir yok oluşun içerisine sürüklüyor. Teknolojinin ve üretim araçlarının gelişmesi, iddia edildiği gibi kapitalist sistemin krizini aşmasına olanak sağlamıyor. Aksine bu durum krizi daha fazla tetikliyor. Kriz, derin ve sancılı olarak kendini dışa vuruyor.
Sistem kendi yarattığı krizi aşabilmek için dünyayı karanlığa, insanlığı ise yıkım ve ölüme sürüklüyor. Kapitalistler krizden çıkabilmenin yolunu dünyayı yeniden paylaşmakta arıyorlar. Daha fazla kâr, enerji, nüfuz ve pazar alanlarına hâkim olmak istiyorlar. Savaş bütçeleri toplamda yüz milyarlarca doları buluyor. Kitleler milliyetçilikle, faşizan söylemlerle kutuplaştırılıp düşmanlaştırılıyor. Milliyetçi-şoven kampanyalar eşliğinde iklim değişiyor. Otoriter ve baskıcı yönetimlerin önü açılıyor, polis devleti uygulamaları gündelik hayatın bir parçası haline getiriliyor. Despotik faşizan eğilimler hızla yükselişe geçerek, karanlık, umutsuzluk hâkim oluyor. Kapitalizmin tarihine baktığımızda böyle dönemlerin büyük emperyalist savaşlarla yol aldığını görüyoruz ve bugün de kriz ve emperyalist savaş döneminden geçiyoruz. Günümüzde de burjuvazi geçmişte olduğu gibi içerisinde olduğu sistem krizinden çıkabilmek için yeni bir emperyalist savaşı körüklüyor.
Egemenlerin en korktuğu şey ezilenlerin ve sömürülenlerin bu zulme baş kaldırmasıdır. Bunu engellemek için her türlü yol ve yöntemle kitleleri baskı altında tutmaya, egemenliklerini korumaya çalışıyorlar. Korku ve umutsuzluk imparatorluğunu daim kılmak için bütün propaganda aygıtlarını en etkin şekilde kullanıyorlar. Ama bu çabaları korktukları şeyin başlarına gelmesini engelleyemez. Tarih bize bu karanlıklar imparatorluğunu yıkabilecek bir güç olduğunu, bunun da tek devrimci sınıf olan işçi sınıfı olduğunu gösteriyor.
1917 Ekim Devrimi, emperyalist savaşın alevleri içerisinde doğdu. Rusya işçi sınıfı tüm ezilen halklara umut vererek karanlığı yırttı, insanlığa aydınlık bir gökyüzünü gösterdi. Emperyalist savaş Ekim Devrimiyle sonlanmış ve egemen sınıfı korku içerisinde bırakmıştı. O güne kadar Rus Çarlığının zulmü altında inim inim inleyen halklar nefes almış ve geleceği birlikte var etme mücadelesine girişmişlerdi. Bu, emekçi kitlelerde muazzam bir enerji, aydınlanma, dönüşüm anlamına geliyordu.
Tarihin ilk muzaffer işçi devrimi, tüm dünya işçilerinin umudu oldu. Bolşevikler, Marksizmin ilkelerinden, enternasyonalizmden ödün vermemiş, milliyetçiliğe ve halklar arasında düşmanlığa giden yolları kapatmak için mücadele vermişlerdi. 1919’da, daha Rusya’da iç savaş sürerken Komünist Enternasyonal kurulmuş ve birçok ülkeden komünist delegeler kongreye katılmıştı. Enternasyonal, “Komünist Parti, işçi sınıfının bir parçasıdır; en ileri, en bilinçli ve bu nedenle en devrimci kesimidir” diyor ve işçi sınıfının öncülerini proleter devrimleri tüm dünyaya yaymaya çağırıyordu. Bolşevikler bunun için büyük bir uğraş veriyorlardı. Hedef insanlığı yok oluşa sürükleyen kapitalizmi yerle yeksan etmek, tüm dünyada insanın insan üzerindeki sömürüsünü ortadan kaldırmak, özgürlüğe giden yolu açmaktı.
Engels, Marx’ın mezarı başında yaptığı konuşmada Marx için bilimin, tarihi harekete geçiren bir güç, devrimci bir güç olduğunu dile getirmişti. Sınıflar arasındaki mücadeleyi tanımlayan ve işçi sınıfının bilimi olan Marksizm, yalnızca bir fikir değil tarihin akışını değiştirecek devrimci bir fikir, devrimci bir güçtür. Lenin’in ve Bolşeviklerin önderliğinde Marksizm, hayatı değiştirdi, tarih nehrinin yatağını değiştirdi. İşçi sınıfının iktidarı sovyetlerle hayat buldu. Sınıfın öncüsü olan Bolşevik Parti ve onun lideri Lenin olmasaydı, onlar Marksizmin yolundan yürümeselerdi, tarihin akışı değişmezdi.
Tarihsel ilerlemenin önündeki en büyük engel olan kapitalizm yıkılmadıkça, dünya ve insanlık kriz-savaş sarmalından çıkamayacak ve gittikçe çürüyecektir. Bu karanlığı yırtmak için ileri atılmak ve 1917 Ekim Devriminin derslerini kuşanıp yeni Ekimler yaratmak boynumuzun borcudur.
link: Gebze’den MT okuru bir işçi, Yeni Ekimlere, 25 Kasım 2016, https://fa.marksist.net/node/5405
OHAL’de Cezaevleri ve İnsan Hakları İhlalleri
1905’ten Yirmi Yıl Sonra