İnsandaki değişim olgusunu fiziksel, duygusal, düşünsel her alanda açıklamaya çalışan bilimlerin ve bilim adamlarının ağızlarına almadıkları bir dönüşüm var ki, o da devrimci dönüşümdür. Devrimci olmak, düzene karşı olmaktır. Bugün kapitalizmin barbarlık çağında devrimci olmak aklı başında olmaktır. Aksi ise yabancılaşma, körleşme, aptallaşma ve burjuva siyasetle güdülmedir. Bir devrimci olarak bugünden geriye baktığımda, kendime devrimci dememek için nasıl ayak dirediğimi çok iyi hatırlıyorum. Genç bir insan olarak burjuva kültür iliklerime kadar işlemişti. Devrimci olmadan da kapitalizme karşı koyabileceğimi ve ters giden sistemin yanlışlarını düzeltebileceğimi zannediyordum. Oysa bıraktık düzeltmeyi, bireysel-örgütsüz bir kavrayış, gerçeği görmekte bile yetersiz kalıyor.
Devrimci olmadan önce sorunu bireylerde görüyor ve bunu aşmanın yolu olarak da psikoloji bilimini gözümde yücelterek psikolog olmak istiyordum. Ardından anarşizm kulağıma hoş geldi. Ve daldan dala sıçrayan düşünce akımları… Kavrayış tarzım bütünü ve kapitalizmi algılamaktan uzaktı. Bütün bu ortada salınışlarım herkese bakmamı, her şeyi eleştirmemi sağlarken aslında hiçbir şey yapmadığımı görmemi de engelledi. Kendine solcu diyen herhangi bir gençten farkım yoktu. İnsanların bazılarını beğeniyor, çoğunu yeriyordum. İnsanları değiştirmek ve gerçekleri anlatmak adına hiçbir şey yapmıyordum. Çünkü kendime devrimci demiyordum ve aslında kendime devrimci dememekle de tüm bunlardan kendimi muaf tutuyordum. Sisteme küfrediyor, ancak gündelik alışkanlıklarımda, yaşam disiplinimde sistemle kucaklaşıyordum. Eğitim, sağlık, yoksulluk gibi sorunların çözümünü iyi öğretmende, iyi doktorda, iyi yöneticilerde görüyordum.
“Kapitalizme” karşıydım ancak kapitalizmin ne olduğunu anlayabilmiş değildim. Belli müzikler dinleyip belli kitaplar okumam kendime solcuyum dememe yetmişti. Birinden duyduğumu bir başkasına aktarmak kolaydı ve bunu derinlemesine sorgulayan kimse de yoktu. Bir şey yapmıyor da değildim hani. Basından, arkadaşlarımdan duyduğum eylemlere katılıyor ve panelleri takip ediyor, akademik dünyada övgüler yağdırılan her kitabı okumaya çalışarak, işçi sınıfının ve onun örgütlü gücünden habersiz, sözde aydınların ağzının içine bakıyordum.
Kendimi devrimci olarak adlandırmaktan özenle kaçınıyordum. Solcuydum ve herkesin solcu gözüktüğü bir ortamda kimsenin de “sen nasıl solcusun” dediği yoktu. Devrimci olmak üzere sohbetler edildiğinde devrimciliği göklere çıkartıp, kendimi yerin dibine batırarak herkesin devrimci olamayacağını söylüyordum: “Devrimcilik başka, kendime devrimci diyerek devrimcilere haksızlık edemem”. Oysa benim durumumda bir kaçıştı bu. Yüzeysel bilgilerden doğan yüzeysel tepkilerimle ve örgütsüzlüğümle elbette ki devrimci değildim, ancak “nasıl devrimci biri olabilirim ve nereden başlamalıyım” sorusundan kaçarak kendimi dönüştürmekten, sorumluluk üstlenmekten kaçıyordum. Gerçekte örgütlü olmaktan kaçıyordum. Çünkü örgütlü mücadeleye inanan biri zaten bunları soru cevapla değil, bir mücadelenin içinde ve işçi sınıfının mücadele deneyiminden bal gibi öğrenebilirdi.
Aslında devrimcilerin herkesten çok koşuşturduğunu, mücadele ettiğini, yaşamını örgütlü bir mücadele doğrultusunda düzenlediğini kendine solcu diyen herkes bilir, sorun bunu bilmemekte değildi. Sorun buna adım atmakta, başlamakta, taşın altına elini koymaktaydı.
Bu sorumluluktan kaçmak için herkesin türlü türlü bahanesi olur, benim de vardı. Doğrular, insanın huzurunu kaçırır. Kapitalizmin ancak bilinçli ve örgütlü bir mücadele ile yıkılabileceğini öğrendiğimde benim de huzurum kaçmıştı. Doğruları yapmaktan koktuğumdan yanlışımı teorize etmeye girişmiştim. “Müthiş” felsefi, düşünsel savunular geliştirmiştim. Olaylar karşısındaki bireysel tepkime, gündelik politikanın peşine takılmama “bu benim tercihim” demiştim. Şimdi çok iyi anlıyorum ki, “benim tercihim” dediğim ve bireysel yapmaya çalıştığım her şey burjuvazinin ve 12 Eylül faşizminin genç kuşaklara kabul ettirdiği ruh haliydi.
Burjuvazi sol değerleri “ılımlı sol” ve “radikal sol” diye ikiye ayırarak duyarlı kitleleri ciddi bir manipülasyona tâbi tuttu. Ilımlı sol burjuva siyasetinin arkasından giden, kapitalizmin korkak iyimserleriydi. Bireysel davranan, sol değerleri işine geldiğinde sahiplenen işine gelmediğinde ağzına bile almayan, saf tutmadıklarını sanıp aslında burjuva safta yer alanlardı. Sol yayınları alan ancak okumayan, grevleri duyan ancak hiçbirini ziyarete gitmeyen, 1 Mayıslara hep izleyici tayfası arasında katılan, örgütlülüğün bilincinde olup rahatı kaçmamak adına örgütlü olmaktan uzak duran, sonuçta kendilerini kandıranlardı. Bu, başını devekuşu gibi kuma gömme hali ve burjuvazinin kitlesel saldırılarına karşı yerin dibine batmama hali, bu akıl tutulması daha ne kadar sürer bilinmez ama, işçi sınıfının mücadelesinin yükseldiği ve kitlelerin politize olduğu dönemlerde bu ikircikli kişiliklerin işçilerin gözünde hiçbir değeri olmayacak ve bu hiçbir şey yapmama halini işçiler teşhir edecektir. İşçiler, “iki sınıf var; proletarya ve burjuvazi, birinden değilsen ötekindensin!” diyerek safları netleştirecektir.
Devrimci olmam kolay olmadı. Ancak gerçeği görüp de bir şey yapmamak taşınması çok daha güç bir yüktür. Gerçek kurtuluşun kapitalizmi yıkmaktan geçtiğini göremeyecek kadar kör, cahil ve örgütlenmekten korkanların neden mutlu olamadıklarının çelişkisini çözmeleri zordur. Tam bir boşluk, ümitsizlik, tutunamama ruh hali içerisindedirler. Sınıf çelişkileri bilince çıktığında insan ya devrimci olur ya da bu gerilime dayanamayıp boşluğa yuvarlanır. Başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmayanların yaşamları katlanılmazdır. Kapitalist sisteminin her türlü baskı ve yozlaştırma çabasına rağmen devrimci mücadele saflarında yer almaktan ve komünistçe yaşamaktan gurur duyuyorum. Başka bir dünya mümkün ve onun adı SOSYALİZM!
Düşmesin bizimle yola: evinde ağlayanların gözyaşlarını boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
İşte: şu güneşten düşen
ateşte milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar göğsünün kafesinden yüreğini; şu güneşten
düşen ateşe fırlat; yüreğini yüreklerimizin yanına at!
link: İstanbul’dan bir MT okuru, Devrimci Olmaktan Korkmak, 12 Aralık 2005, https://fa.marksist.net/node/572
Asgari Ücret Sefalet Ücretidir!
Bütçe: Devletin Burjuva Karakterinin Bir Yansıması