Eğitim-Sen, Genelkurmay Başkanlığının talimatı ile açılmış bir davada, tüzüğünde anadilde eğitim hakkının savunulmasına yer verdiği için kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Eğitim emekçilerinin kararlı bir biçimde sürdürdükleri fiili meşru mücadele anlayışı ile yasalara rağmen kurdukları Eğitim-Sen, bir yol ayrımına geldi. Ya mevcut yasalar karşında varlığını sürdürmek için tüzüğünden belirtilen maddeyi çıkaracaktı ya da sendika kapatılacaktı.
Elbette Eğitim-Sen'e dönük bu girişim, Newroz'la birlikte yükseltilmeye başlanan milliyetçilik dalgasından ve işçi sınıfına yönelik diğer antidemokratik saldırılardan ayrı düşünülmemeli. İkiyüzlü burjuvazi kaşıkla dağıttığı en sıradan demokratik hakları sırası geldiğinde kepçeyle topluyor. Bu dönemde, Türk Ceza Kanununun var olan güdük burjuva demokrasisini daha da daraltacak biçimde yeniden düzenlenmesi, faşistlerin üniversitelerdeki devrimci öğrencilere dönük saldırılarının yoğunlaşması, devrimcilere yönelik linç girişimleri eşliğinde yükseltilen şovenist hezeyanlar; AB, demokrasi, ilerleme gibi sözlerle sürdürülen propagandanın ikiyüzlülüğünün açık göstergeleri oldu. Anadilde eğitim hakkının değil yaşama geçirilmesi, bir sendikal örgütün tüzüğünde savunulması bile egemen sınıfın tahammülsüzlüğünü ortaya sermeye yetti.
'Burjuvazinin AB taraftarı kesimleri, ödlekliklerinden kırpıp kuşa çevirdikleri demokratikleşme yasalarını meclisten geçiriyorlar geçirmesine, ama unutmamalı ki, burjuva toplumlarında yasama ayrı yürütme ayrı şeylerdir. Bu kadar kırpılmış burjuva demokratik haklar bile, iş uygulamaya geldiğinde, devlet aygıtının yetkilileri cephesinde çetin bir direnişle karşılaşabiliyor. Hele bir de sorun Kürt sorunuyla bağlantılıysa, o noktada burjuva hukukunun hükmü geçmiyor!'
'Öyle bir ülkede yaşıyoruz ve bu ülkedeki emekçiler ve ezilen Kürt halkı özgürlüğe o denli aç durumda ki, burjuvazi eli titreyerek eser miktarda verdiği özgürlüklerin, ezilen kitleler tarafından sonuna kadar kullanılmasından öcü gibi korkuyor.' (Özgür Doğan, Özgürlüğün Santimetresi, www.marksist.com)
Gelinen noktada, başta Genelkurmay olmak üzere, değişimi mümkün olduğunca yavaşlatmaya çalışan statükocu egemen güçler, Eğitim-Sen'in tüzüğünde yer alan anadilde eğitim hakkı maddesinin aynı zamanda Kürtçenin resmi dil olması talebinin bir göstergesi olduğunu düşünüp esas korkularını açığa vurmuşlardır. Statükonun devamından yana olan burjuvazinin bu kesimleri, Yargıtay'ın aldığı kararla, Kürt halkına dönük en küçük demokratik açılımları bile bertaraf etme kararlılıklarını ortaya sermiş oldular. Böylelikle Avrupa Birliği uyum yasaları kapsamında Kürtçeye sunulan özgürlük kırıntılarının dahi mücadeleyi sürdürmeksizin kullanılamayacağı bir kez daha anlaşılmış oldu.
Eğitim-Sen Mücadele Etmeden Ayakta Kalamaz
Bu koşullar altında burjuvazinin ciddi bir salvosuna maruz kalan Eğitim-Sen, örgütün varlığını sürdürmek için, mücadelesinin bundan sonraki seyrini de belirleyecek bir karar vermek zorunda kaldı. 3 Temmuzda yapılan Olağanüstü Genel Kurulda burjuvazinin antidemokratik uygulamaları karşısında mücadeleci bir karşı koyuş sergilemek yerine geri adım atmak tercih edildi.
Genel Kurul çok gergin bir atmosferde yapıldı. Genel Kurulun yapıldığı salona, salonun küçüklüğü bahane gösterilerek delegelerden başka kimsenin alınmak istenmemesi, yangından mal kaçırma psikolojisindeki sendika yönetiminin bakış açısını açıkça ortaya koyuyordu. Uzun süren kargaşadan sonra, ısrarları sonucu salona girmeyi başaran ve çoğunluğunu sendika aktivistlerinin oluşturduğu kalabalık, Genel Kurul boyunca tüzük maddesinin değiştirilmemesi yönünde sloganlar attı.
Bu noktaya gelininceye kadar ne sendika yöneticilerinin ne de üyelerin ağırlıklı bir kesimi mücadeleci bir tutum sergilemek yönünde bir eğilim geliştirmişti. Örgüt içinde Yargıtay'ın kararı karşısında izlenecek yol konusunda iki ayrı tutum ortaya çıkmıştı. Sendika yönetiminde de çoğunluğu oluşturan reformist eğilimlerin temsilcileri, sendikanın kapatılma tehlikesini, burjuvazinin isteğini yerine getirmek suretiyle de olsa savuşturmak gerektiğini söyleyip bu doğrultuda davrandılar. Bu eğilimin önde gelen temsilcilerinden Eğitim-Sen'in genel başkanı Alaaddin Dinçer, Genel Kurul öncesinde yaptığı açıklamalarda, 'anadilde eğitimi savunmak için tüzükte bunun yazması gerekmiyor. Örgüt açık kalmalı ki anadilde eğitimi savunmaya devam edebilsin' diyordu.
Geri adım atmak yönünde hareket edenler pozisyonlarını bu denli açık biçimde ortaya koyuyorlardı, Genel Kurulda da bu doğrultuda davrandılar. Birlik halinde davranan devrimci gruplar ise tüzük değişikliğine gidilmeden, gerekirse örgütün bu karar doğrultusunda kapatılmasını göze alarak mücadele edilmesi gerektiğini savundular. Ne var ki, mücadele edilmesi gerektiğini söyleyen bu kesimler, söylemlerinin altını dolduracak nitelikte bir eylemliliği ne Genel Kurul öncesinde ne de Genel Kurul sırasında hayata geçirecek tutumlar sergileyemediler. Çünkü bu kesimler söylemlerindeki radikalliğe paralel bir gücü sendika içinde oluşturacak örgütlülüğün çok uzağındaydı.
En zor durumu ise Kürt yurtseverleri yaşadı. Tabanlarındaki ve delegasyonlarındaki çoğu üyenin tüzük değişikliğine gidilmemesi yönündeki eğilimine rağmen, KESK yönetimindeki etkin pozisyonunu koruma derdindeki yöneticilerin ağır basmasıyla, delegasyon tüzük değişikliği doğrultusunda oy kullandı. Ancak kendi içlerine de sinmeyen bu tutumu tabanlarına açıklamak konusunda büyük endişe taşıyan Kürt delegeler sıkıntılıydı.
Fiili meşru mücadele anlayışı ile kendini var eden Eğitim-Sen başlangıçtaki mücadeleci çizgisinin uzağına düşmüştü. Örneğin, Genel Kuruldaki konuşmalarda, sendika içindeki bütün eğilimlerin anadilde eğitim hakkını savunduğunu dinledik. Ancak üyelerin ağırlıklı bölümü burjuva yasalara karşı mücadeleyi aklına dahi getirmiyordu. Oysa işçi sınıfının kendi tarihini unutmaması, ondan öğrenmesi gerekir. Eğitim-Sen'e mücadelenin yolunu kendi tarihi gösteriyordu. Daha fazlasını 15-16 Haziran direnişi ile burjuvazinin kendi örgütlerini kapatmak için çıkardığı yasaların nasıl boşa çıkarılacağını ortaya koyan işçi sınıfı gösteriyordu.
Sonuçta Tüzük maddesinin değişimi 115 hayır oyuna karşı 381 evet oyuyla kabul edildi.
Dünün görevleri değişmedi
Kürt halkının haklı mücadelesini destekten yoksun bırakmak ve sendikaları burjuva devletin genel yönelimlerinin dışına çıkmayacak biçimde hizaya sokmak amacı taşıyan Yargıtay kararına karşı mücadele etme görevi, hâlâ eğitim emekçileri ile birlikte tüm işçi sınıfının önünde önemli bir sorumluluk olarak durmaktadır. Fakat kamu emekçilerinin sendikalarını ancak varlığını yok sayamayacak duruma geldiğinde yasal hale getiren burjuvazinin eli bugün daha rahat. Sol söylemi yaygın olarak kullanıyor olmalarına karşın bugünkü KESK ve ona bağlı sendikaların reformist yöneticileri has bürokratlar haline geldiler çünkü. Genel Kurulun aldığı karar gösteriyor ki, 90'lı yılların başlarından itibaren o dönemdeki burjuva yasalarının sınırlarını hiçe sayarak yürüttükleri mücadelelerinde bir tek kendi haklılıklarına ve öz güçlerine güvenen eğitim emekçilerinin sendikası, bugün o kararlılığın çok uzağında ne yazık ki. Son dönemdeki cılız eylemler de gösterdi ki, bürokratik yönetimlerin elinde içi boşalan örgütlerin ayakta duracak mecali kalmamış durumda.
Elbette Eğitim-Sen Genel Kurulunda böyle bir geri adım atılmış olması sendikal hareketin dibe vurduğu koşullarda moral bozucu bir etken oldu. Ne var ki Genel Kurulun teslimiyetçi kararı mücadele edilmesi gereğinin önüne de geçmemelidir. Zira işçi sınıfının önünde duran görevleri değiştirecek bir durum yok ortada. Yönetimi hızla bürokratlaşan Eğitim-Sen'de de, diğer işçi sendikalarında da, yapılması gereken, sendikaların yapılarının ve işleyişlerinin değiştirilmesi yönünde mücadele vermektir.
Bugün Eğitim-Sen'de de, diğer sendikalarda da, işçi sınıfının çıkarlarını militan sınıf sendikacılığı anlayışı ile savunacak güçlere duyulan ihtiyaç artmıştır. Bütün sendikalarda karar alma sürecinde etkin olan bürokrat sendika yöneticilerinin yerine işçilerin inisiyatifini yansıtan militan yönetimler geçmelidir. Bunun için de öncü ve sosyalist işçiler sınıf çıkarları doğrultusunda işçileri örgütleme ve eğitme sorumluluklarını ısrarla hayata geçirmelidirler. Militan sınıf sendikacılığının gereklerini yerine getirmek üzere bir mücadele yükseltilmelidir. İşçi sınıfının bugüne kadarki bütün kazanımları böylesi mücadelelerle sağlanmıştır. Attığı bütün geri adımlarsa onu daha sonraki saldırılarda daha güçsüz kılmıştır. Tarihimiz bize gösteriyor ki teslimiyetçi tutumun sonu yoktur.
link: Selim Fuat, Teslimiyetin Sonu Yok, 15 Temmuz 2005, https://fa.marksist.net/node/7178
Kapitalizm ve Çocuk İşgücü Sömürüsü
Ekstra Metal’den Atılan İşçiler Direnişte