Tek adam rejiminin ürettiği çok boyutlu krizlere şimdi de enerji krizi eklenmiş bulunuyor. İktidar saplandığı batakta açmazlarla cebelleşirken sorunları her alanda dağ gibi büyüterek bir ateş topu gibi halkın kucağına bırakıyor. Karadeniz’de zengin doğalgaz yatakları keşfedildiği ve bu gazın 2023’te evlere ulaştırılacağı müjdelerini veren, Akdeniz’de sondaj gemileri dolaştırıp yedi düvele kafa tutarmış pozları kesen Erdoğan rejiminin enerji politikasının da iflas ettiği görülüyor. 2022’nin açılışını elektrik ve doğalgaza %50 ilâ %125 arasındaki fahiş zamlarla yapan hükümet, 20 Ocakta sanayi bölgelerine doğalgaz ve elektriği kısıtlı vermeye başladı. İstanbul’dan Diyarbakır’a tüm sanayi bölgelerinde üretimin durmasına ya da yavaşlatılmasına yol açan ve 10 gün süreceği açıklanan bu kısıtlamanın gerekçesi, teknik bir sorun nedeniyle İran’ın gaz akışını kısa bir süreliğine kesmesi olarak gösterildi. Oysa İran Milli Gaz Şirketi, kendilerinden kaynaklı teknik sorunu halletmelerine rağmen Türkiye sınırları içindeki doğalgaz basınç yükseltme istasyonunda yaşanan sorun nedeniyle Türkiye’nin gaz akışını sağlayamadığını açıkladı.
28 Ocakta Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, sanayi tesislerine uygulanan elektrik kısıtlamasının 29 Ocakta son bulacağını, doğalgazda uygulanan kısıntının ise 31 Ocaktan itibaren yüzde 40’tan yüzde 20’ye düşürüleceğini duyurdu. Buradan anlaşılıyor ki, en başta on gün süreceği açıklanan doğalgaz kısıtlamasının ne zaman sona ereceği belli değildir. Üstelik kapasitesi son derece sınırlı olan stoklarda bir haftalık gaz kaldığı belirtilirken, bu durumun konutları ve elektrik üretimini etkileme riski de bulunmaktadır. Çünkü gelinen noktada elektrik üretiminin üçte biri de doğalgazdan sağlanmaktadır.
Peki, yaşanan enerji krizinin sadece İran’ın vanaları on günlüğüne kapatmasından kaynaklandığı savı gerçekçi midir? Türkiye’nin doğalgaz alımının tamamının İran’dan yapılması durumunda böylesine büyük boyutlu bir sorunun yaşanması elbette kaçınılmaz ve anlaşılır olurdu. Ama durum hiç de öyle değildir. Türkiye, İran’ın yanı sıra Rusya ve Azerbaycan’dan da uzun dönemli doğalgaz alım anlaşmaları kapsamında boru hatlarıyla doğalgaz ithalatı gerçekleştirmektedir. Ayrıca Cezayir ve Nijerya’dan da gemilerle sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ithalatı ve çeşitli ülkelerden spot alımlar yapılmaktadır. Bütün bunlar dikkate alındığında, İran’ın payı toplam ithalat içinde sadece %11’dir. Rusya yaklaşık %34 ile başı çekerken, onu %24 ile Azerbaycan takip etmektedir.[1] Fakat 2021’de olağandışı bir durum yaşanmış, Azerbaycan’la yapılan uzun süreli alım sözleşmesinin vadesi dolmasına rağmen uzatılmaması nedeniyle bu ülkeden alınan gaz neredeyse üçte birine düşmüştür. Keza Rusya’dan gelen gaz da özel şirketlerin Gazprom’a borçlarını ödememesi ve yine vadesi dolan sözleşmelerin uzatılmaması nedeniyle üçte bir oranında azalmıştır! İşte bugün yaşadığımız krizin temel nedeni budur. İran gazında yaşanan tedarik sorunu, diğer ülkelerden gelen gazla giderilemediği için Türkiye gazsız kalmış, daha doğrusu bu iktidar tarafından gazsız bırakılmıştır.
Ekonomiyi içine ittiği çöküşten kurtarmanın yolunu ne pahasına olursa olsun ihracatı arttırmakta arayan siyasi iktidar, önceden duyurusunu yapmadan gazını ve elektriğini keserek sanayiyi durdurmuş ve sadece bu yüzden milyarlarca dolarlık ekonomik kayba yol açmıştır. İzlediği politikalar yüzünden Hazine’nin ve Merkez Bankasının döviz rezervlerini boşaltan hükümet, Nisan ayında süresi dolan alım sözleşmesini doğalgaz fiyatlarını çok yüksek bulduğu için uzatmayıp gerektiğinde spot alımlarla açığı kapatma seçeneğine yönelmiştir. Ne var ki, sıvılaştırılmış doğalgaz fiyatlarının düşeceği beklentisiyle orta ve uzun vadeli doğalgaz sözleşmelerini yenilememe politikası, fiyatların hızla tırmanışa geçip birkaç katına çıkmasıyla çökmüştür. Üstelik uzmanlar tüm dünyada enerji fiyatlarının artacağı ve enerji arzında azalma olacağı yönünde uyarı üstüne uyarı yapmıştır. Anlayacağımız dünya ekonomisinin gidişatını görmekten bile aciz, kifayetsiz bir iktidar bulunmaktadır karşımızda. Geçtiğimiz yıllarda piyasa fiyatının çok üstünde rakamlarla ve koşullarla Rusya’yla anlaşmalar yapan ve bunları gizli tutan iktidar temsilcilerinin, bu yolla gerçekleştirdikleri yolsuzluğun haddi hesabı bilinmiyor. Enerjide özelleştirme politikasıyla birkaç yandaş tekeli ihya ederken kendi ceplerini de dolduranlar, bugün gelinen noktada emekçileri hem fahiş enerji faturaları hem de gaz kıtlığı nedeniyle donmaya mahkûm etmişlerdir. Patronların işyerlerinde elektrik ve gazdan tasarruf adına soğukla yüz yüze bıraktıkları işçiler, enerji kısıtlaması nedeniyle duran fabrikalarda da bu kez zorunlu izin dayatmasıyla karşı karşıya kalmışlardır.
Patron örgütleri “zaman zaman küçük çaplı sorunlar yaşansa da bugüne kadar Türk sanayisinde bu kadar kapsamlı bir kısıtlama olmadı” diye yakınırken, “konutlarda da kesintiye gidilsin” önerileriyle hükümete faturayı tümüyle emekçilere kesme akılları veriyorlar. Hükümetiyle, iş âlemiyle sermayenin hedef tahtasında her halükârda işçiler, emekçiler bulunuyor. Tek kaygıları para, daha fazla para olan sömürücüler, salgın hastalıklar kol gezerken bile bebekleri, çocukları, yaşlıları, hastaları soğuğa mahkûm etmekten çekinmeyecek kadar gözlerini karartmış durumdalar.
Siyasi iktidarın bizzat müsebbibi olduğu enerji krizi, emekçiler asçısından iki boyutlu olarak zaten yaşanmaktayken, burjuvazi tarafından bu ancak sanayinin gaz vanaları ve elektrik şalterleri kapanınca “kriz” olarak nitelendirilmiştir. Sözünü ettiğimiz ilk boyut, bu kara kışta asgari ücretin ve emekli maaşlarının neredeyse yarısını oluşturan doğalgaz ve elektrik faturalarıdır. İkinci boyutsa, enerji maliyetlerindeki fahiş artışın (sanayide kullanılan doğalgaza son bir yılda %435, elektrik üretiminde kullanılan doğalgaza %290 zam gelmiştir) tüm ürünlerin fiyatlarının yükselmesine yol açarak emekçilerin yaşamsal giderlerini inanılmaz derecede arttırmasıdır.
“Yerli ve milli” yalancılık eşliğinde tam gaz özelleştirme
Yıllardır “yerli ve milli” enerji üretiminden dem vuran AKP hükümeti, propagandasının tam tersine elektrik üretiminde ithal yakıtın (doğalgaz ve ithal kömür) payını arttırmıştır. 2019 yılında doğalgaz yakıtlı santrallerin payı %19,2 iken 2020 yılında %23,5’e, ithal kömür santrallerinin payı %20,5 iken %21,2’ye çıkmıştır.[2] Bu oranlar ve uluslararası piyasalarda doğalgaz fiyatının son bir yılda yüzde 300’ler, 400’ler düzeyinde artış göstermesiyle ve TL’nin dolar karşısında yarı yarıya değer kaybetmesiyle birlikte düşünüldüğünde, bunun ülke ekonomisine ne denli ağır bir yük bindirdiği daha net görülebilir.
Türkiye’nin elektrik üretiminde 1984’te %23 olan dışa bağımlılık oranı 2020’de %43’e çıkmıştır. Peki her dereye kurulan HES’lere, her tepeye kurulan RES’lere, yerli kömürle çalıştırılacağı söylenip birbiri ardına açılan kömür santrallerine rağmen bu nasıl olabilmektedir? İşte bu noktada da karşımıza özelleştirme gerçekliği dikilmektedir. Yüzlercesi inşa edilen HES’ler, RES’ler ve yerli kömürlü termik santraller, tümüyle işletmecilerinin devletten para hortumlamak için kurdukları tesislere dönüştürülmüşlerdir. Verimlilik ve işletme hesapları merkezi bir enerji planlaması dâhilinde yapılmayan özel santraller, işletim dışı kaldıklarında bile devletten ödeme almaya devam etmektedirler. Elektrik faturaları sadece birim enerji fiyatını arttırarak değil, uyduruk “hizmet bedelleriyle” de şişirilerek enerji tekellerinin kasaları doldurulurken halkın inim inim inlemesi hükümetin umurunda değildir.
Santralleri ellerinde bulunduran özel şirketler, devlete elektriği daha yüksek fiyattan satmak üzere şantaja başvurmaktan üretimin kârlı olduğu saatlerde devreye girmeye kadar her türlü keyfiliği sergileme lüksüne sahiptirler. Hatırlayacak olursak, 2006 Temmuzunda, özel sektörün işlettiği doğalgaz santrallerinin devletin verdiği fiyatı düşük bularak üretimi durdurması sonucunda Marmara ve Ege’deki 13 il, o kavurucu sıcakta 6 saat boyunca elektriksiz kalmıştı. Hükümetse bunun karşısında hiçbir şey yapmamıştı. 2015 Martında da 1000’den fazla santralin bulunduğu Türkiye’de çok sınırlı bir bölgede sorun yaşanmasına rağmen ülkenin büyük bir bölümü 10 saat boyunca elektriksiz kalmış, hükümet sorunun nereden kaynaklandığını bile açıklayamamıştı. Oysa bu sorunların nedeni tek bir gerçekliğe işaret etmektedir: Böylesine yaşamsal bir sektörün, kârı her şeyin önünde tutan özel sektörün eline teslim edilmesi! Tüm kurumların içini boşaltan, eleştiriyi baskılayan ve liyakati etkisiz kılan faşist bir rejimin hüküm sürdüğü “yeni Türkiye”nin bu açıdan her zamankinden çok daha büyük risklerle karşı karşıya olduğu da açıktır.
Bugün Türkiye’de elektrik üretiminin %80’e yakını, dağıtımının ise tamamı özel sektöre devredilmiş durumdadır ve bu tablo pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. “Elektrik enerjisi gibi yaşamsal bir konuda üretimin, iletimin ve dağıtımın kesintisiz bir şekilde sürmesini sağlamak ancak merkezi bir planlama ve koordinasyonla mümkündür. Oysa pek çok şirkete bölünmüş yüzlerce santralin ve dağıtım sisteminin söz konusu olduğu bir ortamda merkezi planlama ve koordinasyonun nesnel zemini de ortadan kalkmakta ve her türlü riske açık bir durum kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, mevcut santrallerin toplam kurulu gücü üzerinden elektrik üretimindeki payı yüzde 30’a düşen devlet, ortaya çıkan kritik durumlarda sistem çöküşünü engelleyebilecek teknik müdahaleleri anında yapabilme olanağını da, fiyatları dengeleme olanağını da yitirmektedir. Bu durum tüketicilere, fiyatların yükselmesi, hizmet kalitesinin düşmesi ve geniş ölçekli ve uzun süreli enerji kesintilerinin sıklığının artması şeklinde yansımaktadır.”[3]
Tüm bunlar ortadayken hükümet şimdi de TEİAŞ’ı (Türkiye Elektrik İletim A.Ş.) özelleştirmeyi planlamaktadır. Harcamaları asgariye indirmek üzere iletim hatlarının bakım ve onarımından “tasarruf” etmeye yönelecekleri çok açık olan özel şirketlerin, elektrik hizmetlerinde devasa sorunlara yol açacakları gün gibi aşikârdır ve meslek odaları bu konuda uyarı üstüne uyarıda bulunmayı sürdürmektedir. Ama zaten özelleştirme politikaları hayata geçirildiğinden bu yana konunun uzmanlarının dillendirdikleri uyarılara tümüyle kulaklar tıkanarak bugünlere gelinmemiş midir?
İletim hatlarının bakım ve onarımının gerektiği gibi yapılmaması, yenileme ve kapasite arttırma için şart olan yatırımların yapılmaması, uyarı ve koruma sistemlerinin kurulmaması gibi nedenlerle dünyanın pek çok ülkesinde son yıllarda felâket boyutuna varan sorunlarla karşılaşıldığını görüyoruz. Örneğin bu nedenle çıkan büyük yangınlar ABD’de koca kasabaları, ormanları küle döndürüyor; elektik sistemlerinin ağır kış koşullarına dayanamaması yüzünden milyonlarca insan günlerce elektriksiz, doğalgazsız kalıyor. Yüzlerce insanın hayatını kaybettiği bu tür felâketler artık rutin bir şekilde her yıl tekrarlanıyor. Sebep ne diye bakıldığında ise hepsinin altından özelleştirmeci, piyasacı politikalar, merkezi planlama ve koordinasyon eksikliği, özel sektörün keyfi tutumları çıkıyor! Daha önce de dile getirdiğimiz gibi, “böylesine büyük ve komplike sistemler piyasaya açıldığında, azami kâr güdüsünün yarattığı sorunların bedelleri de altından kalkılamayacak kadar ağır olmaktadır. Bu nedenle enerji sektörü işçi denetiminde devletleştirilmeli ve elektrik üretimi, iletimi ve dağıtımı, kâr değil toplumsal çıkarlar öne alınarak yapılmalıdır. Aksi takdirde yaşamsal riskler de doğuran çok ciddi sorunların peşpeşe yaşanması kaçınılmaz olacaktır.”[4]
[1] Gerek Rusya gerekse İran’dan alınan doğalgazın miktarında da payında da 2017’den itibaren bariz bir düşüş görülmektedir. Türkiye’nin toplam gaz ithalatı 2017’de 55.250 Sm3 (standart m3) iken 2020’de 48.126 Sm3’e inmiştir.2017’de Rusya’dan alınan gaz miktarı 28.690 milyon Sm3 (%52) iken 2020’de 16.166 milyon Sm3 (%33,6) olmuştur. Aynı dönemde İran’dan alınan gaz miktarı da 9251 Sm3’ten (%16,7) 5321 Sm3’e (%11) düşmüştür. Azerbaycan’ın payı ise gerek miktar gerekse oran olarak yaklaşık iki katına çıkmıştır.
[2] EPDK, Elektrik Piyasası 2020 Yılı Piyasa Gelişim Raporu
[3] İlkay Meriç, Elektrik Sistemindeki Çöküş ve Örtülmek İstenen Gerçekler (Nisan 2015), marksist.com
[4] İlkay Meriç, age
link: İlkay Meriç, Şimdi de Enerji Krizi…, 1 Şubat 2022, https://fa.marksist.net/node/7566
Algı Operasyonları
Öğretmenlik Meslek Kanunu Örgütsüzlüğü Dayatıyor!