Bir Bütün Olarak Kapitalist Üretim Süreci
Kapital 3. Cilt okumasına giriş:
Kapital’in üçüncü cildi de tıpkı ikinci cilt gibi, Marx tarafından yayına hazırlanmamıştır. Marx’ın ölümüyle birlikte, ardında uzun yılların emeği olan devasa kapsamda değerlendirme ve çözümlemeler elyazması notlar halinde Engels’e miras kalmıştır. Engels işte bu notlardan hareketle ve Marx’ın notlarına fazlaca dokunmadan Kapital’in ikinci ve üçüncü cildini yayına hazırlamıştır. Engels’in üçüncü cilde önsözünde de belirttiği gibi, Marx tarafından yayınlanmak üzere gözden geçirilemeyen elyazmaları, ortalama bir okuyucu için zorluk yaratacak matematiksel açıklamalar ve formüllerle yüklüdür. O nedenle bu tür yerlerde özü bozmadan elden geldiğince sadeleştirmeler, kısaltmalar, özetlemeler yapılarak ilerlenecektir. Çünkü belirtmek gerekir ki, bu çalışmanın amacı ortalama okuyucunun da Kapital’in özünü kavrayabilmesini sağlamaktır. Bunun dışında, Kapitalleri tüm karmaşık açıklamaları ve matematiksel çözümlemeleri de içerecek kapsamda doğrudan Kapital ciltlerinden inceleyecek kişiler zaten kendi bağımsız okumalarını yapacaklardır. Bu açıdan, Kapital üçüncü cilt okuması boyunca, bu çalışmanın amacına hizmet etmesi için zorunlu olarak yapılan sadeleştirmelerin genelde bir kayba yol açmayacağı dileğiyle.
Engels’in 4 Ekim 1894 tarihli önsözünden
Fedakâr, azimli ve yüce yürekli Engels, Marx’ın ölümüyle yayınlanması yarım kalan Kapital ciltlerini gelecek kuşaklara eksiksiz aktarabilmek amacıyla devasa bir çalışma yürütmüştür. Bu çalışmanın neticesinde üçüncü cildi de bitirdiğinde, buna yazdığı önsöze şöyle başlar: “Marx’ın ana eserinin teorik kısmının sonuç bölümünü oluşturan bu Üçüncü Kitabı sonunda ortaya çıkarabildim. 1885’te İkinci Kitabı yayınlarken, Üçüncüsünde, kuşkusuz bazı çok önemli bölümler dışında, sadece teknik güçlüklerle karşılaşacağımı düşünüyordum. Gerçekten de öyle oldu; ama o dönemde, bütün eserin işte bu en önemli bölümlerinde karşıma çıkacak olan güçlükler hakkında hiçbir fikrim olmadığı gibi, kitabın tamamlanmasını bu kadar geciktirecek olan diğer engellerden de habersizdim.”
Engels’in önsözünün takip eden satırları da, onun ilerleyen yaşına ve rahatsızlıklarına karşın, giriştiği işi bitirme azmini ve komünist görev aşkını gözler önüne serer. Önsözden çarpıcı bölümleri seçerek okuyalım: “Birincisi ve beni en çok rahatsız etmiş olan şey, yazı yazabildiğim zamanı yıllar boyu en aza indiren ve bugün bile yapay ışıkta kalemi elime almama ancak istisnai olarak izin veren kalıcı bir görme zayıflığı oldu. Buna, geri çevrilmeleri mümkün olmayan başka işler eklendi: Marx’ın ve benim daha önceki eserlerimizin yeni baskıları ve çevirileri, dolayısıyla da çoğu zaman yeni incelemeleri zorunlu kılan gözden geçirmeler, önsözler, tamamlayıcı ekler vb. Hepsinden önce de, metninden nihai olarak benim sorumlu olduğum ve bunun için de çok zamanımı alan, Birinci Kitabın İngilizce baskısı. Uluslararası sosyalist literatürün son on yıldaki muazzam büyümesini ve özellikle de Marx’ın ve benim daha önceki eserlerimizin çevirilerinin sayısını bir ölçüde izlemiş olan herkes, çevirmenlere yararlı olabileceğim ve bu yüzden de çalışmalarını gözden geçirmeyi reddetmeme sorumluluğunu taşıyacağım dillerin sayısının çok sınırlı oluşunu kendim için bir şans olarak görmeme hak verecektir. Ama literatürün büyümesi, uluslararası işçi hareketinin kendisindeki buna karşılık gelen büyümenin bir belirtisinden başka bir şey değildi. Ve bu, bana yeni sorumluluklar yüklemişti. Herkesçe bilinen faaliyetlerimizin ilk günlerinden itibaren, farklı ülkelerdeki sosyalistlerin ve işçilerin ulusal hareketleri arasındaki aracılık işinin önemlice bir kısmı Marx’a ve bana düşmüştü; bu iş, hareketin bütününün güçlenmesiyle orantılı olarak büyümüştü. Ama ölümüne kadar burada da asıl yükü Marx’ın omuzlamış olmasına karşın, o andan sonra, hacmi durmadan artan bu iş tek başıma bana kaldı. Bu arada tek tek ulusal işçi partilerinin kendi aralarında doğrudan ilişki kurmaları kural haline geldi ve bu eğilim, sevinç duyulacak bir şekilde, günden güne güçleniyor; fakat buna rağmen, teorik çalışmalarımı gözeterek tercih edeceğimden çok daha büyük bir sıklıkla yardımım isteniyor. Ama kim ki benim gibi bu hareketin içinde elli yıldan uzun bir süre boyunca etkin olmuştur, bundan doğan işler, onun için reddedilemeyecek, hemen yerine getirilmesi gereken görevlerdir. On altıncı yüzyılda olduğu gibi içinde bulunduğumuz hareketli dönemde de, kamusal çıkarlar alanında, salt teorisyenler artık yalnızca gericiliğin tarafında yer alıyor ve tam da bu nedenle, bu beyler, gerçek teorisyenler bile değil, bu gericiliğin bayağı özürcüleridir.”
“İnsan yetmişini geride bırakınca, beyindeki Meynert çağrışım liflerinin işleyişinde rahatsızlık verici bir ağırlaşma oluyor; zorlu teorik çalışmalar sırasındaki kesintileri aşmak eskisi kadar kolay ve çabuk olmuyor. Bundan dolayı, bir kış başlayıp da o kış bitiremediğim işi ertesi kış büyük ölçüde yeni baştan ele almak zorunda kalabildim; özellikle de, en zorlu kısım olan Beşinci Kısım için böyle oldu.
“Okuyucunun aşağıdaki açıklamalardan anlayacağı üzere, redaksiyon işi, İkinci Kitabınkine göre temelden farklıydı. Üçüncü Kitap için elde sadece son derece eksikli bir ilk taslak vardı. Genelde, her bir bölümün başı hayli düzgün şekilde kaleme alınmış ve hatta çoğu örnekte üslup bakımından da elden geçirilmişti. Ama ilerledikçe, eldeki çalışma giderek daha fazla taslak niteliğini alıyor ve boşluklu hale geliyor, araştırmanın akışı içinde ortaya çıkan yan noktalar hakkındaki parantezlerin sayısı artıyor, bunların uygun yerlerinin belirlenmesi işi sonraya bırakılıyor, doğuş aşamasında yazıya dökülmüş olan düşünceleri ifade eden parçalar uzuyor ve karmaşıklaşıyordu. Pek çok yerde, el yazısı ve sunum, aşırı çalışmaktan kaynaklanan ve yazarın kendi başına çalışmasını başlangıçta giderek zorlaştıran ve sonunda bir süreliğine tümüyle olanaksız kılan hastalıklardan birinin ortaya çıkışını ve bunun adım adım ilerleyişini fazlasıyla belirgin şekilde açığa vuruyor. Ve bunda şaşılacak bir taraf yok. Marx, 1863 ve 1867 yılları arasında, Kapital’in son iki kitabının taslaklarını ve Birinci Kitabın baskıya hazır elyazmasını ortaya çıkarmakla kalmamış, ama aynı zamanda, Uluslararası İşçi Birliği’nin kurulması ve yayılması ile bağlantılı muazzam işlerin de üstesinden gelmişti. Ne var ki, aynı nedenle, II. ve III. Kitaplara son şekillerini Marx’ın kendisinin vermesini engelleyen sağlık sorunlarının ciddi belirtileri, kendilerini daha 1864 ve 1865 yıllarında göstermişti.”
“Deşifre edilmesi çoğu yerde benim için bile güç olan özgün elyazmasının okunabilir bir kopyasını yazdırarak işe başladım; bu bile hayli zaman aldı. Asıl redaksiyon ancak bundan sonra başlayabildi. Bunları en zorunlu olanlarıyla sınırlı tuttum, yeterli açıklığın bulunduğu her yerde birinci taslağın karakterini mümkün olduğunca korudum ve Marx’ta sıkça görüldüğü üzere, konuyu her seferinde başka bir yanıyla ele aldıkları ya da başka bir ifade tarzıyla yeniden aktardıkları yerlerde, tek tek bazı tekrarların üzerini de çizmedim. … Bir ilk taslak için son derece anlaşılır olduğu üzere, elyazmasında, daha sonra ele alınacak olan noktalarla ilgili pek çok not bulunuyor ve verilen bu sözlerin bazıları tutulmuyordu. Yazarın ileride üzerinde durmak istediği noktalar hakkındaki niyetlerini ortaya koyduklarından, bunları oldukları gibi bıraktım.”
“En büyük güçlükle, kitabın bütünü bakımından da en karışık konunun ele alınmakta olduğu Beşinci Kısımda karşılaştım. Ve Marx, tam bu kısım üzerinde çalışırken, daha önce sözü edilen ağır hastalık nöbetlerinden birine tutulmuştu. Dolayısıyla, burada, elimizde tamamlanmış bir taslak değil, kenar çizgilerinin içi doldurulacak olan bir şema bile değil, yalnızca, pek çok örnekte düzenlenmemiş bir notlar, yorumlar ve özet biçimindeki malzemeler yığınından oluşan başlangıç çalışmaları bulunuyordu. İlk önce, birinci kısımda bir ölçüde başarabildiğim gibi, boşlukları doldurma ve sadece değinilip bırakılmış noktaları genişletme yoluyla bu kısmı tamamlamaya ve böylece yazarın vermeyi tasarladığı her şeyi hiç değilse yaklaşık olarak kapsayacak bir hale gelmesini sağlamaya çalıştım. Bunu en az üç kere denedim, fakat her defasında başarısızlığa uğradım ve gecikmenin başlıca sebeplerinden biri burada kaybettiğim zaman oldu. En sonunda bu yoldan gidilemeyeceğini anladım. Bu alandaki muazzam bir hacme ulaşmış bulunan bütün literatürü incelemem gerekirdi ve sonuçta ortaya çıkaracağım şey de, Marx’ın kitabı olmazdı. Bu sorunu bir anlamda geçiştirmekten, elde bulunanları mümkün olduğunca düzene sokmakla yetinmekten ve sadece en gerekli eklemeleri yapmaktan başka bir çıkar yolum yoktu. Ve böylece bu kısımla ilgili asıl çalışmalar 1893 ilkbaharında bitti.”
“Marx, yetmişli yıllarda, toprak rantı hakkındaki bu kısım için tamamıyla yeni özel çalışmalar yapmıştı. Rusya’daki 1861 «reform»undan sonra toprak mülkiyeti hakkında ister istemez tutulan ve Rus dostları tarafından en arzu edilir tamlıkla kendisine iletilen istatistiksel kayıtları ve diğer yayınları yıllarca kendi özgün dillerinde incelemiş ve bunlardan özetler çıkarmıştı ve bu kısmı yeniden yazarken bunlardan yararlanmayı tasarlıyordu. Rusya’da hem toprak mülkiyeti hem de tarım üreticileri üzerindeki sömürü çok farklı biçimlere sahip olduğundan, Rusya, toprak rantı hakkındaki kısımda, İngiltere’nin 1. Kitapta sınaî ücretli emekle ilgili olarak üstlenmiş olduğu rolü oynayacaktı. Ne yazık ki bu planını gerçekleştirme fırsatını bulamadı.”
“Son olarak, Yedinci Kısım, bir bütün olarak, ama yalnızca, basılabilmesi için öncelikle baştan sona birbirlerine karışmış olan uzun ve karmaşık cümlelerin parçalanmasını gerektiren bir ilk taslak şeklinde elde bulunuyordu. Son bölümün sadece başlangıç kısmı var. Burada, gelişmiş kapitalist toplumun, üç büyük gelir biçimine, yani toprak rantı, kâr ve işçi ücretlerine karşılık gelen üç büyük sınıfı, yani toprak sahipleri, kapitalistler ve ücretli emekçiler ile onların varlığının zorunlu kıldığı sınıf mücadelesi, kapitalist dönemin gerçekten de ortaya çıkmış bulunan sonucu olarak sunulacaktı. Marx, bu tür sonuç özetlerini son redaksiyon aşamasına, basımın hemen öncesine bırakırdı ve böylece, en yeni tarihsel gelişmeler, hiç şaşmayan bir düzenlilikle, teorik üretiminin en istenir güncellikteki kanıtlarını sağlardı.”
* * *
Engels ölümünden yalnızca bir yıl önce kaleme aldığı bu önsözde, Marx’ın Kapital çalışmalarını gelecek kuşaklara taşıyabilme konusundaki takdire şayan çalışma azmini gözlerimizin önüne serer. Amacı, Kapital’in dördüncü cildi olarak basılacak olan “Artı-Değer Teorisinin Tarihi” çalışmasını da tamamlamaktır. Önsözde, “herhangi bir şekilde fırsat bulur bulmaz, dördüncü kitap üzerinde çalışmaya başlayacağım” diyerek bu amacını dile getirir.
Ne yazık ki Engels bir yıl sonra yaşama veda etmiş ve “Artı-Değer Teorileri” ancak 1910 yılında Kautsky’nin hazırladığı eksik ve yetersiz bir baskıyla gün ışığına çıkabilmiştir. Kapital’in dördüncü cildi olarak tasarlanan bu eserin aslına uygun ilk baskısı Sovyetler Birliği’nde Marksizm-Leninizm Enstitüsü tarafından Rusça olarak yayınlanmış ve ilerleyen yıllarda çeşitli dillere çevrilerek basılmıştır. Türkçeye ilk kez 1998 yılında Sol Yayınları tarafından kazandırılan “Artı-Değer Teorileri” adlı bu dördüncü cildin, konuyla akademik düzeyde ve derinlemesine ilgilenen okurların ele alacağı düzeyde karmaşık olduğunu burada belirteyim. Bu nedenle, Kapital üçüncü cilt okumasını sona erdirdiğimizde üç ciltlik bu bütünsel çalışmayı da bitirmiş olacağım.
BİRİNCİ KESİM
BİRİNCİ KISIM: ARTI-DEĞERİN KÂRA ve ARTI-DEĞER ORANININ KÂR ORANINA DÖNÜŞMESİ
Bölüm 1: Maliyet Fiyatı ve Kâr
Marx’ın belirttiği üzere, Kapital çalışmasının birinci cildinde, kendi başına kapitalist üretim sürecini dolaysız üretim süreci olarak gösteren görüngüler incelenmiş ve bu sürecin dışındaki koşulların tüm ikincil etkileri göz ardı edilmiştir. “Ne var ki sermayenin yaşam öyküsü bu dolaysız üretim sürecinden ibaret değildir. Üretim süreci gerçek dünyada dolaşım süreci ile tamamlanır.” İşte ikinci süreci oluşturan dolaşım süreci ise, ikinci ciltteki incelemelerin konusunu oluşturmuştur. Bu ikinci ciltte, kapitalist üretim süreci bir bütün olarak alındığında, onun üretim süreci ile dolaşım sürecinin birliği olduğu görülmüştür. Marx, bu birlik hakkında genel düşüncelerle yetinilemeyeceğini vurgular. “Aksine, sermayenin bir bütün olarak ele alınan hareket sürecinden doğan somut biçimlerin ortaya çıkarılması ve gösterilmesi gerekir. Sermayeler, gerçek hareketleri sırasında birbirlerinin karşısına öyle somut biçimlerle çıkar ki, bu biçimler için, sermayenin dolaysız üretim sürecindeki şekli ile dolaşım sürecindeki şekli yalnızca özel uğraklar olarak görünür. Dolayısıyla, sermayenin bu kitapta açıkladığımız şekilleri, adım adım, toplumun yüzeyinde, farklı sermayelerin birbirlerine yönelik eylemlerinde, yani rekabette ve üretimi yürütenlerin kendilerinin alışılagelmiş bilinçlerinde aldıkları biçime yaklaşır.”
Hatırlayalım, kapitalist biçimde üretilen her metanın değeri, değişmeyen sermaye, değişen sermaye ve artı-değerin toplamından oluşur. Formülle gösterecek olursak, M = c + v + m şeklinde ifade ederiz. Şayet ürünün bu toplam değerinden artı-değeri (m) çıkartırsak, elimizde yalnızca üretim öğelerine harcanan değişmeyen ve değişen sermaye toplamından ibaret (c + v) bir meta değeri kalır. İşte, metanın üretimi için kullanılan üretim araçlarına ve emek gücüne ödenenin karşılığı olan bu değer parçası, metanın kapitaliste maliyetidir; bu nedenle de onun açısından metanın maliyet fiyatını oluşturur.
O halde, metanın kapitaliste maliyeti ile metanın gerçek üretim maliyeti kuşkusuz çok farklı iki büyüklüktür. Ayrıca, maliyet fiyatı kategorisinin meta değerinin oluşumuyla ya da sermayenin değerlenme süreciyle hiçbir ilişkisi yoktur. Buna karşın, burjuva iktisadı maliyet fiyatını değer üretiminin bir kategorisi olarak gösterir. Marx, buradaki incelemenin işte bu yanlış görüntüyü gözler önüne sereceğini belirtir.
Meta değerinin artı-değerden oluşan parçasının kapitalist için hiçbir maliyeti yoktur. İşçi için ise, bu parçanın anlamı karşılığı ödenmemiş emektir. Ama işçi kapitalist üretim sürecine girdiğinde, faal durumdaki ve kapitaliste ait olan üretken sermayenin bir bileşenini oluşturur. Meta üretim sürecinin sahibi kapitalist olduğundan, metanın kapitaliste maliyeti işçiye de gerçek maliyet olarak görünür. Oysa metanın gerçek maliyeti, “c + v” toplamından oluşan maliyet fiyatına “m” kadar artı-değerin eklenmesiyle bulunur.
“Bu nedenle, metanın, sadece onun üretiminde harcanmış olan sermaye değerini yerine koyan farklı değer parçalarının maliyet fiyatı kategorisinin altında bir araya getirilmesi, bir yandan, kapitalist üretimin özgül karakterini ifade eder.” Metanın kapitaliste maliyeti sermaye harcamasıyla, gerçek maliyeti ise emek harcamasıyla ölçülür. Bu nedenle metanın kapitalist maliyet fiyatı nicel olarak onun gerçek değerinden ya da gerçek maliyet fiyatından küçüktür. Metanın gerçek değerine M ve maliyet fiyatına k dersek, M = k + m ve k = M - m olur. Buradan da metanın maliyet fiyatının, gerçek maliyetten artı-değer kadar küçük olduğu ortaya çıkar. “Öte yandan, metanın maliyet fiyatı hiçbir şekilde sadece kapitalist muhasebede var olan bir kategoriden ibaret değildir. Bu değer parçasının bağımsızlaşması, metanın gerçek üretiminde kendisini sürekli olarak pratikte geçerli kılar, çünkü dolaşım süreci aracılığıyla durmadan kendi meta biçiminden üretken sermaye biçimine yeniden dönüştürülmek, yani kendi üretiminde tüketilen üretim öğelerini hep yeniden satın almak zorundadır.”
Metanın değerinin oluşumu tümüyle farklı olan iki öğeyi kapsar. Değişmeyen sermayeden gelen değer parçası, yalnızca, daha önce yatırılmış sermayeden harcanan kısmı yerine koyan bir bileşendir. Oysa diğer bileşeni oluşturan değişen sermayenin ödendiği emek gücü, üretim sürecinde yeni değer oluşturucusu olarak iş görür. Daha önce sermaye yatırımı içinde görünen emek gücü değerinin yerini, fiili üretim sürecinde canlı ve yeni değer oluşturan emek gücünün kendisi alır. Metanın iki ayrı değer bileşeni arasındaki fark şudur: değişmeyen sermaye parçasının üretilen metadaki değeri aynı kalırken, değişen sermaye parçasının değer büyüklüğünde bir değişim gerçekleşir. “Yatırılan değişen sermayenin yeni ürüne eklediği kendi değeri değildir. Aksine, üründe, onun değerinin yerini, emeğin yarattığı yeni bir değer alır.” Metanın maliyet fiyatını oluşturan bileşenlerden değişen sermaye değerinin üzerinde kalan bu ek, emek gücünün yarattığı artı-değerdir.
Emek gücü sömürüsünü gözlerden gizleyen faktör, işçiye ödenen ücretin onun harcadığı tüm emeğin (az ya da çok) karşılığı olduğu yanılsamasıdır. “Kapitalist üretim tarzı, köleciliğe dayalı üretim tarzından, başka şeylerin yanı sıra, emek gücünün değerinin ya da fiyatının kendisini emeğin değeri ya da fiyatı olarak veya işçi ücretleri olarak ortaya koymasıyla ayrılır.” Bu nedenle, sermaye yatırımının değişen değer parçası, işçi ücretlerine harcanan sermaye olarak, üretimde harcanan tüm emeğin değerini ya da fiyatını ödeyen bir sermaye değeri olarak görünür.
Marx bir örnekten hareket ederek, üretilen meta için yapılan sermaye yatırımı ile üretimden çıkan metanın gerçek değerini karşılaştırır. Diyelim 500 sterlinlik sermaye yatırımı, 400 sterlinlik değişmeyen sermaye (üretim araçlarının fiyatı) ve emek gücü için harcanan 100 sterlinlik değişen sermayeden oluşsun. Üretim sonucunda ise 600 sterlinlik bir meta değeri yaratılmıştır. Fakat bu metanın kapitaliste maliyeti 500 sterlindir. Aradaki 100 sterlinlik fark artı-değerdir. Metanın üretimi için harcanan değişmeyen ve değişen sermaye tutarı olan 500 sterlinlik değer, üretilen ve gerçek değeri 600 sterlin olan metanın maliyet fiyatı içinde aynen yeniden ortaya çıkar.
Marx, buraya kadar meta değerinin sadece bir öğesini, maliyet fiyatını gözden geçirdiğimizi belirtir. Şimdi de, meta değerinin diğer parçasını, yani maliyet fiyatının üstündeki fazlayı (artı-değeri) ele almamız gerekir. Artı-değer, metanın gerçek değeriyle metanın maliyet fiyatı arasındaki farktır. Aradaki farktan kaynaklanan değer fazlası, metanın üretiminde harcanmış olan ve onun dolaşımından geri dönen sermayenin değerindeki bir artıştır. Marx, daha önce gördüğümüz bir hususu hatırlatır. Artı-değer (m), yalnızca değişen sermayedeki (v) bir değer değişiminden kaynaklanır ve dolayısıyla başlangıçta değişen sermayedeki bir artıştan ibaret görünür. Ama sermaye birikimi açısından, sona eren üretim sürecinin ardından, harcanan toplam sermayedeki (c + v) bir değer artışını oluşturur. Bunu formülle ifade edecek olursak, c + (v + m) formülü, (c + v) + m şeklinde de gösterilebilir. Örneğimizde, üretim tamamlandıktan sonra, kapitalist 500 sterlinlik sermaye ile 100 sterlinlik bir değer artışına sahip olur.
“Şimdi kapitalist için açıklık kazanmıştır ki, bu değer artışı, sermaye ile girişilen üretken süreçlerden, yani sermayenin kendisinden kaynaklanmaktadır; ne de olsa, üretim sürecinden önce ortada yoktu ve üretim sürecinden sonra ortaya çıkmıştır.” Üretimde harcanan sermaye açısından, artı-değer, bu sermayenin üretim araçlarından ve emekten oluşan farklı değer öğelerinden aynı şekilde kaynaklanıyor gibi görünür. Çünkü bu öğeler maliyet fiyatının oluşumuna aynı şekilde katılır ve yatırılan değerlerini ürün değerine aynı şekilde eklerler. Ne var ki, üretim araçları ve emek gücü için harcanan sermayenin değerinin, ürünün değer bileşeni olarak yeniden ortaya çıkmasını sağlayan bu maliyet fiyatının oluşumu, artı-değer bileşeninin nasıl ortaya çıktığını açıklamaz. Metanın maliyet fiyatının oluşumu, herhangi bir artı-değeri değil, yalnızca harcanmış olan sermayenin bir eş değerini, bir ikame değerini açıklar. Buradan hareket edildiğinde açıklığa kavuşturulmayan artı-değer, yani yatırılan sermaye-değerin üzerinde elde edilen fazlalık, toplam sermayenin ürünü olarak görünür. “Demek ki, şu anda karşımızda bulunan biçimiyle kâr, artık değerle aynı şeydir; tek farkı, gizemlileştirilmiş bir biçimde bulunmasıdır; ama bu biçim de, kapitalist üretim tarzının kaçınılmaz bir ürünüdür.”
Kapitalist mantık açısından, maliyet fiyatının oluşumunda değişmeyen sermaye ile değişen sermaye arasında herhangi bir fark görülmez, çünkü her ikisi de değerini aynen ürüne aktarır. Bu nedenle, üretim süreci sırasında gerçekleşen değer değişiminin sırrı değişen sermayede değil de toplam sermayedeymiş gibi algılanır. Ayrıca, metanın maliyet fiyatı onun gerçek değerinden küçük olduğu halde, meta değeri = maliyet fiyatı formülüne ulaşılır. Oysa meta kendi değerine satılsa bile, meta değerinin maliyet fiyatının üzerindeki fazlasına eşit olan, yani meta değerinin içinde saklı bulunan tüm artı-değere eşit olan bir kâr gerçekleştirilir. Bu kadar da değil. Kapitalist, üretilen metayı gerçek değerinden azına satsa bile, satış fiyatı maliyet fiyatının üzerinde kaldığı sürece onu kârla satabilir. Netice olarak, metanın satış fiyatı maliyet fiyatının üzerinde durduğu sürece, metanın içerdiği artı-değerin bir bölümü hep gerçekleştirilecek, yani kapitalist hep bir kâr elde edilecektir. “Metanın değeri ile maliyet fiyatı arasında belirsiz ama çok sayıda olası satış fiyatının bulunduğu açıktır. Meta değerinin artı-değerden oluşan öğesi ne kadar büyük olursa, söz konusu ara fiyatların pratikteki hareket alanı da o kadar büyük olur.”
Marx, bu söylenenlerin, belirli ucuza satma örneklerini, belirli sanayi dallarında meta fiyatlarının anormal derecede düşüklüğü gibi gündelik rekabet görüngülerini açıkladığını belirtir. Asıl önemli olan, bu noktada kapitalist rekabetin ekonomi politik tarafından bugüne dek kavranamamış olan temel yasasının ortaya çıkmasıdır. Daha sonra görüleceği üzere, genel kâr oranını ve onun tarafından belirlenen “üretim fiyatları”nı düzenleyen yasa, metanın gerçek değeri ile maliyet fiyatı arasındaki bu farka ve bu farktan kaynaklanan “metayı gerçek değerinin altında kârla satma” olanağına dayanır.
Fiiliyatta bir metanın satış fiyatının alt sınırını belirleyen faktör onun maliyet fiyatıdır. Meta maliyet fiyatının altında satılırsa, üretken sermayenin üretim sürecinde harcanmış olan bileşenleri eksiksiz olarak yerlerine koyulamaz. Şayet bu süreç böyle devam edecek olursa, yatırılmış sermaye değeri yok olur. “Bu bakış açısı bile, kapitalistin maliyet fiyatını metanın gerçek iç değeri sayma eğilimini göstermesine yeter, çünkü maliyet fiyatı, sermayesini sadece koruması için gerekli olan fiyattır.” Bir diğer deyişle, metanın maliyet fiyatı, kapitalist tarafından onun üretimi için ödenmiş olan satın alma fiyatıdır. Bu nedenle, metanın satışıyla gerçekleştirilen artı-değer, kapitaliste, metanın satış fiyatının meta değeri üzerindeki fazlası olarak görünür. Bu noktalardan hareketle anlaşılacaktır ki, kapitalist mantık kârın oluşumunu metada saklı bulunan artı-değerin, kendisini metanın satışıyla gerçekleştirmesi olarak görmez, satışın kendisinden kaynaklandığını iddia eder. Marx, bu yanılsamayı birinci ciltte yakından incelemiş olduğumuzu hatırlatır.
Marx, işaret edilen gerçeklere rağmen burjuva iktisatçıların söz konusu yanılsamalara sarılmaktan ve onları yaymaya çalışmaktan asla geri durmadıklarına işaret eder. Ayrıca, belirttiği üzere, kapitalist üretimin hüküm sürdüğü bir toplumsal durumun sınırları içinde, kapitalist olmayan üretici de kapitalist düşüncelerin egemenliği altındadır. Marx bu konuda Balzac’ın Köylüler romanından örnek verir: “Gerçek ilişkiler hakkındaki derin kavrayışıyla genel olarak dikkat çeken Balzac, son romanı Les Paysans’da, küçük köylünün, tefecisinin iyi niyetini koruma amacıyla nasıl onun için her tür işi karşılıksız olarak yaptığını ve bunları yaparken, kendi çalışması ona herhangi bir nakit harcamaya mal olmadığından, tefeciye hiçbir şey vermediğini düşündüğünü başarılı bir şekilde ortaya koyar. Tefeci ise, böylece, bir taşla iki kuş vurmuş olur. Nakit ücret harcamalarından kurtulur ve kendi tarlasında çalışamaz duruma gelmenin yıkıma sürüklediği köylüyü tefeciliğin ağına giderek daha fazla düşürür.”
Marx, söz konusu yanılsamalar ya da çarpıtmalar bağlamında Proudhon’un yaklaşımına da işaret eder. Proudhon’un yaklaşımı, metanın maliyet fiyatının onun gerçek değerini oluşturduğu, artı-değer denen şeyin metanın değerinden fazlasına satılmasından kaynaklandığı, dolayısıyla da metaların satış fiyatları maliyet fiyatlarına eşit olduğunda değerlerine satılmış olacakları şeklindeki düşüncesizce bir kavrayıştır. Bu, Proudhon tarafından alışılagelmiş ve bilimsellik taslayan bir şarlatanlıkla, sosyalizmin yeni keşfedilmiş sırrı ilan edilmiştir. Marx bu tür saçma ve yanlış yaklaşımları eleştirirken önemli hususlara dikkat çeker. “Tüm metaların maliyet fiyatlarına satılmaları durumunda elde edilecek olan sonucun, gerçekte, tümünün maliyet fiyatlarından fazlasına ama değerlerine satılmaları durumunda elde edilecek olan sonuçla aynı olacağını varsaymak tümüyle yanlış olurdu” der. Çünkü emek gücünün değeri, işgününün uzunluğu ve emeğin sömürülme derecesi her yerde aynı kabul edilse bile, farklı meta türlerinin içerdiği artı-değer miktarları, onların üretimleri için yatırılan sermayelerin farklı organik bileşimlerine bağlı olarak eşit olmayacak, sonucu toplam sermaye içindeki değişen sermaye büyüklüğü belirleyecektir.
(devam edecek)
link: Elif Çağlı, Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /1, 2 Eylül 2023, https://fa.marksist.net/node/8054