Bölüm 7: Tamamlayıcı Açıklamalar
Marx, burjuvazinin kârın asıl kaynağı hakkındaki inkârını çürütmek için bir varsayımda bulunur. Diyelim ki, herhangi bir üretim alanındaki kâr miktarı bu alana yatırılmış olan toplam sermaye tarafından üretilen artı-değer miktarına eşittir. Burjuva bu durumda bile kârı, artı-değerle (yani karşılığı ödenmemiş artı-emekle) bir ve aynı şey olarak görmeyecektir. Bunun nedenleri şunlardır:
1. Burjuva, dolaşım sürecinde, üretim sürecini unutur. Kârın, metaların değeri piyasada gerçekleştirildiği zaman meydana geldiğini düşünür ve o değerin aslında artı-değeri de içerdiğini görmezden gelir.
2. Emeğin sömürülme derecesinin aynı kaldığı varsayımı altında, kredi sisteminden kaynaklanan tüm değişiklikleri, kapitalistlerin kendi aralarındaki tüm karşılıklı hileler ve dolandırıcılıkları ve piyasanın her tür elverişli seçimini bir yana bırakalım. Bu durumda, kâr oranının, hammaddenin daha ucuz ya da pahalı olmasına, alıcının deneyimine, kullanılan makinelerin üretkenlik, etkinlik ve ucuzluğuna, üretim sürecinin çeşitli aşamalarının ne derece etkin biçimde düzenlendiğine, malzeme israfının önlenmesine, yönetim ve gözetimin basit ve etkili olmasına vb. bağlı olarak çok farklı olabileceğini biliyoruz. Kısacası, belirli bir değişen sermaye için artı-değer veriliyken bile, aynı artı-değerin daha büyük ya da daha küçük miktarda bir kâr sağlayacağı kapitalistin veya onun yöneticileri ile satış elemanlarının bireysel iş becerilerine fazlasıyla bağlıdır. Bu gibi faktörler kapitalisti yanıltır ve elde ettiği kârın emeğin sömürüsünden değil de, bundan bağımsız koşullardan ve hepsinden önemlisi de kendi kişisel faaliyetlerinden ileri geldiğine inandırır.
Bu kısımdaki açıklamalar, bireysel bir sermayenin büyüklüğündeki bir değişikliğin kâr oranı üzerinde hiçbir etkisinin olamayacağı şeklindeki görüşün (örneğin Rodbertus’un görüşü) yanlışlığını ortaya koyar. Bu, yalnızca iki durumda doğrudur. Birincisi, tüm diğer koşulların (özellikle artı-değer oranının) aynı kaldığı varsayıldığında, para-meta olan metanın değerinde bir değişim gerçekleşirse. İkincisi, değerin büyüklüğünde gerçek bir değişim olmakla birlikte, değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranının aynı kalması durumudur. “Burada sermayenin bileşimi aynı kaldığından ve büyüklüğündeki değişimden etkilenmediğinden, kâr oranı değişmeden kalır. Dolayısıyla, kâr kütlesinin büyümesi ya da küçülmesi, burada, yalnızca, kullanılan sermayenin büyüklüğündeki artışı ya da azalmayı gösterir.”
Kâr oranındaki dalgalanmalar, yatırılmış sermayenin değerinde onun yeniden üretimi için gerekli olan emek-zamandaki bir uzama ya da kısalmanın yol açtığı bir yükselme ya da düşme nedeniyle de meydana gelebilir. Hatırlayalım, sermayeyi oluşturan metalar dahil her tür metanın gerçek değeri aslında kendi içerdiği gerekli emek-zamanla değil, kendi yeniden üretiminin gerektirdiği toplumsal olarak gerekli emek-zamanla belirlenir. Bu yeniden üretim, başlangıçtaki üretim koşullarından farklı olarak, zorlaştırıcı ya da kolaylaştırıcı koşullar altında gerçekleşebilir. Değişmiş koşullar altında, aynı maddi sermayeyi yeniden üretmek için diyelim eskisinin iki katı kadar ya da tersine yarısı kadar zamana gereksinim duyulsa, paranın değeri değişmezken, eskiden 100 sterlin değerinde olan bir sermayenin değeri şimdi 200 sterlin ya da 50 sterlin olur. Bu değer artışı ya da kaybı sermayenin tüm parçalarını eşit şekilde etkilese, kâr da aynı şekilde iki katına çıkmış ya da yarıya düşmüş bir para tutarıyla ifade edilir. Ama sermayenin organik bileşiminde bir değişim olursa, değişen sermaye parçasının değişmeyen sermaye parçasına oranı yükselir ya da düşer ve bu durumda (diğer koşullar aynı kalmak kaydıyla) kâr oranı değişir; değişen sermayedeki nispi artışla yükselir, nispi düşüşle düşer. Eğer yalnızca yatırılmış sermayenin para-değeri yükselir ya da düşerse, artı-değerin parasal ifadesi de aynı oranda yükselir ya da düşer ama kâr oranı değişmeden kalır.
İKİNCİ KISIM: KÂRIN ORTALAMA KÂRA DÖNÜŞMESİ
Bölüm 8: Farklı Üretim Dallarındaki Farklı Sermaye Bileşimleri ve Bunlardan Kaynaklanan Kâr Oranı Farklılıkları
Bu bölümdeki varsayım, verili bir ülkede toplumsal emeğin dağıldığı tüm üretim alanlarında emeğin sömürülme derecesinin ve işgününün uzunluğunun aynı büyüklükte olduğudur. Daha önce değinildiği üzere, farklı alanlarda çalışan emekçilerin kaderini eşitleyen bileşik emek ve farklı alanlarda çalışan işçilerin ücretlerinin farklı olabileceğini yansıtan basit emek konusunu hatırlayalım. “Örneğin, bir kuyumcunun emeğine bir gündelikçi işçininkine göre daha fazla para ödeniyorsa, kuyumcunun artı-emeğinin ürettiği artı-değer, gündelikçi işçininkinin ürettiğinden aynı oranda büyüktür.” Fakat bir ülkede farklı üretim alanlarındaki ve hatta aynı üretim alanındaki farklı sermaye yatırımlarındaki işçi ücretlerinin ve işgünlerinin ve dolayısıyla artı-değer oranlarının eşitlenme süreci, genelde kapitalist üretimin ilerlemesiyle ve tüm iktisadi ilişkilerin bu üretim tarzına tabi hale gelmesiyle giderek daha fazla ilerler. Farklı ülkelerdeki artı-değer oranlarının ve dolayısıyla emeğin ulusal sömürü derecelerinin farklılığının ise, burada yapılacak inceleme için tümüyle önemsiz olduğunu belirtir Marx. Zira bu kısımda asıl gösterilmek istenen, bir ülkenin sınırları içinde genel bir kâr oranının ne şekilde oluştuğudur.
Artı- değer oranı sabit kabul edildiğinde, belirli bir sermayenin getirdiği kâr oranının sermayenin bileşimini değiştiren koşullara bağlı olarak yükseleceğini ya da düşeceğini biliyoruz. Ayrıca, sermayenin devir zamanını uzatan veya kısaltan koşulların da kâr oranını benzer şekilde etkileyebileceğini hatırlayalım. Fakat kâr miktarı artı-değer miktarına özdeş olduğundan, kâr oranından farklı olarak kâr miktarı yukarıda değinilen değer dalgalanmalarından etkilenmez. Ne var ki, söz konusu değer dalgalanmaları neticesinde sermayenin bağlanması ya da serbest kalması gerçekleşirse, bu durum yalnızca kâr oranını değil, kârın kendisini de etkileyebilir. Yine hatırlanacak olursa, böyle bir durum yeni sermaye yatırımları için değil, yalnızca hâlihazırda kullanılmakta olan sermaye için geçerlidir. Bir de, kâr miktarının artması ya da azalması, aynı sermayeyle hangi ölçüde daha fazla ya da daha az emeğin harekete geçirilebildiğine, yani artı-değer oranı aynı kalırken, aynı sermayeyle hangi ölçüde daha büyük ya da daha küçük bir artı-değer miktarının üretilebildiğine bağlıdır.
Marx, daha önce aynı sermayenin zaman içinde art arda uğradığı değişiklikler olarak ele alınan durumların, şimdi farklı üretim alanlarında yan yana var olan sermaye yatırımları arasındaki eş zamanlı farklılıklar olarak ele alınacağını belirtir. “Bu durumda incelememiz gereken şeyler şunlar: 1. sermayelerin organik bileşimlerindeki farklılık, 2. sermayelerin devir zamanlarının farklılığı.” İnceleme boyunca, belirli bir üretim dalındaki sermayenin bileşiminden ya da devrinden söz edildiğinde, her zaman, bu üretim dalına yatırılmış olan sermayenin normal ortalama oranlarından söz edildiği varsayılmıştır. Ayrıca karşılaştırmalarda, kullanılan değişen sermaye büyüklüğündeki farklılıklar, kullanılan emek gücü miktarındaki farklılıkların göstergesi kabul edilir. Örnekse, 100 sterlin haftada 100 işçiyi ve haftada 60 saat çalışılması durumunda 6 bin çalışma saatini temsil ediyorsa, 200 sterlin 12 bin çalışma saatini ve 50 sterlin yalnızca 3 bin çalışma saatini temsil eder.
Marx, daha önce açıklamış olduğu bir hususu hatırlatır. Sermayenin yapısı söz konusu olduğunda, aynı derecede önemli olmayan iki oran söz konusudur. “Birinci oran teknik temele dayanır ve üretici gücün belirli bir gelişme aşamasında verili kabul edilmesi gerekir.” Belirli bir ürün miktarını örneğin bir günde üretmek ve dolayısıyla belirli bir üretim araçları, makineler, hammaddeler vb. kütlesini harekete geçirmek için, belirli sayıda işçiyle temsil edilen belirli bir emek gücü miktarı gerekir. Belirli bir üretim araçları niceliğine belirli sayıda işçi niceliği denk düşer. Bu demektir ki, belirli miktarda canlı emek, üretim araçlarında maddeleşmiş olan belirli miktarda cansız emeğe karşılık gelir. Bu ikisi arasındaki oran, genelde, farklı üretim alanlarında ve hatta sıklıkla aynı sanayinin farklı dallarında çok farklıdır. Bu oran, sermayenin teknik bileşimini oluşturur.
Sermayenin teknik bileşiminin farklı sanayi kollarında aynı olması mümkündür. Örneğin bakır ve demir işçiliğinde sermayenin teknik bileşimi aynı olabilir. Fakat bakır demirden pahalı olduğundan bu iki farklı üretim alanında değişen sermaye ile değişmeyen sermaye arasındaki değer ilişkisi farklı olacaktır ve dolayısıyla iki farklı alandaki toplam sermayenin değer bileşimleri de farklılaşacaktır. Sermayenin değer bileşimi dendiğinde, sermayenin aktif bileşeni ile pasif bileşenini (yani değişen sermaye ile değişmeyen sermaye arasındaki oranı) anlarız. O halde sermayenin değer bileşimi ile teknik bileşimi birbirinden farklı olgulardır. Sermayenin teknik bileşimi sermayenin değer bileşimini belirler ve sermayenin değer bileşimi, sermayenin organik bileşimi diye adlandırılır.
Marx burada değişen sermaye ile ilgili çok önemli bir ayrım yapmanın gerekli olduğunu vurgular. İşçi ücretlerine yatırılan sermaye değeri (yani işçi ücretlerinin toplamı) belirli bir nesnelleşmiş emek niceliğini temsil eder. Bu değer, yalnızca, harekete geçirdiği canlı emek kütlesinin göstergesidir. Fakat canlı emek miktarı artı-emek miktarını da içerdiğinden, aslında her zaman değişen sermayenin içerdiği emekten daha büyüktür. Bu daha büyük olan değer, bir yandan değişen sermaye tarafından harekete geçirilen işçilerin sayısıyla ve diğer yandan bu işçilerin sağladığı artı-emek niceliğiyle belirlenir.
Sermayelerin farklı organik bileşimleri bunların mutlak büyüklüklerinden bağımsızdır. Çünkü sermayenin organik bileşimini belirleyen faktör, her 100 birimden ne kadarının değişen sermaye ve ne kadarının değişmeyen sermaye olduğudur. Dolayısıyla, farklı büyüklüklerdeki sermayeler, işgünü ve emeğin sömürülme derecesi aynıyken, çok farklı miktarlarda artı-değer ve çok farklı miktarlarda kâr üretir. Zira farklı üretim alanlarındaki farklı organik sermaye bileşimleri nedeniyle bu sermayelerin değişen kısımları ve dolayısıyla onlar tarafından harekete geçirilmiş olan canlı emek miktarları farklıdır. Netice olarak, el koyulan artı-değerin ve dolayısıyla kârın özünü oluşturan artı-emeğin miktarları da farklı olur. Farklı üretim alanlarında, eşit büyüklükteki toplam sermaye parçaları içerdikleri değişen sermaye miktarı farklıysa eşit olmayan büyüklükteki artı-değer kaynaklarını içerir. Unutulmasın ki, artı-değerin tek kaynağı canlı emektir.
Emeğin sömürülme derecesi aynıyken, 100’e eşit bir sermaye tarafından harekete geçirilen emeğin ve dolayısıyla aynı zamanda onun tarafından el koyulan artı-emeğin kütlesi, değişen sermaye bileşeninin büyüklüğüne bağlıdır. Farklı üretim alanlarındaki diyelim eşit büyüklükteki sermayeler, değişmeyen ve değişen öğelere eşit olmayan şekillerde bölündüklerinden, eşit olmayan canlı emek niceliklerini harekete geçirirler. Bu nedenle de eşit olmayan miktarlarda artı-değer ve dolayısıyla kâr üretirler ve dolayısıyla farklı miktarlardaki artı-değerin toplam sermayeye oranlanmasıyla elde edilen kâr oranları farklı olur. Buradan, farklı üretim alanlarındaki kârların, kendileri için kullanılmış olan sermayelerin büyüklükleriyle orantılı olmadığı sonucu çıkar. Kâr miktarları, yalnızca, sermayenin organik bileşimi veriliyken, aynı üretim alanında ya da sermayenin organik bileşiminin aynı olduğu farklı üretim alanlarında, kullanılan sermayenin miktarıyla doğru orantılıdır.
Marx, buradaki açıklamaların metaların değerlerine satıldıkları varsayımı altında geçerli olduğunu belirtir. Bir metanın değeri, içerdiği değişmeyen ve değişen sermaye değeri + üretilen artı-değere eşittir. Artı-değer oranı aynıyken, artı-değer miktarının değişen sermaye miktarına bağlı olacağı açıktır. Diyelim 100’lük bir sermayenin ürününün değeri bir durumda 90c + 10v + 10m =110; diğer durumda ise 10c + 90v + 90m = 190 olsun. Metalar değerlerine satılırsa, birinci ürün 10 birimi karşılığı ödenmeyen emeği temsil eden 110’a, ikinci ürün ise 90 birimi karşılığı ödenmeyen emeği temsil eden 190’a satılır. Marx’ın vurguladığı üzere, bu açıklama özellikle ulusal kâr oranları birbirleriyle karşılaştırılırken önemlidir. Örnekse, bir Avrupa ülkesinde artı-değer oranının %100 olduğunu, bir Asya ülkesinde ise aynı oranın %25 olduğunu kabul edelim. Avrupa ülkesinde ulusal sermayenin bileşimi 84c + 16v olsun. Daha az makine vb. kullanılan ve daha az hammadde tüketilen Asya ülkesindeki bileşimi ise 16c + 84v kabul edelim. Bu durumda ürün değerleri aşağıdaki gibi farklı olacaktır.
Avrupa ülkesindeki ürün değeri = 84c + 16v + 16m = 116; kâr oranı = 16/100 = %16.
Asya ülkesindeki ürün değeri = 16c + 84v + 21m = 121; kâr oranı = 21/100 = %21.
Görüleceği üzere, Asya ülkesindeki artı-değer oranının Avrupa ülkesindekinin dörtte biri kadar olmasına karşın, Asya’daki kâr oranı Avrupa’dakinden %25 daha yüksektir. Marx, döneminin pek çok ünlü iktisatçısının yanlış yaklaşımları nedeniyle tam tersi sonuca ulaşacaklarını belirtir.
Kâr oranlarının eşitsizliği, sermayelerin farklı organik bileşimleri dışında, sermaye devrinin uzunluğunun farklı üretim alanlarında farklı olmasına da dayanır. Sermaye bileşimleri aynıyken ve diğer koşullar aynı kalırken kâr oranları devir zamanlarıyla ters orantılıdır. Ayrıca, aynı değişen sermayenin farklı süreler içinde devir yapması durumunda, eşit olmayan yıllık artı-değer kütleleri yarattığını da hatırlayalım. Sermaye bileşimindeki sabit sermaye ile döner sermaye arasındaki orana gelince, bu oran kendi başına kâr oranını hiçbir şekilde etkilemez. Söz konusu oran, kâr oranını, yalnızca, sabit ve döner bileşenler arasındaki farklı oranların, kârın gerçekleştirildiği devir zamanında fark yaratması durumunda etkileyebilir. “Sermayelerin sabit ve döner sermayelere bölünme oranları farklı olduğunda, bunun her zaman devir zamanını etkileyeceği ve onda bir farklılaşmaya yol açacağı doğrudur. Fakat bundan, söz konusu sermayelerin kârlarını gerçekleştirdikleri devir zamanlarının farklı olduğu sonucu çıkmaz.”
Marx bir örnekleme ile bu konuyu açıklar. Diyelim A, sürekli olarak ürünün daha büyük bir bölümünü hammaddelere vb. çevirmek zorundayken, B ise daha uzun bir süre boyunca daha az hammaddeyle aynı makineleri vb. kullanmaktadır. İkisi de üretimde bulundukları sürece, biri hammaddelerde (yani döner sermayede), diğeri makinelerde vb., (yani sabit sermayede) olmak üzere, sermayelerinin bir bölümünü sürekli olarak bağlı tutar. A, döner sermayenin özelliği nedeniyle sürekli olarak sermayesinin bir bölümünü meta biçiminden para biçimine ve bu biçimden yeniden hammadde biçimine dönüştürebilir. B ise sabit sermayenin durağanlığı yüzünden sermayesinin bir bölümünü bu tür bir dönüşüm olmadan daha uzun bir süre boyunca emek araçları biçiminde kullanır. İkisinin de aynı miktarda emek kullanması durumunda, yıl içinde eşit olmayan değerde ürün kütleleri satacak olmalarına karşın, ikisinin ürün kütleleri aynı miktarda artı-emek içerecektir. Ayrıca, hem sabit ve döner sermaye bileşimleri hem de devir zamanları farklı olsa bile, yatırdıkları toplam sermayeye göre hesaplanan kâr oranları aynı olacaktır. İki sermayenin devir zamanları farklıdır, ama örneğe göre aynı sürelerde aynı kârları gerçekleştirebilirler. “Devir zamanı farklılığı, özünde, yalnızca, aynı sermaye tarafından verili bir zamanda el koyulabilen ve gerçekleştirilebilen artı-emek kütlesini etkilemesi ölçüsünde önem taşır.”
Değişmeyen sermayenin döner ve sabit parçalarının bileşiminin farklı sanayi dallarında farklı olması, kendi başına, kâr oranı için herhangi bir anlam taşımaz. Çünkü belirleyici olan, değişmeyen sermayenin bileşimi (döner ve sabit) değil, değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranıdır. Buna karşın, sabit sermayenin ciddi şekilde geliştiği yerler üretimin büyük ölçekte yürütüldüğünü, bu nedenle değişmeyen sermayenin değişen sermayeye göre çok büyük bir ağırlık kazandığını ve kullanılan canlı emek gücünün, onun tarafından harekete geçirilen üretim araçlarının kütlesine oranla sınırlı kaldığını gösterir.
Marx bu inceleme neticesinde varılan sonucu özetler. Şöyle ki, farklı sanayi dallarında sermayelerin farklı organik bileşimlerine ve farklı devir zamanlarına da uygun olarak, eşit olmayan kâr oranları hüküm sürer. Artı-değer oranı aynıyken, kârlar sermayelerin büyüklüğüyle orantılı olur. Bu nedenle eşit büyüklükteki sermayelerin aynı sürelerde aynı büyüklükte kâr elde edeceğini öngören yasa (genel bir eğilim olarak), yalnızca aynı organik bileşime sahip olan sermayeler için (devir zamanlarının da eşit olması koşuluyla) geçerlidir. Buradaki açıklamalar, daha önce de belirtildiği gibi, metaların değerlerine satılıyor olması varsayımı temelinde geçerlidir.
Marx bölümü bitirirken önemli bir noktaya dikkat çeker. Şöyle ki, önemsiz, rastlantısal ve birbirlerini götüren farklılıklar göz ardı edilirse, ortalama kâr oranlarının farklı üretim dallarında farklı olması durumuyla gerçek yaşamda karşılaşılmaz. “Yani, görünüşe göre, burada değer teorisinin gerçek hareketle, üretimin gerçek görüngüleriyle bağdaştırılması mümkün değildir ve bu nedenle, bu görüngüleri kavramaktan tümüyle vazgeçilmelidir.” Ayrıca, daha önce üzerinde durulan hususlardan çıkan sonuca göre, farklı üretim alanlarındaki, üretimleri için eşit büyüklükte sermaye parçalarının yatırıldığı ürünlerin maliyet fiyatları, söz konusu sermayelerin organik bileşimleri ne kadar farklı olursa olsun aynıdır. Marx’ın vurguladı üzere, kapitalist için, değişir ve değişmez sermaye ayrımı, maliyet fiyatında gözden kaybolur. Örneğin, üretimine 100 sterlin yatırmak zorunda olduğu bir metanın kapitaliste maliyeti “90c + 10v” olsa da “10c + 90v” olsa da aynıdır. İki örnekte de kapitalist için ürünün maliyeti hep 100 sterlindir; ne eksik ne fazla. “Üretilen değerler ve artı-değerler çok farklı olabilse bile, farklı alanlardaki eşit büyüklükteki sermaye yatırımları için maliyet fiyatları aynıdır.” İşte maliyet fiyatlarının bu eşitliği, sermaye yatırımları arasında ortalama kâr oranını ortaya çıkaran rekabetin de temelini oluşturur.
(devam edecek)
link: Elif Çağlı, Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /7, 2 Mart 2024, https://fa.marksist.net/node/8204