Üçüncü Dünya Savaşı yayılıp şiddetleniyor. ABD ve İngiliz emperyalizmi, zaman zaman siyasi temsilcilerinin ağızlarından çıkan ters yönlü açıklamalara rağmen hem Ukrayna-Rusya savaşını daha da büyütmek üzere hem de Ortadoğu’da yürüyen savaşı çok daha geniş bir alana yaymak ve derinleştirmek için çaba harcıyorlar.
Ukrayna’da Zelenski yönetimi sürekli olarak daha çok silah, mühimmat ve mali yardım talep ediyor. Batılı emperyalistler bu talepleri asla geri çevirmiyorlar. Ukrayna’ya devredilen F-16 savaş uçaklarının da savaşta kullanılmasıyla, Ukrayna’nın Rusya içlerine doğru Kursk bölgesinde başlattığı saldırının aynı döneme denk gelmesi tesadüf olmasa gerek. Bu saldırının kapsam ve sonuçlarından ziyade sembolik bir anlamı vardır: Savaş artık yalnızca Ukrayna’nın topraklarında değildir, Rusya toprakları da savaş alanı haline gelmiştir. 1941’den beri ilk kez Rusya topraklarının küçük de olsa bir kısmı yabancı askerlerin istilası altındadır; bu durumun Putin yönetimi için küçük düşürücü olduğu, Batılı emperyalistler ve onların oyuncağı olan Zelenski’nin hedeflerinden birinin de bu olduğu açık.
Ukrayna yalnızca kara güçleriyle değil hava kuvvetleri ve SİHA’larla da Rusya’nın sınıra yakın bölgelerindeki askeri noktaları vurmaya çalışıyor. Bu çabasını daha da etkili kılmak için Batı emperyalizminden aldığı orta ve uzun menzilli güdümlü füzeleri Rusya topraklarına saldırı düzenlemek için kullanmak istiyor. Bugüne dek ABD ve İngiltere buna izin vermedi, ama son haftalarda hem kendi aralarında hem de NATO’nun diğer üyeleriyle istişaresini yaptıkları konuların başında bu husus geliyor. Öte yandan savaşı daha da kızıştırma girişimleri Zelenski hükümetindeki çatlakları arttırıp açığa çıkartıyor, sivil ve askeri bürokrasiden istifalar artıyor. Başarısız olarak görüldükleri için ya da savaşı Rusya içine yayma girişimine karşı çıktıkları için birçok üst düzey askerin yanı sıra birçok bakan da Eylül ayı başında istifa etti ki aralarında Dışişleri Bakanı da var.
Yalnızca Rusya’nın içlerini vurabilecek füzelerin Ukrayna’ya verilmesinin yeterli olmayacağı, onları kullanmak için de NATO uzmanlarının aktif desteğine ihtiyaç duyulacağı apaçık. Bu gerçeği hatırlatan Putin, eğer bu silahlar Rusya’ya saldırmak için kullanılacak olursa, bunun “NATO ülkelerinin Rusya ile savaşa girmesi” anlamına geleceğini söyleyerek ekledi: “Çatışmanın özü değiştikçe, Rusya yeni tehditlere göre uygun kararlar alacaktır.” Nedir “uygun kararlar”? Putin de Rus Dışişleri Bakanı da defalarca “gerektiğinde nükleer silah kullanmaktan çekinmeyeceklerini” açıkladılar. Yakın zamanda Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitri Medvedev çok daha tehditkâr konuştu: “Rusya nükleer silah kullanmama konusunda sabırlı davranıyor. Ancak her sabrın bir sonu vardır.” Son dönemde Rusya’nın nükleer doktrininde[1] değişiklik yapılarak, bu silahları kullanma şartları daha da esnetildi. Son olarak, geçen yıl Rus taktik nükleer silahlarının konuşlandırıldığı Belarus’un devlet başkanı Lukaşenko da, eğer NATO ülkeleri Belarus’a saldırırsa, anında bu silahları kullanacaklarını ilan etti: “Açıkça söylüyoruz: Kırmızıçizgimiz devlet sınırımızdır. Eğer bu sınırı geçerlerse, yanıtımız anında gelecektir.”
Aynı değişim ve nükleer savaş söylemini ABD emperyalizmi de dillendiriyor, ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Kiev’de gazetecilere şunu söyledi: “İhtiyaçlar değiştikçe, savaş alanı değiştikçe uyum sağladık ve bunu yapmaya devam edeceğimizden hiç şüphem yok.” İngiliz emperyalizminin ideologları da savaşı Rusya içine taşımak, bu şekilde Putin’i “eylemlerinin sonuçları hakkında uyarmak” ve ileri gitmesini engellemek gerektiğini savunup, “belli koşullar sağlanırsa” İngiltere’nin Rusya’yla savaşı göze alması gerektiğini söyleyip duruyorlar: “Savaşın bu şekilde genişletilmesinin ilkesi ve emsali zaten belirlendi çünkü Batı'nın silahları Rus topraklarında zaten kullanıldı. Örneğin, Kursk saldırısındaki tanklar. Rus topraklarının bir kilometre içinde ya da yüzlerce kilometre uzağında bir Rus bombardıman uçağını düşürmeleri arasında fark yok. Riskler kabul edilmeli ve tatbikatlar yapılmalı. Parlamentolarla halk savaşmaya ve sonuçlarıyla yüzleşmeye hazır olmalı. Gerçek yeterince açık ve Soğuk Savaşı bu şekilde kazandık: Rusya'yla savaşı önlemek için Rusya'yla savaşa hazır olmamız gerekiyor.”[2]
Yakın zamana kadar, nükleer silahların kullanılması, geniş kamuoyunda insanlık suçu olarak görülüyordu. Burjuva siyasetçiler de genelde bu algıyı bozacak yönde konuşmalar yapmıyorlardı. SSCB’nin çöküş döneminde ve sonrasında nükleer silahsızlanma hedefli uluslararası anlaşmalar vb. olumlu karşılanıyor ve nükleer savaş riskinin artık tarihe gömüldüğü ileri sürülüyordu. Bir de şu anki duruma bakın! Gerek Rusya gerekse de ABD, giderek artan dozda nükleer silahların kullanılması seçeneğinden bahsediyorlar. Nükleer cephanelikler elden geçirilip yenileniyor. Uzun yıllardır durdurulan nükleer silah denemeleri tekrar gündeme alınıyor. Nükleer tatbikatlar yapılıyor ve bu silahlar yeni noktalara konuşlandırılıyor. Rusya çoktan nükleer kuvvetleri süresiz teyakkuz haline sokmuş durumda. Tüm bunlar yalnızca askeri hazırlık anlamına gelmiyor; insanlık taktik düzeyde nükleer silahların[3] kullanılmasına alıştırılıyor! Bunların kullanılması normal bir şeymiş gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Yıllar boyunca bilgisayarlardaki savaş oyunlarıyla zehirlenen geniş gençlik kesimleri, Irak bombalanmaya başladığında televizyonları başında bunu canlı olarak izlemişlerdi, tıpkı bir sinema filmi izler gibi bir ruh hali içerisinde! Bugün de aynı normalleştirme operasyonu nükleer silahlar hususunda devrededir. Nükleer silahların kullanıldığı bilgisayar oyunları, nükleer savaş simülasyonları vb. aracılığıyla genç kuşakların beyni yıkanıyor. Küçük çapta nükleer silahların o kadar kötü olmadığı ve kullanılabileceği düşüncesi yaygınlaştırılıyor. Bu hazırlıkların sonunun ne denli korkunç olduğu açık değil mi?
Siyonist İsrail’in kudurganlığı bitmiyor
Londra’da, Paris’te, Berlin’de, ABD’nin birçok kentinde emekçiler İsrail’in giriştiği katliamın son bulması, Filistin’in özgürlüğünün sağlanması için dev gösteriler düzenliyorlar. İsrail’deki emekçi kitleler de savaş karşıtı kitlesel gösteriler düzenliyorlar. Gazze savaşının başlangıcı sayılan 7 Ekim saldırılarının “neden önlenemediği” sorusu ve rehinelerin bir an önce kurtarılması için savaşın sona erdirilmesine dönük talepler, İsrailli kitleler arasında giderek yayılıyor. Yüz binlerce insan caddeleri doldurarak barıştan yana sloganlar atıyor, Netanyahu’nun istifasını talep ediyor. ABD, İngiltere ve birkaç Batılı emperyalist ülke tarafından koşulsuz destek görse de İsrail’in Siyonist yönetimi tüm dünyada giderek artan ölçüde insanlık suçu işliyor olarak görülüyor.
Ama bu barışçıl gösteriler İsrail’in başındaki faşistleri de, onları destekleyen Batılı emperyalist güçleri de durdurmaya yetmiyor, yetmez de. Dünya savaşı kapitalizmin çelişkilerinden doğuyor ve İsrail’in bir yıldır azgınlaştırarak yürüttüğü soykırım savaşı bu büyük savaşın bir parçası haline gelmiştir. Bu savaş, emperyalizmin dünya savaşının Ortadoğu cephesini (tıpkı Ukrayna cephesi gibi) daha da kızıştırma, savaşı yayıp büyütme arzusunu ve hedefini yeterli açıklıkla ortaya koyuyor. Gazze’de çoğu kadın, çocuk ve yaşlılar olmak üzere 40 binden fazla insanı katleden İsrail, burada durmayarak savaşı Batı Şeria’ya ve ardından Lübnan’a yayıyor. Bunların yanı sıra Yemen’i bombalamaktan da geri durmuyor.
İsrail, önce Lübnan’daki bazı Hizbullah komutanlarını ve hemen ertesi günüHamas liderini İran’ın başkenti Tahran’da katletti. İran’a dönük açık bir provokasyondu bu. Tüm afra tafralarına ve intikam yeminlerine rağmen İran egemenleri bu saldırılara etkili bir cevap veremediler. Ardından Siyonist saldırganlık bir kez daha Lübnan’a dönerek oradaki Hizbullah kadrolarını hedef aldı. İsrail, Hizbullah’ın haberleşme araçları üzerinden giriştiği ve yüzlerce kişiyi etkisiz hale getirdiği bu operasyonla herkesi şaşırttı. Bu aynı zamanda bir terör yani göz korkutma operasyonudur. Kendisinin ulaşamayacağı hiçbir noktanın bulunmadığı mesajını vermek üzere girişilmiş bu saldırıyı çok daha üst düzey bir saldırı takip etti. Hizbullah lideri ve üst komuta kademesi bizzat örgüt karargâhında bombalanarak katledildi. Net şekilde söyleyebiliriz ki, İsrail saldırganlıkta kuduruyor, hiçbir sınır dinlemiyor, hukuk vb. onu bağlamıyor. Arkasında ABD-İngiltere’nin tam desteği bulunuyor. Bu olmadan böylesi saldırgan davranması da, bu saldırıları gerçekleştirmesi de mümkün değildir. İran buna etkili bir şekilde mukabele edemiyor. Beyrut karargâhının bombalanmasının ardından İran devlet başkanı Hamaney’in güvenli bir yere nakledildiği bilgisinin verilmesi, İran’ın İsrail’le yaşadığı gerilim ve ihtilafta inisiyatifi Siyonizme kaptırdığının, savunmaya geçmek zorunda kaldığının sembolik ifadesidir. Bu durum İsrail-ABD-İngiltere saldırganlığını yumuşatmayacak, daha da azdıracaktır.
Nasrallah’ın öldürülmesinin ardından, “bölge bir savaşın eşiğinde” ya da “bölge savaşına doğru bir adım daha” şeklinde birçok yorum yapıldı. Biz kendi adımıza en başından beri zaten bir Ortadoğu savaşının yaşandığını, bunun Üçüncü Dünya Savaşının cephelerinden biri olduğunu söylüyoruz. Bilhassa 7 Ekim’den bu yana İsrail’in Filistin halkına karşı yürüttüğü savaşın da bu büyük savaşın bir parçasına dönüştüğünü belirtiyoruz. Bu bağlamdaki Ortadoğu savaşının zaten çoktandır devam ettiğini, olsa olsa bu savaşın daha da kızışıp şiddetlenmesinin sözkonusu olacağını söyleyerek bir ayrım çizgisi çizmek, basit bir adlandırma meselesinden ibaret değildir. Keza bu gerçekliği göremeyenler, bölgede ABD-İngiltere-İsrail (ve AB) karşısındaki Rusya-Çin blokuyla ilişkili bölgesel güçleri ve onların uzantısı durumundaki yerel güçleri, emperyalizme karşı savaştığı vb. iddialarla destekleyebiliyorlar.
Bu yanlış değerlendirmenin kökeninde, savaşın her iki ana taraf açısından da emperyalist karakterde olduğu gerçeğinin inkârı yatıyor. Bu tip yorumlar Rusya ve Çin’in emperyalist niteliğini reddediyor. Büyüğe karşı küçüğün, güçlüye karşı güçsüzün yanında durmak gibi ancak sokak kavgasında işe yarayabilecek “ilkeler”, Marksizmin haksız savaşlara yaklaşımının yerine geçiriliyor. Bu anlayıştakilere göre savaşın iki kutbunu da karşısına almak “tarafsız” kalmak anlamına geliyor! Marksistlerin taraf olabileceği haklı bir savaşı iki ana kategoriye ayırabiliriz. Birincisi, devrimci iç savaşlar ya da devrimi dışarıya yayma savaşlarıdır. Burjuvazinin devrimci olduğu tarihsel kesitte bunun çeşitli örnekleri olmuştu. Geçmişte ve bugün işçi sınıfının ya da genel olarak emekçilerin mülk sahibi sınıflara karşı yürüttüğü savaşlar da bu haklı savaşlar kategorisindedir. İkincisi de ezilen ulus konumunda olan yani siyasal boyunduruk altındaki bir halkın ulusal kurtuluş savaşlarıdır. Bunlara eklenmesi gereken özel bir durumu da atlayamayız: Bir ülke bir savaşın sonunda işgal altında kalırsa, o ülkedeki emekçilerin işgalcilere karşı başlatacağı bir savaş da haklı bir ulusal savaş kategorisinde olacaktır.
Bunlar dışındaki savaşlar tarafların ebatları, güçleri ve kapitalist gelişkinlik düzeyinden bağımsız olarak haksız, yağma ve çıkar savaşlarıdır. Küçük kapitalist ülkeler de emperyalist savaşlara kendi güçlerini arttırmak ve yağmadan pay almak için girerler. Sonuçta birileri yenecek birileri de yenilecektir. Yenilmek, yenilen ülkenin egemen sınıfını mağdur ya da mazlum yapmaz; böylesi durumlarda yenilen ülkenin emekçileri hem işgalcilere hem de kendi egemen sınıflarına karşı savaşmak gibi çok zor bir görevle karşı karşıya kalırlar. Ama tarih bu zor görevin altından kalkan proleterlerin varlığına da şahitlik etmiştir: 1871 Paris Komünü tipik ve parlak bir örnektir!
İsrail’in yürüttüğü korkunç savaşa dönecek olursak, İsrail hükümetine ve başta ABD ve İngiltere olmak üzere onun arkasındaki emperyalist güçlere karşı etkili bir barikat yükseltilmediği sürece emperyalist-Siyonist saldırganlığın durdurulamayacağı apaçık ortadadır. Savaş karşıtı mitingler, barışçıl gösteriler gibi eylemler, kitlelerin savaş karşıtı tutum ve taleplerini ortaya koyup iktidarlar üzerinde bir baskı yaratmak için anlamlı eylemlerdir. Militarizme karşı mücadelede önemli bir başlangıç noktasıdırlar. Ne var ki, bir kez savaşın çarkları dönmeye başladığında, salt bu tür eylemlerle kapitalistleri savaş yolundan döndürmek mümkün değildir. Silah sanayiini durdurmayı, silahların ve askerlerin nakliye süreçlerini bloke etmeyi amaçlayan grevler organize edilmediği, genel grevlerle hayatı durdurup böylelikle kapitalistlerin canları gerçekten yakılmadığı sürece kapitalistler hedeflerinden vaz geçmeyeceklerdir.
Bugün karşımızda koca bir dünya savaşı gerçeği durmaktadır ve buna son vermenin yolu emekçilerin militarizme ve kapitalizme karşı devrimci seferberliğinden geçmektedir. Kapitalizmin yarattığı iktisadi yıkıma, yükselen faşizm tehlikesine ve büyüyen dünya savaşına karşı emeğin birleşik direniş cephesini yaratmak her yerde en acil ihtiyaçtır.
[1] 2020’de yapılan son değişikliği takiben Rusya’nın mevcut nükleer doktrini, kitle imha silahlarıyla bir saldırı ya da “devletin varlığını tehdit eden” konvansiyonel silahlarla bir saldırı durumunda, nükleer silahların “tamamen savunma amaçlı” kullanılmasını öngörüyordu. Son değişiklikle, “Moskova’ya karşı konvansiyonel füze saldırıları”, “Rus topraklarına yönelik ve ülkenin egemenliği için «kritik tehdit» olarak yorumlanacak yoğun füze atışı, savaş uçağı ve drone saldırısı” da nükleer silah kullanımını mümkün kılacak. Ayrıca, “nükleer olmayan bir ülkenin saldırganlığı, nükleer güce sahip bir ülke desteği ya da katılımı olduğu durumda, ortak saldırı olarak değerlendirilecektir” ifadesi de doktrine ekleniyor.
[2] Sean O’Grady, Britanya, Rusya’yla Gerçekten Savaşa Girebilir mi?, 16/9/2024, www.indyturk.com/node/745180
[3] Kullanım amaçları, güçleri, hedefleri, menzilleri gibi özellikleri bakımından nükleer silahlar taktik ve stratejik olarak ikiye ayrılıyor. Taktik nükleer silahlar çok daha kısa menzilli, etki alanı daha sınırlı ve daha düşük yıkım gücüne sahipler. Bu silahların patlama gücü genellikle 1 ilâ 50 kiloton arasındadır. Bu güç nedeniyle çok daha az korkulacak silahlar gibi bir algı yaratılsa da, Hiroşima’ya atılan bombanın 15 kiloton olduğunu düşündüğümüzde, bu “sınırlı” denilen yıkıcı gücün nasıl bir tahribat yaratabileceğini kavramak kolaylaşır.
link: Oktay Baran, Savaş Büyüyor: Ukrayna, Filistin, Şimdi de Lübnan…, 3 Ekim 2024, https://fa.marksist.net/node/8357
Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /14
Narin Cinayeti ve Rejimin Suskunluk Duvarı