Milli Eğitim Bakanlığı ile MHP’nin gençlik örgütlenmesi olan Ülkü Ocakları arasında bir protokol imzalandı. Buna göre Ülkü Ocaklarının yaygın eğitim faaliyeti kapsamında genel, mesleki ve teknik kurslar düzenlemesinin ve bu kurslar aracılığıyla öğrencilerle yakın ilişki kurmasının önü sınırsızca açılmış oldu. MEB’e bağlı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ile imzalanan protokolün kapsamı çok geniş. Ülkü Ocakları tarafından hazırlanan ders programları, yine kendileri tarafından MEB’e bağlı kurumlarda tahsis edilen yerlerde verilebilecek, çok çeşitli faaliyetler hayata geçirilebilecek. Okuma-yazma kursundan dil eğitimine, el sanatlarından spora, çocuk eğitiminden din eğitimine çok çeşitli alanlarda hazırlanacak kurslar verilebilecek. Üstelik bu protokol daha öncekilerde olduğu gibi bir okul ve bölgede değil tüm Türkiye çapında geçerli olacak. Faşist rejim inşa edildiğinden bu yana devlet kurumlarının işleyişini, kendi ideolojisine uygun biçimde şekillendirmeye dönük pek çok hamle yaptı, yapıyor. Kamu hizmetlerini, özellikle de eğitim, sağlık gibi alanları kendi sermaye çevreleri için zenginleşme kapısına dönüştürdü. Diğer taraftan da Türk-İslamcı ideoloji üzerinden kendi kitle tabanını konsolide etmeye çalışmakta. Ülkü Ocakları ile yapılan protokol, özellikle gençleri din ve milliyetçilik temelinde kuşatma altına alarak onları kendi kitle tabanına dönüştürmenin araçlarından biridir sadece.
Faşist rejim dindar ve kindar bir nesil yaratmak için eğitim kurumları üzerinden nice denemeler yapıyor. MEB, iktidarın hizmetinde bir rota izleyen tarikat ve cemaatlerle benzer protokoller yaparak, gençlerin zihinlerinin paramparça edildiği, isyan etmeyen, devlete, otoriteye biat eden bir nesil oluşturmayı hedefliyor. Eğitim kurumlarına tarikat hocaları giriyor, faşist ideoloji ile harmanlanmış siyasal bir propaganda sınırsızca yürütülüyor. Hatırlayacak olursak geçtiğimiz yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı müfredata yeni dersler eklemişti. “Adabımuaşeret” ve “görgü kuralları ve nezaket” dersleri, iktidarın oluşturmak istediği nesil için müfredata eklenen derslerden bazılarıdır. MEB’e göre adabımuaşeret dersinin amaçlarından bazıları şunlar: “Adabımuaşeretin Türk kültüründeki tarihsel süreci hakkında bilgi sahibi olmaları. Medeniyetimizin temel değerlerini kavramaları, benimsemeleri ve bunları davranışlarına yansıtmaları. Geçmiş ve bugün arasında bağ kurarak millî birlik ve beraberlik bilinci kazanmaları…” Tarikatların ve Ülkü Ocakları gibi faşist mafyatik siyasi yapıların eğitim kurumlarına girmesine ve onlarla bu tür protokoller yapılmasına tepki gösteren eğitim sendikaları duymazlıktan geliniyor. MEB ve yetkililer bu protokolleri süslü cümlelerle parlatmaya çalışıyorlar. Eğitim kurumlarının kapılarının sonuna kadar açıldığı tarikatlar ve ırkçı faşist mafyatik örgütlenmeler, eğitim sistemindeki hangi boşluğu dolduracak? Çok açık ki bu protokoller, rejimin gençler üzerindeki ideolojik ve kültürel hegemonyasındaki boşlukları kapatma amacı taşımaktadırlar. MEB Başkanı Yusuf Tekin ise iktidar olmalarından gelen cesaretle sağa sola saldırmaya devam ederek TBMM kürsüsünden şu açıklamayı yapabiliyor: “Onlarla da protokol yapmaya devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor. Onlardan siz bunun için rahatsızsınız. Protokol yaptığımız bu sivil toplum örgütleri sizin çocukları dağa çıkarmanıza engel olduğu için çatlıyorsunuz. Ben o STK’larla protokol imzalamaya devam edeceğim. Çocuklarımın dağa çıkmaması için, sizin insan kaynağınıza insan yetiştirmemek için buradan devam edeceğim.”
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek her siyasal yönetim, özellikle eğitim sistemini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalıştı. Eğitim kurumu gençlerin düşünsel ve kültürel gelişiminde etkili bir basamak olduğundan siyasal iktidarların müdahalelerinden kurtulamamıştır. Ülkenin yönetimini eline alan her siyasi yapı bu kurumun elden geçirilmesini stratejik bir mesele olarak görmüştür. 22 yıllık AKP iktidarı dönemine bakıldığında eğitim politikalarına ve eğitimin içeriğine yönelik atılan adımlarda din ağırlıklı bir ideolojik yoğunlaşma olduğunu görürüz. Faşist rejim bir yandan eğitimde biteviye müfredat değişikliği yapıyor, diğer yandan da tarikatları eğitim kurumlarına yerleştirerek dini eğitimin yanında öğrencileri siyasal iktidarın yönelimleri doğrultusunda bir ideolojik zemine hazırlamaya çalışıyor. Özellikle tarikat ve vakıf adı altındaki faşist organizasyonların son yıllarda eğitim kurumları içindeki ağırlıkları giderek artmakta ve gençler üzerinde bir baskı unsuru görevi görmektedir.
Faşist rejim politikalarını topluma sunarken genel kabul göreceğini düşündüğü bir dil tutturmaya çalışıyor. İyi ahlâk, görgü, saygı, sevgi, hürmet, nezaket, terbiye gibi kavramlar kullanarak toplumsal desteğini arttırmak ister. Böyle bir dilin kullanılması bilinçli bir stratejidir ve gerçek niyetlerinin gizlenmesinde önemli bir rol oynar. Toplumun politikalara rıza göstermesi için manipülasyon önemli bir işlev görür. İktidarın hizmetindeki tarikat örgütlenmeleri, ellerindeki sınırsız araçlarla emekçileri rahatlıkla yönlendirebiliyorlar. Güzel ahlâktan, milli manevi duygulardan bahsedilerek kitlelerin bilinci esaret altına alınıyor, gençler faşist rejimin kitlesi haline getirilmek isteniliyor.
Gençlerin düşünsel gelişmesi, bilimsel temelde ilerlemesi, sorgulayan, müdahalede bulunan bir doğrultuda varlık göstermesi rejim için tehdit olarak algılanıyor. Bunun için uzun bir zamandır gençliğin ideolojik olarak şekillenmesinde etkili, dindar ve kindar nesil yetiştirme projesi uygulanıyor. Rejimin kendi belirlediği “değerler” temelinde hareket eden bir gençlik yaratılması, rejimin destekçisi olmayanlara, muhaliflere, azınlıklara, dezavantajlı gruplara, göçmenlere karşı kin ve nefret besleyen bir nesil inşa edilmesi, rejimin sopası olan örgütlenmelere kan taşınması amaçlanıyor. MEB ile Ülkü Ocakları arasında yapılan protokolü bu kapsamda değerlendirmek lazım. Okullarda Ülkü Ocakları eliyle gençlere, işçi ailelerine daha fazla milliyetçilik zehri enjekte edilecek ve düşmanlık tohumları ekilecektir. Okullar faşist rejimin aparatlarına kadro yetiştirecek araçlara dönüştürülmek istenmektedir.
Milli Eğitim Bakanlığının, çeşitli vakıflarla protokol yapma yetkisi bulunuyor. MEB iktidarın ideolojik ihtiyaçlarına göre protokoller yapıyor. Bu kapsamda Ülkü Ocakları bir siyasal partinin gençlik örgütlenmesi değil de eğitim kültür vakfı olarak lanse edilip protokoller normalleştirilmeye çalışılıyor. Ülkü Ocakları pek çok ilde ve ilçede Milli Eğitim Müdürlükleri ile protokoller yapıyor. Birçok noktada protokol yapmaya bile gerek kalmadan okullara giriyor. Uzaktan eğitim yazılımları hazırlıyor, okullarda tanıtarak öğrencilere veriyor. Geçtiğimiz sene İstanbul Ülkü Ocakları yöneticileri, Silivri’deki TOKİ Cumhuriyet Anadolu Lisesine giderek derslere girdiler. Okul yönetimi ziyaret öncesinde, ders yaptıkları esnada sınıflara girerek öğrencileri bahçeye çıkardı ve Ülkü Ocakları başkanına özel bozkurt işaretli karşılama töreni düzenledi. Ülkü Ocaklarından görevliler okuldaki derslikleri tek tek gezerek öğrencilere konuşmalar yaptılar ve ardından getirdikleri ideolojik materyalleri öğrencilere verdiler. Ülkü Ocakları başkanı karşısında el pençe duran okul müdürü gelen tepkiler üzerine şöyle bir açıklama yaptı: “Bildiğiniz gibi Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı bir STK olarak eğitimle ilgili çalışmalarını gençlerimize tanıtmışlar. Milli, manevi ve ortak değerlerimizle sorunu olmayıp, kapımızı çalan hiçbir STK’yi geri çevirmedik. Zira derdimiz onlarla aynı. Gençlerimizi tehlikeli alanlardan uzak, öncelikle ailesine, içerisinde yaşadığı topluma, milletine ve tüm insanlığa faydası olan bireyler olarak yetiştirmek.” Ülkü Ocakları tarafından tanıtılan kitapların içeriğinde ise milliyetçilik, Türklük teması altında gençlerin bilinçlerini bulandırması, başka milletlere ve dinlere mensup olanların ise düşman gösterilmesi vardı.
Türkiye’deki eğitim sisteminin son 22 yılına baktığımızda büyük yapısal sorunlarla boğuştuğunu görürüz. AKP’den önce de pek çok sorunu olan eğitim sisteminde, AKP iktidarlarıyla ve özellikle faşist rejimin kurumsallaşmasıyla birlikte, ağır aksak işleyen yönler dahi bozulmuştur. Eğitim Bakanlığı koltuğuna 9 farklı isim oturmuş, her yeni gelen bir öncekinden farklı bir modelle sorunların çözüleceğini vaat etmiştir. Bu süre boyunca müfredat 18 kez değiştirilerek tam bir karmaşa yaşanmıştır. Nitelikli, bilimsel ve kaliteli bir eğitimin yerine sınav geçmeye ve ezbere dayalı eğitim anlayışında ise bir değişikliğe gidilmemiştir. Eğitimin dinselleştirilmesi ve ticarileştirilmesinin yanı sıra liyakate değil rejimin adamı olmaya dayalı bir kadrolaşma ise kamusal eğitimin tamamen çökmesine neden olmuştur. Üstüne üstlük 2002’de bütçeden eğitime ayrılan pay %17 iken 2025 yılında bu oran %9,7’ye gerilemiştir. Devletin eğitime yönelik harcamalarında belirgin bir azalma yaşanırken, öğrenci ailelerinin eğitim harcamaları her geçen gün artıyor. 22 yıllık süre boyunca böyle bir sistemde eğitim gören kuşaklar her alanda derin sorunlarla boğuşmak zorunda bırakıldı, bırakılıyor. Kapitalist sistemin içinde bulunduğu çürüme toplumun kılcal damarlarına kadar nüfuz ediyor, her alanda niteliksizleşme, yozlaşma görülüyor. Gençliğin toplumsal sorunlara duyarlı olmasının, toplumcu fikirlerle şekillenmesinin, eşitliğin ve özgürlüğün hâkim olduğu bir dünya hayali kurmasının, sorgulayan, itiraz eden bir neslin gelişmesinin önüne geçilmek isteniyor. Bencil, itaatkâr, kendi bireysel kurtuluşunu düşünen, kindar gençler yetişmesi arzu ediliyor.
Faşist iktidar, tarikatlarıyla, mafyatik faşist örgütlenmeleriyle, gençliği tam kuşatma altına almaya çalışıyor. 2025’in “aile yılı” ilan edilmesinin nedenlerinden biri de budur. Gençlik din ve milliyetçilikle paralize edilmek isteniyor. Sorunların kaynağı ortadayken hedef şaşırtmak için nice yalanlar söyleniyor, gençlerin yaşadığı bunalım aile değerlerinden, milli değerlerden uzaklaşmaya bağlanıyor. Oysa sorun aile değerleri, milli-manevi değerler vs. değil para ve çıkar uğruna her türlü maneviyatı, değeri ayaklar altında çiğneyen bu rejim ve bizzat kapitalizmdir. İnsanları yoksulluk, umutsuzluk, yalnızlık kuyusuna iten, gençleri geleceksizleştiren, bireysel kurtuluş hayalleriyle oyalayan sömürü düzeni, onun iktidarı ve eğitim sistemidir. Aile değerleri, milli-manevi değerler dedikleri şey onların gözünde düzenlerini aklamanın bir yoludur sadece. Gençlerin tarikat ve faşist örgütlenmelerin elinden kurtarılması, evrensel değerlerle kuşanmaları, faşist rejimin tuzaklarının boşa çıkarılması, eğitimin parasız ve bilimsel temellerde verilmesi, işçi sınıfının faşist rejime ve kapitalist sömürü sistemine karşı mücadelesinin ilerletilmesiyle mümkün olabilir.
link: Mikail Azad, Eğitime Yeni Faşist Aşı, 30 Ocak 2025, https://fa.marksist.net/node/8429
Yaşasın Devrim!