

Siyonist İsrail ordusu 7 Ekimden bu yana yerle bir ettiği Gazze’de her gün ortalama 100 insanı katletmeye devam ediyor. Çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu 55 binden fazla Filistinli havadan, karadan ve denizden yağan bombalarla öldürüldü, 127 binden fazla kişi yaralandı. Sadece 19 Ocakta sözde yürürlüğe giren ve 18 Martta İsrail tarafından açıkça bozulan ateşkesten bu yana 5 bine yakın Filistinli katledildi, 15 binden fazla insan yaralandı. İsrail 13 Haziranda İran’a da büyük çaplı bir saldırı başlatarak pek çok kente bomba yağdırdı.
İsrail’in ABD’nin desteğiyle uyguladığı bu saldırganlık karşısında Arap Birliği’nden Avrupa Birliği’ne neredeyse tüm kapitalist devletler en fazla “kınama mesajları” yayınlamakla yetiniyorlar. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren kapitalist haydutlar emperyalist savaşın nimetlerini aralarında büyük bir iştahla paylaşıyorlar. Bu savaşa karşı çıkanlar, barış sesini yükseltenlerse dini, dili, ırkı ne olursa olsun, tüm dünyadan işçi ve emekçiler oluyor.
Dünyanın dört bir yanında işçiler, Gazze katliamını durdurmak, Filistin halkıyla dayanışmayı güçlendirmek için sayısız protesto, grev ve işyeri eylemleri düzenledi. İngiltere’de işçiler, emekçiler 27 kez ulusal gösteri günü düzenleyip meydanlara çıktılar. Her hafta Cumartesi günü ülkenin dört bir yanından başkent Londra’ya akın eden yüz binlerce işçi, emekçi ve öğrenci, emperyalist savaşa karşı sloganlarını ve barış taleplerini haykırdı. İsveç’te, İtalya’da işçiler İsrail limanlarına giden gemileri yüklemeyi reddetti.
Geçtiğimiz günlerde Özgürlük Filosu Koalisyonu öncülüğünde 7 farklı ülkeden 12 aktivist, Madleen adlı bir yelkenliyle Gazze’ye doğru yola çıktı. Bu küçük gemide Greta Thunberg (İsveç), Omar Faiad, Yasemin Acar (Almanya), Thiago Avila (Brezilya), Sergio Toribo (İspanya), Hüseyin Şuayb Ordu (Türkiye), Marco van Rennes (Hollanda), Baptiste Andre, Reva Viard, Pascal Maurera, Yanis Mhamdi ve Rima Hassan’dan (Fransa) oluşan 12 gönüllü 1 Haziranda İtalya’nın Katanya limanından Gazze’ye doğru hareket etti. Thunberg, limandaki mesajında, amaçlarının İsrail tarafından sistematik olarak aç bırakılan, etnik temizlik ve soykırıma maruz kalan Filistinlilere uygulanan ambargoyu kırmak olduğunu söyledi. Thunberg, “bu, bizim hükümetlerimizin, kurumlarımızın, şirketlerimizin ve medyamızın desteğiyle gerçekleşiyor… Bir soykırım karşısında tüm dünyanın sessizliği bundan çok daha tehlikeli” dedi. Bu aktivistler, gemiye yükledikleri bebek bezi ve maması, un, pirinç, ilaç ve çocuklar için protez gibi temel ihtiyaç maddelerini açlık ve yoksulluk içindeki Gazzeli çocuklara ve bebeklere götüremeden göz altına alındılar. İsrail donanmasına ait botlar seferin 8. gününde gece saat 3 civarında Madleen’e müdahale etti ve gemiyi Aşdod Limanına götürdü.
İsrail’in gemiye müdahalesi karşısında Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Türkiye sözde tepki gösterdi. Örneğin Türk Dışişleri yazılı açıklamasında yaşananları “uluslararası hukukun açık bir ihlali” olarak niteledi ve “İsrail’in saldırgan ve hukuk tanımaz tutumu, insanlık değerlerine sahip çıkan sesleri susturamayacaktır” denildi. Dışişlerinin açıklamasında “Netanyahu hükümetinin, seyrüsefer serbestisini ve deniz güvenliğini de tehdit eden bu menfur saldırısı, İsrail’in bir terör devleti olduğunu” ispatladığı söylendi. Ama Madleen’in kaçırıldığı gün yapılan çağrılara rağmen Türkiye limanlarından Aşdod Limanına gemiler çelik taşımaya devam etti. İsrail’in zulmü göz göre göre aylardır devam ediyor. Türkiye de dâhil olmak üzere pek çok kapitalist devlet İsrail ile normal ticaretini sürdürüyor. İsrail’e zamanında “One minute” şovu yapan Erdoğan iktidarının aldığı tutumun ikiyüzlü olduğunu gösteren son örnek “Vela” gemisinin Mersin Limanından demir alması oldu. İsrail ordusuna çelik taşıyan geminin durdurulması gerektiğini dile getirenlere aldırış edilmedi, İsrail ile ticaret dün olduğu gibi bugün de sürdürüldü.
BM Genel Sekreteri Gazze’de olanlar için “insanlığın vicdanı kararmış” diyor. Oysa vicdanı kararan insanlık değil kapitalist egemenlerdir. Kâr uğruna gözünü ve vicdanını karartarak masum bebekler ve çocuklar üstüne ölüm yağdıranlar kapitalist şirketlerden ve devletlerden başkası değildir. Devam etmekte olan emperyalist savaş, kapitalistlerin vicdanının kör olduğunu, onların tek kutsal değerlerinin kâr ve para olduğunu bir kez daha göstermektedir.
Siyonist İsrail devletinin 7 Ekimden bu yana Gazze’de yürüttüğü haksız savaşa sesini yükseltenlerin, dünyanın çeşitli ülkelerindeki işçi ve emekçiler, üniversiteli gençler olduğunu gördük. Dünya sokaklarında kâh savaşın yıldönümü vesilesiyle, kâh Dünya Barış Günü vesilesiyle, kâh hükümetlerin silah sevkiyatı nedeniyle düzenlenen grevlere, eylemlere yüz binler katıldı. Emekçi sınıfların gençlerinin, işçi sınıfının savaş karşıtı tutumu güçlendi. Kapitalistlerin yürüttüğü savaşın kendilerine de zararının dokunacağını gören kitleler bütün engellemelere rağmen eylemlere destek olmaya devam ediyorlar.
İsrail’in İran’a saldırması da eylemlerle protesto edilmeye başlandı. İsrail’in arkasındaki emperyalist güç olan ABD’de emekçiler savaşa ve savaştan beslenen emperyalist egemenlere karşı meydanları dolduruyor. Emekçileri birbirine kırdırmaya çalışan, milliyetçiliği, göçmen düşmanlığını, nefreti körükleyen politikalara boyun eğmeyeceğini gösteriyor. ABD-İsrail Ortadoğu’yu kendi çıkarları temelinde şekillendirmek için bölgeyi kan gölüne döndürürken, bu ülkelerin emekçileri akan kanın durması için mücadeleye devam ediyor.
Gazze’de artan zulme, savaşın İran’a doğru genişletilmesine tepki gösteren kitleler, yaşadıkları ekonomik zorluklarla savaş politikaları arasında bağlar kuruyorlar. 2008 ve 2020 krizleri, ekonomik ve sosyal hak gaspları, Avrupa ve Amerika’da işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını gözle görülür halde geriye savurdu. Polisin göçmenlere, siyahlara, Filistin’le dayanışma için ayağa kalkan gençlere uyguladığı şiddet ve baskı tüm toplumda öfke seline neden oldu, oluyor. Faşist Netanyahu öncülüğünde Gazze’de, Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta yürütülen savaşın demokrasi, kendini savunma veya özgürlük savaşı olmadığını herkes görüyor. Savaşın ağırlaşan faturası da hem işçi kitlelerinin hem de gençlerin geleceğini karartıyor. Amerika ve Avrupa ülkelerinde kapitalist güçlerin tersine işçi ve öğrenci gençler savaş karşıtı bir tutum içindeler. Her geçen gün güçlenen bu tutum, liselerde, üniversitelerde ve sendikalı işçiler arasında savaş karşıtı eylemleri arttırıyor. Trump ve diğer kapitalist liderler işçilerin ve öğrencilerin eylemlerini olağanüstü tedbirler uygulayarak durdurmaya çalışılıyor.
Trump üniversiteleri denetim altında tutmak için tam gaz saldırıyor. Şimdiye dek gösterilerde 3 binin üzerinde öğrenci gözaltına alındı. Üniversitelerde “Antisemitizmle Mücadele Görev Gücü” adı altında faşist yapılar oluşturularak bunlar eylemci öğrencilerin üstüne salınmak isteniyor. Trump artan eylemler nedeniyle üniversitelerin fonlarını keserek, öğrencilerin kredilerini iptal ederek gençleri korkutmaya, geri adım atmaya zorluyor. 24 Nisanda yaptığı paylaşımda, yabancı öğrenci kontenjanını sınırladığı Harvard Üniversitesini hedef gösterdi: “Harvard, diğer pek çok kurum gibi Yahudi karşıtı, aşırı solcu bir kurumdur ve dünyanın dört bir yanından ülkemizi parçalamak isteyen öğrenciler kabul etmektedir.” Birçok üniversitede Filistin yanlısı öğrenci kulüpleri yasaklanıyor, maddi destek kesiliyor. Yabancı öğrenciler hakkında terörizm soruşturması açılarak okuldan atılması sağlanıyor. Fakat bu saldırılara rağmen üniversitelerdeki tepki kesilmiyor. Columbia Üniversitesinde okul ile işbirliği yapan savaş yanlısı şirketler öğrenciler tarafından protesto edildi. Kampüs çevresinde oturma eylemi yapıldı. Yale Üniversitesinde öğrenciler Filistin’le dayanışma amacıyla mezuniyet törenini terk etti.
Kapitalizmi çıkışsızlığa mahkûm eden tarihsel sistem krizi zemininde bir yandan faşizme yönelim artarken bir yandan da Üçüncü Dünya Savaşı yayılıp derinleşiyor. Kapitalist güçlerin yürüttüğü savaşların ne dün ne bugün hiçbir haklı gerekçesi yoktur. Onlar daha fazla güç, daha fazla kâr doğrultusunda hareket ediyorlar. Diğer yandan haksız savaşlar bütün ülkelerde siyasi ve ekonomik zorbalığı besliyor, işçi ve emekçi kitlelerin çalışma ve yaşam koşullarını geriletiyor. Savaşın gösterdiği gerçek, bu savaşlardan emekçi kitlelerin hiçbir çıkarı olmadığıdır. Haksız savaşları yok etmek, onun kaynağı olan kapitalizmi yok etmekten geçiyor. Çağımızın bu onurlu görevini başarmak, işçi sınıfının uluslararası birliği ve örgütlenmesine bağlıdır.

link: Adil Aksu, Gazze: “Vicdanı Kararan” Kim?, 14 Haziran 2025, https://fa.marksist.net/node/8531
Los Angeles’ta Göçmen İşçilerin İsyanı