Published on Marksist Tutum (https://fa.marksist.net)

Home > Kayıp Anneleri

Kayıp Anneleri

Kocaeli/Gebze’den bir metal işçisi, 2 Şubat 2023

no pasaran plaza de mayo

“Ne garip bir toplum ki, yıllarca söylediklerimizi inkâr etti. Ama evet canım, artık hiç kimse gerçeği söylediğimizi inkâr edemez.” Jo Fisher “Kayıp Anneleri, Desaparecidos” adlı kitabını Plaza de Mayo Anneleri ve dünyanın her yerinde insan hakları için mücadele edenlerle dayanışmak için yazdığını söyler ve bizi Perşembe Annelerinin yaşamına, dönüşümüne, topluma etkisine tanıklık etmeye çağırır. Kitap, 1985 yılı ortalarında 40’ı aşkın anne ve büyükanneyle yapılan röportajlar sonucu yazılır. 1970’li yıllarda Latin Amerika’nın birçok ülkesinde faşist darbeler gerçekleşir. Arjantin de bunlardan biridir. Öyle ki ülke 1955-1973 yılları arasında yalnızca yedi yıl boyunca sivil hükümetlerce yönetilebilmiştir. 1976 yılında faşist darbenin ardından cuntanın başındaki General Videla ve ekibi iktidara kurulurlar. Bu durum 1983’e kadar devam eder. Bu süre zarfında en az 30 bin kişi rejim güçleri tarafından kaybettirilir. Askeri darbe arifesinde yıllık enflasyon yüzde 500’e yaklaşmışken, yıl sonuna doğru yüzde 1000’e dayanır. Darbeciler ülkeyi “kaos ve anarşiden” kurtarmak için devlet aygıtının kontrolüne ihtiyaç duyduklarını iddia ederler. Üç kişiden oluşan cuntanın liderliğini yapan General Videla, halka ülkenin Hıristiyanlık, yurtseverlik, aile değerleri ve ahlâkıyla yönetileceği masallarını anlatarak tüm yetkileri üzerine alır. Faşist cuntanın ilk icraatı işçi ücretlerini yarıya düşürmek olur. Ekonomi üzerindeki uzun vadeli planlarını hayata geçirebilmek için temel koşul işçi sınıfını felç etmektir. Öyle ki darbe öncesi ülkenin endüstri merkezlerinde kitlesel bir grev dalgası vardır ve darbe bu dalganın önünü keser. Ordunun ikinci icraatı ise Ulusal İşçi Konfederasyonu ve Ulusal Sendika Örgütünün fonlarını dondurmak ve üyeliklerini bitirerek bu sendikaları tasfiye etmek olur. Endüstriyel Güvenlik Kararnamesiyle grevler yasaklanır ve greve katılanlar için beş yıl, liderlerine on yıl hapis cezası getirir. Tasfiye sendikalarla sınırlı kalmaz, cunta üniversiteleri ve liseleri “terör suçunu besleyen kaynaklar” olarak hedef gösterir. Fakülteler askerlerin kontrolüne girer. “Tehlikeli” olarak görülen çalışanlar işten çıkartılır. Müfredat yeniden düzenlenir, kitaplar değiştirilir. Politik çalışma yürüten hareketlerin hepsi yasaklanır, aktivist öğrenciler tutuklanır. 1976’da “Kurşunkalemler Gecesi” diye anılan bir operasyonla bir gecede 16 öğrenci kaçırılır.

Gözaltında kayıplar giderek artar. Ev baskınlarında alınanlardan bir daha haber alınamaz. Baskınlarda sadece muhalifler değil çocukları da alınır. Askerler bununla da yetinmez, evdeki eşyaları da gasp ederler. Cuntacılar “teröristlerle” dolu cezaevi istemediklerini, çünkü onların buralarda güçlendiklerini söyleyip, aslında kaybedilenlere ne yaptıklarını itiraf ederler. Tıpkı bu topraklarda “asmayalım da besleyelim mi?” diyenler gibi! Cunta basın için bir genelge yayınlayarak şöyle der: “Silahlı kuvvetlerin faaliyetlerini parçalamak, zarar vermek veya zayıflatmak amacıyla herhangi bir yolla haber, bildiri veya görüş savunan kimse, on yıla kadar hapis cezasına çarptırılacaktır.” Buna uyum sağlamayan basın organları kapatılır, çalışanları kaybedilir. Kalanlar ise radyoda ve televizyonda sürekli olarak ordunun propagandasını yapar. Televizyonlarda sürekli parçalanmış arabalar, bombalanmış alanlar gösterilir ve “çocuğunuzun şu an nerede olduğunu biliyor musunuz? Ne yaptığını biliyor musunuz? Onu kınayın, çünkü o bir bombayı yerleştirmek üzere olan biri” diyerek kaybedilenleri toplumun gözünde suçlu olarak gösterirler. İşte tam da böylesi bir atmosferde anneler “hayır, suçlu olan sizlersiniz” diyerek meydana çıkarlar.

plaza de mayo beyaz başörtülü analar

“Başlangıçta insan korkuyor” diyor annelerden biri, “fakat haklı bir dava için mücadele ediyorken nasıl korkabilirsiniz ki?” İlk başta kaybedilen çocukları için alana çıkan anneler daha sonra tüm çocukları sahiplenmek gerektiğine inanırlar. “Kendi çocuklarımızın kaybedilmeleri konusunda gerekli açıklık ancak bütün kaybedilenler konusunun açığa kavuşturulmasıyla mümkün olacaktır” derler. Plaza de Mayo Anneleri olarak anılmaya başlarlar. Annelerden biri olan Azucena, her annenin çocuğunun bebekken kullandığı bazı şeyleri sakladığını söyleyerek, çocuğun bebeklik bezlerinden birini eşarp olarak giyeceklerini belirtir. Böylece anneler hem çocuklarının anısını yaşatacak hem de kalabalıkta daha fark edilir olacaktır. Ardından tüm anneler beyaz eşarplar yaparak üzerine çocukların isimlerini işlerler. Zamanla isimlerin yerini “Sağ Salim Dönsünler” cümlesi alır. Anneler hep umutludur çocukları dönecek diye, aramaktan vazgeçmezler. Geceleri ışıkları açık tutarak aylarca beklerler, bazısı çocuğunun sevdiği yemekleri hep hazır bulundurur ve bazısı geri döner diye çocuklarına giyecek almaya devam eder.
Annelerin direngenliği cuntayı rahatsız etmeye başlar. İlk başta “bu kocakarıları dikkate almayın, bunların hepsi deli” diyenler, zamanla anneleri suçlamaya başlarlar: “Unutmayın ki bu kadınlar çocuklarının başlattığı terörist faaliyetleri devam ettiriyorlar. Bulundukları konum, onların da çocukları kadar terörist olduklarını açıkça gösteriyor.” Faşist cunta o güne kadar tüm suçlamaları “Marksist yıkıcılara” yöneltmiştir. Darbeyi yaparken de Hıristiyanlığı ve aile değerlerini savunabilecek tek güç olarak kendini göstermiştir. Fakat şimdi anneler karşısına dikilmiştir. Kiliseye giden, ailesini soran, kaybedilenleri isteyen anneler karşısındadır. Kilise de cuntanın söylediklerini Tanrı’nın buyruğu olarak kabul ederek, yaşananların Tanrı’nın verdiği bir karar olduğunu ve bunu bu şekilde kabul etmek gerektiğini vaaz eder. Anneler daha sonra bu kurumların halkın çıkarları için değil; sermayenin çıkarları, politikaları ve imtiyazları için olduğunu söyleyeceklerdir.

plaza de mayo beyaz başörtülü anneler

Anneler her Perşembe saat 15:30’da Plaza de Mayo Meydanında olurlar. Darp edilirler, gözaltına alınırlar, fakat onları kimse yıldıramaz. Seslerini duyurmak için direnmeye devam ederler. 1978 Dünya Kupasına Arjantin ev sahipliği yapar. Faşist iktidar için bulunmaz bir fırsattır bu. Yüksek maliyetine rağmen itibar kazanmak için kupayı düzenleme sorumluluğunu üstlenir. İçeride bir barış havası olduğu yanılsamasını yaratmaya çalışır. Toplumu milliyetçi bir hezeyanla teslim almaya çalışarak, halkı “ülkenin onurunu savunmak ve Arjantin’in doğru imajını dünyaya göstermek için seferber olmaya” çağırır. “Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde…” diye başlayan cümleler kurulur. Ama kaybedilenler bu dönemde hızla artmaya devam eder. Dünya Kupası için ülkeye gelen dünya basınından yansıyan bir fotoğraf karesi sayesinde annelerin sesi Arjantin dışında da duyulmaya başlar. İşçi ve emekçilerin ülkedeki esas sorunların kaynağını görmesini engellemek için bilindik araçlar tekrar devreye sokulur, milliyetçilik ve savaş söylemi kışkırtılır. Kitlesel muhalefetin askeri yönetime karşı gösterilerinden sonra 2 Nisan 1982’de uzun süredir İngiltere ile anlaşmazlık konusu olan Güney Atlantik adaları cunta tarafından ele geçirilir. Rejimin bir parçası olmuş sendikalar ve düzen yanlısı siyasi liderler ordunun bu macerasına desteklerini haykırır ve sorunlar son buluncaya kadar taleplerini askıya aldıklarını ilan ederler. “Vatanseverlik” dalgası yayılır, kutlamalar yapılır. Kutlamaya katılanlardan biri de annelerden birinin kız kardeşidir. Bu kadının “Malvinas artık Arjantin’in. Nihayet Malvinas artık bizim diyebiliyoruz” demesi üzerine annenin verdiği cevap cuntanın yapmak istediğinin teşhiridir: “Artık uyan, ülkemizin her yanı çocuklarımızın kanıyla sulandı; ordu, ekonomik durum çok kötü olduğu için ve halkın desteğini kaybettiğinden bunu yaptı!” Annelerin tüm dünyanın gözü önünde büyüyen mücadelesi, toplumun tamamen zifiri karanlığa teslim olmasını engeller. Umut ışığı yakar. 1983’te diktatörlük devrilir. Anneler taleplerini haykırmaya devam ederler. Sivil hükümete ordunun yargılanması için basınç bindirirler. Videla mahkûm ettirilir. Fakat iktidar Zorunlu İtaat Yasasını kabul ederek birçok suçlunun cezasız kalmasının yolunu açar. Anneler son eylemlerini 2006’da geçekleştirirler. Halka çektirilen bunca acının unutulmaması için mücadele eden Plaza de Mayo Anneleri, birçok ülkedeki kadınlara, annelere ilham kaynağı oldular. Yeni nesillerin, onlara çektirilen acıları yaşamamaları için, insanların kaybedilmemesi, işkence görmemesi, kaçırılmaması için mücadele ettiler. Evet, onlar kaybedilen çocuklarının taleplerini, taleplerimizi haykırmaya devam ediyorlar. Onlar bütün dünya için azim ve mücadelenin birer örneği oldular. Bu mücadele örneğini sahiplenen Cumartesi Anneleri de 1995’ten bu yana her Cumartesi Galatasaray Meydanında bir araya geliyorlar. Bugün faşist iktidarın tüm baskılarına rağmen “son kaybımız bulunana kadar, son fail yargılanana kadar ve hesap verene kadar biz vazgeçmeyeceğiz” demeye devam ediyorlar. Kaybedilenler belki geri dönmeyecektir fakat onlar artık daha güzel yarınları kurmak için bizlere güç veren, dünü bugüne bağlayan birer neferdirler. Tüm ezilenleri kurtaracak olan işçi sınıfı ayağa kalktığında, yaşatılan acıların hesabı işte o zaman sorulacaktır.

2 Şubat 2023
Hak ve Özgürlük Mücadelesi
Latin Amerika
Share

Source URL:https://fa.marksist.net/node/7847?qt-diger_makaleler=0