Published on Marksist Tutum (https://fa.marksist.net)

Home > Fransa’da Emeklilik Saldırısına Karşı Dişe Diş Mücadele

Fransa’da Emeklilik Saldırısına Karşı Dişe Diş Mücadele

24 Mart 2023

264004.jpg

Macron hükümetinin Ocak ayında gündeme getirdiği emeklilik tasarısının milyonlarca işçiyi ayağa kaldırdığı Fransa haftalardır kitlesel grevlerle sarsılıyor. Emeklilik sistemini sürdürülebilir hale getirmek bahanesiyle emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkarmayı öngören bu tasarı doğal olarak genciyle yaşlısıyla tüm emekçilerin tepkisini çekti. Ülkedeki 8 sendika konfederasyonu ortak tavır alarak bu tasarıya karşı çıkarken 19 Ocakta grev kararı aldı ve o gün tüm sektörlerden 1 milyondan fazla işçi iş bırakarak sokağa çıkıp kitlesel gösteriler düzenledi.

0a1c0c5a-2b87-4a75-a853-d29c111ff630_4bbd6518.jpg

Fransa’da Macron hükümetinin attığı bu adımla Türkiye’de EYT sorununu doğuran politikalar aynı kaynaktan, yani burjuvazinin küresel ölçekte uygulamaya koyduğu saldırı programlarından besleniyor. Emeklilik yaşının yükseltilmesi, aylık bağlama oranlarını daha da düşürerek emekli maaşlarının azaltılması ve bireysel emeklilik sistemine geçilmesi bu programın başlıca maddeleridir. Neoliberalizmin tırmanmaya başladığı 1980’lerden beri kullanılan argümanlar da birebir aynıdır: “Nüfus yaşlanıyor, açık veren sosyal güvenlik bütçesi toplumun sırtında yük oluşturuyor, bu yüzden sistemde reform şart!” Ne var ki, gelecek kuşakların rahat etmesi için yapıldığı ve sosyal güvenlik sistemine bir daha el atılmayacağı söylenerek gerçekleştirilen bu sözde reformların sonu gelmemektedir. Aradan birkaç yıl geçtiğinde burjuva hükümetler eski argümanlara yeniden sarılmakta ve sosyal güvenlik harcamalarının devlet kaynaklarını yuttuğundan dem vurarak yeni saldırı yasalarını gündeme getirmektedir. Nitekim Fransa’da 12 yıl önce Sarkozy de aynı şeyleri dile getirerek emeklilik yaşını 60’dan 62’ye çıkarmıştı. Şimdiyse 64 yaş ve 43 yıl prim ödeme koşulu getirilmiş durumda.

230323112821-03-france-pension-protests-0323.webp

Macron “bu değişikliği yapmazsak vergileri arttırmak zorunda kalacağız” diyerek halkı bu saldırıya ikna etmeye çalıştı ama amacına ulaşamadı. Halkın büyük çoğunluğunun karşı çıkması bütün sendikaları ortaklaşmaya sevk ettiği gibi siyasi partileri de bu tepkilere duyarlı olmak zorunda bıraktı. Öyle ki Le Pen’in faşist partisi bile tasarıya şiddetle karşı çıktı. Bu yüzden Macron, parlamentodan geçemeyeceği ortaya çıkan yasayı, anayasanın sıkça başvurulmayan 49/3. maddesine dayanarak parlamentoyu baypas edip çıkarma yoluna gitti. Bu maddeye göre hükümet bir yasa tasarısını parlamentonun onayı olmaksızın yasalaştırma yoluna gidebiliyor ama bu durumda parlamentodaki siyasi partiler güvensizlik oylamasına başvurabiliyor. Eğer hükümet güvenoyu alamazsa düşmüş oluyor, alırsa yasa geçmiş sayılıyor. Macron 16 Martta bu süreci başlattı ve sonrasında yapılan güvensizlik oylamasında muhalefet yeterli desteğe ulaşamadığı için yasa geçmiş oldu.

DMZTQV2BFRKYPD3FZFKZULF4XA.jpg

Yasa bir oldubitti sonucunda kabul edilmiş olsa da, yükselen sınıf mücadelesiyle birlikte Macron’un toplumdaki meşruiyeti oldukça zayıflamış durumda. Bu saldırıya sessiz kalmayıp grevlerle, protestolarla ayağa kalkan işçiler ülkenin dört bir yanında sokakları “Macron istifa” sloganlarıyla inletiyorlar. On binlerce öğrenci de 16 Marttan bu yana okulları boykot ediyor. Öğrenciler yasanın geri çekilmesini, Macron’un istifa etmesini ve geleceklerini gasp eden ekonomik-sosyal politikalara son verilmesini istiyorlar. Macron’un anayasanın ilgili maddesini istismar ederek demokratik haklara da saldırdığını belirten işçiler, mücadelelerinin yalnızca yasanın geri çekilmesini kapsamadığını, aynı zamanda demokratik haklara sahip çıktıklarını belirtiyorlar.

GettyImages-1249024813.jpg

Haftalardır düzenlenen grevlerde, eylem günlerinde, hava ulaşımının durduğu, trenlerin çalışmadığı, rafineri işçilerinin greve gitmesi nedeniyle petrol istasyonlarında uzun kuyrukların oluştuğu, temizlik işçilerinin grevi nedeniyle sokaklarda çöp tepelerinin oluştuğu Fransa’da, yasanın kabul edilmesi milyonların öfkesini doruğa çıkardı. Çöp yığınlarının ateşe verildiği Paris’te işçiler, gençler, gün boyu polisle çatıştı, yüzlerce insanın gözaltına alınması da hareketi geriletmeye yetmedi.

image-182.webp

Fransa Sarı Yeleklilerin 2018’de yükselttiği mücadeleden sonra en kitlesel sınıf hareketine sahne olurken, 23 Martta gerçekleştirilen genel grevde de yüz binlerce işçi Paris sokaklarını doldurdu. CGT sendikasına göre başkentte 800 bin işçi yürüdü. Diğer kentlerde de grevci işçiler, gençler meydanlara aktı. Rafinerilere giden yollara barikatlar kuruldu, trenler durdu, okullar kapandı, uçak seferlerinin önemli bir bölümü yapılmadı, enerji işçileri, sağlık işçileri iş bıraktı. Paris’te çöp konteynerleri ateşe verildi. Gençler biber gazı ve tazyikli suyla eylemcilere saldıran polisle çatıştı. Sendikaların grev ve mitinglerin devam edeceğini açıkladığı Fransa’da, Macron’un yıl sonunda yürürlüğe gireceğini açıkladığı bu yasa geri çekilmeden sular kolay kolay durulacağa benzemiyor.
Macron 22 Martta yaptığı açıklamada, başbakan Elisabeth Borne’u hükümete daha fazla destek bulmakla görevlendirdiğini, eğitim, sağlık ve çevre gibi konularda yapılacak politika değişikliklerine sendikaları daha fazla dâhil etmek istediğini söylemişti. Bunun anlamı açıktır: Burjuvazi bütün bu alanlarda yeni saldırılara hazırlanmaktadır ve yanına çekmeye çalıştığı sendikalar aracılığıyla işçi sınıfını pasifize etmek istemektedir.

image-183.webp

Tarihsel sistem krizi içindeki kapitalizm bir çıkışsızlık batağına saplanarak lime lime çürüyor. Bu sistemin işçilere, emekçilere, gençlere, kadınlara verdiği tek şey giderek daha da ağırlaşan bir yıkım tablosudur. Gençliği geleceksiz bırakan bu sistem, yaşlıları da ölene kadar çalışmaya mahkûm etmek istiyor. Üstelik bunu devasa boyutlara ulaşan bir işsizlik tablosu içinde yapmaya çalışıyor, yani sorunları iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor. Her üç gençten birinin işsiz olduğu, iş bulabilenlerinse asgari ücrete mahkûm olduğu bir dünya gerçekliğiyle karşıyayız. Bu gerçeklik sadece geri ülkelerde değil ABD’den Avrupa’ya tüm gelişmiş ülkelerde de aynı manzara hâkim. Ama bunun sorumlusu olanlar, emeklilik yaşının arttırılması ve emekli maaşlarının düşürülmesini aktüaryal dengenin bozulmasına bağlamaktan da geri durmuyorlar. Oysa aktüaryal dengeyi altüst eden bizzat kapitalist politikalardır: “Bilindiği gibi, sosyal güvenlik kurumlarının aktüaryal denge dedikleri şey bir emeklinin finanse edilmesi için prim ödeyen kaç çalışanın olması gerektiği hesabı üzerinden yürümektedir. Sosyal güvenlik kurumuna giren prim miktarı düşerse emekli maaşlarının ödenmesi de sağlık harcamalarının karşılanması da zora girecektir. İşte tam da burada temel bir soru gündeme geliyor ve bu soruyu hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor. Çalışabilir durumdaki milyonlarca emekçi neden işsiz durumda bulunuyor? Kapitalizm altında kronik nitelik taşıyan ve oranları da günümüz kapitalizmi koşullarında sistematik biçimde artan işsizlik sanki Allah’ın emriymiş ya da doğa yasasıymış gibi varsayılmaktadır. Oysa kapitalizmin kâr sistemi olmasa tüm çalışabilir durumdaki emekçiler üretim faaliyetinin içinde yer alabilir ve böylece tüm insanlığın ihtiyaçlarının giderilebilmesi için her bir emekçinin çalışması gereken zorunlu süre hayli kısalmış olur. Ama kapitalizm foyasının ortaya çıkmasını sağlayan bu sorunun sorulmasını istemez.”[1]
Bu sömürü sisteminin egemenlerine göre, yaşanan kriz tüm dünyada emeklilik yaşının artması gerektiğini göstermekteymiş. Oysa bunlar, bütçe açıklarını, sosyal güvenlik açıklarını işçinin cebinden karşılamak için kırk yıldır bitmek tükenmek bilmeyen saldırı programlarını hayata geçirirken, kendi ceplerine hiç el uzatılmasın istiyorlar.

l-0x56wh-1200x700z-0.655.jpeg

Emeklilerin maaş aldıkları süreyi kısaltmaya odaklanan egemenler, bunun hesabını emeklilik yaşını ortalama ömür beklentisine endeksleyerek yapmaya çalışıyorlar. Nitekim atılan adımlar, yapılan açıklamalar da çalışma yaşının ve süresinin üst sınırını ortalama insan ömrüne alabildiğine yaklaştırma niyetini gösteriyor. Avrupa’da pek çok ülkede emeklilik yaşı aşama aşama 70’lere tırmandırılıyor. Türkiye’de de AKP iktidarı 2008 yılında emeklilik yaşını 68’e çıkarmaya çalışmış ama yükselen tepkiler üzerine bunu 65’te tutmak zorunda kalmıştı. İsveç gibi bir ülkede bile emeklilik yaşının 65’ten 75’e çıkarılmasından dem vuran bir başbakan olduğunu, sigorta devi American International Group’un CEO’sunun ise daha da ileri giderek, günümüzde yeni doğan bir bebeğin 100 yaşına kadar yaşama ihtimali bulunduğunu ve bu yüzden emeklilik yaşının 80’e çıkması gerektiğini savunduğunu biliyoruz.[2]

rss-efee42f4cdad0c547a03d57b1ee86b9989b1c8a816dw.webp

Yaşlılığın insanın fiziksel ve zihinsel aktivitelerini kısıtlayan bir olgu olduğunu tümüyle gözardı ederek, bu aktivitenin uzunluğunu tamamen sermayenin çıkarları doğrultusunda ortalama ömre endeksleyen bu yaklaşımın insanlık dışı bir yaklaşım olduğu açıktır. Kendileri hiçbir değer üretmeyen asalaklar takımı işçi sınıfının yarattığı zenginliğe el koyarak sefa sürerken, işçi sınıfına 70 hatta 80 yaşına kadar sermayenin kölesi olmayı dayatıyor. Bir zamanlar “emeklilikte rahat edeceğiz” diyerek zorlu çalışma koşullarına katlanan işçilerin çocukları ve torunları bugün böyle bir umuttan da yoksun durumdadırlar. Onları yaşlandıklarında bekleyen şey emeklilik değil, iş bulma kaygısı, bulduklarında da o yaşta saatler boyunca çalışmaya mecbur edilme işkencesidir. Yaşlılarımızın da gençlerimizin de iliğini kurutarak sermayeyi büyütmeye endeksli kapitalist sömürü sisteminin yıkılması insanlık için her açıdan beka sorununa dönüşmüştür.
[1]   Levent Toprak, EYT ve Burjuva İdeolojisinin Dayanılmaz Hafifliği, 20 Şubat 2023, marksist.net
[2]   İlkay Meriç, Kamusal Emeklilik Sisteminin Tasfiyesine Doğru, Eylül 2012, marksist.net

24 Mart 2023
İşçi Hareketi
Avrupa
Share

Source URL:https://fa.marksist.net/node/7942?qt-diger_makaleler=0