Published on Marksist Tutum (https://fa.marksist.net)

Home > Marx'ın Kapital'ini Okumak > Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt

Temmuz 2021 - Ağustos 2023
e-kitap dizisi
dizi no: 
6

İkinci cilt okumasına başlarken belirtilmesi gereken bazı önemli hususlar var. Bu bağlamda en başta hatırlanması gerekir ki, Kapital’in ikinci cildi Marx tarafından yayına hazırlanmamış ve Marx ölümüyle birlikte ardında uzun yılların emeği olan devasa kapsamda değerlendirme ve çözümlemelerini elyazması notlar halinde miras bırakmıştır. Yoldaşı Engels işte bu notlardan hareketle ve Marx’ın notlarına fazlaca dokunmadan Kapital’in ikinci cildini yayına hazırlamıştır. Marx tarafından yayınlanmak üzere gözden geçirilemeyen elyazmaları, ortalama bir okuyucu için zorluk yaratacak matematiksel açıklamalar ve formüllerle yüklüdür. O nedenle bu tür yerlerde özü bozmadan elden geldiğince sadeleştirmeler, kısaltmalar, özetlemeler yapılarak ilerlenecektir. Çünkü belirtmek gerekir ki, bu çalışmanın amacı ortalama okuyucunun da Kapital’in özünü kavrayabilmesini sağlamaktır. Bunun dışında, Kapitalleri tüm karmaşık açıklamaları ve matematiksel çözümlemeleri de içerecek kapsamda doğrudan Kapital ciltlerinden inceleyecek kişiler zaten kendi bağımsız okumalarını yapacaklardır. Bu açıdan, Kapital ikinci cilt okumaları boyunca, bu çalışmanın amacına hizmet etmesi için zorunlu olarak yaptığımız sadeleştirmelerin genelde bir kayba yol açmayacağına dair dileğimizi en baştan paylaşmış olalım.

Kitabı e-kitap formatında edinmek için Bize Yazın bağlantısı aracılığıyla bizimle iletişime geçebilirsiniz

Kapitalizm-Emperyalizm
Share

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /1

kapital_c-2.png

Sermayenin Dolaşım Süreci

Kapital II. Cilt okumasına giriş:

İkinci cilt okumasına başlarken belirtilmesi gereken bazı önemli hususlar var. Bu bağlamda en başta hatırlanması gerekir ki, Kapital’in ikinci cildi Marx tarafından yayına hazırlanmamış ve Marx ölümüyle birlikte ardında uzun yılların emeği olan devasa kapsamda değerlendirme ve çözümlemelerini elyazması notlar halinde miras bırakmıştır. Yoldaşı Engels işte bu notlardan hareketle ve Marx’ın notlarına fazlaca dokunmadan Kapital’in ikinci cildini yayına hazırlamıştır. Marx tarafından yayınlanmak üzere gözden geçirilemeyen elyazmaları, ortalama bir okuyucu için zorluk yaratacak matematiksel açıklamalar ve formüllerle yüklüdür. O nedenle bu tür yerlerde özü bozmadan elden geldiğince sadeleştirmeler, kısaltmalar, özetlemeler yapılarak ilerlenecektir. Çünkü belirtmek gerekir ki, bu çalışmanın amacı ortalama okuyucunun da Kapital’in özünü kavrayabilmesini sağlamaktır. Bunun dışında, Kapitalleri tüm karmaşık açıklamaları ve matematiksel çözümlemeleri de içerecek kapsamda doğrudan Kapital ciltlerinden inceleyecek kişiler zaten kendi bağımsız okumalarını yapacaklardır. Bu açıdan, Kapital ikinci cilt okumaları boyunca, bu çalışmanın amacına hizmet etmesi için zorunlu olarak yaptığımız sadeleştirmelerin genelde bir kayba yol açmayacağına dair dileğimizi en baştan paylaşmış olalım.

Engels’in 1885 tarihli önsözünden

Kapital’in ikinci cildini yayına hazırlayan Engels, bu önsözün sonuna “Londra, Marx’ın doğum günü, 5 Mayıs 1885” notunu düşmüş ve Kapital’in ikinci ve üçüncü kitaplarının karısına ithaf edileceğini Marx’ın kendisine vasiyet ettiğini hatırlatmıştı. Marx’tan miras kalan Kapital elyazmalarıyla başa çıkıp onları yayına hazırlamak ancak yoldaşı Engels’in altından kalkabileceği bir işti ve bu büyük insan pek çok çalışmasını rafa kaldırıp yıllarını bu çalışmaya hasretmişti. Gerisini Engels’in önsözünde yer alan önemli satırlardan okuyalım: “Kapital’in ikinci cildini basılmaya hazır duruma getirmek, bunu yaparken de, bir yandan bağlantılı ve olabildiğince tamamlanmış, öte yandan da editörünün değil, tümüyle yazarının olacak bir yapıt ortaya çıkarmak, kolay bir iş değildi. Elde çok sayıda, çoğu bölük pörçük çalışmanın bulunması, üstesinden gelinecek işi daha da zorlaştırdı. Bunlardan olsa olsa tek bir tanesi (IV. Elyazması), yazılmış olduğu kadarıyla, basım aşaması için baştan sona gözden geçirilmişti; ama daha sonraki redaksiyonlar nedeniyle bunun da büyük bölümü eskimişti. Eldeki malzemenin büyük kısmı, içerik bakımından büyük ölçüde son biçimine getirilmiş olmakla birlikte, dil bakımından son biçimini almamıştı; Marx’ın özetlerini hazırlarken kullandığı dille yazılmışlardı: özensiz bir üslup, sıradan, sıklıkla kaba mizah içeren ifadeler ve deyimler, İngilizce ve Fransızca teknik terimler, pek çok yerde İngilizce cümleler ve hatta sayfalar; bunlar, yazarın kafasında nasıl gelişmişlerse kâğıda öylece dökülmüş olan düşüncelerin tutanaklarıdır. Ele alınan konuların ayrıntılı biçimde anlatıldığı bölümlerin yanında, aynı derecede önemli başka konulara yalnızca işaret edilmişti; malzemeyi açıklayan olgular toplanmış, ama işlenmek şöyle dursun, neredeyse hiç sınıflandırılmamışlardı; bölüm sonlarında, bir sonraki bölüme hemen geçme ivecenliği yüzünden çoğu zaman yalnızca tartışmanın tam olarak geliştirilmediğini gösteren bir iki kopuk cümle bulunuyordu; son olarak, bütün bunlara, kimi zaman yazarın kendisinin bile sökemediği o ünlü el yazısı ekleniyordu.” “Elyazmalarını mümkün olduğunca sözcüğü sözcüğüne aktarmakla, üslup yönünden yalnızca Marx’ın kendisinin değiştireceği şeyleri değiştirmekle ve yalnızca mutlak olarak gerekli ve ayrıca anlam açısından her tür kuşkudan uzak oldukları yerlerde açıklayıcı ara cümleler ve geçiş sözcükleri eklemekle yetindim. Nasıl yorumlanacakları hakkında en küçük bir kuşku bulunan cümlelerin hiç dokunulmadan basılması tercih edildi. Benim yaptığım değişiklik ve eklemelerin tümü on basılı sayfa bile tutmaz ve yalnızca biçimsel niteliktedir. “Marx’ın II. Kitap için bıraktığı elle yazılmış malzemenin yalnızca sayılması bile, onun, büyük iktisadi keşiflerini yayınlamadan önce, onları yetkinliğin doruğuna ulaştırmak için didinirken, ne ölçüde benzersiz bir titizlik gösterdiğini ve ne ölçüde katı bir özeleştiriye başvurduğunu kanıtlar; sunumunu, içerik ve biçim açısından, yeni araştırmalarla durmaksızın genişleyen ufkuna uygun hale getirmesine pek seyrek olarak izin vermiş olan bir özeleştiridir bu.” Engels bu satırlardan sonra Marx’ın basıma hazırlanmadan bırakmış olduğu onlarca elyazmasının listesini aktarır. Artı-Değer Teorileri’ne ilişkin son derece önemli notları da içeren bu liste, ömrünün en güzel yıllarını Kapital yazımlarına hasreden Marx’ın devasa çalışmasına dair baş döndürücü bir fikir verir.    Engels’in belirttiği gibi, Marx’ın artı-değer teorisi bulutsuz gökyüzündeki bir şimşek gibi çakmış ve bu etkiyi tüm uygar ülkelerde yaratmıştır. Engels kimya bilimindeki çığır açıcı kişilerden örnek vererek, “Lavoisier’nin Priestley ve Scheele karşısındaki durumu neyse, artı-değer teorisi konusunda Marx’ın selefleri karşısındaki durumu da odur” der. Artı-değerin ne olduğunu bilmek için, değerin ne olduğunu bilmek zorunluydu. Her şeyden önce de, Ricardo’nun değer teorisi eleştiriye tâbi tutulmalıydı. Marx bu nedenle değer oluşturucu niteliğiyle emeği incelemişti. “Marx, bundan sonra, meta ve para ilişkisini incelemiş ve metanın ve meta mübadelesinin, onda içkin olan değer olma özelliği gereğince nasıl ve neden meta-para karşıtlığını doğurmak zorunda olduğunu göstermişti; onun bu temele dayanan para teorisi, ilk kapsamlı ve bugün örtülü olarak genel kabul gören teoridir. O, paranın sermayeye dönüşümünü incelemiş ve bunun emek gücü alım satımına dayandığını kanıtlamıştı.” Engels’in Marx’tan hareketle dikkat çektiği gibi, meta olarak alınıp satılan, emek değil emek gücüydü.   Kapital’in ikinci ve üçüncü cildinin en çarpıcı kanıtlarını barındırdığı üzere, Marx, en karmaşık iktisadi sorunların çözüm anahtarını sunan bir gerçeği, sermayenin kendi içindeki ayrımı saptamıştı. Engels’in belirttiği gibi, Marx sermayenin değişmeyen ve değişen sermaye olarak ayrıldığını saptayarak, seleflerinin hiçbirinin başaramadığını yapmış ve artı-değerin oluşum sürecini gerçek akışı içinde en küçük ayrıntılarına kadar ortaya koymuştu. Ayrıca, artı-değerin kendisini incelemeye devam etmiş, bunun iki biçimini, yani mutlak ve göreli artı-değeri bulmuş ve bunların kapitalist üretimin tarihsel gelişiminde oynadıkları farklı, ama her ikisi de belirleyici olan rollerini göstermişti. “Artı-değer temelinde, elimizde bulunan ilk akılcı ücret teorisini geliştirmiş ve ilk kez, kapitalist birikimin bir tarihinin ana hatlarını ve bunun tarihsel eğiliminin bir sunumunu ortaya koymuştu.” Engels’in aktardığı üzere, 1870’ten sonra Marx, asıl olarak sağlık durumundaki bozulmalar yüzünden Kapital çalışmalarına bir süre ara vermek zorunda kalır. Marx bu süreyi çok sayıda defteri dolduran çeşitli konulardaki araştırmalarla geçirdikten sonra, 1877 yılı başlarında kendisini Kapital çalışmalarına yeniden dönebilecek kadar iyileşmiş hisseder. Fakat ne yazık ki 1878 Temmuzunda, sağlık durumunda tam bir düzelme olmadan ikinci ve üçüncü kitaplar üzerinde kendisini tatmin edecek bir çalışmayı tamamlayamayacağını iyiden iyiye anlar. Gerçekten de, bu döneme ait elyazmaları Marx’ın sağlığındaki bezginlik verici bozulmalara karşı yürüttüğü şiddetli mücadelenin izleriyle doludur. Fakat Marx ne demek istemişse, şurada ya da burada bunlar bir biçimde söylenmiştir. Nitekim Marx’ın ölümünden kısa bir süre önce kızı Eleanor’a dediği gibi, “bir şeyler yapmak” için kullanılması gereken malzeme budur. İşte Kapital ikinci ve üçüncü cildini yayına hazırlamak üzere kullanabilecek malzeme tamamlanmamış elyazmaları olarak ve aşılması zor güçlüklerle dolu biçimde Engels’e kalmıştır. Engels, söz konusu güçlüklere, yalnızca yazarın ruhuna uygun çözümler bulmaya çalıştığını yoldaşça bir bağlılık ve vefa duygusuyla belirtir. Engels’in satırları, Marx’ın Kapital çalışmasının tüm bölümleri itibarıyla ne derece yoğun, derin ve birbiriyle bağıntılı olduğunu ortaya koyar: “Elinizdeki II. Kitaptaki parlak incelemeler ve bunların bugüne kadar neredeyse hiç ayak basılmamış olan alanlardaki tümüyle yeni sonuçları, Marx’ın kapitalist üretim temeli üzerindeki toplumsal yeniden üretim süreci hakkındaki sunumunun nihai sonuçlarını geliştiren III. Kitabın içeriğinin yalnızca giriş bölümünü oluşturuyor.”

BİRİNCİ KISIM: SERMAYENİN BAŞKALAŞIMLARI ve BUNLARIN DEVRELERİ

Bölüm 1: Para - Sermaye Devresi

Marx, sermayenin devresel sürecinin Kapital birinci ciltteki sunuma göre aşağıdaki şekilde sıralanan üç aşamadan geçtiğini hatırlatır: “Birinci aşama: Kapitalist, meta piyasasında ve emek piyasasında alıcı olarak görünür; parası metalara çevrilir ya da P-M dolaşım işlemini tamamlar. İkinci aşama: Satın alınan metaların kapitalist tarafından üretken tüketimi. Kapitalist, bir kapitalist meta üreticisi olarak hareket eder; sermayesi, üretim sürecinden geçer. Sonuç şudur: Değeri, üretiminde yer alan öğelerin değerinden fazla olan meta. Üçüncü aşama: Kapitalist, piyasaya satıcı olarak geri döner; metası, paraya çevrilir ya da M-P dolaşım işlemini tamamlar.” Birinci ve üçüncü aşamalar Kapital’in birinci cildinde yalnızca ikinci aşamanın, yani sermayenin üretim sürecinin anlaşılması için gerekli olduğu ölçüde ele alınmıştır. Bu yüzden, sermayenin kendi farklı aşamalarında büründüğü ve yinelenen devreleri sırasında bir girip bir çıktığı farklı biçimlere orada değinilmemiştir. “Şimdi, ilk incelenecek konuyu oluşturuyorlar” der Marx ve bu incelemeye dair önemli bir varsayımı en başta vurgular: “Biçimlerin saf halleriyle kavranması için, her şeyden önce, biçimlerin değişim ve oluşumlarıyla ilgileri bulunmayan tüm unsurların bir kenara bırakılması gerekir. Bu nedenle, burada, yalnızca metaların değerleri üzerinden satıldıkları değil, aynı zamanda, bunun, aynı kalan koşullar altında gerçekleştiği varsayılmaktadır. Dolayısıyla, devresel süreç sırasında ortaya çıkabilecek olan değer değişiklikleri de yok sayılacaktır.”

I. Birinci Aşama: P-M

P-M işlemi belirli bir para tutarının belirli miktarda metalar toplamına dönüşümünü temsil eder. Alıcı için bu işlem parasının metaya dönüşümü, satıcı içinse metalarının paraya dönüşümü demektir. Kapitalistin satın aldığı bu metalar, üretimin gerçekleşmesi için gereken üretim araçları ve emek gücüdür. Şimdi satın alınan meta toplamına M, emek gücüne E ve üretim araçlarına Üa dersek, işlemin formülü M = E + Üa olur. Burada satın alma için harcanan para tutarı (P) demek ki, biri emek gücü, diğeri üretim araçları olmak üzere iki parçaya ayrılır. Bu iki satın alma parçasının biri bildiğimiz meta piyasası, öbürü işçi piyasası olmak üzere tümüyle farklı piyasalara aittir. Satın alınan metalar toplamının bu nitel bölünmesi (E ve Üa) dışında, bu ikisi arasında nicel bir ilişki de vardır. Şöyle ki, satın alınacak olan üretim araçlarının nicelikleri (miktarları), toplam emek gücünün (yani gerekli emek+artı-emek) kullanılabilmesi için yeterli olmak zorundadır. O halde P-M formülü yalnızca belirli bir para tutarının gerekli üretim araçlarına ve emek gücüne dönüştürüldüğü anlamına gelen nitel ilişkiyi anlatmaz.  Aynı zamanda, paranın emek gücüne (E) ve üretim araçlarına (Üa) yatırılmış parçaları arasındaki nicel bir ilişkiyi de ifade eder ve bu ilişki, belirli bir sayıda işçinin harcadığı gerekli emek miktarı dışında fazladan harcayacağı artı-emek miktarı da hesaba katılarak belirlenir. Netice olarak, kullanılan emek gücü için tedarik edilmesi gereken üretim araçları miktarı, diyelim 8 saatlik işgününün yarısı gerekli emek ise yalnızca bu 4 saat için değil, 4 saatlik artı-emek için de ihtiyaç duyulacak miktar hesaba katılarak belirlenecektir. “Bir başka deyişle, üretim araçları kütlesi, emek kütlesini soğurmaya, bu emek kütlesi tarafından ürüne dönüştürülmeye yetmelidir. Elde yeterli üretim araçları bulunmasaydı, alıcının tasarrufundaki fazla emek, kullanılabilir olmazdı; onun emek üzerindeki tasarruf hakkı hiçbir işe yaramazdı. Eğer eldeki emekten daha fazla üretim aracı bulunsaydı, bunlar, emekle doyurulmamış olarak kalır, ürüne dönüştürülmezdi.” Kapitalist P-M işlemini gerçekleştirdiğinde, artık elinin altındaki şeyler yalnızca gerekli-emek ve yalnızca buna denk düşen üretim araçları değildir. Kapitalist şimdi hem emek gücünün değerinin yerine koyulması için gerekli olandan daha büyük bir kullanılabilir emek gücüne (yani gerekli emek+artı-emek) hem de bu toplam kullanılabilir emek miktarının gerçekleştirilmesi ya da metalara dönüştürülmesi için gereken üretim araçlarına sahiptir. Demek ki kapitalist tarafından para biçiminde yatırılmış olan değer, şimdi, değer ve artı-değer yaratma görevini yerine getirebilen üretken sermaye durumunda ya da biçiminde bulunur. Bu açıdan bakıldığında, emek gücü ve üretim araçları biçimindeki meta alımları toplamını simgeleyen ve genel meta dolaşımının işlemi olan P-M, aynı zamanda para-sermayenin üretken sermayeye dönüşümüdür. Sermayenin bağımsız devresel sürecinin bir aşaması olarak, sermaye değerinin kendi para biçiminden kendi üretken biçimine dönüşümüdür. Para-sermaye biçimindeki sermaye, genel satın alma aracı ve genel ödeme aracı olma işlevleri biçimindeki para işlevlerini yerine getirir. Emek gücünün başlangıçta satın alınmasına karşın, ödemesinin ancak kullanılmasından sonra yapılması durumunda, para, genel ödeme aracı olarak işlev görür. Üretim araçlarının piyasada hazır durumda bulunmayıp önceden sipariş edilmeleri halinde de, para, yine ödeme aracı olarak hizmet eder. Bunları yapma gücü, para-sermayenin sermaye olmasından değil, para olmasından kaynaklanır. Unutulmasın ki, henüz para durumundaki sermaye değeri, başka hiçbir işlevi değil, yalnızca para işlevlerini yerine getirebilir. Buna rağmen para işlevlerini sermaye işlevleri kılan şey, sermayenin hareketinde üstlendikleri belirli rol, ortaya çıktıkları aşamanın sermaye devresinin diğer aşamalarıyla bağlantısıdır. Örneğimizdeki durumda para, üretken sermayenin doğal biçimini oluşturan metalara (emek gücü ve üretim araçları) dönüştürülür. İşte bu nedenle, sermayenin para-sermaye biçimi, potansiyel olarak, kapitalist üretim sürecinin sonucunu daha bu sırada içinde barındırır. Para-sermayenin dolaşımı, P-Üa (üretim araçları) ile P-E (emek gücü) satın alımına bölünmektedir. “P-E”nin anlamına bakacak olursak, kapitalist yönünden bu emek gücü satın alımıdır ve işçi yönünden ise emek gücünün satışıdır. O halde alıcı kapitalist için paranın emek gücü şeklindeki metaya çevrilmesi (P-M), satıcı işçi için kendi emek gücü metasının (M-P) paraya çevrilmesidir. Bu M-P, Kapital birinci ciltte görüldüğü üzere, metanın birinci dolaşım aşaması ya da birinci başkalaşımıdır. İşçi bu şekilde elde ettiği parayı, ihtiyaçlarını giderecek metalar toplamına, yani tüketim nesnelerine harcar. İşçi açısından kendi metasının toplam dolaşımı böylece kendisini M-P-M dolaşımı olarak ortaya koyar. Hatırlanacak olursa, M-P-M basit meta dolaşımının genel biçimidir ve bu genel biçim içinde para yalnızca geçici bir dolaşım aracı yani bir metanın bir başkasıyla mübadelesinin aracısı olarak görünür. P-E işlemi (kapitalistin para-sermayesinin bir kısmıyla emek gücü satın alması), para-sermayenin üretken sermayeye dönüşümünün karakteristik uğrağıdır; çünkü para biçiminde yatırılan değerin gerçekten de sermayeye, yani artı-değer üreten değere dönüşmesinin temel koşuludur. P-Üa ise (para-sermayenin üretim aracı satın almak için harcanan kısmı), yalnızca P-E ile satın alınan emek kütlesini gerçekleştirmek için gereklidir. Marx, para-sermayenin bir kısmıyla emek gücü satın alma konusunun Kapital birinci ciltte “Paranın Sermayeye Dönüşümü” başlıklı kısımda ele alındığını, burada ise sermayenin görünüş biçimi olarak para-sermayeye özel bir ağırlık verilerek bir başka açıdan daha incelenmesi gerektiğini belirtir. Parayla emek gücü satın alınmasına (P-E), genellikle kapitalist üretim tarzının karakteristik özelliği olarak bakılır. Ne var ki bu özellik hiç de ilk planda düşünüleceği gibi, bu satın almayla artı-emeğin sağlanacağı öngörüsünden kaynaklanmaz. Tersine, biçiminden yani işçi ücreti biçimi altında parayla emek gücü satın alınmasından ötürü böyle bakılır ve bu durum para ekonomisinin ayırt edici özelliğidir. Burada karakteristik sayılan şey, söz konusu biçimin akıl dışı olması da değildir. Akıl dışılık şuradadır: Ücret biçimi altında emek gücünün örneğin bir günlük fiyatı, kendisini, sanki bir gün boyunca bu emek gücü tarafından gerçekleştirilen emeğin fiyatı olarak ortaya koyar. Böylelikle de, işçinin 12 saatlik bir işgününde diyelim yalnızca 6 saatlik çalışmasıyla üretilen değer, sanki onun 12 saatlik işlevinin ya da çalışmasının karşılığı olarak ifade edilir. Kısacası 12 saatlik emek gücü harcaması içindeki artı-emek, satın alınan emek gücüne giydirilen ücret kılığı nedeniyle güme gider.  Emek gücü burada sahibinin metası olarak göründüğünden, parayla insan faaliyetlerinin alınması ve satılması, para ekonomisi denen olgunun karakteristik özelliği ya da işareti sayılır. Oysa para çok daha eski dönemlerde, para henüz para-sermayeye dönüşmemişken ya da ekonominin genel karakteri henüz köklü değişikliklere uğramamışken, hizmetler diye anılan etkinliklerin alıcısı olarak görünür. Şurası önemli ki, ne tür metalara dönüştürüldüğü para için hiçbir önem taşımaz. Para, fiyatları ile belli bir miktarda parayı düşünsel olarak temsil eden, paraya dönüşümlerini bekleyen ve parayla yer değiştirmedikçe sahipleri için kullanım değerlerine dönüşebilecekleri biçime bürünemeyen bütün metaların evrensel eşdeğeridir. Demek ki, emek gücü de sahibine ait bir meta olarak pazara geldiğinde ve satışı “emek gücü karşılığı ödeme” biçimini alarak ücret şekline büründüğünde, artık onun alım satımı herhangi bir başka metanın alım satımından daha şaşırtıcı değildir. Burada karakteristik olan şey, emek gücü metasının satın alınabilir oluşu değil, emek gücünün bir meta olarak ortaya çıkışıdır. Para-sermayenin bir kısmının üretken sermayeye dönüştürülmesi yoluyla, kapitalist, üretim için gerekli olan ve çeşitli metalardan oluşan üretim etmenlerini bir araya getirmiş olur. Para ilk kez üretken sermayeye dönüştürülüyorsa ya da sahibi için ilk kez para-sermaye olarak işlev görüyorsa, kapitalist, emek gücü satın almadan önce, işyeri binaları, makineler gibi üretim araçları satın almak zorundadır. Çünkü emek gücü kapitalistin buyruğu altına girer girmez onun emek gücü olarak kullanabilmesi için, üretim araçlarının hazır bulunması gerekir. İşte, kapitalist açısından konu bu şekilde görünür. İşçi açısından ise durum şudur: Onun emek gücünün üretken şekilde faaliyete geçmesi, ancak satılması yoluyla üretim araçlarıyla bağlantısının kurulduğu andan itibaren mümkün hale gelir. Yani emek gücü, satılmasından önce üretim araçlarından, bir başka deyişle faaliyetinin nesnel koşullarından ayrı durumdadır. Bu ayrılık halinde emek gücü ne doğrudan doğruya işçi tarafından kendisi için kullanım değerleri üretmekte kullanılabilir; ne de onun geçimini sağlayabilmesi için gerekli metaların üretiminde kullanılabilir. Fakat satın alınan emek gücünün üretim araçlarıyla bağlantısı kurulur kurulmaz, o emek gücü de tıpkı üretim araçları gibi, alıcısının üretken sermayesinin bir bileşeni olur. Para sahibi ile emek gücü sahibi, P-E işleminde birbirleriyle yalnızca alıcı ve satıcı olarak ilişkiye girmekte ve birbirlerinin karşısına para sahibi ve meta sahibi olarak çıkmaktadırlar. Olayın bu yönüyle kapitalist ve işçi salt para ilişkisi içinde bulunuyor olsa bile, alıcı konumundaki kapitalist, aynı zamanda, işçinin kendi emek gücünü üretken biçimde harcayabilmesinin nesnel koşullarını oluşturan üretim araçlarının sahibi olarak ortaya çıkmaktadır. O halde açık ki, bu üretim araçları emek gücü sahibinin (işçinin) karşısına başkasının malları olarak çıkar. Öte yandan, satın alınan emek gücü de alıcısının karşısına, üretken sermaye olarak faaliyet gösterebilmek için onun buyruğu altına girmek, onun sermayesine dâhil olmak zorunda olan bir şey olarak çıkar. “Demek ki, kapitalist ile ücretli emekçi arasındaki sınıf ilişkisi, bu ikisi P-E (işçi yönünden E-P) işleminde birbirlerinin karşısına çıktıkları anda, zaten mevcut, zaten varsayılmış durumdadır. Bu bir alım satımdır, para ilişkisidir, ama alıcının kapitalist, satıcının ücretli emekçi olması ön koşuluna dayanan bir alım satımdır.” Ve bu ilişki, emek gücünün gerçekleştirilmesinin koşullarının (geçim araçları ve üretim araçları), kapitalistin malı olarak emek gücü sahibinden ayrılmış olmasının sonucudur. Bu ayrılmanın tarihsel akış içindeki kökeniyle burada ilgilenilmeyeceğini belirtir Marx. Bu nedenle kısaca ifade etmek gerekirse, P-E gerçekleşir gerçekleşmez söz konusu ayrılma var olur. Burada bizi ilgilendiren şudur: P-E burada para-sermayenin bir işlevi olarak görünüyorsa, bunun nedeni, kesinlikle paranın yararlı bir insan faaliyeti ya da hizmeti için ödeme aracı rolünü yüklenmesinden ileri gelmez. Paranın bu biçimde harcanabilmesinin tek nedeni, emek gücünün kendi üretim araçlarından (emek gücünün kendisini yeniden üretebilmesi için gerekli geçim araçları da buna dâhildir) ayrılmış durumda bulunması ve bu ayrılığın üstesinden ancak, emek gücünün üretim araçları sahibine satılmasıyla gelinebilmesidir.  İşte bu nedenle emek gücünün kullanım hakkı onu satın alana ait olur. “Üretim sürecinde sermaye ilişkisinin ortaya çıkmasının tek nedeni, bu ilişkinin aslen dolaşım işleminde, alıcı ile satıcıyı karşı karşıya getiren farklı temel iktisadi koşullarda, onların sınıf ilişkisinde var olmasıdır. Kendi doğasıyla bu ilişkiyi verili kılan şey, para değildir; tersine, bir salt para işlevini bir sermaye işlevine dönüştürebilen, bu ilişkinin varlığıdır.” Para-sermaye hakkındaki görüşler, genellikle yan yana duran ya da birbirlerine karışan iki yanılgı içerir. “Birincisi: Sermaye değerinin para-sermaye olarak yerine getirdiği ve tam da para biçiminde bulunduğu için yerine getirebildiği işlevler, yanlış bir şekilde, bu değerin sermaye olma niteliğinden türetilir; oysa bu işlevler, yalnızca, sermaye değerinin para durumundan, para olarak görünüş biçiminden kaynaklanır. İkincisi, ilkinin tersidir: Para işlevinin onu aynı zamanda bir sermaye işlevi kılan özgül içeriği, paranın doğasından türetilir (dolayısıyla, para, sermayeyle karıştırılır); oysa bu işlev, buradaki P-E işleminde olduğu gibi, salt meta dolaşımında ve buna karşılık gelen para dolaşımında hiçbir şekilde verili olmayan toplumsal koşulların varlığını şart koşar.” Marx burada vurgulanan “toplumsal koşullar” hususunu açıklamak için bir de geçmiş tarihlerden örnek verir. “Köle alım satımı da biçimi açısından meta alım satımıdır. Ama para, kölelik var olmadan bu işlevi yerine getiremez. Kölelik varsa, o zaman para köle alımına yatırılabilir. Buna karşın, alıcının elindeki para, köleliği mümkün kılmaya hiçbir şekilde yetmez.” Bir kişinin kendi emek gücünü satmasının yalıtık bir olgu olarak değil, meta üretimi için toplumsal açıdan kesin bir koşul olabilmesi ve dolayısıyla para-sermayenin burada ele alınan işlevini (para ile üretim araçları ve emek gücü satın almak) toplumsal ölçekte yerine getirmesi, üretim araçları ile emek gücü arasındaki eski bağı çözen tarihsel süreçlerin varlığını gerektirir. İşte bu tarihsel süreçler, söz konusu üretim araçlarının sahipleri olmayan halk kitlesiyle (işçilerle), üretim araçlarının sahipleri olarak çalışmak zorunda olmayanları (kapitalistleri) karşı karşıya getirmiştir. Demek ki, parayla üretim araçları ve emek gücü satın alma işleminin temelinde yatan olgu, toplumda üretim öğelerinin bölüşümüdür; bir tarafta üretim sürecinin nesnel koşullarına (üretim araçlarına) sahip olanlar ve diğer tarafta yalnızca kendi emek gücüne sahip olanlar toplanmıştır. O halde, P-E işleminin genel bir toplumsal işlem haline gelebilmesi için, üretim araçları işçinin karşısına bu şekilde, yani sermaye olarak çıkmak zorundadır. Daha önce gördüğümüz üzere, kapitalist üretim bir kez yerleşiklik kazandıktan sonra bu ayrılığı yeniden üretmekle kalmayıp, genel olarak egemen toplumsal durum haline gelene kadar onu sürekli büyüyen ölçeklerde genişletir. Fakat sorunun bir başka yönü daha vardır. “Sermayenin oluşabilmesi ve üretimi denetimine alabilmesi için, ticarette, dolayısıyla aynı zamanda meta dolaşımında ve bunun için de meta üretiminde belirli bir gelişme aşamasına ulaşılmış olması gerekir; çünkü nesneler, satılmak için, yani meta olarak üretilmedikleri sürece, meta olarak dolaşıma giremez. Meta üretimi ise ancak kapitalist üretim temelinde, üretimin olağan, başat karakteri olarak görünür.” Marx dönemin Rusya’sından bir örnek verir. 1861 yılında Rus Çarı II. Aleksandr tarafından köylülerin serflikten kurtulduğuna dair bir ferman çıkartılmıştır. Köylülerin sözde özgürlüğe kavuşturulması denen bu olay sonucunda Rus toprak sahipleri, topraklarında serfler yerine ücretli emekçileri çalıştırmak zorunda kalınca iki şeyden yakınmışlardır. “Birincisi, para-sermaye kıtlığından. Örneğin şu söyleniyor: Daha ürün satılmadan, ücretli emekçilere büyük ölçekli ödemelerin yapılması gerekiyormuş ve bunun da ilk koşulu, yani nakit para yokmuş. Üretimi kapitalistçe yürütmek için, para biçimindeki sermayenin, tam da işçi ücretlerinin ödenmesinde kullanılmak üzere, sürekli elde bulunması gerekir. Yine de toprak sahipleri bu konuda kendilerini avutabilir. Sabreden derviş muradına erer ve sanayici kapitalist yalnızca kendi parasına değil, aynı zamanda l'argent des au tres'a [başkalarının parasına] hükmeder.” Ama yakınmaların ikincisinin daha tipik olduğunu belirtir Marx. Şöyle ki, “paraya sahip olunsa bile, köy topluluğunun toprak üzerindeki ortak mülkiyeti nedeniyle Rus tarım emekçisi kendi üretim araçlarından tümüyle ayrılmadığından ve dolayısıyla da henüz sözcüğün tam anlamıyla «özgür ücretli emekçi» olmadığından, satın alınacak yeterli miktarda emek gücünü istenen zamanda hazır bulmak mümkün değilmiş.” Oysa ücretli emekçinin toplumsal ölçekte varlığı; paranın metalara dönüşümü, para-sermayenin üretken sermayeye dönüşümü için olmazsa olmaz koşuldur. Bundan ötürü, açıktır ki, para-sermaye devresinin formülü olan P-M... Ü... M'-P' (önce parayla üretim araçları ve emek gücü satın alınması yani P-M, sonra Ü ile ifade edilen üretken sermayeyle üretimin gerçekleştirilmesi ve üretim sonucunda başlangıçtaki değeri aşan bir metanın (M') elde edilmesi ve nihayet bunun satılması sayesinde de başlangıçtaki para değerini aşan miktarda paraya (P') dönüştürülmesi), ancak gelişmiş durumdaki kapitalist üretim temeli üzerinde para-sermaye devresinin doğal biçimidir. Çünkü bu biçim, ücretli emekçiler sınıfının toplumsal ölçekte varlığını şart koşar. “Kapitalist üretim, görmüş olduğumuz gibi, yalnızca meta ve artık değer üretmez; ücretli emekçiler sınıfını, hem de durmadan genişleyen ölçekte yeniden üretir ve doğrudan üreticilerin çok büyük çoğunluğunu ücretli emekçilere dönüştürür.” Gerçekleşmesi için işçi sınıfının sürekli varlığı birinci ön koşul olduğundan, P-M ... Ü ... M'-P' dizisiyle ifade edilen işlemler, üretken sermaye biçimindeki sermayeyi, yani üretken sermaye devresinin biçimini öngörür. (devam edecek)

2 Temmuz 2021
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /2

kapital_c-2.png

Bölüm 1: Para-Sermaye Devresi

II. İkinci Aşama, Üretken Sermaye İşlevi

Burada ele alınan sermaye devresi, paranın metalara dönüşmesiyle (P-M dolaşım işlemi), yani kapitalistin üretim için gerekli metaları (emek gücü ve üretim araçları) satın almasıyla başlar. Üretim tamamlanınca bu kez de dolaşımın karşıt bir başkalaşımla, metaların paraya dönüşümüyle (M-P dolaşım işlemi), yani üretilen metaların satışıyla tamamlanması gerekir. Ne var ki, kapitalistin para-sermayesiyle emek gücü ve üretim araçları satın almasının dolaysız sonucu, para biçiminde yatırılan sermaye değerinin dolaşımının kesintiye uğramasıdır. Çünkü E+Üa için harcanan para-sermaye (P) üretken sermayeye (Ü) dönüşmüş olur. Böylece P dolaşımdan çekilmiş ve onu üretken tüketime (E ve Üa’nın üretim sürecine girerek tüketilmesi) geçmek zorunda bırakan doğal bir biçim kazanmıştır. Emek gücü kullanımı ancak emek sürecinde (üretim sürecinde) gerçekleştirilebilir. İşçi kapitalistin kölesi değildir ve kapitalist işçiyi yeniden meta olarak satamaz. Zira işçinin emek gücünün belirli bir süreliğine kullanımından başka hiçbir şeyi satın almış değildir. Emek gücünü, yalnızca, onun aracılığıyla üretim araçlarının meta yaratmalarını sağlayarak kullanabilir. Demek ki daha önce incelediğimiz birinci aşamanın (P-M) sonucu, ikincisine yani sermayenin üretkenlik aşamasına giriştir. Üretken sermayeyi ya da üretim alanını Ü ile gösterirsek, şimdi hareketi P-M (E+Üa) … Ü şeklinde ifade edebiliriz. Burada Ü simgesinden önceki üç nokta sermayenin dolaşımının kesintiye uğradığını belirtir. Fakat aslında devresel süreç devam etmekte, hareket meta dolaşımı alanından üretim alanına geçmektedir. Bu açıdan bakılacak olursa, birinci aşama yani para-sermayenin üretken sermayeye dönüşümü, yalnızca, ikinci aşamanın yani üretken sermaye işlevinin habercisi ve giriş anı olarak görünür. P-M (E+Üa) işlemi, onu gerçekleştiren bireyin para sahibi olmasını şart koşar. Ne var ki söz konusu işlem paranın elden çıkarılmasıyla gerçekleşir ve o bireyin yine para sahibi olarak kalabilmesi için sonunda paranın ona geri dönmesi gerekir. İşte para o bireye ancak üretilen metaların satışı yoluyla dönebilir. O halde bu işlem, o bireyin meta üreticisi (kapitalist) olmasını şart koşar. Ücretli emekçinin tek geçim kaynağı emek gücü satışıdır ve emek gücünün korunması (işçinin kendi varlığını koruması) günlük tüketimi gerekli kılar. Bunu, emek gücünün parayla satılması ve o parayla günlük tüketim için gerekli metaların satın alınması (E-P-M) olarak ifade edebiliriz. İşçinin kendi varlığını koruması için gerekli olan satın almaları yineleyebilmesi, emek gücüne yapılan ödemenin sürekli olarak belirli aralıklarla yinelenmesini gerektirir. “Bundan ötürü kapitalist onun karşısına hep para kapitalisti olarak ve sermayesi de para-sermaye olarak çıkmak zorundadır. Ama öte yandan, dolaysız üreticiler kitlesinin, yani ücretli emekçilerin E-P-M işlemini gerçekleştirebilmesi için, gerekli geçim araçları onların karşısına hep satın alınabilir biçimde, yani meta biçiminde çıkmak zorundadır. Yani bu koşullar, ürünlerin metalar olarak dolaşımının, dolayısıyla da meta üretiminin ölçeğinin yüksek bir dereceye ulaşmış olmasını gerektirir. Ücretli emek aracılığıyla üretim genelleşir genelleşmez, meta üretimi, üretimin genel biçimi olmak zorundadır.” Meta üretimi bir kez genelleştiğinde sürekli artan bir toplumsal işbölümüne, dolayısıyla kapitalistler tarafından üretilen metaların giderek daha çok farklılaşmasına yol açar. Böylece çeşitli metaların üretimi, birbirini tamamlayan üretim süreçleri olarak bağımsız süreçler halinde bölünürler. Şurası önemli ki, parayla emek gücü satın alınması hangi derecede gelişirse, parayla üretim araçları satın alınması da aynı derecede gelişir. Ayrıca bu üretim araçlarının üretimi de, onlar sayesinde kapitalistin ürettiği metaların üretiminden aynı ölçüde ayrılır. Ve bu nedenle bu üretim araçları kapitalistin karşısına, kendisinin üretmediği ama kendisine ait üretim süreci için satın aldığı metalar olarak çıkar. “Bunlar, onun üretim dalından tümüyle ayrılmış, bağımsız olarak işletilen üretim dallarından gelir ve bu nedenle satın alınmaları gerekir. Meta üretiminin maddi koşulları, onun karşısına, giderek daha büyük ölçüde, başka meta üreticilerinin ürünleri, metaları olarak çıkar. Kapitalist, aynı ölçüde, para kapitalisti olarak hareket etmek zorundadır, ya da başka bir deyişle, sermayesinin para-sermaye olarak işlev görme zorunluluğunun ölçeği büyür.” Kapitalist üretimin temel koşulunu (bir ücretli emekçiler sınıfının varlığını) üreten koşullar, her tür meta üretiminin bundan böyle kapitalist meta üretimine geçişini hızlandırır. Kapitalist meta üretimi geliştiği ölçüde, çoğunluğu üreticilerin kendi gereksinimlerini karşılayan ve yalnızca ürün fazlasını metaya dönüştüren diğer bütün eski üretim biçimleri üzerinde parçalayıcı ve çözücü etkide bulunur. Kapitalist ticaret başlangıçta eski üretim tarzının kendisine görünüşte dokunmaz, fakat giderek ürünlerin satışını ana amaç haline getirir. Örneğin kapitalist dünya ticaretinin Çin, Hindistan, Arap vb. gibi uluslar üzerindeki ilk etkisi bu olmuştur. Ama sonraları, kapitalist üretim kök saldığı her yerde, üreticilerin bizzat kendi çalışmalarına ve yalnızca ürün fazlasının meta olarak satılmasına dayanan bütün eski meta üretimi biçimlerini yıkmıştır. Kapitalist üretim önce meta üretimini genelleştirir ve sonra da her tür meta üretimini adım adım kapitalist meta üretimine dönüştürür. Toplumsal üretim biçimi hangisi olursa olsun, üretim etmenleri her zaman emekçiler ve üretim araçlarıdır. Ne var ki, birbirlerinden ayrılmaları durumunda her iki etmen de yalnızca potansiyel olarak üretim etmenleri haline gelir. Bu durumda üretimin gerçekleşebilmesi için, bunların fiilen birleşmeleri zorunludur. Marx’ın netlikle açıkladığı gibi, “toplum yapısının farklı iktisadi çağlarını birbirlerinden ayıran, bu birleşmenin özel gerçekleşme biçimidir”. Kapitalist üretim tarzında özgür emekçinin kendi üretim araçlarından ayrılmışlığı verili kalkış noktasını oluşturur. Gerek bu husus, gerekse emek gücüyle üretim araçlarının kapitalistin elinde ne şekilde ve hangi koşullar altında birleştiği hususu üzerinde daha önce durulmuştur. Metaların bu şekilde bir araya getirilmiş kişisel (emek gücü) ve maddi (üretim araçları) yaratıcılarının birlikte girdikleri üretim süreci bir sermaye işlevidir. Bu, Kapital’in birinci cildinde görmüş bulunduğumuz kapitalist üretim süreci demektir. “Meta üretimi yapan her işletme aynı zamanda emek gücünün sömürüldüğü bir işletme haline gelir; ama yalnızca kapitalist meta üretimi, çığır açıcı bir sömürü tarzı olur; kapitalist meta üretimi, tarihsel gelişimi içinde, emek sürecinin örgütlenmesi ve olağanüstü teknik ilerleme aracılığıyla toplumun tüm iktisadi yapısını baştan sona değiştirir ve daha önceki tüm çağları gölgede bırakır.” Üretim araçları ve emek gücü, yatırılan sermaye-değerin varoluş biçimleridir. Bunlar üretim süreci sırasında değerin oluşturulmasında ve dolayısıyla da artı-değerin yaratılmasında oynadıkları farklı rollere göre, değişmeyen sermaye ve değişen sermaye olarak ayrılır. Üretken sermayenin farklı bileşenleri olarak bunların birbirlerinden ayrıldıkları bir başka nokta daha vardır. Şöyle ki, kapitalistin mülkiyeti altındaki üretim araçları, üretim sürecinin dışında da onun sermayesi olarak kalmaya devam eder. Oysa emek gücü yalnızca satıcısının yani ücretli emekçinin elindeyken metadır ve yalnızca alıcısının yani onu bir süreliğine kullanma hakkını satın alan kapitalistin elinde sermaye haline gelir. Diğer yandan üretim araçları, kendilerine emek gücünün üretici yaşam dokunuşu değmeden üretken sermaye halini alamazlar. “Demek ki, insan emek gücü doğası gereği ne kadar sermayeyse, üretim araçları da doğaları gereği ancak o kadar sermayedir. Bunlar, bu özgül toplumsal karakteri yalnızca belirli, tarihsel olarak gelişmiş koşullar altında kazanır; değerli madenlere para damgasının ya da hatta paraya para-sermaye damgasının yalnızca bu tür koşullar altında vurulması örneklerinde olduğu gibi.” Üretken sermaye kendi işlevlerini yerine getirirken, onları daha yüksek değerde bir ürün kütlesine çevirmek için kendi bileşenlerini (emek gücü ve üretim araçları) tüketir. Kapitalist tarafından satın alınan emek gücü üretim sürecinde artık yalnızca üretken sermayenin organlarından biri olarak faaliyet gösterir. Bu nedenle de, onun artı-emeğiyle yaratılan ve üretken sermayenin bileşenlerinin değerine ek olarak ortaya çıkan değer fazlası da yine sermayenin meyvesi olur. Böylece emek gücünün artı-emeği, sermayenin bedava emeğidir ve bu yüzden kapitalist için artı-değer, karşılığında bir eşdeğer ödemediği bir değer oluşturur. Bundan ötürü üretim sürecinden çıkan ürün yalnızca meta değil, artı-değerle döllenmiş metadır.

III. Üçüncü Aşama. M'-P'

Metalar, artı-değer eklenerek değerlenmiş olan sermaye değerinin, doğrudan doğruya üretim sürecinin kendisinden türeyen bir varoluş biçimi olarak meta-sermaye halini alırlar. “Meta üretimi tüm toplumda kapitalistçe yürütülseydi, ister ham demir isterse Brüksel danteli, ister sülfürik asit isterse yaprak sigarası olsun her meta, daha baştan bir meta-sermayenin öğesi olurdu. Bir yığın metadan, özelliklerinden ötürü hangilerinin sermaye katında yer alacakları, hangilerinin sıradan metalar olarak hizmet edecekleri sorunu, skolastik iktisadın kendi icadı olan tatlı belalardan biridir.” Meta biçimindeki sermaye, meta işlevlerini yerine getirmek zorundadır. Sermayeyi oluşturan ve daha baştan piyasa için üretilen mallar, satılmak, paraya çevrilmek, dolayısıyla M-P hareketini tamamlamak zorundadırlar. Marx’ın verdiği örneğe göre, diyelim kapitalistin ürettiği meta 500 sterlin değerinde 10.000 libre pamuk ipliği olsun. (Bunun 372 sterlini değişmeyen sermayeye, 50 sterlini emek gücüne ödenmiştir ve 78 sterlini ise artı-değerdir.) Varsayıma göre, üretilen değere eşit olan 500 sterlinlik fiyat M-P satışıyla gerçekleşsin. Marx sorar: “Meta dolaşımı olan her yerde görülen bu basit işlemi aynı zamanda bir sermaye işlevi yapan şey nedir?” Meta satış işlemi neticesinde alıcısının eline geçtiğinde satıcının sermayesinde bir değer değişikliği olmamış, yalnızca bir biçim değişikliği olmuştur. Şöyle ki, bu işlemde sermayenin satıştan önceki varoluş biçimi 500 sterlinlik iplikti, şimdiki varoluş biçimi ise 500 sterlinlik paradır. Önemli nokta şu ki, aslında üretim süreci hesaba katılmadan Marx’ın yukarıdaki sorusunun yanıtı verilemez. Unutmayalım işin en başlangıcında kapitalist parasıyla üretim için gerekli metaları satın almıştı. İşte bu aşamadaki P-M ile üretilen metanın en son aşamada satılarak paraya çevrilmesi anlamına gelen M'-P' arasında temel bir ayrım vardır. Birinci aşamada yatırılan para, dolaşım sürecinde emek gücü ve üretim araçları şeklindeki metalara çevrilmiştir ve bu nedenle para-sermaye olarak işlev görmüştür. Üretimden çıkan iplik-meta ise, henüz dolaşıma girmeden önce kapitalistin meta-sermayesidir. İplik üretimi için satın alınan meta (M) örneğimize göre 372 sterlinlik Üa ve 50 sterlinlik E’nin toplamı olan 422 sterlindir. Oysa üretimden çıkan iplik-meta (M') 78 sterlinlik artı-değeri de yüklenerek 500 sterlin olmuştur. O halde 10.000 libre ipliğin değer ifadesi olarak onu başlangıçtaki M değil de, sonuçtaki M' yapan şey işçinin ürettiği artı-değerdir. 10.000 libre iplik, değerlenmiş yani bir artı-değerle zenginleştirilmiş sermaye değerinin taşıyıcısıdır ve kapitalist üretim sürecinin ürünü olarak böyledir. Demek ki, aslında kapitaliste 422 sterline mal olan iplik bizzat kendi değeri olan 500 sterline satıldığında aradaki fark ticaretten değil üretim sürecinin içinde yatan sırdan (artı-değerden) kaynaklanmaktadır. Üretimden çıkan metanın (M') işlevi, her meta-ürünün işlevi gibi satılarak paraya dönüşmek, yani metanın paraya çevrildiği diğer dolaşım aşamasından geçmektir. Başlangıçta yatırılan sermayeye oranla artı-değer yüklenerek değerlenmiş olan sermaye meta-sermaye biçiminde kaldıkça, bir başka deyişle piyasada hareketsiz durduğu sürece üretim süreci de hareketsizdir. Çünkü meta-sermaye ne ürün yaratıcısı olarak, ne de değer yaratıcısı olarak iş görebilir. Oysa sermayenin meta biçiminden para biçimine dönüşmesi durumunda, bu dönüşümün gösterdiği farklı hızlara ya da satışın çabukluğuna göre, aynı sermaye değeri yeniden ürün ve değer yaratıcısı olarak çok farklı derecelerde hizmet eder. Buna bağlı olarak yeniden üretim ölçeği çok farklı derecelerde genişler ya da daralır. O halde açık ki, sermayenin değer büyüklüğünden bağımsız olarak bizzat dolaşım süreci sermayenin etkinlik derecesini, genişlemesini ve daralmasını belirleyen yeni güçleri harekete geçirmektedir. Örneğimize dönecek olursak, artı-değer eklenerek değerlenmiş sermayenin taşıyıcısı olan M' kadar iplik-meta bir bütün olarak M'-P' başkalaşımını geçirmek zorundadır. Satılan miktar burada temel belirleyici olacaktır. Örneğin kapitalist 500 sterlin değerindeki 10.000 libre ipliğin 7440 libresini kendi değeri olan 372 sterline satmayı başarırsa, yalnızca değişmeyen sermayesinin değerini yerine koymuş olur. 8440 libresini satabilirse, yalnızca başlangıçta yatırdığı sermayenin değer büyüklüğünü (422 sterlin) yerine koyar. Oysa kapitalist, üretim sürecinde yaratılan artı-değeri gerçekleştirmek için 10.000 libre ipliğin hepsini satmalıdır. Ancak bu durumda, 500 sterlin tutarındaki parayla sattığı metanın karşılığında bir eşdeğer elde edebilir. Bunun dolaşım sürecindeki ifadesi M'-P' olur. Birinci aşamada kapitalist, üretim için gerekli Üa ve E’yi meta ve emek pazarından yani dolaşımdan çekmiştir. İkinci aşamada üretim yapılmış ve üçüncü aşamada ise üretilen metaları dolaşıma (meta pazarına) geri sürmüştür. Kapitalist, ürettiği metaları aracılığıyla, başlangıçta piyasaya yatırmış olduğundan daha fazla değeri piyasadan çekiyorsa, bunun tek nedeni üretim sürecinde emek gücünü sömürerek artı-değer üretmiş olmasıdır. Şurası önemli ki, M'-P' işleminin tamamlanmasıyla, hem yatırılan sermaye değeri hem de artı-değer gerçekleşmiş olur. Ne var ki artı-değer başlangıçtaki meta-değerlerden farklı olarak ancak üretim sürecinin içinde dünyaya gelmiştir. Dolayısıyla da bu artı-değer meta piyasasında ve meta biçiminde ilk kez boy göstermektedir; aslında bu onun birinci dolaşım biçimidir. Artı-değer için meta biçiminden para biçimine birinci dönüşüm olan şey, başlangıçta yatırılan sermaye değeri için ise kendi ilk para biçimine geri dönüş ya da yeniden dönüşümdür. Dolayısıyla burada belirtilmesi gereken iki şey var. Birincisi: Sermaye değerinin başlangıçtaki para biçimine en sonunda yeniden dönüşümü, meta-sermayenin bir işlevidir. İkincisi: Bu işlev, artı-değerin karşılığı olan metanın, meta biçiminden para biçimine ilk biçimsel dönüşümünü içerir. O halde artı-değer karşılığı dahil, üretilen tüm metanın piyasada değerine satılması durumunda kapitalistin elinde şimdi yine başlangıçtaki gibi fakat büyümüş bir para-sermaye vardır. O nedenle kapitalistimiz, süreci para-sermaye olarak yeni baştan açabilir ve yeni bir süreçten geçebilir. İşte bu sürecin başlangıç ve son biçimi para-sermaye olduğu için, devresel sürecin bu biçimine Marx para-sermaye devresi adını verir. Unutulmasın, sürecin sonunda değişen şey başlangıçta yatırılmış olan değerin biçimi değil (çünkü biçim başlangıçta da sonunda da paradır), yalnızca büyüklüğüdür. Kapitalistin sermayesi başlangıçtaki para biçimine geri dönmüştür ama bu sıradan bir para değil para-sermayedir. Kapitalistin elinde başlangıçta para-sermaye varken sonunda eline yine para-sermaye geçmesinin basit ifadesi P-P' olur. Bu, para-sermaye devresinin, sonucu olduğu üretim ve dolaşım süreci kısa devre yapılarak ifade edilmesidir. Hatırlayalım, metalar değişim değerinin çeşitli değer parçaları olarak düşünüldüğünde nitel açıdan birbirlerinden farklılaşmazlar. Bu değerler kullanım değerleri olarak farklı metalarda somutlaşsa da, metaların tüm farklılıkları parada silinir, çünkü para tüm metaların ortak eşdeğer biçimidir. Üretim sürecinde artı-değer yüklenerek değerlenmiş olan P' tutarındaki sanayi sermayesi yeniden bir üretim devresine girmek üzere para-sermaye olarak işlev görmeye başladığında, P' oluşunun anlamı da ortadan kalkar. Çünkü örneğimizdeki 500 sterlin şimdi yeni bir üretim süreci için yatırılan para-sermaye yani yalnızca P olur. Bu 500 sterlin, bu değerini yeni baştan çoğaltmak için yeniden sermaye olarak yatırılır yatırılmaz, artık yeni bir başlangıç noktasıdır. Örneğimiz üzerinden hatırlatacak olursak, daha önce üretim süreci için kapitalist başlangıçta 422 sterlinlik bir sermaye yatırmışken, şimdi yeni bir üretim süreci için 500 sterlinlik sermaye yatıracaktır. Ayrıca, P ... P' biçimi kendi başına ele alındığında kapitalistin tüketimini içermez. Bu biçimin açıkça içerdiği, birikimin kendisini her şeyden önce sürekli yeniden yatırılan para-sermayenin dönemsel artışıyla ifade etmesidir. Ve bu anlamda yalnızca sermayenin öz değerlenmesi ve sermaye birikimidir. P ile P' arasındaki farka p dersek, P' = P + p formülü para doğurmuş para olarak para-sermayeyi ifade eder. Bunun, sürecin başı olan birinci aşamada para-sermayeyle emek gücü ve üretim aracı şeklinde meta satın alma (yani P-M) işlevinden farkını unutmamak gerekir. Çünkü birinci aşamadaki P, para olarak dolaşır. Buna karşılık, sermaye değeri olarak P ile bunun yarattığı artı-değerden (p) oluşan P', değerlenmiş sermaye değerini, yani amacı ve sonucu, sermayenin toplam devresel sürecinin işlevini ifade eder. Fakat P değerinden P' değerine dönüşüm kendi başına para-sermayenin yarattığı bir işlev değil, üretim sürecinden artı-değer sayesinde büyüyerek çıkan meta-sermayenin bir işlevidir. Kısacası, birinci aşamadaki P değerinin üretim ve dolaşım sonunda P' olabilmesi, yalnızca başlangıçtaki M kadar meta-sermayenin üretim sürecinde yaratılan artı-değer sayesinde M' kadar meta-sermayeye büyümüş olmasıdır. Dikkat edersek, burada hem M' hem de P', artı-değer eklenerek değerlenmiş sermayenin farklı biçimleridir. Biri onun meta biçimidir ve diğeri para biçimidir; değerlenmiş sermaye değeri olmaları her ikisinin ortak yanıdır. Gerek M' gerek P' artı-değeri içerir, yalnızca biçimleri farklıdır ve neticede birbirlerinden para ve meta olarak farklılaşırlar. Her iki biçimde de bunlar artı-değerle değerlenmiş sermayeyi temsil ettikleri ölçüde, üretken sermayenin işlevinin sonucunu ifade ederler. O halde para-sermaye de meta-sermaye de sermayenin farklı varoluş tarzlarıdır. Bunları birbirlerinden ayıran özgül işlevler, para işlevi ile meta işlevi arasındaki farktan başka bir şey olamaz. Kapitalist üretim sürecinin doğrudan ürünü olan meta-sermaye hep kendi kökenini hatırlatır. Bu nedenle, tıpkı metalardaki bütün özel kullanım biçimlerinin genel olarak parada silinip gitmesi örneğinde olduğu gibi, baştan sona yaşanan sürecin tüm izlerinin kendisinde silinip gitmiş bulunduğu para-sermayeye kıyasla biçim açısından daha kişilikli ve akılcıdır. (devam edecek)

2 Ağustos 2021
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /3

kapital_c-2.png

Bölüm 1: Para-Sermaye Devresi

IV. Devrenin Bütünü

Dolaşım sürecinin birinci evresi, para-sermaye (P) ile piyasadan emek gücü (E) ve üretim aracı (Üa) satın alınmasıdır. Bu birinci evre geçildikten sonra E ve Üa şeklindeki metalar üretken sermayenin maddi ve değersel bileşenleri olarak tüketilir. Böylece dolaşım devresi üretim ile kesintiye uğramış olur. Üretim sürecinde E ve Üa’nın tüketilmesinin ürünü, madde olarak ve değerce değişmiş yeni bir metadır (M'). Bu yeni meta üretimden çıkıp piyasaya sürüldüğünde, araya giren üretimle kesintiye uğramış olan dolaşım sürecinin şimdi M'-P' ile tamamlanması gerekir. Üretim sürecine giren metalar (yani emek gücü ve üretim aracının toplamı olan M) ve üretim sürecinden çıkan meta (M') nicel ve nitel olarak farklı olsa da neticede hepsi metadır. İşte bu açıdan bakarak, dolaşımın bütünü basitçe P-M-P olarak ifade edilsin diye düşünülebilir. Fakat biliyoruz ki, yeni bir şey üretmenin başlangıçtaki P ve M değerlerinde yarattığı fark nedeniyle gerçeklik bundan biraz daha karmaşıktır. Bu nedenle dolaşım sürecinin bütününü ifade eden genel formül aslında şöyledir: P-M … M'-P'. Üretim sayesinde büyümüş olan para-sermayenin yeniden üretime yatırılmasıyla yeni bir döngü tekrarlanır. Dolaşım sürecinde para ve meta değişiminde aynı değer varlıkları karşı karşıya gelir ve birbirlerinin yerine geçerler. Değer farklılaşması ise (yani başlangıçtaki değere ek değer eklenmesi), yalnızca üretim sürecinde (Ü) gerçekleşir. Buradan hareketle vurgulamak gerekir ki, dolaşım sürecinde sermaye yalnızca biçimsel nitelik taşıyan başkalaşımlar geçirirken (P-M ve M-P), sermayenin gerçek başkalaşımı üretim sürecinde meydana gelir. Dolaşım ve üretim sürecini bir bütün olarak ele alırsak, sermaye burada toplam bir sürecin çok sayıda evrelerini oluşturan bir dizi başkalaşımdan geçen bir değer olarak görünür. Bu evrelerden ikisi dolaşım alanında, biri üretim alanında yer alır. Şimdi bu toplam hareketi simgeleriyle ifade edebiliriz: P-M … Ü … M'-P'. Başlangıçta yatırılmış olan değer bu hareket içinde kendisini korumakla kalmaz, çoğalır ve büyür. Başlangıçta para ile başlayan süreç sonunda başlangıcında göründüğü aynı biçime, para biçimine geri döner. İşte böylece bu toplam süreç, devreler halinde hareket eden bir süreç oluşturur. “Kendi dolaşım aşamaları içinde sermaye değerinin büründüğü iki biçim, para-sermaye ve meta-sermaye biçimleridir; üretim aşamasında aldığı biçim, üretken sermaye biçimidir.” Kendi toplam devresinde bu biçimlere bürünen, sonra bunlardan sıyrılan ve her birinde o özel biçime ait işlevleri yerine getiren sermaye, sanayi sermayesidir. Sanayi sözcüğü burada, kapitalist temele göre yürütülen bütün üretim dallarını kapsayıcı anlamda kullanılmıştır. Dolayısıyla burada para-sermaye, meta-sermaye ve üretken sermaye birbirlerinden bağımsız sermaye türlerini ifade etmezler. Bunlar burada yalnızca, sanayi sermayesinin art arda her üçüne de büründüğü özel işlev biçimlerini anlatır. Marx sermaye devresiyle ilgili önemli bir gerçekliğe işaret eder: “Sermaye devresi, ancak farklı evreleri herhangi bir kesinti olmadan birbirlerine geçtiği sürece normal bir şekilde gerçekleşir. Sermaye birinci P-M evresinde durursa, para-sermaye gömü biçiminde donup kalır; üretim evresinde durursa, bir yanda üretim araçları işlevsiz kalırlarken, öte yanda da emek gücü işsiz kalır; sonuncu M'-P' evresinde durursa, satılamayan meta stokları dolaşım akımını tıkar.” Bununla birlikte, bizzat bütünsel hareketin, devrenin farklı evrelerinde sermayenin belirli süreler boyunca sabit kalmasını zorunlu kılması eşyanın doğası gereğidir. Sanayi sermayesi her evresinde belirli bir biçime bağlanmıştır: para-sermaye, üretken sermaye, meta-sermaye. O, her bir özel biçime karşılık gelen işlevini yerine getirmeden, yeni bir dönüşüm evresine geçebileceği biçimi alamaz. Örneğimizi hatırlayacak olursak, yatırılmış olan para-sermaye “üretken sermaye” olarak işlev görmeden önce dolaşımda emek gücü ve üretim araçları metalarına dönüştürülmüş, yani birinci evre olan P-M evresinden çıkmış olmalıdır. Keza söz konusu bu meta-sermaye, ikinci evre olan üretim evresinde (Ü) başlangıca oranla değer kazanmış bir metaya, örneğimizde ipliğe dönüşmelidir. Bu olmadan hareket üçüncü evreye yani M'-P' dolaşım evresine geçemez. Genel formülde “Ü”nün ürünü, üretken sermayenin öğelerinden (örneğimizde emek gücü ve pamuk hammaddesi) farklı bir maddi şey, farklı bir kullanım biçimine sahip bir nesne (pamuk ipliği) olarak görünür. Fakat burada önemli bir hususa işaret eder Marx. “Ne var ki üretim sürecinin ürününün yeni bir nesnel ürün, bir meta olmadığı bağımsız üretim dalları vardır. Bunlar arasında iktisadi açıdan önemli olan tek üretim dalı, ister metaları ve insanları ilgilendiren asıl taşımacılık sanayisi, isterse sadece haberlerin, mektupların, telgrafların vb. aktarımı olsun, ulaştırma sanayisidir.” Ulaştırma sanayisi alanında taşınan ister insan isterse meta olsun, sonuç, bunların bulundukları yerin değişmiş olmasıdır. Diyelim İngiltere’de üretilen ipliğin Hindistan’a taşınması durumunda, şimdi bu metanın Hindistan’da bulunması gibi. Dikkat edilirse, ulaştırma sanayisinin sattığı şey yer değiştirmenin kendisidir. Ancak buna rağmen, ulaştırma faaliyetinin sanayinin bir kolunu oluşturmasının nesnel bir temeli vardır. Taşıma ile üretilen yararlı etki, ulaştırma sanayisinin üretken sürecine ayrılmamacasına bağlıdır. İnsanlar ve metalar ulaştırma araçlarıyla yolculuk ederler ve yolculuk, bu mekânsal hareket, bu araçlar ile gerçekleştirilen üretim sürecini oluşturur. Taşıma ile üretilen yararlı etki, işte ancak bu üretim süreci sırasında tüketilebilir. Taşımanın yararlı etkisi bu süreçten ayrı bir varlığa sahip değildir; üretiminden sonra ticaret eşyası olarak işlev gören, piyasada meta biçiminde dolaşan bir kullanım nesnesi olarak var olmaz. Ama bu yararlı etkinin de bir mübadele değeri vardır. Bu mübadele değeri, herhangi bir başka metanınki gibi, kendi üretimi sırasında tüketilmiş olan üretim öğelerinin (emek gücü ve üretim araçları) değerinin üzerine, ulaştırma sanayisinde çalıştırılan işçilerin artı-emeğinin yarattığı artı-değer eklenerek belirlenir. Öte yandan, ulaştırma sanayisinin yararlı etkisinin tüketilmesi diğer metalar gibi aynı tüketim ilişkilerine sahiptir. Şayet bireysel olarak tüketilirse, değeri o tüketimle birlikte yok olur. Şayet metaların taşınması şeklinde üretken biçimde tüketilirse, bu yararlı etkinin değeri ek bir değer olarak metanın değerine ilave edilir. Fakat unutulmamalı ki, ulaştırma sanayisinin yararlı etkisi diğer metalar gibi üretim sürecinden çıkacak bir M' değildir. Bu yüzden, bu sanayi kolu için devrenin formülü şu olur: P-M … Ü-P'. Sanayi sermayesi, diğer bazı alanlarda olduğu gibi artı-değerin ya da artı-ürünün yalnızca ele geçirildiği bir sermaye çeşidi değildir. Sanayi sermayesi, sermayenin artı-değeri yaratan yegâne varlık biçimidir. “Bu nedenle, üretimin kapitalist karakterini gerekli kılar; varlığı, kapitalistlerle ücretli emekçiler arasındaki sınıf karşıtlığını da içerir. Toplumsal üretime egemen olması ölçüsünde, teknikte ve emek sürecinin toplumsal örgütlenmesinde ve bunlarla birlikte iktisadi-tarihsel toplum tipinde köklü değişiklikler yaşanır. Geçip gitmiş ya da ortadan kalkmakta olan toplumsal üretim koşulları içinde sanayi sermayesinden önce görünmüş olan öteki sermaye türleri, ona yalnızca baş eğmekle ve işleyiş mekanizmalarını ona uygun şekilde değiştirmekle kalmaz, artık yalnızca onun oluşturduğu temel üzerinde hareket eder, yaşar ve ölürler, dolayısıyla ayakta kalışları da düşüşleri de bu temel üzerinde gerçekleşir.” Para-sermaye ve meta-sermaye, işlevleriyle sanayi sermayesinin yanında özel iş dallarının taşıyıcılarıdırlar. Sermayenin bu biçimleri, yalnızca, sanayi sermayesinin dolaşım alanı içinde bir girip bir çıktığı farklı işlev biçimlerinin toplumsal işbölümü sayesinde bağımsızlaşmış ve tek yönlü gelişmiş varoluş tarzlarıdır. Başlangıçtaki para-sermayenin (P) üretim neticesinde elde edilen metanın (M') satılmasıyla büyüyüp P' olması, metaların genel dolaşımıyla iç içe geçer, ondan çıkar, tekrar ona döner ve onun bir parçasını oluşturur. Öte yandan para-sermayenin hareketi, bireysel kapitalist için sermaye değerinin ayrı bir bağımsız hareketini oluşturur. Bu hareket kısmen genel meta dolaşımının içinde, kısmen bunun dışında gerçekleşir, ama bağımsız karakterini her zaman korur. Bunu açıklayan üç özellik vardır. Birincisi: Bu hareketin iki evresi dolaşım alanı içinde yer alan P-M ve M'-P' evreleridir ve bunlar sermaye hareketinin evreleri olarak belirli işlevsel karakterlere sahiptir. P-M devresinde M, emek gücü ve üretim aracı olarak maddi yönden belirlenmiştir. Üretimden sonra gelen M'-P' devresinde ise, “başlangıçtaki sermaye değeri+artı-değer” tutarındaki meta paraya dönüştürülür (yani realize edilir). İkincisi: Üretim süreci (Ü), üretken tüketimi kapsar. Üçüncüsü: Paranın kendi çıkış noktasına geri dönüşü, P ... P' hareketini kendi içinde tamamlanan bir devre hareketi haline getirir. “Demek ki, her bireysel sermaye, kendi dolaşımının her iki yarısında (P-M ve M'-P'), bir yandan, içinde kendisinin ya para ya da meta olarak işlev gördüğü ya da zincirlenmiş bulunduğu genel meta dolaşımının bir aracısıdır. O, böylece, metalar dünyasının genel başkalaşımlar dizisinin bir halkasını oluşturur. Öte yandan, genel dolaşım içinde, kendi özel bağımsız devresini çizer; bu devre içinde, üretim alanı bir geçiş aşaması oluşturur ve bireysel sermaye, kendi çıkış noktasına, ondan ayrılırken sahip olduğu biçimin aynısına bürünmüş olarak geri döner. Üretim sürecindeki gerçek başkalaşımını içeren kendi ayrı devresinde o, aynı zamanda kendi değer büyüklüğünü değiştirir. Yalnızca para-değer olarak değil, büyümüş, çoğalmış para-değer olarak geriye döner.” Son olarak, P-M ... Ü ... M'-P' ifadesi sermayenin devresel sürecinin özel bir biçimi olarak ele alınırsa, onun belirgin özelliklerinin şunlar olduğu görülür: 1. Bu devre para-sermaye devresi olarak görünür; çünkü para biçimindeki sanayi sermayesi, para-sermaye olarak kendi toplam sürecinin çıkış noktasını ve geri dönüş noktasını oluşturur. Para burada para olarak harcanıp çarçur edilmemiş, para-sermaye olarak yatırılmıştır. Bu hareketin belirleyici öz amacı, kullanım değeri değil mübadele değeridir. Tam da değerin para biçimi kendisinin bağımsız, elle tutulur görünüm biçimi olduğu için, çıkış ve sonuç noktaları gerçek para olan P ... P' dolaşım biçimi, para kazanmayı, kapitalist üretimin itici dürtüsünü en elle tutulur şekilde anlatır. Üretim süreci yalnızca zorunlu bir ara halka, para kazanmak isteniyorsa katlanılması gereken bir dert olarak görünür. Bu yüzden, kapitalist üretim tarzının geçerli olduğu ulusların hepsi, dönemsel olarak, para kazanmayı araya üretim sürecini sokmadan gerçekleştirme hırslarına kaptırırlar kendilerini. 2. Ü diye gösterdiğimiz üretim aşaması, P-M ... M'-P' dolaşımının iki evresi arasındaki kesintiyi oluşturur. Bu kesinti de, dikkat edilirse, yalnızca P-M-P' basit dolaşımının ara halkasıdır. Böylece, üretim süreci açıkça, kapitalist üretim tarzında ne ise o olarak, yani yalnızca yatırılan değeri çoğaltmanın, üretimin öz amacı olan zenginleşmenin aracı olarak görünür. 3. Evreler dizisi P-M ile açıldığı için, dolaşımın ikinci halkası M'-P' dür. Başlangıç noktası, kendisini genişletecek olan P değeridir. Sonuç noktası olan P' ise kendini genişletmiş olan sermayedir. Başlangıçtaki sermayenin dölü olan artı-değerin paraya çevrilmiş halini p ile ifade edersek, P'= P+p ifadesi sermayenin kendi dölü ile birlikte paraya çevrilerek gerçekleşmesi demektir. Para, değerin bağımsız elle tutulur varoluş biçimidir ve bu değer biçimi içinde metaların kullanım değerlerinin tüm izleri silinmiştir. P-P' formülü para-sermayenin, para doğuran para olarak ifade edilmesidir. Böylece değerin artı-değer doğurması, sürecin yalnızca başlangıcı ve sonucu olarak ifade edilmemekte, asıl önemlisi, göz kamaştırıcı para biçimi halinde apaçık ortada durmaktadır. 4. M'-P' hareketinin sonucu olarak gerçekleşmiş olan para-sermaye, kendi ilk devresini açarken (P-M) hangi biçimde bulunuyorsa, bu son devreden çıkar çıkmaz da büyümüş (P') sermaye olarak benzer bir devreyi yeniden açabilir. Şöyle ki, bu büyümüş para-sermaye yeniden emek-gücü ve üretim aracı şeklindeki metalara çevrilebilir (yani yine yeni bir P-M). Fakat para-sermaye devresi salt kendi biçimi içinde ele alındığında (P-P'), yalnızca sermayenin değerlenme ve birikim sürecini ifade eder. Para-sermaye ile E ve Üa satın alınması üretken tüketim olarak ifade edilir; burada kapitalistin kendi geçimi için yaptığı tüketime yer yoktur. Olaya bir de işçi yönünden bakalım. Kapitalistin değişen sermayesiyle işgücü satın alması yani P-E işlemi, işçi yönünden E-P ya da bir başka deyişle kendi işgücü metasının paraya dönüşmesi yani M-P işlemidir. Dolayısıyla bu, işçinin kendi bireysel tüketimine aracılık eden dolaşımın birinci evresidir. İşçi emek gücünü satar ve para elde eder ve bununla da geçimi için gerekli metaları satın alır. Bunun formülü: E-P-M (burada geçim aracı olarak M) olur. İşçinin eline geçen parayla geçimlik meta satın almasının, yukarıda incelediğimiz bireysel sermaye devresinde yeri yoktur. Fakat işçi açısından P-M işleminin gerçekleşebilmesi, ancak kapitalistin emek gücü satın almasıyla başlatılabilir. İşçi kapitalist tarafından sömürülebilir malzeme olarak piyasada hep bulunmak için, her şeyden önce yaşamak yani bireysel tüketimle kendisini ayakta tutmak zorundadır. Ama dikkat edilirse işçinin bireysel tüketimi, kapitalistin parasını emek gücü ve üretim aracı satın alarak üretken biçimde tüketmesinden tamamen farklıdır. İşçinin E-P işlemi, yalnızca onun bireysel tüketimine, kısacası geçim araçlarının kendisinde ete ve kemiğe dönüşmesine aracılık eder. Marx burada kapitalistin sermayesini büyütmek için değil de, kendi yaşamını sürdürmek için yaptığı tüketimin mahiyetini de açıklar. “Kuşkusuz, kapitalistin de, kapitalist olarak işlev görmek için, ortada bulunması, yani onun da yaşaması ve tüketmesi gerekir.” Fakat işin bu kısmı, bir insan olarak tıpkı işçi gibi yaşamını sürdürmek amacıyla yapılan bir tüketimdir. Dolayısıyla kapitalistin bu tüketim harcamalarının, dolaşım sürecindeki devrelerin incelemesinde varsayılmasına gerek yoktur. İster kapitalist ister işçi için olsun, bireysel tüketim için yapılan satın almalar (P-M ), bireysel sermayenin devresine girmez ve bu kapsamdaki metalar devrenin dışına atılır. Merkantilistlerin bakış açısından bireysel tüketimin artması ekonomi için bir kayıptır. İşte bu yüzden, “merkantilist sistemin sözcülerinden şu tür pek seçkin vaazlar dinleriz” der Marx: “Bireysel kapitalist, yalnızca işçinin tükettiği kadar tüketmeli, kapitalist ulus da, kendi metalarının tüketimini ve genel olarak tüketim sürecini daha aptal olan diğer uluslara bırakmalı, buna karşılık üretken tüketimi kendisine yaşam görevi yapmalıdır. Bu vaazlar biçimleriyle de içerikleriyle de çoğu zaman kilise babalarının benzer çileci öğütlerini anımsatır.” Kapitalistin para-sermayesinin üretim amacıyla dolaşım alanından gerekli metaları satın alması, bunlarla üretimin yapılması ve bunun sonucunda elde edilen ürünün dolaşıma girerek daha çok para-sermayeye çevrilmesi eylemlerinin tümünü düşündüğümüzde şu sonuca varırız: “Demek ki, sermayenin devresel süreci, dolaşım ile üretimin birliğidir; her ikisini de içerir.” Sermaye dolaşımının her iki evresinin (P-M ve M'-P') dolaşım işlemleri olmaları ölçüsünde, sermaye dolaşımı genel meta dolaşımının bir parçasını oluşturur. Para-sermaye devresi (P-P'), sanayi sermayesinin hedefinin ve itici güdüsünün eldeki değerin daha da değerlenmesi olduğunu, yalnızca para kazanma ve birikim olduğunu, amacın üretim olmayıp paradan para kazanmak olduğunu en göze çarpacak şekilde gösterir. “Bu, sermayenin en tek yanlı, bu nedenle en çarpıcı ve en karakteristik görünüş biçimidir. Birinci evrenin P-M olması, hem üretken sermayenin bileşenlerinin meta piyasasından kaynaklandıklarını, hem de genel olarak, kapitalist üretim sürecinin dolaşıma, ticarete bağımlı olduğunu ortaya koyar.” Para-sermaye devresi salt bir meta üretimi değildir, onun kendisi de yalnızca dolaşım ile olanaklıdır ve dolaşımı öngörür. Para-sermaye devresi, her zaman, yatırılan değerin değerlenmesini içerdiğinden, sanayi sermayesinin genel ifadesi olarak kalır. Üretim sürecinde ise sermayenin parasal ifadesi yalnızca üretim öğelerinin fiyatı olarak, dolayısıyla yalnızca hesap parasıyla ifade edilmiş değer olarak ortaya çıkar ve muhasebede bu biçimde kaydedilir. Yeni işletilmeye başlanan bir sermaye para biçiminde ilk kez yatırıldıktan sonra, bir sanayi kolundan diğerine geçebilir ya da sanayi sermayesi iş alanından geri çekilebilir. Fakat her ne olursa olsun üretimde elde edilen artı-değerin de gerçekleşmesiyle P değerinden P' değerine yükselen bir para-sermayedir söz konusu olan. Bu nedenle P… P', sanayi sermayesi devresinin özel biçimidir ve ister bir sermayenin birinci devresi ister son devresi olsun, toplam toplumsal sermayenin biçimi sayılır. Para-sermaye, artı-değer yaratan hareketini değişen sermaye için yapar. Olağan ücret yatırımı biçimi, işçiye para ödemedir; işçi günü gününe geçindiği için, bu sürecin görece kısa aralıklarla hep yinelenmesi gerekir. “Bu nedenle, işçinin karşısında kapitalist hep para kapitalisti olarak, sermayesi de hep para-sermaye olarak yer almak zorundadır.” Bu durumda, üretim araçları alımlarında ve üretilen metaların satılmasında olduğu şekilde doğrudan ya da dolaylı bir hesap bakiyesi bırakmak genelde söz konusu olamaz. Öte yandan, değişen sermayeden doğan artı-değerin bir kısmı kapitalistin kişisel tüketimi için nakit olarak, yani artı-değerin para biçimi içinde harcanır. Artı-değerin bu parçasının ne kadar büyük ya da küçük olduğu konunun özünü değiştirmez. Değişen sermaye her zaman ücretlere yatırılmış para-sermaye (P-E) olarak ve kapitalistin özel ihtiyaçlarını karşılamak için harcanan para ise artı-değerin para biçiminden yapılmış harcama olarak görünür. Ve bu durum sürekli yinelenir. O halde, artı-değerin bir kısmının bu biçimde harcanması için onun para biçiminde elde tutulması gerekir. Parasal sistem adıyla anılan şey, şayet üretim devresi düşünülmezse, sadece irrasyonel bir durumun, anlamsız görünen bir biçimin ifadesi olur. Buna karşılık, P-M ... Ü ... M'-P' tek biçim olarak alınırsa irrasyonalite ortadan kalkar ve kendisinde yalnızca meta dolaşımının değil, meta üretiminin de zorunlu bir öğe olarak göründüğü daha gelişmiş sistem ifade edilmiş olur. Netice olarak, devrelere dair burada yapmamız gereken iki tür gözlem olduğunu vurgular Marx. Birincisi, başlangıçta yatırılmış olan para-sermayenin sonunda yine para biçimine dönüşmesi meta-sermayenin bir işlevidir. Bu işlev, üretimde meta biçiminde yaratılan artı-değerin piyasada satılıp gerçekleştirilmesi sayesinde para biçimine dönüşümünü içerir. Eğer meta-sermayeyi oluşturan metalar incelemede varsayıldığı üzere kendi değerleri üzerinden satılırsa, diyelim “m” kadar metaya denk gelen artı-değer kendi eşdeğeri olan “p” kadar paraya dönüşmüş olur. O halde artı-değer kısmıyla birlikte gerçekleşmiş olan meta-sermaye, şimdi kapitalistin elinde para biçiminde yani evrensel eşdeğer biçiminde bulunmaktadır. Böyle olduğu için de, para-sermaye biçimine girmiş olan bu yeni sermaye-değer artık yeni bir süreci açabilir. Bu sürecin başlangıç ve son biçimleri para-sermaye olduğundan, bu biçimdeki dolaşım biçimini para- sermayenin dolaşımı olarak niteler Marx. Bu sürecin sonunda değişmiş olan biçim değil, yalnızca yatırılan değerin büyüklüğüdür. Paraya dönüşmüş artı-değerin (p), başlangıçtaki para-sermaye değerine (P) bütünüyle veya bir kısmıyla katılması ya da hiç katılmaması sermayenin yeniden üretim sürecinde önemli farklar yaratır. Sıralanan durumlara bağlı olarak P ve p birbirlerinden tamamen farklı dolaşım süreçlerinden geçebilirler. Örneğin p tümüyle P değerine katıldığında, sermayenin yeniden üretimi genişleyerek devam eder, hiç katılmadığında sermayenin yeni bir üretim devresi eskisiyle aynı düzeyde kalır, vb. Kapitalist, paraya çevrilmiş artı-değerin bir kısmını kendi bireysel ihtiyacı için harcadığında, bu miktar o kapitalistin sermayesinin dolaşım sürecinin dışına atılmış olur.   Para-sermaye ile meta-sermayeyi birbirinden ayıran faktör bunların kendilerine özgü işlevleridir. Kısacası, aradaki fark para işlevi ile meta işlevleri arasındaki farklardan başka bir şey olamaz. Meta-sermaye kapitalist üretim sürecinin dolaysız ürünüdür ve hep kökeninin izlerini taşıdığı için daha rasyoneldir, daha kolay anlaşılır. Oysa para-sermayede bu sürecin tüm izleri silinmiştir, tıpkı genelde metaların bütün özel kullanım biçimlerinin parada kaybolup gitmesi durumunda olduğu gibi. Ancak vurgulamak gerekir ki, kapitalist üretim tarafından belirlenen bir toplumsal durumda sanayi sermayesinin devresinin genel biçimi para-sermaye devresidir. (devam edecek)

1 Eylül 2021
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /4

kapital_c-2.png

Bölüm 2: Üretken Sermaye Devresi

Daha önce para-sermayeden hareketle incelenen devreleri şimdi üretken sermayeden başlayarak ifade edersek, büyüyen sermayelerle peş peşe ilerleyen kapitalist üretim zincirini anlatmış oluruz. Bu durumda üretken sermaye devresinin genel formülü şu olur: Ü...M'-P'-M...Ü. Bu devre, üretken sermayenin dönemsel olarak yinelenen işlevini, yani onun yeniden üretimini ya da değerin kendisini genişletmesini amaçlayan yeniden üretim süreci olarak sermayenin üretim sürecini ifade eder. Keza yalnızca artı-değerin üretimini değil, onun devresel yeniden üretimini de anlatır. Ayrıca, sanayi sermayesinin tek seferlik değil, yenilenmenin başlangıç noktası olarak dönemsel biçimde yinelenen işlevine işaret eder. Bir diğer önemli husus da şudur: Bir üretim sürecinden çıkan meta-ürün (örneğin pamuk ipliği) bitmiş bir ürün olarak pazara sürülmeyip, devam eden emek sürecine yine üretim aracı olarak girebilir. Bu durumda, bu meta-ürünün değeri henüz piyasada gerçek paraya çevrilmemiş olur ve yalnızca üretimine katıldığı yeni ürünün (örneğin pamuklu kumaş) maliyetinin hesaplanmasında hesap parası olarak bir ifade kazanır. Örneğimizdeki pamuk ipliği gibi, üretim aracı olarak kullanılan değer parçaları dolaşıma girmez ve dolaşım sürecine girmeyen bu tür değerler üretim sürecine girerler.

I. Basit Yeniden Üretim

Daha önceki incelemelerden hatırlanacağı üzere, başlangıçtaki para-sermaye ile emek gücü ve üretim aracı satın alınmış ve üretim neticesinde artı-değer içeren bir meta-sermaye (M') elde edilmişti. Bunun da piyasada satılıp gerçekleşmesiyle para-sermaye çoğalmış ve P' olmuştu. Demek ki bu birinci devre P' ile son bulmuş oluyordu ve bu P', tıpkı başlangıçtaki P gibi para-sermaye olarak ikinci devreyi yeniden açıyordu. Bu açıklamadan sonra, koşulların değişmediğini ve metaların değerleri üzerinden alınıp satıldıklarını varsayalım ve önce üretken sermayenin basit yeniden üretimini ele alalım. Basit yeniden üretimde, artı-değerin tamamı kapitalistin kişisel tüketimine gider. Üretilen meta-sermayenin paraya dönüşümü gerçekleşir gerçekleşmez, para tutarının başlangıçtaki sermaye değerini temsil eden bölümü ise sanayi sermayesi devresinde dolaşmayı sürdürür. Yani en başta üretime giren para-sermaye tutarı neyse, ikinci üretim devresine de aynı miktarda para-sermaye yatırılır. Kapitalistin elinde bir de tamamlanmış üretim devresi sayesinde elde ettiği artı-değerin karşılığı olan bir para tutarı vardır. İşte basit yeniden üretimde artı-değerin karşılığı olan bu para üretken sermaye olarak kullanılmaz. Bu para kapitalistin harcaması olarak genel meta dolaşımına girer. Kapitalistin sermaye dolaşımının dışına çıkan bu parayla yaptığı harcamaları Marx şöyle tasvir eder: Bu “kapitalistin, kendi pek değerli canı ya da ailesi uğruna, ister gerçek metalar isterse hizmetler için harcadığı para aracılığıyla yapılan bir dizi satın almadır. Bu satın almalar parça parçadır ve değişik zamanlarda yapılır”. Dolayısıyla, sermaye dolaşımı dışına çıkmış olan bu para günlük tüketimler için elde bulundurulan bir para stoku ya da gömü biçiminde var olur. Netice olarak, basit yeniden üretimde artı-değer karşılığı olan para, para-sermaye olarak yatırılmak yerine kapitalist tarafından harcanır. Ayrıca açıklamadan anlaşılacağı üzere, üretime yatırılan sermaye değerin dolaşımıyla, kapitalist tarafından harcanan artı-değer karşılığı paranın dolaşımı farklı olur. Bu durumun doğurduğu bazı sonuçlar vardır. Birincisi: Üretimden çıkan meta kütlesinin yeniden yatırıma giden kısmının ve artı-değer kısmının hareketi ayrılmıştır. Bunların her ikisi de şimdi ayrı para tutarları olarak bağımsız biçimler kazandıklarından, bölünebilir duruma gelir. İkincisi: Bunlar iki farklı dolaşım olarak yollarına devam etseler de, genel biçimleri bakımından olağan meta dolaşımına ait olan dizilerdir. Çünkü hem yeniden sermaye yatırımına ayrılan para-sermaye ile hem de kapitalistin harcamasına ayrılmış para ile neticede meta satın alınacaktır. Üçüncüsü: Başlangıçtaki sermaye değeri ile artı-değerin toplamı olan meta değerin (M') piyasada gerçekleşmesi sayesinde elde edilen para (P') safhasında henüz bölünme yoktur ve buraya kadar hareket ortaktır. İşte bu ortak hareket hiç bölünmez ve bu noktada kapitalist artı-değer karşılığını kendi geliri olarak harcamaz ya da yalnızca kısmen harcarsa bir sonraki devreyi ilgilendiren sermaye değeri değişir. Bir başka önemli husus da şudur: Üretim neticesinde elde edilen M' meta-sermaye olarak ortaya çıkar ve kapitalist sürecin amacı zenginleşme yani sermayenin değerlenmesidir. Fakat bu gerçeklik, kapitalistin artı-değerin büyüklüğü (dolayısıyla sermayesinin büyüklüğü) ile birlikte artan tüketimini hiçbir şekilde dışlamaz, tam tersine içerir. Basit yeniden üretim temelinde bakıldığında, üretilmiş meta-ürünün artı-değere karşılık gelen kısmı kapitalistin gelirinin dolaşımına ayrıldığından, bu kısım önce paraya çevrilir ve bu para da bir dizi kişisel tüketime yarayan metalara harcanır. Ama burada küçük bir noktanın gözden kaçırılmaması gerektiğini vurgular Marx. Kapitalistin gelirine ayrılan bu kısım, üretilen artı-değerin bir kısmıdır ve dolayısıyla kapitaliste bedavadan gelmektedir. Artı-değerin varlığı ise süreç içindeki sermaye değerinin devresine bağlıdır. Bu devre duraklar ya da başka bir şekilde bozulursa, yalnızca artı-değerin kapitalist tarafından tüketimi değil, buna karşılık gelen metalar dizisinin sürümü de sınırlanır ya da tümüyle durur. Neticede, sermayenin varlığı kapitalistin varlığını şart koşarken, kapitalistin varlığı da onun artı-değer tüketmesi koşuluna bağlıdır. Genel dolaşım içinde M' (örneğin üretilen iplik) yalnızca meta olarak işlev görür; ama bu sermaye dolaşımının bir uğrağı olarak meta-sermaye niteliğindedir. İplik onu üreten kapitalist tarafından tüccara satılmasından sonra (M-P), ürünü olduğu kapitalistin sermayesinin devresel sürecinden ayrılmış olur. Fakat yine de, genel dolaşım alanında meta olarak yer almayı sürdürür. İplikçinin sermayesinin bağımsız devresinin bir uğrağı olmaktan çıkmış bulunsa bile, piyasada iplik-meta kütlesinin dolaşımı sürer. Bundan ötürü, kapitalist tarafından dolaşıma sokulan metalar kütlesinin gerçek ve kesin başkalaşımı, yani metanın paraya çevrilmesi ile bunların tüketime gitmek için dolaşımdan son çıkışları, zaman ve yer bakımından birbirinden tamamen ayrılmış olabilir. Bir başka deyişle, incelemeye konu olan iplik üreticisi kapitalistin sermaye dolaşımındaki meta-para başkalaşımı, onun metasının hâlâ genel dolaşım alanında olması nedeniyle henüz tamamlanmayı bekler. Ayrıca unutulmasın ki, genel dolaşım toplumsal sermayenin farklı bağımsız parçalarının iç içe geçen devrelerini, yani tek tek sermayelerin bütünlüğünü kapsar. Parasıyla üretim için meta satın alan ve ürettiği metasını satan iki ayrı kapitalist düşünelim. Biliyoruz ki, üretim için P kadar meta satın alınmasıyla, üretimden çıkan M' kadar metanın P' kadar paraya çevrilmesi zaman bakımından farklı işlemlerdir. Bu iki işlemin yapılış zamanları arasındaki fark daha az ya da daha çok önemli olabilir. Bu işlemler açısından çok farklı durumlar söz konusu olabilir. Örneğin satın alınan meta kömür ise, kömür henüz maden ocağından çıkarılmadan satın alınabilir. Bir başka örnek olarak, kapitalist daha o yılın artı-değerini paraya çevirmeden geçmiş yılın gelirinden kendi bireysel tüketim harcamalarını yapabilir. Benzer şekilde, işçi de ilgili üretim sürecinde henüz emek gücü karşılığını üretmemişken, geçmişte elde ettiği ücretinden tüketim harcamalarını yapabilir ya da aldığı ücret henüz yeni gerçekleşmekte olan ya da gelecekte gerçekleşmesi gereken emek üzerindeki bir alacak belgesidir. M-P-M dolaşımında aynı para iki kez yer değiştirir. Çünkü kapitalist parayı önce satıcı olarak elde eder ve ardından alıcı olarak elden çıkarır. O halde metanın para biçimine dönüşmesi, yalnızca, onun para biçiminden çıkarılıp yeniden meta biçimine dönüştürülmesine hizmet eder. Bundan dolayı, sermayenin para biçimi, bu harekette yalnızca geçici bir uğraktır; meta-para-meta hareketi akışkanlığını koruduğu sürece para-sermaye satın alma aracı olarak hizmet eder ve yalnızca dolaşım aracı olarak görünür. Kapitalistler karşılıklı olarak birbirleriyle alışveriş yaptıklarında ve dolayısıyla hesap denkleştirmekten başka bir şey yapmaları gerekmediğinde ise, para gerçek ödeme aracı olarak görünür. İster salt dolaşım aracı olarak ister ödeme aracı olarak hizmet ediyor olsun, para-sermayenin işlevi değişmez. Şöyle ki, yalnızca, üretilen meta-ürünün yerini (kapitalist tarafından gelir olarak kullanılacak artı-değer düşüldükten sonra), yeni üretim için gereken emek gücü ve üretim araçlarının almasına aracılık eder. Demek ki son çözümlemede para-sermayenin işlevi, sadece meta-sermayenin gerisin geriye üretken sermayeye dönüşmesine hizmet etmektir. Devrenin olağan yolunu izleyerek tamamlanması için, üretimden çıkan meta kendi değeri üzerinden ve bir bütün olarak satılmak zorundadır. Dahası, M-P-M yalnızca bir metanın yerine bir başkasının koyulmasını değil, bunun aynı değer ilişkileri içinde gerçekleştirilmesini içerir. Marx, incelemede bunun böyle varsayıldığını önemle hatırlatır. Ama gerçek yaşama bakıldığında durum farklıdır. Şöyle ki, “üretim araçlarının değerleri değişir; emeğin üretkenliğindeki, kapitalist üretimi karakterize eden sürekli değişim nedeniyle bile, değer ilişkilerindeki sürekli değişim tam da kapitalist üretime özgüdür.” Üretim etmenlerinin değerlerindeki değişim konusu ise daha sonra ele alınacaktır. Üretim öğelerini oluşturan emek gücü ve üretim araçlarının, üretim neticesinde meta-ürünlere dönüşümü üretim alanında gerçekleşir. Fakat elde edilen meta ürünün satılmasıyla kazanılan para-sermaye ile yeni bir üretim için yeniden üretim öğesi metaların satın alınması ise dolaşım alanında gerçekleşir. Bu bağlamda gerçekleşen dönüşümler metaların basit bir başkalaşımı mahiyetindedir. Fakat sürece bütünüyle bakıldığında, bunun içeriği yeniden üretim sürecinde bir evredir. Kapitalistin sermayesi para biçiminde durdukça, kelimenin gerçek anlamında sermaye olarak işlev göremez ve bu yüzden de değerlenmez, bu durumda da sermaye atıl kalır. Sermayenin üretime yatırılması durumunda ise para burada dolaşım aracı olarak, ama sermayenin dolaşım aracı olarak iş görür. Sermaye değerinin para biçiminin, yani para-sermayenin sahip olduğu bağımsızlık görüntüsü, paranın üretimi gerçekleştirecek metalara dönüştürüldüğü aşamada ortadan kaybolur. Bu aşamadaki başkalaşım olan P-M (yani para-sermaye ile üretim için gerekli emek gücü ve üretim araçlarının satın alınması) engellerle karşılaşırsa (örneğin piyasada üretim aracı yoksa), bu durumda yeniden üretim sürecinin akışı kesintiye uğrar. Keza, üretim sonucunda elde edilen meta-sermaye satılamayıp elde kalmış ve paraya dönüştürülememişse akış yine kesintiye uğrayacaktır. Ama bu iki kesinti arasında önemli bir fark vardır. Sermaye, para biçimi halinde meta biçiminde kaldığından daha uzun bir süre boyunca elde saklanabilir. Çünkü birincisi, neticede para-sermaye işlev görmediğinde para olmaktan çıkmaz. Ama meta-sermaye elde uzun süre tutulursa çeşitli nedenlerin bozucu etkisiyle meta olmaktan ve dolayısıyla genel olarak kullanım değeri olmaktan çıkar. İkincisi, sermaye meta halindeyken öylece kalır, para biçiminde ise üretken sermayeye dönüşemese bile bir başka biçime girebilir. Önemli bir nokta olarak belirtmek gerekir ki, para-sermaye ile emek gücü satın alınması (P-E) basit bir meta mübadelesi değildir; artı-değer üretecek bir metanın satın alınmasıdır. Aynı şekilde, para sermaye ile üretim aracı satın alınması da (P-Üa) bu amacın gerçekleştirilmesi için maddi açıdan vazgeçilmez olan bir işlemden ibarettir. Netice olarak, bu satın almaların tamamlanmasıyla para-sermaye yeniden üretken sermayeye (Ü) dönüşür ve böylece devre yeniden başlar. Para-sermayenin üretken sermayeye dönüşümü, meta üretmek amacıyla meta satın alımıdır. Satın alınan bu metaların yeni metalar üretmek için tüketilmesi üretken tüketimdir ve üretken tüketim sermayenin kendi devresinde yer alır. Bu tüketimin sonucu, böylece tüketilen metalar aracılığıyla artı-değer üretilmesidir. Ve artı-değer üretilmesi, üreticinin varlığını sürdürmesini amaç edinen meta üretiminden çok farklı bir şeydir. Düşünülecek olursa, artı-değer üretme koşuluna bağlı olan bir para-meta değişimi, ürünlerin karşılıklı mübadelesinden tümüyle başka bir şeydir. Ne var ki Marx’ın işaret ettiği üzere, iktisatçılar aşırı üretim diye bir şeyin mümkün olmadığını kanıtlama çabasıyla, bu konuyu ürünlerin karşılıklı mübadelesi gibi ele almaktadırlar. Bir başka önemli nokta da şudur: Para-sermaye ile emek gücü satın alınması üretken tüketimdir ve bu sermaye devresinin bir parçasıdır. Ama emekçinin sattığı kendi emek gücü karşılığında elde ettiği para ile kendi geçimi için gerekli metaları satın alması (yani bu P-M), sermaye dolaşımında yer almaz. Fakat işçi sınıfının sürekli varlığı ve dolayısıyla aynı zamanda işçinin P-M aracılığıyla gerçekleşen tüketimi kapitalistler sınıfı için gereklidir. Hem sermaye değeri devresinin sürmesi hem de artı-değerin kapitalistler tarafından tüketilmesi için tek koşul, üretimden çoğalarak çıkmış meta-sermayenin (M') paraya dönüştürülmüş yani satılmış olmasıdır. Kuşkusuz, M' kadar metanın satın alınmasının tek nedeni, bu üretilen nesnenin bir kullanım değerinin olmasıdır. Yani ister üretken tüketim ister bireysel tüketim için olsun, üretilen metanın herhangi bir türdeki tüketim için kullanılabilmesi şarttır. Ne var ki, diyelim iplik biçimindeki M' metanın, bunu satın almış olan tüccarın elinde dolaşıma devam etmesi, ipliği üretmiş ve tüccara satmış bulunan bireysel sermayenin devresinin devamını başlangıçta hiçbir şekilde etkilemez. Bütün süreç kendi yolunda devam eder ve onunla birlikte kapitalistin ve işçinin bu süreç tarafından belirlenen bireysel tüketimleri de devam eder. Marx bu hususun bunalımların incelenmesinde önemli bir nokta olduğunu belirtir. M' kadar meta satılıp paraya çevrilir çevrilmez, yeniden üretim sürecinin gerçek etmenlerine (emek gücü ve üretim araçları) dönüştürülebilir. M' kadar metanın nihai tüketici tarafından mı yoksa onu yeniden satmak isteyen tüccar tarafından mı satın alındığı hususu, konu üzerinde hiçbir dolaysız etkide bulunmaz. Kapitalist üretim tarafından yaratılan meta kütlelerinin niceliği, önceden belirlenmiş bir talep ve arz ya da tatmin edilmesi gereken ihtiyaçlar alanıyla değil, bu üretimin ölçeğiyle ve bu üretimi sürekli olarak genişletme ihtiyacıyla belirlenir. Kitlesel üretimin, diğer sanayici kapitalistler dışında olası tek alıcısı büyük tüccardır. İplik üreticisi kapitalist örneğimizi hatırlayalım. İplik üreticisi kapitalist ürününü sattığında, satılan bu ürün henüz bireysel ya da üretken tüketime girmemiş olsa bile onun için işler yolundadır. Bir başka deyişle, bu kapitalist için yeniden üretim süreci aynı ya da genişlemiş ölçekte gerçekleşebilir. Hatırlayalım, sermaye devresi o devreden kaynaklanmış olan üretim öğesi metaların tüketimini içermez. Dolayısıyla, daha önce üretilmiş ürün satıldığı sürece kapitalist üretici açısından her şey olağan yolunda gidiyor demektir. Onun temsil ettiği sermaye değerinin devresi kesintiye uğramaz. Ve yeniden üretim süreci genişletilirse, bu, üretim araçlarının artan üretken tüketimini içerecektir. Sermayenin bu yeniden üretiminin başlatıcısı ve aracısı üretken tüketim olduğundan, söz konusu yeniden üretime işçinin genişletilmiş bireysel tüketimi (dolayısıyla talebi) eşlik edebilir. Böylece, artı-değer üretimi ve onunla birlikte kapitalistin bireysel tüketimi büyüyebilir. Neticede yeniden üretim süreci tümüyle en parlak durumda olabilir ama metaların büyük bir bölümü tüketilmemiş ve tüketime henüz yalnızca görünüşte girmişlerdir. Gerçekte ise, onları yeniden satmak için satın almış olanların ellerinde satılmamış halde durmakta, yani aslında henüz piyasada beklemekte olabilirler. “Bu durumda meta akımları birbirini izler ve sonunda anlaşılır ki, daha önceki akımlar tüketim tarafından yalnızca görünüşte yutulmuştur. Meta-sermayeler piyasada yer kapmak için karşılıklı bir mücadeleye girişir. Geç kalanlar, satabilmek için fiyat kırar. Önceki akımlar, ödeme vadeleri geldiğinde, henüz elden çıkarılmamıştır. Bunların sahipleri, iflaslarını ilan etmek ya da ödeme yapabilmek için buldukları fiyattan satmak zorundadır. Bu satışın gerçek talep durumuyla kesinlikle hiçbir ilişkisi yoktur. İlişkili olduğu tek şey ödeme talebi, ne yapıp edip metaları paraya çevirme zorunluluğudur. Bu noktada bunalım patlak verir. Bunalımı gözle görülür kılan, tüketici talebinin, bireysel tüketim talebinin dolaysız olarak azalması değil, sermayenin sermayeyle mübadelesindeki, sermayenin yeniden üretim sürecindeki gerilemedir.” Para-sermayenin üretken sermayeye dönüşeceği emek gücü ve üretim araçlarının satın alınma ya da ödeme vadeleri farklıysa, para-sermayenin bir bölümü elde beklerken bir başka bölümü P-M işlemini tamamlar. Para durumunda bekleyen bölüm, belirli anda işlevini yerine getirmek üzere dolaşımdan yalnızca geçici olarak çekilmiş demektir. Bu, para-sermayenin satın alma ve ödeme fonu olarak işlevini yine yerine getirmek üzere kapitalistin elinde tutulduğu (gömü biçiminde bulunduğu) bir durumdur. Ve paranın gömü biçimi burada para-sermayenin işlevi olur. Şurası açık ki, para-sermaye, sanayi sermayesi devresi içinde para işlevlerinden başka hiçbir işlev görmez. Bu para işlevleri, yalnızca bu devrenin öteki aşamaları ile bağlantılı olmaları sayesinde, aynı zamanda sermaye işlevleri anlamını kazanır. Gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta da şudur: Artı-değer, yatırılan para-sermayeden doğmuş gibi gösterilse de, aslında para-sermayenin değil meta-sermayenin işlevidir. Bu, üretim sürecinde yaratılan artı-değer sayesinde başlangıçtakinden daha değerli meta-sermayenin elde edilmesidir. Bu durum üretim sürecinin sonucunu, yani sermaye değerinin bu süreç içinde gerçekleşmiş olan öz değerlenmesini ifade eder. Eğer dolaşım sürecinin sürekliliği engellerle karşılaşır ve dışsal koşullar ya da piyasanın durumu gibi nedenlerle, para P-M dönüşümünü geçici olarak kesmek zorunda kalırsa, bundan dolayı kısa ya da uzun bir süre boyunca elde gömüleme biçiminde para kalmış olur. Fakat bu, istenmeden yapılan bir para gömülemedir. Bu durumda bu para atıl kalmıştır ve potansiyel para-sermaye biçimindedir. Ne var ki, yukarıda değinilen iki farklı örnekte de para-sermayenin kendi para durumunda beklemesinin, neticede hareketin kesintiye uğramasının bir sonucu olarak ortaya çıktığı açıktır. (devam edecek)

2 Ekim 2021
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /5

kapital_c-2.png

Bölüm 2: Üretken Sermaye Devresi

II. Genişletilmiş Ölçekte Birikim ve Yeniden Üretim

Üretim sürecinin hangi oranlarda genişletilebileceği isteğe bağlı değildir ve teknik olarak belirlenir. O nedenle, “gerçekleşmiş olan artı-değer, yazgısı sermayeleşmek olsa bile, gerçekten ek sermaye olarak işlev görebileceği ya da süreç içindeki sermaye değerinin devresine girebileceği bir büyüklüğe, çoğu kez, ancak farklı devrelerin yinelenmesiyle ulaşabilir (dolayısıyla o zamana dek biriktirilmesi gerekir)”. Bu duruma göre, henüz ek sermaye olarak işlev göremeyecek olan artı-değer gömü olarak donup kalır ve bu biçimde potansiyel para-sermayeyi oluşturur. Potansiyeldir, çünkü para biçiminde beklediği sürece sermaye olarak etkinlik gösteremez. Böylece burada gömü oluşumu, kapitalist birikim sürecinin içinde yer alan, ona eşlik eden, ama aynı zamanda özünde ondan farklı bir uğrak olarak görünür. Çünkü potansiyel para-sermaye oluşumu, yeniden üretim sürecinin genişlemesine yol açmaz. Tersine, burada potansiyel para-sermaye, kapitalist üretimin ölçeğini dolaysız olarak genişletemediği için oluşur. Kapitalist üretici potansiyel para-sermayesini altın ya da gümüş çıkarttıran ya da ithal eden tüccara satarsa, bu durumda onun potansiyel para-sermayesi ulusal altın ya da gümüş gömüsünde bir artış oluşturur. Eğer artı-değerin karşılığı olan ürünün (artı-ürün) satılmasıyla elde edilen para kapitalistimizin işlemlerinde ödeme aracı olarak hizmet ediyorsa, bu durumda artı-ürün kapitalistimizin para-sermayesine dönüşemez. Bunun yerine, alacaklının alacak haklarına, yani alıcının belki elinde bulunan belki de henüz eline geçmesini beklemekte olduğu bir eşdeğer üzerindeki sahiplik hakkına dönüşür. Bu artı-ürün, başka bireysel sanayi sermayelerinin devrelerine girebilecek olsa bile, söz konusu kapitalistimizin devresinin yeniden üretimine girmekten uzak kalır. Kapitalist üretimin tüm karakteri, yatırılan sermaye değerinin kendini genişletmesiyle, yani birincisi mümkün olan en fazla artı-değerin üretimiyle; ama ikincisi artı-değerin sermayeye dönüştürülmesiyle belirlenir. Ne var ki, birikim ya da genişlemiş ölçekli üretim, durmadan büyüyen artı-değer üretiminin ve dolayısıyla da kapitalistin kişisel amacı olan zenginleşmeyi gerçekleştirebilmesinin aracıymış gibi görünür. Oysa kapitalist üretimin genel eğilimince kapsanan birikim ya da genişlemiş ölçekli üretim, zamanla gelişimi aracılığıyla, her bireysel kapitalist için bir zorunluluk olup çıkar. Kapitalistin sermayesinin büyümesini hiç durmadan sürdürmesi, sermayenin korunmasının koşulu olur. Marx, ilk olarak, tüm artı-değerin kapitalistin geliri olarak harcandığı varsayımına dayanan basit yeniden üretimin ele alındığını hatırlatır. Fakat gerçekte ve olağan koşullarda her zaman artı-değerin bir bölümünün gelir olarak tüketilmesi ve diğer bölümünün ise sermayeleştirilmesi gerekir. Ancak hareketin kavranması açısından, belirli bir dönemde üretilen artı-değerin bütünüyle tüketilebilir ya da bütünüyle sermayeleştirilebilir olmasının hiçbir önemi yoktur. Çünkü sonuçta hareketin ortalamasında her iki durum da gerçekleşir ve genel formül yalnızca bu ortalamayla temsil edilebilir. Marx, formülü karmaşık hale getirmemek için tüm artı-değerin biriktirildiğini varsaymanın daha iyi olacağını belirtir. Bu varsayım temelinde, birinci devre üretimdeki üretken sermaye (Ü), üzerine artı-değer eklenerek büyüyecek ve kendi ikinci devresine genişletilmiş olarak (Ü') başlayacaktır. Fakat bu ikinci devre başlar başlamaz, işin başlangıç noktası yine Ü olarak görünür. Aradaki tek fark, ikinci üretken sermayenin birincisinden daha büyük olmasıdır. Keza ikinci devre için yatırılan para-sermaye de, birinci devredeki P değerinden P' değerine yükselmiştir. Üretken sermayenin büyüdüğünü gösteren devre (Ü iken Ü' olması) ile para-sermayenin büyüdüğünü gösteren devre (P iken P' olması) kesinlikle aynı önemde değildir. Çünkü P... P', kendi başına ayrı bir devre olarak ele alınırsa yalnızca şunu anlatır: Para-sermaye olarak P para doğuran para yani değer doğuran değerdir, başka bir deyişle artı-değer üretir. Buna karşılık üretim devresinde değerlenme süreci, kendisini genişleyen üretim olarak (Ü iken Ü' olması) ortaya koyar. Üretim devresinde Ü ile Ü' arasındaki fark, birinci üretim aşamasında üretilmiş artı-değerin sermayeleştirildiğini, yani sermaye biriktirildiğini ifade eder. Gerek para-sermayenin P değerinden P' değerine çıkması, gerekse bu devrelerin hepsindeki görünümüyle meta-değerin büyümesi (başlangıçta M iken sonuçta M' olması), kendi başlarına ele alındıklarında hareketi değil onun sonucunu gösterir. Bunlar sermayenin meta biçiminde ya da para biçiminde gerçekleşmiş olan değerlenmesini ortaya koyar. Kısacası hepsi elde edilen sonucu, değerlenmiş sermayenin farklı dolaşım biçimleri olarak ifade ederler. Ama gerçekleşmiş olan değerlenmenin kendisi, ne para-sermayenin ne de meta-sermayenin bir işlevidir. Para-sermaye ve meta-sermaye, sanayi sermayesinin özel işlevlerine uygun düşen özel ve farklı biçimlerdir. Farklı varoluş biçimleri olarak, para-sermaye yalnızca para işlevlerini, meta-sermaye de yalnızca meta işlevlerini yerine getirebilir. Aralarındaki tek fark, para ile meta arasındaki farktır. Aynı şekilde, üretken sermaye biçimindeki sanayi sermayesi, bir yandan nesnel emek koşullarından (üretim araçlarından) ve öte yandan üretken biçimde işlev gören emek gücünden oluşabilir. Sanayi sermayesi üretim alanında nasıl yalnızca üretim sürecine uygun düşen bir bileşimde var olabilirse, dolaşım alanında da yalnızca buna uygun düşen iki biçimde, yani meta ve para biçimlerinde var olabilir. Üretim öğelerinin toplamı nasıl kendisini üretken sermaye olarak ilan ediyorsa ve bu nedenle üretim sürecinin kendisi nasıl sanayi sermayesinin bir üretken işlevi olarak sahneye çıkıyorsa, aynı şekilde, para ve metalar da aynı sanayi sermayesinin dolaşım biçimleri olarak görünür. Ve dolayısıyla bunların işlevleri de, sanayi sermayesinin işlevlerini başlatan ya da bunlardan kaynaklanan dolaşım biçimleri olarak görünür. Para işlevi ve meta işlevi burada, yalnızca sanayi sermayesinin kendi devresinin farklı aşamalarında gerçekleştirmek zorunda olduğu işlev biçimleri olarak birbirleriyle bağlantılıdır. P' ya da M' ifadeleri, başlangıçta yatırılan sermaye değerinin kendi yavrusu olan artı-değerle ilişkisini gösteren sabitlenmiş ifadelerdir. Bu ilişkinin, birinde para biçiminde diğerinde meta biçiminde ifade edilmesi konunun özünde hiçbir değişikliğe yol açmaz. Bundan ötürü bu ilişki, para olarak paranın ya da meta olarak metanın sahip oldukları özelliklerden ve işlevlerden kaynaklanmaz. Her iki durumda da, sermayenin karakteristik özelliği, yani değer doğuran değer olma özelliği yalnızca bir sonuç olarak ifade edilir. M' her zaman üretken sermayenin işlevinin ürünüdür ve P' her zaman M' kadar metanın sanayi sermayesi devresinde paraya dönüşmüş biçiminden ibarettir. Bu nedenle, P' kadar para-sermaye kendi özel işlevine yeniden başlar başlamaz, sadece yeni bir üretim devresine başlayan bir para-sermaye (yani P) olarak görünür.

III. Para Birikimi

Paraya çevrilmiş olan artı-değerin (yani p), süreç içindeki sermaye değerine hemen eklenip bir sonraki üretim devresine P' (yani P+p) büyüklüğünde başlanmasının mümkün olup olmadığı, p’nin kendi varlığının dışındaki koşullara bağlıdır. Paraya çevrilmiş artı-değer, kapitalist tarafından mevcut işinin yanına eklenecek olan ikinci bir bağımsız işte para-sermaye olarak kullanılacaksa, böyle bir iş için gereken asgari büyüklüğe sahip olması gerekir. Aksi halde bu amaç için kullanılamaz. Şayet mevcut işin genişletilmesi için kullanılacaksa, gerekli üretim harcamalarının büyüklüğü yine aynı şekilde p’nin belirli bir asgari büyüklükte olmasını zorunlu kılar. Bu işte kullanılmakta olan tüm üretim araçları arasında yalnızca nitel değil, aynı zamanda belirli bir nicel ilişki bulunur; bunlar nicel açıdan orantılıdır. Örnekse, iplikçi aynı zamanda uygun sayıda tarama ve germe makinesini satın almadan iğlerinin sayısını arttıramaz. Ayrıca böyle bir genişletmenin gerekli kılacağı daha fazla pamuk ve ücret için yapılacak harcamayı da hesaba katmalıdır. Neticede artı-değerin hayli büyük bir tutara ulaşmış olması gerekir. Kapitalistin elde ettiği artı-değer tutarı henüz işi büyütmeye yetmiyorsa, artı-değer birikimi gerekli büyüklüğe ulaşıncaya dek sermaye devrelerinin pek çok kez yinelenmesi gerekir. Bilindiği gibi, artı-değerin birikimi kendinden menkul değildir, yinelenen üretim ya da sermaye devreleri sayesinde yeni artı-değerlerin yaratılmasıyla birikir. Onun kendi işlevi ise, yinelenen devrelerle gerekli büyüklük elde edilene kadar elde para-sermaye durumunda beklemesidir. Biriktirilmek üzere elde bekletildiği zaman boyunca, oluşum sürecinde bulunan ve büyümekte olan bir gömü biçiminde var olur. Demek ki para birikimi, yani gömü oluşumu, burada gerçek birikime, sanayi sermayesinin boyutlarındaki genişlemeye geçici olarak eşlik eden bir süreç olarak görünür. Geçicidir, çünkü para gömü durumunda kaldıkça sermaye olarak işlev görmez, artı-değer yaratma sürecine katılmaz, yalnızca aynı kasaya yığılan ve hiçbir şey yapmadan miktarı çoğalan bir para tutarı olarak kalır. Gömü biçimi, kendi dolaşımı içinde kesintiye uğramış olan ve bu nedenle para şeklinde sabitlenmiş hale getirilen para biçimi demektir. Gömü oluşum süreci aslında her tür meta üretiminde ortaktır ve kendi başına bir amaç olarak yalnızca gelişmemiş kapitalizm öncesi meta üretimi biçimlerinde bir rol oynar. Ama yukarıda incelediğimiz kapitalist yatırımlar döneminde, paranın potansiyel para-sermaye olarak görünmesi nedeniyle ve böyle görünmesi ölçüsünde, gömü para-sermayenin biçimi olur. Gömü oluşumu ise, sermaye birikimine geçici olarak eşlik eden bir süreç olarak görünür. Çünkü burada gömü oluşumu, para biçiminde elde bulunan artı-değerin gömü durumudur. Bu durum, artı-değerin gerçekten işlev gören sermayeye dönüşmesi için sermaye devresinin dışında gerçekleşen ve işlevsel yönden belirlenmiş bir hazırlık aşamasıdır. O halde bu gömü, kendisinin bu özelliği nedeniyle potansiyel para-sermayedir. Bundan ötürü de, sürece girmeden ulaşması gereken büyüklük, her seferinde, üretken sermayenin değer bileşimince belirlenir. “Ama gömü durumunda kaldığı sürece, henüz para-sermaye olarak işlev görmez; henüz atıl para-sermayedir; daha önce olduğu gibi işlevi kesintiye uğratılmış para-sermaye değil, henüz işlevini yerine getirebilecek durumda olmayan para-sermayedir.” Bu incelemede, fiili bir para yığmanın ilk gerçek biçimi içerisindeki (yani kapitalist temellerde ortaya çıkan) gömüyü irdelediğimizi belirtir Marx. Şurası önemli ki, söz konusu gömü, üretilen metasını satmış olan kapitalistin borçlulardan alacağı bakiye para biçiminde de var olabilir. Ayrıca, bu potansiyel para-sermayenin, beklediği süre içinde, örneğin faiz getiren bir banka mevduat hesabı, poliçe ya da herhangi bir tür değerli kâğıt gibi para doğuran para biçiminde var olduğu diğer biçimleri incelemenin yeri burası değildir. Potansiyel para-sermaye bu gibi örneklerde, kaynaklanmış olduğu sanayi sermayesi devresinin dışında kalan özel sermaye işlevlerini yerine getirir. Bu işlevler sanayi devresiyle ilgisizdir ve sanayi sermayesinin işlevlerinden farklı, burada henüz açıklanmamış olan sermaye ilişkilerini varsayarlar.

IV. Rezerv Fonu

İncelemeye konu olan gömü, artı-değerin varoluş biçimi olarak nakit birikim için bir fon ve sermaye birikiminin geçici olarak büründüğü bir para-biçimdir; bu ölçüde de bu birikimin bir koşuludur. Ama bu birikim fonu aynı zamanda ikincil nitelikte özel hizmetleri de yerine getirebilir. Şöyle ki, bu süreç Ü … Ü' biçimini almaksızın, dolayısıyla da kapitalist yeniden üretimde bir genişleme olmaksızın devre içindeki sermaye hareketine katılabilir. Birikim fonu olarak işlev görmekte olan gömü, bazı durumlarda para-sermaye olarak kullanılabilir. Örneğin meta-sermayenin para biçimine dönüşümünün olağan olmayan bir şekilde gecikmesi ya da üretim araçlarının fiyatının devre başlarken bulunduğu düzeyin üzerine çıkması bu durumlara örnektir. Bu gibi örneklerde eldeki nakit birikim fonu (gömü), devredeki bozuklukları dengelemek için rezerv fonu (yedek fon) olarak hizmet etmiş olur. Bu tür bir rezerv fonu, işlev görmekte olan para sermayenin bir parçası olarak hizmet gören satın alma ya da ödeme araçları fonlarından farklıdır. İşlev yapan para-sermayenin parçaları olarak ödeme araçları, işlevlerini farklı zamanlarda ve ardı ardına yerine getirirler. Sürekli olan üretim sürecinde yedek para-sermaye her zaman oluşur. Çünkü diyelim bir gün para girişi olur ve daha geç bir tarihe kadar ödeme yapılmayacaktır, bir gün görece büyük meta kütleleri satılmıştır ve daha geç bir tarihe kadar büyük ölçekli meta kütleleri satın alınmayacaktır. Dolayısıyla, bu aralar boyunca dolaşımdaki sermayenin bir parçası her zaman para biçiminde var olur. Buna karşılık, nakit rezerv fonu işlev görmekte olan sermayenin, daha doğrusu para-sermayenin kısımlarından biri değildir. Birikiminin ön aşamalarından birindeki sermayenin, yani henüz etkin sermayeye dönüşmemiş olan artı-değerin bir kısmıdır. “Bunun dışında, darda kalmış kapitalistin, elinde bulunan paranın özel işlevlerinin neler olduğuna hiç mi hiç aldırmayacağı, sermayesinin devresel sürecinin durmaması için neyi varsa hepsini kullanacağı apaçıktır.” Nakit birikim fonu, potansiyel para-sermayenin varlığını, yani paranın para-sermayeye dönüşümünü ifade eder. Bu bölümde Marx son bir nokta olarak önemli bir hususa işaret eder. Şöyle ki, üretken sermaye devresi, klasik iktisadın sanayi sermayesinin devresel sürecini incelerken temel aldığı biçimdir.

1 Kasım 2021
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /6

kapital_c-2.png

Bölüm 3: Meta-Sermaye Devresi

Daha önceki bölümlerden hatırlanacak olursa, bir üretim sürecinden çıkan meta-ürün, başlangıçtaki değeri artı-değer kadar aşan bir büyüklüktedir (M'). Bunun kendi değeri üzerinden piyasada paraya çevrilmesiyle P' kadar bir para-sermaye elde edilir. Bu para-sermayeyle tekrar gerekli emek gücü ve üretim araçlarının satın alınması sayesinde yeni bir üretim süreci başlar. Bu ikinci üretim sürecinden çıkan ürün de, bunun başlangıcındaki M' değerini aşan bir meta-sermaye (yani M'') olur ve akışta kesinti olmadığı sürece bu devreler böylece devam eder. Dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur: Bir kapitalistin üretimi başlatmak için para-sermayesiyle satın aldığı üretim araçları, bunları ona satan kapitalistin meta-ürünüdür. Ayrıca, yeniden üretim genişletilmiş ölçekte gerçekleşirse, ikinci devreden çıkan meta-ürün (M'') birinci devreden çıkan meta-üründen (M') daha büyük olur. Zaten o nedenle ikincisi M'' simgesi ile gösterilir. Bir diğer önemli nokta, devrelerin para-sermaye ya da üretim aşamasıyla başlatılarak ifade edilmesi halinde devre formüllerinin haliyle değişeceği gerçeğidir. Meta-sermaye devresi ise, para-sermaye devresiyle değil meta biçiminde çoğalmış olan sermaye değeriyle, yani M' ile açılır. Dolayısıyla, bu meta devresi daha başından itibaren yalnızca meta biçiminde elde bulunan sermaye değerinin devresini değil, aynı zamanda onun içerdiği artı-değerin devresini de kapsar. M' her durumda yeni bir devreyi, hep bir meta-sermaye (sermaye değeri + artı-değer) devresi olarak başlatır. Emek gücü ve üretim araçları, bir yanda kendi emek güçlerini satan işçilerin ve öte yanda sahip oldukları üretim araçlarını satan kapitalistlerin ellerindeki metalardır. Bunlar satın alınmadan önce, para-sermaye sahibi olan kapitalist karşısında yalnızca başkalarına ait metalardır. Burada üretim araçları ile emek gücü arasında çok önemli bir fark vardır. O da, üretim aracının satıcısının elinde bir meta-sermaye olmasına karşın, emek gücünün işçi için hep yalnızca meta olmasıdır. Emek gücü ancak kapitalist alıcının eline geçtiğinde, üretken sermayenin bir bileşeni olarak sermayeye dönüşür. Meta-sermaye her zaman ikili bir karaktere sahiptir. Kullanım değeri açısından bakıldığında, üretken sermayenin işlevinin ürünüdür, örnekse ipliktir. Üretimin gerçekleşmesi için meta olarak piyasadan satın alınan (yani dolaşımdan gelen) emek gücü ve üretim araçları, üretilen ürünün (örneğimizdeki ipliğin) oluşturucuları olarak işlev görmüştür. Fakat üretilen ipliğe değişim değeri açısından da bakmalıyız. Böyle bakıldığında, M' kadar meta, üretim için yatırılmış sermaye değeri (yani M) ile üretimin sonucunda ortaya çıkan artı-değerin (yani m) toplamıdır. 10.000 libre iplik üretildiğini ve bunun satılarak paraya çevrildiğini varsayalım. Bu durumda bu işlem (M'- P') kendi başına ele alındığında 10.000 libre ipliğin satılmasından başka bir şey değildir. Bu 10.000 libre iplik, bütün öteki iplikler gibi metadır. İpliğin bir libresinin fiyatına 1 şilin dersek, alıcıyı yalnızca libre başına 1 şilinlik fiyat ya da 10.000 librenin fiyatı (500 sterlin eder) ilgilendirir. Marx’ın kurnaz kapitalistle dalga geçtiği üzere, pazarlık sırasında değer bileşimini kurcalayan alıcının aklından ipliğin bir libresinin 1 şilinin altında satılabileceği ve satıcının bununla da yine iyi bir iş yapmış olacağını kanıtlama çakallığı geçebilir. Oysa asıl önemli olan şudur ki, o kurnaz geçinen kapitalistin satın alacağı ipliğin niceliği kendi üretim gereksinimlerine bağlıdır. Örneğin, bir dokuma fabrikasının sahibi ise, bu niceliği, iplik satın aldığı iplikçinin sermayesinin bileşimi değil, dokumacılıkta işlev görmekte olan kendi sermayesinin bileşimi belirler. Marx’ın dikkat çektiği gibi, burada üretilen ipliğin değeri üzerinden satıldığı varsayılmıştır ve böylece tek sorun, onun meta biçiminden para biçimine dönüşmesidir. Üretilen ipliğin satış sırasında piyasadaki fiyatının onun gerçek değerinden sapıp sapmayacağı, sapacaksa bunun ne ölçüde olacağı elbette can alıcı önem taşır. Ama bu, burada salt biçim farklarını, yani meta-sermayenin para-sermayeye dönüşümünü incelediğimiz için bizi ilgilendirmez. Para, meta ve üretim devreleri şeklindeki üç devre arasındaki farkı hatırlayalım. I. biçimde (yani P-P' şeklindeki para devresinde), üretim süreci, sermaye dolaşımının birbirini tamamlayan ve karşıt yönlü iki evresinin, yani P ve P' işleminin ortasında görünür. Sonlandırıcı işlem olan, üretilen metanın paraya çevrilmesi (M'-P') daha başlamadan önce aslında üretim süreci bitmiş ve geride kalmıştır. Bu devrede üretimden çıkan meta-ürünün bütünüyle paraya çevrilmesi, eksiksiz şekilde tamamlanmış bir iş çevrimini ifade eder. Elde edilen parayla yeni bir üretim için başlangıç yapılıp yapılmayacağı yalnızca bir olasılıktır. Elde edilen para yeniden P...Ü...P' şeklinde işlev görecek yeni bir iş çevrimi olacağı gibi, bunu yapmayan bir bireysel sermayenin işlevini sonlandıran son devre de olabilir. Fakat her ne olursa olsun, genel hareket burada P...P', yani paradan daha fazla paraya giden bir harekettir. II. biçimde, yani devrenin üretim ile başlatılması durumunda (Ü...M'-P'-M...Ü') birinci biçimdekine karşıt bir sıralanış gerçekleşir. Burada ilk unsur Ü yani üretken sermayedir ve işlevi, ardından gelecek olan dolaşım sürecinin ön koşulunu sağlayan meta üretimidir. Buna karşılık üretimin sonucunda elde edilen Ü' yalnızca sanayi sermayesinin kendi üretken sermaye biçimi içinde yeniden varoluşudur. Burada hareketin genel biçimi olan Ü...Ü', yeniden üretimin biçimidir. Bu biçim, P...P' biçiminden farklı olarak sermayenin değerlenmesini sürecin amacı olarak göstermez fakat artan üretimi gösterir. Marx’ın dikkat çektiği üzere, klasik ekonomi politik kapitalist işleyişi üretim devresi biçimi üzerinden açıklamayı tercih etmiştir. Çünkü bu biçim, üretim sürecinin kesin kapitalist biçimini görmezden gelerek, üretim için üretimi sürecin amacı olarak sunmasını kolaylaştırır. Buna göre, elden geldiğince fazla meta elden geldiğince ucuza üretilmeli ve elde edilen ürün kısmen üretimin yenilenmesi kısmen de tüketim için değişilmelidir. Böyle yaklaşıldığında, para-sermayenin özelliklerini de görmezden gelme olanağı vardır ve tüm süreç basit ve doğal görünür, yani sığ bir akılcılığın doğallığına sahiptir. Aynı şekilde, meta-sermaye söz konusu olduğunda da onun içerdiği artı-değer unutulmakta ve üretim sürecine yalnızca şu ya da bu büyüklükte meta üreten bir süreç olarak bakılmaktadır. Doğal olarak, klasik iktisat sermaye birikimini de kapitalist üretime yaklaşımındaki sığlıkla sunmaktadır. III. biçim ise (M'-P' sonra yeni bir üretim devresi olarak M'...Ü...M'') olarak ifade edilir. O halde, üçüncü biçimin toplam devresi M'…M'' şeklindedir, yani akış içinde artan biçimde üretilen meta-sermayeyi ifade eder ve her bir üretim halkasında çoğalarak üretilen artı-değeri içerir. Ancak burada üretilen toplam meta-ürünün tüketimi, sermaye devresinin olağan akışının koşulu olarak varsayılır. İşçinin bireysel tüketimi ve artı-ürünün sermaye birikimine gitmeyen bölümünün kapitalist tarafından bireysel tüketimi, toplam bireysel tüketimi oluşturur. Üretken tüketim ise (kapitalistin emek gücü ve üretim aracı satın alması) her bir bireysel sermayenin kendisi aracılığıyla gerçekleşir. Bu üretken tüketim, hiçbir şekilde tek tek kapitalistlerin bir eylemi olarak değil, yalnızca tüm kapitalistlerin toplumsal bir eylemi olarak varsayılır. I. ve II. biçimlerde toplam hareket kendisini yatırılan sermaye değerinin hareketi olarak ortaya koyar. III. biçimde ise, değerlenmiş sermaye toplam meta-ürün şekline bürünmüş olarak başlangıç noktasını oluşturur ve meta-sermaye biçimine sahiptir. Ancak bu meta-sermayenin paraya dönüşmesinden sonra bu hareket dallanarak sermaye ve gelir hareketlerine ayrılır. Bu temelde, gerek toplam toplumsal ürünün gerek her bireysel meta-sermaye ürünün bir yandan bireysel tüketim fonuna, diğer yandan yeniden-üretim fonuna özel dağılımı sermaye devresinin bu biçiminde bulunur. P…P' hareketi, yenilenen devreye giren ek paranın (p) hacmine bağlı olarak devrenin genişleme olasılığını içerir. Üretim devresinde yeni bir devre eskisiyle aynı değerle başlatılırsa ( Ü…Ü) basit yeniden üretimi ifade eder. Daha küçük bile olsa ek bir değer eklenip başlatılmışsa (Ü…Ü') genişletilmiş ölçekli yeniden üretimi temsil eder. Fakat şurası önemli ki, değerce büyümüş bulunan üretken sermaye, şayet üretim öğeleri pahalanmışsa maddi olarak daralmış yeniden üretim anlamına gelir. Kuşkusuz bunun tersi de doğrudur, örneğin emeğin üretkenliğindeki artış nedeniyle bazı üretim öğeleri ucuzlamışsa, bu durum genişlemiş ölçekte bir yeniden üretim anlamına gelir. M'...M'' devresinde meta biçimindeki sermaye üretimin ön koşulu olur. Üretimden çıkan ikinci meta-ürün (M'') ise bir sonraki devrenin ön koşulu olarak geri döner. Bu devrede M' hareketin başlangıç noktası olarak ve M'' de sonuç noktası olarak hep var olur. Bu akış yeniden üretim sürecinin süreklilik koşuludur, aksi halde yeniden üretim süreci tıkanmış demektir. Kapitalist üretim tarzının egemen biçim olması halinde, satıcının elindeki bütün metalar meta-sermaye olmak zorundadır. Bunlar tüccarın elinde de böyle olmaya devam ederler, ya da önceden değillerse onun elinde meta-sermaye olurlar. Üretken sermayeyi (Ü) oluşturan E ve Üa öğeleri, üretken sermayenin varlık biçimleri olarak şimdi birleştirilmiş durumdadırlar ve bu birleşmiş durumda üretken sermaye olarak işlev görebilirler. Meta-sermaye hareketi, yeniden üretim döngüleri içinde bir kapitalistin üretilmiş meta-ürününü paraya çevirmesini ve bununla yeni bir üretim için diğer kapitalistlerden üretim aracı biçiminde meta satın almasını varsayar. Bu durum buna, kapitalistler sınıfının toplam sermayesinin hareket biçimi olarak bakılmasını gerektirir. Bu hareket, her bir bireysel sanayi sermayesinin diğerleriyle iç içe giren ve diğerleri tarafından gerekli kılınan bir kısmî harekettir. Fakat belirli bir ülkede üretilen yıllık metalar toplamına bakar ve bunun tüm bireysel girişimlerdeki üretken sermayeyi karşılayan kısmı ile çeşitli sınıfların bireysel tüketimlerine giden kısmının hareketini incelersek, meta-sermayenin hareketini, toplumsal sermaye ile onun ürettiği artı-değerin (ya da artı-ürünün) bir hareket biçimi olarak dikkate almış oluruz. Toplumsal sermaye bireysel sermayelerin toplamıdır. Buna hisse senetli sermayeler ya da hükümetlerin madenlerde, demiryollarında vb. üretken ücretli emek kullanmaları, yani sanayici kapitalistler olarak işlev görmeleri ölçüsünde devlet sermayesi de dahildir. Kapitalist yoldan üretilmiş her nesne, kullanım biçimi ister üretken ister bireysel tüketim olsun bir meta-sermayedir. P...P', hareketin yalnızca değer yanını, yani tüm sürecin amacı olarak yatırılmış sermaye-değerin kendisini genişletmesini gösterir. Ü...Ü aynı kalan, Ü…Ü' ise artan bir yeniden üretim süreci olarak sermayenin üretim sürecine işaret eder. Meta-sermaye hareketi kendisini kapitalist meta üretiminin biçimi olarak ortaya koyar ve başından itibaren üretken ve bireysel tüketimleri kapsar. Üretken tüketim ve bunun içinde yer alan değerlenme, yalnızca onun hareketinin bir dalı olarak görünür. Üretilen metanın bir kısmı, bir daha herhangi bir üretim sürecine girmeyen (bireysel tüketime konu olan gıda maddesi örneğinde olduğu gibi) bir kullanım biçiminde de var olabilir. Bütün bu özellikleriyle bu devre, salt bireysel bir sermayenin yalıtık bir devresi olmanın ötesine geçer. Meta-sermaye hareketi, yani kapitalist yoldan üretilmiş toplam ürünün hareketi, yalnızca bireysel sermayenin bağımsız hareketinin öncülü olarak değil, onun bir gereği olarak da ortaya çıkar. Bundan ötürü meta-sermaye hareketinin özellikleri kavranırsa, M'-P' ve P-M başkalaşımlarının genel meta dolaşımındaki halkalar olduğunu belirtmekle yetinmek artık yeterli olmaz. Bundan böyle, bir bireysel sermayenin başkalaşımlarının öteki bireysel sermayeninkilerle ve toplam ürünün bireysel tüketime ayrılan parçasıyla nasıl iç içe girdiklerini açıkça ortaya çıkarmak zorunlu olur. “Bundan ötürü bireysel sanayi sermayesinin devresini çözümlerken, incelememizi ilk iki biçime dayandırmayı yeğliyoruz” der Marx. Örneğin hesabın bir hasattan diğerine yapıldığı tarımda, meta-sermayenin hareketi tek bir bireysel sermayenin biçimi olarak görünür. III. biçimde, piyasada bulunan metalar üretim ve yeniden üretim sürecinin sürekli bir önkoşuludur. Bu nedenle, tüm dikkat bu biçim üzerinde toplanırsa, üretim sürecinin tüm öğeleri meta dolaşımından çıkıp geliyor gibi görünür. İktisatta fizyokrat akımın kurucusu olan ve ilk makro-ekonomik tabloyu yapan Francois Quesnay’ın “Ekonomik Tablo”su M…M' şeklindeki meta-sermaye hareketine dayanır. Bu yaklaşım, ulusların zenginliğini ölçmede ticareti esas alan merkantilist sistemin tutunduğu yalıtık biçim olan P…P' biçiminden farklıdır. Marx, Quesnay’in meta-sermaye hareketi biçimini seçmesinin büyük ve doğru bir sezginin varlığına işaret ettiğini belirtir. Çünkü toplamda para-sermayenin büyümesi (P…P') ticaret sayesinde değil, esasen meta üretimi sürecinde elde edilen artı-değer sayesinde mümkün olabilmektedir. (devam edecek)

29 Kasım 2021
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /7

kapital_c-2.png

Bölüm 4: Devresel Sürecin Üç Şekli

Toplam dolaşım sürecini Td rumuzuyla belirtirsek, devresel sürecin üç şekli şu şekilde sıralanabilir:
  1. P-M … Ü … M'-P'
  2. Ü … Td …Ü
  3. Td … Ü (M')
Bu üç biçim birleştirildiğinde, sürecin tüm önkoşulları kendi sonucu ya da kendisi tarafından ortaya konan bir önkoşul olarak görünür. Uğrakların her biri kalkış, geçiş ve geri dönüş noktaları olarak belirir. Toplam süreç kendisini üretim ve dolaşım süreçlerinin birliği olarak ortaya koyar. Üretim süreci dolaşım sürecinin ve dolaşım süreci ise üretim sürecinin aracısı olur.Her üç devrede ortak olan yan, değerin kendisini genişletmesinin belirleyici amaç ve itici güç olmasıdır. Birinci formülde bu, kendi biçimi içinde ifade edilmiştir. İkinci formül üretim ile yani artı-değer yaratma sürecinin kendisiyle başlar. Üçüncü formülde ise, devre genişletilmiş değerle başlar ve hareket aynı ölçekte yinelense bile, kendisini yeniden genişletmiş olan değerle kapanır.M-P alıcı için P-M ve P-M satıcı için M-P olduğuna göre, sermaye dolaşımı yalnızca metaların olağan başkalaşımını gösterir. Kapital birinci ciltte bu başkalaşım konusu üzerinde durulduğu gibi, dolaşımdaki para kütlesi hakkındaki yasalar burada da geçerlidir. Ama bu biçimsel yana takılıp kalmak yerine, farklı bireysel sermayelerin başkalaşımları arasındaki gerçek bağlantı, yani toplumsal toplam sermayenin yeniden üretim sürecinin kısmi hareketleri olarak bireysel sermaye devrelerinin bağlantısı incelenmelidir. Bu takdirde bu bağlantı yalnızca paranın ve metanın biçim değiştirmesiyle açıklanamaz.Bilindiği üzere, sürekli dönen bir çemberde her nokta aynı anda hem çıkış hem de geri dönüş noktasıdır. Fakat dönüşü kesintiye uğratırsak, her çıkış noktası bir geri dönüş noktası olmaz. Böylece görmüş oluruz ki, her bireysel sermaye devresi aslında diğerleriyle bağlantılıdır. Ayrıca, devrenin belirli bir biçimde yinelenmesi, devrenin öteki biçimlerdeki yürütülüşünü de kapsar. Demek ki bütün ayrım, gerçekte yalnızca gözlemci için var olan bir ayrım olarak kendini gösterir.Bu devrelerden her biri, farklı bireysel sanayi sermayelerinin içinde yer aldıkları hareketin özel biçimi olarak ele alınırsa, bu ayrım daima bireysel bir ayrım olarak var olur. Oysa gerçekte, her bir bireysel sanayi sermayesi her üç devrede de aynı anda bulunur. Bu üç devre, yani sermayenin üç biçiminin (para-sermaye, üretken sermaye ve meta-sermaye) büründüğü bu yeniden üretim biçimleri, sürekli olarak yan yana gerçekleşir. Örneğin, sermaye değerinin şimdi meta-sermaye olarak işlev gören bir bölümü para-sermayeye dönüşür, ama aynı anda diğer bir kısmı üretim sürecinden ayrılır ve yeni bir meta-sermaye olarak dolaşıma girer. Bu şekilde, devrenin üç biçimi de sürekli olarak yinelenir. Sermayenin her biçim ve aşama içerisinde yeniden üretimi, tıpkı bu biçimlerin başkalaşımı ve art arda üç aşamadan geçişi kadar süreklidir. Demek ki, tüm devre aslında kendi üç biçiminin gerçek birliğidir.Marx, inceleme boyunca sermaye değerinin tüm değer büyüklüğüyle para-sermaye, üretken sermaye ya da meta-sermaye olarak hareket ettiğinin varsayıldığını hatırlatır. Buna göre, örneğin 422 sterlin elimizde önce tümüyle para-sermaye olarak bulunuyordu. Sonra bunu bütünüyle üretken sermayeye, en sonu da meta-sermayeye, yani 78 sterlini artı-değer olan 500 sterlin değerinde ipliğe çevirdik. Burada farklı aşamaların her biri, yalnızca bir o kadar kesinti demektir. Örneğin 422 sterlin para biçiminde kaldıkça, yani parayla emek gücü ve üretim araçları satın alımları tamamlanana dek, toplam sermaye yalnızca para-sermaye olarak var olur ve öyle işlev görür. Ancak üretken sermayeye dönüştürülür dönüştürülmez, ne para-sermaye ne de meta-sermaye işlevlerini yerine getirebilir; onun toplam dolaşım süreci böylece kesilir. Aynı şekilde, sermaye ister P isterse M' olarak iki dolaşım aşamasından birinde işlev görmeye başladığında, bu kez de toplam üretim süreci kesintiye uğrar. Dolayısıyla Ü...Ü devresi, dolaşım süreci tamamlanana kadar yalnızca üretken sermayenin yenilenmesini değil, ama aynı zamanda kendi işlevinin üretim sürecinde kesintiye uğramasını temsil eder. Böylece üretim sürekli olarak değil kesik kesik ilerler ve kendisini rastlantısal ve dolaşım sürecinin her iki aşamasının daha hızlı ya da daha yavaş bir şekilde tamamlanmasına bağlı olarak değişen zaman aralıklarıyla yeniler. Marx bu durumu örnekler: “Sözgelişi, yalnızca özel müşteriler için çalışan ve sipariş yenilenene kadar üretim süreci duran Çinli zanaatçı için durum budur.”Hareket halinde bulunan tek tek tüm sermaye parçaları için bu durum geçerlidir ve sermayenin tüm parçaları sırayla bu hareketi tamamlar. Marx verdiği örnekle konuyu somutlar: “10.000 libre ipliğin bir iplik yapımcısının haftalık ürünü olduğunu varsayalım. Bu 10.000 libre iplik üretim alanından tümüyle ayrılıp dolaşım alanına girer; onun içerdiği sermaye değerinin tümüyle para-sermayeye dönüştürülmesi gerekir ve bu sermaye değeri para-sermaye biçiminde kaldıkça, üretim sürecine yeni baştan giremez; öncesinde, dolaşıma girmek ve yeniden üretken sermaye öğelerine (E ve Üa) dönüştürülmek zorundadır. Sermaye devresi süreci, sürekli olarak kesilme, bir aşamadan ayrılma, bir sonrakine girmedir; bir biçimden sıyrılma, bir başkasında var olmadır; bu aşamalardan her biri, diğerini gerektirmekle kalmaz, aynı zamanda onu dışlar.”Süreklilik kapitalist üretimin karakteristik özelliğidir ve her zaman ulaşılamasa bile, kapitalizmin teknik temeli bunu gerekli kılar. Sermayenin tüm parçaları art arda kendi devrelerini çizer ve aynı anda farklı aşamalarda bulunurlar. Böylece sanayi sermayesi, devresinin sürekliliği içinde kendisinin tüm aşamalarında ve bu aşamalara uygun düşen farklı işlev biçimlerinde bulunur. Bu nedenle, sanayi sermayesinin sürekliliği içindeki gerçek devresi yalnızca dolaşım süreci ile üretim sürecinin birliği değil, her üç devresinin de birliğidir. Sermayenin bütün farklı kısımlarının devrenin birbirini izleyen aşamalarında yoluna devam edebilmesi, bir aşamadan diğerine, bir işlev biçiminden diğerine geçebilmesi, yani bu parçaların bütünü olarak sanayi sermayesinin aynı anda farklı evrelerde, işlevlerde bulunabilmesi ve böylece her üç devreyi de aynı zamanda çizebilmesi ancak böyle bir birlik ile mümkündür.Burada her bir parçanın ardıllığı, parçaların bir arada var olmalarına, yani sermayenin bölünmesine bağlıdır. “Böylece, farklı bölümlerden oluşan fabrika sisteminde ürün sürekli olarak hem kendi oluşum sürecinin farklı aşamalarında bulunur, hem de durmadan bir üretim evresinden öbürüne geçer. Bireysel sanayi sermayesi, kapitalistin olanaklarına bağlı bulunan ve her sanayi dalı için belirli bir asgari ölçeği sağlaması gereken bir büyüklükte olduğu için, onun parçalara bölünüşünde belirli sayısal oranlara uyulması gerekir. Eldeki sermayenin büyüklüğü üretim sürecinin boyutunu, bu ise, üretim sürecinin yanında işlev görmeleri ölçüsünde, meta-sermayenin ve para-sermayenin boyutlarını belirler.”Bununla birlikte, meta ve para sermayenin üretimin devamını sağlayan bir arada bulunuşu, yalnızca, sermaye parçalarının peş peşe farklı aşamaları geçmelerine dayanan hareket sayesinde var olur. Örneğin M'-P' hareketi sermayenin bir parçası için durur ve meta satılamazsa, bu sermaye parçasının devresi kesintiye uğrar ve bu parçaya ait üretim araçları yerine konulamaz. Bu durumun ardından gelen ve üretim sürecinden M' olarak çıkan parçalar, işlevlerindeki değişimin kendilerinden önce gelen parça tarafından tıkandığını görürler. Eğer bu bir süre böyle devam ederse üretim daralır ve tüm süreç durma noktasına gelir. Peş peşe gelişteki bu duraklama, bir arada oluşu da düzensizleştirir. Bir aşamadaki her duraklama, yalnızca duraklayan sermaye parçasının toplam devresinde değil, toplam bireysel sermayenin tüm devresinde de daha büyük ya da daha küçük bir duraklamaya neden olur.Her ayrı devre çıkış ve dönüş noktası olarak sermayenin işlevsel biçimlerinden birine sahiptir. Diğer yandan, toplam süreç aslında üç devrenin birliğidir ve bu devreler sürecin sürekliliği içinde kendilerini ifade eden farklı biçimlerdir. Toplam devre, kendisini, sermayenin her bir işlev biçimi için, onun özgül devresi olarak gösterir. Bu devrelerin her biri, toplam sürecin sürekliliğini gerekli kılar. Toplam üretim süreci aynı zamanda yeniden üretim sürecidir ve dolayısıyla onun uğraklarından her birinin devresidir. Bu, toplam üretim süreci için ve özellikle de toplumsal sermaye için zorunlu bir koşuldur. Sermayenin farklı küçük parçaları art arda farklı aşamalardan ve işlev biçimlerinden geçer. Böylece her işlev biçimi (kendisini bu biçimde gösteren sermaye parçası hep değişse bile), diğerleriyle eş zamanlı olarak kendi devresinden geçer. Sermayenin bir parçası, ama hep değişen ve hep yeniden üretilen bir parçası, meta-sermaye olarak var olur. Bir başka parçası, üretken sermayeye dönüşen para-sermaye olarak ve üçüncü bir parçası ise meta-sermayeye dönüşen üretken sermaye olarak var olur. Her üç biçimin sürekli varlığı, toplam sermayenin tam da bu üç evreden geçerek gerçekleştirdiği devre aracılığıyla sağlanır.Bu anlatılanlardan çıkan sonuç şudur: Demek ki sermaye bir bütün olarak kendi farklı evrelerinde eş zamanlı ve mekânsal açıdan yan yana olarak bulunur. “Ama her parça sürekli olarak sırasıyla bir evreden, bir işlev biçiminden ötekine geçer, böylece sırayla bunların hepsinde işlev görür. Dolayısıyla bu biçimler eş zamanlılıkları peş peşelikleriyle sağlanan akışkan biçimlerdir. Her biçim, bir başka biçimi izler ve ondan önce gelir; böylece, bir sermaye parçasının bir biçime geri dönüşü, bir başka parçanın bir başka biçime geri dönüşünü gerekli kılar. Her parça sürekli olarak kendi devresini çizer; ama bu biçimde bulunan, her zaman, sermayenin başka bir parçasıdır ve bu özel devreler yalnızca toplam sürecin eş zamanlı ve birbirini izleyen uğraklarını oluşturur. Toplam sürecin sürekliliği, yukarıda anlatılmış olan kesintide değil, yalnızca üç devrenin birliğinde gerçekleşir. Toplumsal toplam sermayede bu süreklilik hep vardır ve onun süreci, üç devrenin birliğine her zaman sahiptir.”Bireysel sermayeler açısından bakıldığında, yeniden üretimin sürekliliği zaman zaman az ya da çok kesintiye uğrar. Marx bunun nedenlerini üç maddede sıralar: “Birincisi, değer kütleleri, sık sık, farklı dönemlerde, farklı aşamalara ve işlev biçimlerine eşit olmayan büyüklüklerde dağılmış olur. İkincisi, üretilecek olan metanın niteliğine göre, dolayısıyla sermayenin yatırılmış bulunduğu özel üretim alanına göre, bu parçalar farklı şekillerde dağılabilir. Üçüncüsü, süreklilik, ister doğal koşulların (tarım, ringa avı vb.), isterse (örneğin, mevsimlik denen işlerde olduğu gibi) geleneksel koşulların sonucu olsun, mevsime bağlı üretim dallarında az ya da çok kesilebilir. Sürecin en düzenli ve en değişmez şekilde yürütüldüğü yerler fabrikalar ve madenlerdir. Ne var ki üretim dallarının bu farklılığı, devrenin genel biçimlerinde hiçbir farklılığa neden olmaz.”Marx sanayi sermayesinin hareketiyle ilgili önemli bir gerçekliğe dikkat çeker. “Kendi değerini artıran değer olarak sermaye, yalnızca sınıf ilişkilerini, yalnızca emeğin ücretli emek olarak varlığına dayanan belirli bir toplumsal karakteri içine almakla kalmaz. Bir hareket, farklı aşamalardan geçen bir devresel süreçtir ve devresel sürecin üç farklı biçimini içine alır. Bu nedenle, durağan bir şey olarak değil, yalnızca bir hareket olarak kavranabilir. Değerin bağımsızlaşmasını salt bir soyutlama sayanlar, sanayi sermayesinin hareketinin, gerçeklikteki bu soyutlama olduğunu unutur. Değer, burada, içlerinde kendisini koruduğu ve aynı zamanda değerlendiği, büyüdüğü farklı biçimlerden, farklı hareketlerden geçer.” Marx burada bu hareketin yalnızca biçimiyle ilgilendiğini ve sermaye değerinin kendi devresel sürecinde geçirebileceği köklü değişiklikleri dikkate almadığını belirtir. Fakat şurası açıktır ki, değerdeki bütün köklü değişikliklere karşın, kapitalist üretim yalnızca sermaye değeri değerlendikçe vardır. Bir başka deyişle, sermaye bağımsızlaşmış değer olarak kendi devresel sürecini izledikçe, dolayısıyla köklü değişikliklerin üstesinden gelindiği ve bir ölçüde dengelendiği sürece kapitalizm varlığını sürdürür.“Sermayenin hareketleri, meta ve emek gücü alıcısı, meta satıcısı ve üretken kapitalist olarak işlev gören, dolayısıyla etkinlikleri aracılığıyla devreye aracılık eden tek bir sanayici kapitalistin eylemleri olarak görünür.” Eğer toplumsal sermaye köklü bir değer değişikliği geçirirse, bireysel kapitalistin sermayesi, değerlerdeki bu hareketin koşullarına kendisini uyduramadığında başarısızlığa uğrar ve çöküp yok olabilir. Değerdeki bu gibi köklü değişiklikler ne kadar şiddetli ve sık olursa, değişmiş değerin otomatik hareketi bireysel kapitalistin önlem ve hesaplarına karşı önüne geçilemez bir kuvvetle işlemeye başlar. Olağan üretimin izlediği yol, olağan olmayan spekülasyona o denli bağımlı hale gelir ve bireysel sermayelerin varlığını tehdit eden tehlike o denli büyür. Bu nedenle, değerdeki dönemsel köklü değişiklikler, sermaye olarak değerin bağımsız bir varlık kazandığını ve hareketleriyle bunu sürdürüp güçlendirdiğini doğrulamış olur.Süreç içindeki sermayenin bu birbirini izleyen başkalaşımları, devre içinde sermayenin değer büyüklüğünde meydana gelen değişikliğin başlangıçtaki değerle sürekli olarak karşılaştırılmasını içerir. Değerin, değer oluşturan güç karşısındaki bağımsızlaşması devre içinde görünmez. Marx, kapitalist üretim tarzının karakteristiği olan değerin elde ettiği bağımsızlığa karşı çıkan ve bunu hayalî bir yaklaşım olarak niteleyen Samuel Bailey adlı (1791-1870) İngiliz iktisatçısının görüşünü eleştirir.Marx önemli bir hususu hatırlatır: “Devrenin formülünü saf haliyle incelemek için, metaların değerleri üzerinden satılmakta olduklarını varsaymak yetmez, bu satış yapılırken öteki koşulların hiçbirinde değişme olmadığını da varsaymak gerekir.” Örneğin pamuk ipliği üretiminde üretim araçlarının fiyatı yükselirse, üretimi sürdürmek için ek para-sermaye gerekir. Fiyatlar düşerse tersi olur, bir miktar para-sermaye serbest kalır. Süreç yalnızca, değer ilişkilerinin sabit kalması durumunda tümüyle normal bir şekilde işler. Devrenin yinelenmesindeki değer değişiklikleri birbirini dengelediğinde de sürecin yolu yine hemen hemen açıktır. Fakat değer değişiklikleri ne kadar büyük olursa, sanayici kapitalistin dengelemeyi sağlamak için sahip olması gereken para-sermaye de o kadar büyür. Ve kapitalist üretimin ilerlemesi sırasında her bir bireysel üretim sürecinin ölçeği büyür ve dolayısıyla yatırılması gereken sermayenin asgari büyüklüğü artar. Böylece, “bireysel kapitalistin işlevini, giderek, kendi başlarına ya da birlikte hareket eden büyük para kapitalistlerinin bir tekeline dönüştüren koşullara bir başkası eklenir”.Üretim süreci içinde üretim faktörlerindeki değer değişikliklerinden doğrudan etkilenen başlangıç sermayesi değildir; kendisinin birinci devresinde olmayıp yeniden üretim sürecinde yer alan sanayi sermayesidir. Değer (ya da fiyat) düştüğünde olası farklı durumlar vardır. Ya yeniden üretim süreci aynı ölçekte sürdürülür; bu durumda o zamana kadarki para-sermayenin bir bölümü serbest kalır ve gerçek bir birikim (genişletilmiş ölçekli üretim) gerçekleşir. Ya da artı-değerin böyle bir birikimi başlatan ve ona eşlik eden birikim fonuna dönüşümü gerçekleşmeden para-sermaye birikmesi meydana gelir. Veya teknik orantılar izin verirse, yeniden üretim süreci başka koşullarda olacağından daha geniş bir ölçekte yürütülür. Ya da daha büyük bir hammadde vb. stoku oluşur.Meta-sermayenin yerine koyulmasını sağlayan öğelerin değerleri yükseldiğinde ise yukarıda belirtilenlerin tersi olur. O zaman yeniden üretim olağan boyutlarında yürütülemez ve örneğin daha kısa süre çalışılır. Ya da, yeniden üretimi eski boyutlarında sürdürmek için ek para-sermaye kullanımı zorunlu olur. Veya yeniden üretim sürecini genişletmek şöyle dursun, eski ölçeğinde sürdürmek için nakit birikim fonunun tümü ya da bir bölümü kullanılır. Bu da bir para-sermaye bağlanmasıdır. Burada tek fark, ek para-sermayenin dışarıdan yani para piyasasından değil, sanayici kapitalistin kendi kaynaklarından karşılanmasıdır.Bazen de üretken sermayede ve meta-sermayede değişikliğe yol açan durumlar meydana gelebilir. Örneğin pamuk ipliği yapımcımızın elinde büyük bir pamuk stoku varsa, pamuk fiyatındaki bir düşme durumunda üretken sermayesinin bir bölümü değer yitimine uğrar. Buna karşın pamuk fiyatı yükselirse, üretken sermayesinin bu bölümünde değer artışı gerçekleşir. Öte yandan, elinde meta-sermaye biçiminde (örneğin pamuk ipliği biçiminde) bağlanmış büyük kütleler varsa, meta-sermayesinin ve dolayısıyla genel olarak devrede bulunan sermayesinin bir bölümü pamuk fiyatındaki bir düşme durumunda değer yitimine uğrar. Pamuk fiyatının yükselmesi durumunda ise bunun tersi olur.Ayrıca, diğer her şey aynı kalmak koşuluyla, pamuk fiyatındaki düşüş iplik fiyatında düşüşe, pamuk fiyatındaki yükseliş ise, tersine, iplik fiyatında yükselişe yol açar. “Aynı üretim dalına yatırılmış olan farklı bireysel sermayeler üzerindeki etki, bunların içinde bulunabilecekleri farklı durumlara göre, çok farklı olabilir. Para-sermayenin serbest kalması ya da bağlanması, dolaşım sürecinin süresindeki, yani aynı zamanda dolaşım hızındaki farklılıklardan da kaynaklanıyor olabilir. Ne var ki bu nokta devir konusu incelendiğinde ele alınacaktır. Bizi burada yalnızca, üretken sermaye öğelerindeki değer değişikliğiyle ilişkili olarak, P...P' ile devresel sürecin öteki iki biçimi arasında ortaya çıkan gerçek fark ilgilendirmektedir.”Gelişmiş ve başat hale gelmiş bulunan kapitalist üretim tarzı çağında, kapitalistin para-sermayesinin bir kısmıyla satın aldığı üretim araçlarını oluşturan metaların büyük bir bölümü, başkalarının işlev gören meta-sermayesi olacaktır. Dolayısıyla bu üretim araçlarının satıcısı açısından M'-P' gerçekleştiğinde, onun meta-sermayesi para-sermayeye dönüşür. “Ama bu mutlak bir geçerliliğe sahip değildir” der Marx. Çünkü ister para-sermaye isterse meta-sermaye olarak sanayi sermayesinin devresi, çok farklı toplumsal üretim tarzlarıyla ilişkiye girmişse, bu farklı toplumsal üretim tarzlarının meta dolaşımlarıyla kesişir.Marx bu bağlamda önemli bir noktaya işaret eder: “Metalar, ister köleliğe dayalı üretimin, ister köylülerin (Çinliler, Hindistan köylüleri), ister toplulukların (komünler) üretiminin (Hollanda Doğu Hint Adaları), ister devlet üretiminin (örneğin, Rus tarihinin daha önceki çağlarında görüldüğü üzere, serfliğe dayananlar), isterse yarı yabanıl avcı halkların vb. ürünü olsunlar” sonuç değişmez. Bu metaların ait olduğu üretim sürecinin niteliği önemli değildir. Bunların hepsi pazarda metalar olarak işlev görür ve hem sanayi sermayesinin devresine, hem de artı-değerin gelir olarak harcanması durumunda meta-sermaye tarafından taşınan artı-değerin devresine girerler.(devam edecek)

1 Ocak 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /8

kapital_c-2.png

Bölüm 4: Devresel Sürecin Üç Şekli

Marx daha önce dile getirdiği açıklamalardan sonra sanayi sermayesinin dolaşım sürecinin ayırt edici unsurunu açıklar: “Demek ki, sanayi sermayesinin dolaşım sürecini ayırt eden, kökeninin evrensel karakteri, piyasanın dünya pazarı olarak var oluşudur. Başkalarının metaları için geçerli olan şey başkalarının paraları için de geçerlidir; meta-sermaye para karşısında nasıl yalnızca meta olarak işlev görüyorsa, para da meta-sermaye karşısında yalnızca para olarak işlev görür; para burada dünya parası olarak işlev görür.” Marx’ın vurguladığı üzere, burada belirtilmesi gereken iki nokta daha vardır. Birincisi: Kapitalist, para-sermayesi ile üretim süreci için üretim aracı şeklinde meta satın alır. Böylece o üretim araçları meta olmaktan çıkar ve üretken sermaye biçimindeki sanayi sermayesinin var oluş tarzlarından biri olur. “Ama kökenleri de böylece yitip gider; bundan böyle yalnızca sanayi sermayesinin var oluş biçimleri olarak var olur, onun içinde yer alırlar. Yine de şu var ki, yerlerine koyulmaları için bunların yeniden üretilmesi gerekir.” Fakat tüm üretimin kapitalistleşmediği bir tarihsel durumda, kapitalist üretim tarzı bu yerine koyma ihtiyacının bir kısmını kendi gelişme aşamasının dışında kalan üretim tarzlarından karşılayacaktır. “Ama onun eğilimi, üretimin tümünü elden geldiğince meta üretimine dönüştürmektir; bu konudaki temel aracı, tam da üretimi kendi dolaşım sürecinin içine çekmesidir; ve gelişmiş meta üretiminin kendisi kapitalist meta üretimidir. Sanayi sermayesi el attığı her yerde bu dönüşüme hız kazandırır, ama böylece bütün dolaysız üreticilerin ücretli emekçilere dönüşmesini de hızlandırır.” İkincisi: Sanayi sermayesinin dolaşım sürecine giren metalar kökenleri (yani içinden çıktıkları üretim sürecinin toplumsal biçimi) ne olursa olsun, sanayi sermayesinin karşısına artık meta-sermaye biçiminde, meta ticareti yapan sermaye ya da tüccar sermayesi şeklinde çıkar. “Tüccar sermayesi ise, doğası gereği, bütün üretim tarzlarının metalarını kapsar.” Burada kastedilen metalara, işçilere değişen sermaye ile ödeme yapıldıktan sonra, o değerde değişen sermayenin emek gücünün yeniden üretilebilmesi için dönüştüğü geçim araçları da dahildir. Kapitalist üretim tarzı yalnızca büyük ölçekli üretimi varsaymakla kalmaz, aynı zamanda ve zorunlu olarak, büyük ölçekli satışları, bireysel tüketicilere değil tüccarlara satışları öngörür. Eğer tüketici üretken bir tüketici yani sanayici kapitalist ise, bir üretim kolunun sanayi sermayesi, sanayinin diğer bir koluna üretim araçları sağlıyor demektir. Bu durumda bir sanayici kapitalist, pek çok başka sanayici kapitaliste (sipariş vb. biçiminde) doğrudan satış yapıyordur. “Her sanayici kapitalist, bu ölçüde, doğrudan satıcıdır, kendi kendisinin tüccarıdır; aslında tüccara satış yaparken de böyledir.” Tüccar sermayesinin bir işlevi olarak meta ticaretinde bulunmak kapitalist üretimin bir öncülüdür ve kapitalist üretimin gelişimiyle birlikte giderek daha da gelişir. Bu nedenle, kapitalist dolaşım sürecinin özel yanlarını göstermek için bazen onun varlığı peşinen kabul edilir. Fakat kapitalist üretimin genel çözümlemesini yaparken, tüccarı işe karıştırmaksızın doğrudan satış yapıldığı varsayılmalıdır. Çünkü tüccarın işe karıştırılması, hareketin çeşitli yönlerinin anlaşılmasını zorlaştırır. Marx bu inceleme sırasındaki varsayımları açıklar: “Devrenin genel biçimlerini incelerken ve genel olarak bu ikinci kitabın tamamı boyunca, parayı madeni para olarak alıyoruz; belirli ülkelerde yalnızca özgül işlemler için kullanılan ve salt değer simgesi olan simgesel parayı ve henüz açıklamadığımız kredi parasını dışarıda bırakıyoruz.” Bunun nedenlerinden biri, bunun zaten tarihsel gelişimde gözlenen sıra oluşudur; “kredi parası, kapitalist üretimin ilk döneminde ya hiçbir rol oynamaz ya da yalnızca önemsiz bir rol oynar”. İkinci neden, dolaşımda yalnızca madeni para bulunsaydı durumun ne olacağını anlamak üzere ileri sürülmüş görüşlerin, bu varsayımların gerekliliğini teorik olarak da kanıtlamasıdır. Ama madeni para hem satın alma aracı olarak hem de ödeme aracı olarak işlev gördüğünden, konuyu basitleştirmek için, ikinci ciltte para genellikle yalnızca birinci işlevsel biçiminde ele alınmıştır. Kapital birinci ciltte üzerinde durulduğu üzere, aynı para kütlesi, örneğin 500 sterlin, paranın dolaşım hızı ne denli büyük olursa, dolayısıyla her bir sermaye kendi meta ya da para başkalaşımları dizisini ne denli çabuk geçerse, dolaşıma birbiri ardına o denli çok sayıda sanayi sermayesini sokar. Buna göre, kapitalistler arasında hesap denkleştirme ödemelerinden fazlasının yapılmaması ölçüsünde ve örneğin ücret ödemelerinin ödeme vadeleri de ne denli kısa olursa, belirli bir sermaye değeri kütlesinin dolaşımı o denli az para gerektirir. Öte yandan, dolaşım hızı veri alındığında, para-sermaye olarak dolaşması gereken para kütlesi, metaların fiyatlarının toplamına bağlıdır. Çünkü birinci ciltte üzerinde durulduğu gibi, dolaşımda gereken para miktarı, metaların fiyatlarının toplamının paranın dolaşım hızına bölünmesiyle belirlenir. Dolaşım süreci ister meta-para ister para-meta-para şeklinde olsun, bir dolaşım işlemleri dizisi olarak bunlar yalnızca iki karşıt meta başkalaşımı dizisini temsil eder. Bu başkalaşımların her biri de, karşısında bulunan başkasına ait meta ya da başkasına ait paradır ve işte bu nedenle bunlar karşıt yönlü başkalaşımdır. Meta sahibi açısından M-P olan, alıcı açısından P-M demektir. Birinci işlemde meta, paraya dönüşerek başkalaşım geçirir ve ikinci başkalaşımda para, başka bir metaya dönüşür. Böylece bir aşamadaki herhangi bir metanın başkalaşımı, diğer bir aşamada başka bir metanın başkalaşımı ile iç içe geçmiş olur. Bu söylenenler genelde sermaye dolaşımı için de geçerlidir. Ancak sermaye dolaşımındaki iç içe geçiş, meta dolaşımındaki iç içe geçişle özdeşleştirilmemelidir. Marx bunun nedenlerini açıklar. Birincisi, bir kapitalistin para-sermayesiyle bir başka kapitalistin metalarını üretim aracı olarak satın alması durumunda, farklı bireysel sermayelerin başkalaşımlarının iç içe geçişi söz konusudur. Fakat diğer bazı örneklerde ise, para-sermayenin kendisine çevrildiği üretim aracının kategorik anlamda meta-sermaye olması, mutlaka bir kapitalist tarafından üretilmiş olmasını gerektirmez. Örneğin bir kapitalistin üretim aracı olarak satın aldığı kömür, kapitalist olmayan birinden de satın alınabilir. Buna rağmen gerçekleşen her zaman bir yanda P-M, öte yanda M-P işlemidir. Fakat örnekten de anlaşılacağı gibi, bu işlem her zaman sermaye başkalaşımlarının iç içe geçişi değildir. Ayrıca, emek gücü bir işçinin metası olsa bile, emek gücü satın alımı hiçbir zaman sermaye başkalaşımlarının iç içe geçişi değildir. Çünkü emek gücü kapitalistin kullanımına girmedikçe sermaye halini almaz, yani emek gücü işçinin sermayesi değildir. Öte yandan, meta-para dönüşümünde elde edilen paranın mutlaka dönüşmüş meta-sermayeyi temsil etmesi gerekmez. Burada söz konusu meta, emek gücünün (ücretler) ya da bağımsız bir emekçinin, kölenin, serfin ya da topluluğun ürününün para olarak gerçekleşmesi olabilir. İkincisi, eğer dünya pazarının tüm üretiminin kapitalist yolla yürütüldüğünü varsayarsak, bir bireysel sermayenin dolaşım süreci içinde gerçekleşen her başkalaşım, diğer sermayenin devresinde ona karşılık gelen karşıt bir başkalaşımı temsil etmek zorunda değildir. Dolayısıyla, toplam toplumsal sermayenin farklı bileşenlerinin dolaşım sürecinde karşılıklı olarak birbirlerinin yerini nasıl aldıkları, meta dolaşımının basit başkalaşımı temelinde iç içe geçişlerinden anlaşılamaz. Bunun anlaşılabilmesi başka bir araştırma yöntemini gerekli kılar. Marx, o güne kadar bu konuda yalnızca tüm meta dolaşımlarında ortak olan basit başkalaşımların iç içe geçişlerinden ödünç alınan bulanık düşüncelerden ibaret laflarla yetinildiğini vurgular. Marx, sanayi sermayesinin devresel sürecinin ve dolayısıyla kapitalist üretimin en elle tutulur özelliklerinden birini şu şekilde açıklar: “Bir yandan üretken sermayenin oluşturucu öğelerinin meta piyasasından gelmesi ve sürekli olarak aynı piyasadan yenilenmek, metalar olarak satın alınmak zorunda olması; öte yandan emek sürecinin ürününün bu süreçten meta olarak çıkması ve sürekli olarak yeniden meta olarak satılmak zorunda olması. Örneğin, İskoçya ovalarının bir modern çiftçisiyle kıta Avrupa’sının eskilerden kalma bir küçük köylüsünü karşılaştırın. Birincisi tüm ürününü satar ve bu yüzden de üretimin bütün öğelerini, tohumu bile, piyasadan satın alarak yerine koymak zorundadır; öteki ise, ürününün daha büyük bölümünü doğrudan kendisi tüketir, elden geldiğince az satar ve az satın alır, aletlerini, giysilerini vb. elden geldiğince kendisi yapar.” Bu tarihsel olgulardan çıkan önemli sonucu vurgular Marx: “Buradan hareketle, doğal ekonomi, para ekonomisi ve kredi ekonomisi, toplumsal üretimin üç karakteristik ekonomik hareket biçimi olarak birbirlerinin karşısına koyulmuştur.” Bunun nedenleri şöyledir: “Birincisi, bu üç biçim eş değerli gelişme evrelerini temsil etmez. Kredi ekonomisi denen şey, kredi ekonomisi ile para ekonomisi terimlerinin üreticiler arasındaki karşılıklı ilişki işlevlerini ya da karşılıklı ilişki tarzlarını ifade etmesi ölçüsünde, para ekonomisinin bir biçiminden başka bir şey değildir. Gelişmiş kapitalist üretimde para ekonomisi artık yalnızca kredi ekonomisinin temeli olarak görünür. Para ekonomisi ve kredi ekonomisi, böylece kapitalist üretimin farklı gelişim aşamalarına karşılık gelir, ama doğal ekonomi karşısında hiçbir şekilde farklı bağımsız karşılıklı ilişki biçimleri oluşturmazlar.” Kapitalist gelişme kredi ekonomisi düzeyine ilerlemişse, artık para ekonomisi ve kredi ekonomisi iç içe geçmiştir ve yukarda da belirtildiği gibi, kredi ekonomisi para ekonomisinin bir biçiminden başka bir şey değildir. İkincisi, para ekonomisi ve kredi ekonomisinin ayırt edici özelliği olarak üzerinde durulan nokta, üretim sürecinin kendisi olmayıp, üreticiler arasındaki ilgili ekonomik tarza tekabül eden karşılıklı ilişki tarzıdır. Böyle olduğundan, aynı şey doğal ekonomiye de uygulanabilir ve doğal ekonomi yerine değişim ekonomisi de denebilir. Ne var ki, Marx’ın bu noktada vurguladığı üzere, Peru’daki İnka devleti gibi tamamıyla tecrit edilmiş bir ekonomi, bu kategorilerin hiçbirine sokulamaz. “Üçüncüsü: Para ekonomisi her tür meta üretiminin ortak yanıdır ve ürün, çok farklı toplumsal üretim organizmalarında meta olarak görünür. Bu durumda kapitalist üretimi, yalnızca, ürünün hangi ölçüde bir ticaret nesnesi olarak, bir meta olarak üretildiği ve dolayısıyla, kendisini oluşturan öğelerin de, çıktıkları ekonomiye hangi ölçüde yeniden ticaret nesneleri olarak, metalar olarak girmek zorunda oldukları karakterize ederdi.” Gerçekte de kapitalist üretim, üretimin genel biçimi olarak meta üretimidir. Ne var ki, böyle olmasının ve gelişimi içinde gitgide daha fazla bu hale gelmesinin tek nedeni, emeğin burada bizzat meta olarak ortaya çıkması ve işçinin kendi emek gücünün işlevini satması ve –varsayımımıza göre– bu satışı kendi yeniden üretim maliyetleriyle belirlenen değeri üzerinden yapmasından kaynaklanır. Emeğin ücretli emek haline gelmesi ölçüsünde, üretici, sanayici kapitalist haline gelir. Kapitalist üretim (dolayısıyla aynı zamanda meta üretimi), işte bu nedenle, ancak dolaysız kır üreticisi de ücretli emekçi olduğunda, tüm boyutlarıyla ortaya çıkar. “Kapitalist ile ücretli emekçi arasındaki ilişkide, para ilişkisi, alıcı ve satıcı ilişkisi, üretime içkin bir ilişki haline gelir. Ama bu ilişki, temelinde, karşılıklı ilişki tarzına değil, üretimin toplumsal karakterine dayanır; karşılıklı ilişki tarzı, tersine, üretimin toplumsal karakterinden kaynaklanır.” Zira kişi kendi emek gücünü kendi tercihinin sonucunda başkasına satmaz; kapitalist üretim tarzının karakteri onu buna mecbur bırakır. Ancak burjuva iktisatçılar gerçekliği inkâr ederek, üretim tarzının karakterinde ona uygun düşen karşılıklı ilişki tarzının temelini görmek yerine tam tersini yaparlar. Marx bu yaklaşımın, aklın fikrin iş yapmakta olduğu burjuva ufkuna uygun düştüğünü vurgular. Sanayici kapitalist, dolaşımdan meta (işgücü ve üretim araçları) şeklinde çekmiş olduğundan daha fazla değeri dolaşıma meta biçiminde sokar. Çünkü üretim sürecinden çıkan meta ve onun dönüştüğü para değeri, artı-değer katkısı nedeniyle başlangıçtaki değerden daha büyük olur. Buradan çıkan sonuç şudur: Yalnızca sanayici kapitalist olarak işlev gördüğü kadarıyla, onun meta değeri arzı, meta değeri talebinden hep daha büyük olur. Eğer arz ve talebi denk olsaydı, bu, sermayesinin değerlenmemesiyle aynı anlama gelirdi. Yani üretken sermaye olarak işlevini görememiş olurdu; üretim sayesinde meta-sermayeye çevrilen üretken sermayenin artı-değer ile büyüyemediği anlamına gelirdi. Kapitalist, gerçekten de “satın aldığından daha pahalıya satmak” zorundadır. Ama bunu yapabilmesinin tek nedeni, kapitalist üretim sürecinin ona, satın aldığı daha düşük değerli yani daha ucuz olan bir metayı (emek gücü), daha yüksek değerde ve dolayısıyla daha pahalı bir metaya çevirme olanağını sağlamasıdır. Kârın kaynağını üretimde aramayan iktisatçıları yere seren Marx’ın gerçekliği gözler önüne seren ifadesiyle, “daha pahalıya satmasının nedeni, metasını değerinden fazlasına satması değil, üretim girdilerinin toplam değerinden yüksek değerde meta satmasıdır”. Kapitalistin arzı ile talebi arasındaki fark ne kadar büyük olursa, yani piyasaya arz ettiği meta değeri piyasadan talep ettiği meta değerini ne denli çok aşarsa, sermayesini değerlendirme oranı da o kadar büyük olur. Kapitalistin amacı, arzı ile talebini denkleştirmek değildir. Tam tersine, bunlar arasındaki eşitsizliği, yani arzın talebe göre fazlalığını arttırmaktır. “Tek bir kapitalist için geçerli olan, kapitalistler sınıfı için de geçerlidir. Kapitalistin yalnızca kişileşmiş sanayi sermayesi olması ölçüsünde, onun talebi, üretim araçları ve emek gücü talebiyle sınırlı kalır.” Onun üretim araçları talebi, yatırdığı sermayesinin bir kısmıdır; yani piyasaya sunduğu meta-sermayenin değerinden çok daha düşük değerde üretim aracı satın alır. Onun emek gücü talebi ise, değişen sermayesinin toplam sermayesine oranıyla belirlenir. Bu nedenle kapitalist üretimde emek gücü talebi, üretim araçları talebine oranla daha az büyür. Kapitalist, sürekli büyüyen bir ölçüde, emek gücünden çok üretim aracı alıcısıdır. İşçinin ücretinin hemen hemen tümü geçim araçlarına ve çok büyük oranda da zorunlu geçim araçlarına çevrilir. Bu ölçüde, kapitalistin emek gücü talebi dolaylı olarak aynı zamanda işçi sınıfının tüketimine giren tüketim araçları talebidir. Ama bu talep neticede değişen sermayeye eşittir ve bunun bir milim ötesine geçemez. Marx burada bütün kredi ilişkilerinin konu dışında tutulduğunu belirtir. İşçi ücretinin bir bölümünü tasarruf ederse, bu durum onun ücretinin bir bölümünü gömülemesi ve bunu yaptığı ölçüde de bir geçim aracı alıcısı olarak ortaya çıkmaması anlamına gelir. Kapitalistin talebinin en üst sınırı değişen ve değişmeyen sermaye için yatırdığı C kadar sermayedir. İngilizce sözcüklerin baş harflerinden hareketle yatırdığı toplam sermayeyi C, değişmeyen sermayeyi c ve değişen sermayeyi v harfleriyle ifade edersek: C = c + v diyebiliriz. Fakat kapitalistin arzı, üretimin sağladığı artı-değere denk gelen m kadar meta-sermaye değeri de eklendiğinden c + v + m olur. Kapitalist tarafından üretilen m kütlesinin yüzdesel oranı yani kâr oranı ne denli büyükse, arzına oranla talebi o denli küçük olur. Üretimin ilerlemesiyle birlikte, kapitalistin emek gücü talebi ve dolayısıyla bunun karşılığı olan zorunlu geçim araçları talebi, üretim araçları talebine kıyasla azalır. Fakat bu ne kadar azalırsa azalsın, kapitalistin üretim araçlarına olan talebinin her zaman yatırdığı toplam sermayesinden küçük olduğu unutulmamalıdır. “Demek ki, onun üretim araçları talebi, aynı sermayeyle ve aynı koşullar altında çalışan ve ona bu üretim araçlarını sağlayan kapitalistin meta-ürününden değerce her zaman daha küçük olmak zorundadır. Bu işin bir değil çok sayıda kapitalist tarafından yapılması, olayın özünü değiştirmez.” Daha sonra ele alınacak olsa da, Marx bu noktada devir sorununa (sabit ve döner sermaye ayrımı temelinde) şöyle bir göz atmanın gerekli olduğunu belirtir. Diyelim kapitalistin toplam sermayesi 5000 sterlin ve bunun 4000 sterlini sabit, 1000 sterlini döner sermaye olsun. Bu durumda toplam sermayesinin yılda bir devir yapması için döner sermayesinin yılda beş devir yapması gerekir. Fakat döner sermayenin devir sayısının değişmesi, sermaye bileşimine ve kâr oranına ilişkin oranlar değişmedikçe, onun toplam talebinin toplam arzına oranını hiç değiştirmez. Şimdi de kapitalistin sabit sermayesinin 10 yılda yenilendiğini varsayalım. Demek ki, her yıl bunun 1/10 = 400 sterlinlik bölümünü amorti fonuna yatıracaktır. Böylece artık elinde değeri yalnızca 3600 sterlin olan bir sabit sermaye ile bir de para olarak fonda 400 sterlin bulunacaktır. Eğer bazı onarımlar gerekiyor ve bunlar ortalamayı aşıyorsa, buna harcanan para sonradan yatırılan sermayeyi temsil eder. Eğer onarım ihtiyacı ortalamanın altındaysa kapitalist o kadar kârlıdır, ortalamayı aşıyorsa bu kapitalistin zararınadır. Fakat neticede aynı sanayi dalında iş gören kapitalistlerin bütünü söz konusu olduğunda bu sapmalar birbirlerini götürür. Her durumda, toplam sermayesi yılda bir devir yaptığında yıllık talebi aynen 5000 sterlin olarak kalsa bile, bu talep sermayenin sabit bölümü açısından sürekli olarak azalırken, döner kısmı açısından artar. “Şimdi yeniden üretime gelelim” der Marx. Yine bir varsayım üzerinden örnek verir. Diyelim kapitalist artı-değeri tümüyle tüketmektedir ve yalnızca başlangıçtaki büyüklüğünde olan sermayeyi yeniden üretken sermayeye çevirmektedir. Bu durumda kapitalistin talebi onun arzıyla aynı değerde olur. Ama bu, onun sermayesinin hareketiyle ilgili değildir. Kapitalist olarak o, yalnızca arzının 4/5’i oranında (değerce) talepte bulunur. 1/5’ini ise kapitalistlik işlevi içerisinde değil, kendi özel gereksinimleri ya da zevkleri için harcar. Fakat bu noktada dikkat edilmesi gereken şudur ki, aslında bu varsayım kapitalizmle bağdaşmaz. Marx’ın deyişiyle: “Bu varsayım, kapitalist üretimin var olmadığı ve dolayısıyla sanayici kapitalistin kendisinin de var olmadığı varsayımıyla aynı anlama gelir. Çünkü zenginleşmenin değil, hazzın itici güdü olarak iş gördüğü varsayımı, kapitalizmi daha en baştan ortadan kaldırır.” Ayrıca böyle bir varsayım teknik açıdan da olanaksızdır. Kapitalist yalnızca fiyat dalgalanmalarına karşı kendisini koruyabilmek ve alım ve satımlar için en uygun koşullan bekleyebilmek için bir yedek sermaye oluşturmak zorunda değildir. Aynı zamanda, üretimini genişletmek ve teknik gelişmeleri kendi üretim organizmasına uygulamak için de sermaye biriktirmek zorundadır. Kapitalist girişimci sermaye biriktirmek için, önce, dolaşımda realize ettiği artı-değerin bir bölümünü para biçiminde dolaşımdan çekmek ve bunu eski işi genişletmek ya da yeni bir işkolu açmasına yetecek miktara ulaşana dek istif etmek (gömülemek) zorundadır. Gömüleme süresince kapitalistin talebi artmaz, çünkü gömülenmiş para hareketsiz kılınmıştır. Bu durumda kapitalist, meta piyasasına arz ettiği metalar için, meta piyasasından bunların para olarak eşdeğeri olan bir meta çekmez. Nihayet Marx, yine önemli bir noktaya işaret eder ve burada kredinin hesaba katılmadığını hatırlatır. Oysa unutulmamalıdır ki, kapitalistin biriktirdiği parayı bir bankada faiz getiren bir hesaba yatırması kredi konusuna girer. (devam edecek)

29 Ocak 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /9

kapital_c-2.png

Bölüm 5: Dolaşım Zamanı

Sermayenin üretim alanındaki hareketi ile dolaşım alanındaki hareketinden oluşan iki evre, bir dizi zaman dönemleri içinde gerçekleşir. “Sermayenin üretim alanında kaldığı süre onun üretim zamanını, dolaşım alanında kaldığı süre dolaşım zamanını oluşturur. Sermayenin devresini tamamlamasına kadar geçen toplam zaman, bundan ötürü, üretim zamanı ile dolaşım zamanının toplamına eşittir.”Üretim zamanıdoğal olarak emek süreci dönemini kapsar, ama yalnızca ondan ibaret değildir. Hatırlanacağı üzere, değişmeyen sermayenin bir bölümü, yaşamlarının sonuna dek sürekli yinelenen emek süreçlerinde hizmet gören makineler, binalar vb. gibi emek araçları biçiminde var olur. “Emek sürecinin uğradığı dönemsel kesilmeler (örneğin geceleri), bu emek araçlarının işlevini kesintiye uğratsa bile, üretim yerlerinde kalışlarını etkilemez. Yalnızca işlev görürken değil, işlev görmezken de üretim yerlerine aittirler.” Ayrıca kapitalist, pazardan yapılan günlük ikmallerdeki aksamalara bağlı kalmadan üretim sürecini sürdürebilmek için, belirli bir hammadde ve yardımcı madde stokunu elinin altında hazır bulundurmak zorundadır. Bu hammadde vb. stoku da ancak parça parça üretken biçimde tüketilir. Bu nedenlerle, üretim araçlarının üretim zamanı ile işlev zamanı arasında bir fark vardır.Engels açıklayıcı bir dipnot düşerek, burada üretim araçlarının üretim zamanı ile bu araçların kendilerinin üretilmesi sırasında geçen zamanın değil, bunların bir meta-ürünün üretim sürecinde yer aldıkları sırada geçen zamanın kastedildiğini belirtir. İşte bu bağlamda, genel olarak üretim araçlarının üretim zamanı şunlardan oluşur: 1. üretim araçları olarak işlev gördükleri, yani üretim sürecinde hizmet ettikleri zaman, 2. üretim sürecinin içinde yer alan üretim araçlarının işlevinin kesildiği aralar, 3. üretim sürecinin gerektirdiği üzere el altında hazır bulunduruldukları (yani böylece üretken sermayeyi temsil ettikleri, fakat henüz üretim sürecine girmemiş oldukları) zaman.Marx’ın dikkat çektiği üzere, üretim araçlarının üretim zamanı ile işlev zamanı arasında ele alınan fark, üretken sermayenin üretim alanında kalma zamanı ile üretim sürecinde kalma zamanı arasındaki farktır. Ne var ki üretim sürecinin kendisi, emek sürecinde ve dolayısıyla emek-zamanda kesilmeleri gerektirebilir. Böyle kesintilerde emek nesnesi, insan emeğinin daha fazla müdahalesi olmaksızın fiziksel süreçlerin etkisine terk edilir. Bu durumda emek süreci ve dolayısıyla üretim araçlarının emek araçları olarak işlevi kesintiye uğrar, fakat üretim süreci ve dolayısıyla üretim araçlarının işlevi devam eder. Ekilmiş tohum, mahzende mayalanmaya bırakılmış şarap, tabakhaneler gibi birçok imalathanede kimyasal süreçlerin etkisine bırakılan bitmemiş ürünler bunların örnekleridir. Üretim zamanı bu gibi durumlarda emek-zamandan daha uzundur. Bu ikisi arasındaki fark, üretim zamanının emek-zamanına göre fazlalığından ibarettir. Bu fazlalık her zaman, üretken sermayenin üretim sürecinde işlev görmeden potansiyel olarak üretim alanında bulunmasına ya da emek sürecinde yer almadan üretim sürecinde işlev görmesine dayanır.Üretim sürecinin gereği olarak bulundurulması gereken potansiyel sermayenin, diyelim bir iplik fabrikasındaki pamuk, kömür stoku gibi parçaları ne ürün yaratıcısı ne de değer yaratıcısı olarak iş görür. Sermayenin bu kısmının bu boşu boşuna duruşu, üretim sürecinin kesintisiz akışı için gerekli olsa da, neticede bu boş duran bir sermayedir. Bir de bu potansiyel sermayenin depolanması için gerekli olan binalar, aygıtlar vardır ve bunların durumu farklıdır. Bunların varlığı üretken sürecin koşuludur ve bundan ötürü bunlar yatırılan üretken sermayenin zorunlu bileşenlerini oluştururlar. Bunlar işlevlerini, hazırlık aşamasında, üretken sermaye bileşenlerinin koruyucuları olarak yerine getirirler. Bu aşamada bunlar için emek harcanması da gerekli olabilir. Sermaye bileşenlerinin değer kaybetmesini önleyen bu koruyucu emek, değer kaybını engelleme yoluyla yeni bir değer katmış olur. Bu tip koruyucu emek süreçleri üretken emek süreçleridir ve artı-değer yaratırlar. Bunun dışında, bütün üretim sürecinin normal kesintileri, dolayısıyla üretken sermayenin işlev görmediği aralıklar ne değer ne de artı-değer yaratır. Bu nedenle, kapitalistler üretim araçlarının boş yatmasını engellemek üzere işin geceleri de sürdürülmesini isterler. Yapılan işin niteliğine bağlı olarak üretim sürecinde karşılaşılan kesintiler değer ve artı-değer yaratmaz; fakat bu aralıklar ürünü geliştirir, onun yaşamının bir kısmını, içinden geçmek zorunda olduğu bir süreci oluşturur. Makineler gibi aygıtların değeri, bunların işlev gördükleri sürenin tümüyle orantılı olarak ürüne aktarılır. Pamuğun ürüne girmeyen, ama yine de değerini ona aktaran bir bölümünün toza dönüşmesi nasıl üretimin bir koşuluysa, bu aygıtların kullanımı da aynı şekilde üretimin bir koşuludur. Sermayenin binalar, makineler gibi bölümü, yani işlevleri yalnızca üretim sürecinin düzenli aralıklarıyla kesintiye uğrayan emek araçları, ürünün oluşumunda yer almaksızın değer katarlar. Sermayenin bu kısmının ürüne kattığı toplam değer, onun ortalama ömrüyle belirlenir; gerek işlev gördüğü zaman boyunca gerekse işlev görmediği zaman boyunca kullanım değerinden yitirdiği için, değişim değerinden de yitirir.Şurası önemli ki, emek sürecinin kesintiye uğramış olmasına karşın üretim sürecinde bulunmayı sürdüren değişmeyen sermaye bölümünün değeri, üretim sürecinin sonucunda yaratılan üründe yeniden görünür. Burada bizzat emek, üretim araçlarını, sonuçları belirli bir yararlı etki olan belirli doğal süreçlerden geçecekleri koşullar içerisine sokmuştur. Emek gücü, üretim araçlarını gerçekten üretim amacına uygun şekilde tükettiği ölçüde, bunların değerini her zaman ürüne aktarır. Bu sonucun doğması için, emek gücü sürekli olarak emek araçları aracılığıyla emek nesnesi üzerinde etkide bulunmak zorunda mıdır? Ya da doğal süreçler nedeniyle, emek gücünün daha fazla yardımına gerek kalmaksızın, üretim araçlarının istenilen değişikliklerden kendiliklerinden geçecekleri koşullara yalnızca bir ilk itiş mi sağlaması gerekmektedir? Öyle de olsa, böyle de olsa, buradaki konu açısından hiçbir şey değişmez.Üretim zamanının emek-zamanını aşmasına neden olan durum her ne olursa olsun, bu durumların hiçbirinde üretim araçları emek soğurucuları olarak işlev görmez. Bu durumlara şunlardan biri neden olabilir: üretim araçları yalnızca potansiyel üretken sermayeyi oluşturuyor ve dolayısıyla henüz gerçek üretim sürecinin bir ön evresinde bulunuyordur. Ya da bunların işlevleri üretim süreci içinde bu sürecin kendi duraklamalarıyla kesiliyordur. Veya emek sürecindeki kesilmeleri üretim sürecinin kendisi gerektiriyordur. Üretim araçları emek soğurmuyorlarsa, artı-emek de soğurmuyorlardır. Bu nedenle, üretken sermaye kendi üretim zamanının emek-zamanını aşan kısmında kaldığı sürece (bu duraklamalar sermayenin kendini genişletme sürecinden ne denli ayrılmaz olursa olsun), sermayenin değerinde bir genişleme olmaz.Üretim zamanı ile emek-zamanı birbirleriyle ne denli çok örtüşürlerse, verili bir üretken sermayenin verili bir süredeki üretkenliğinin ve değerlenmesinin o denli büyük olacağı açıktır. Kapitalist üretimin, emek-zamanı aşan üretim zamanı fazlasını elden geldiğince kısaltma eğilimi buradan ileri gelir. Bir sermayenin üretim zamanı kendi emek-zamanından farklı olabilir, ama üretim zamanı daima emek-zamanını kapsar ve zaten fazlalık kendi başına üretim sürecinin bir koşuludur. Demek ki üretim zamanı her zaman, sermayenin kullanım değerleri ürettiği ve kendisini değerlendirdiği, dolayısıyla üretken sermaye olarak işlev gördüğü zamandır.Sermaye, dolaşım alanı içinde meta-sermaye ve para-sermaye olarak bulunur. Onun iki dolaşım süreci, kendisini meta biçiminden para biçimine ve para biçiminden meta biçimine dönüştürmesinden oluşur. Metanın paraya dönüşümü, aynı zamanda, metanın içinde bulunan artı-değerin gerçekleşmesi olabilir. Paranın metaya dönüşümü de, aynı zamanda, sermaye değerinin kendi üretim öğelerinin biçimine dönüşümü ya da yeniden dönüşümü olabilir. Ne var ki bu farklı durumlar, bu süreçlerin dolaşım süreçleri olarak metanın basit başkalaşım süreçleri oldukları olgusunu hiçbir şekilde değiştirmez.Dolaşım zamanı ile üretim zamanı karşılıklı olarak birbirlerini dışlar. Sermaye, kendi dolaşım zamanı boyunca üretken sermaye olarak işlev görmez ve bu nedenle meta üretmediği gibi artı-değer de üretmez. Toplam sermaye değerinin her bir evreden ötekine tek seferde geçeceği şekilde, devreyi en basit biçimiyle ele alalım. Bu durumda, sermayenin dolaşım zamanı boyunca üretim sürecinin ve dolayısıyla aynı zamanda sermayenin öz değerlenmesinin kesildiği görülecektir. Aynı zamanda, üretim sürecinin, dolaşım süresinin uzunluğuna bağlı olarak daha hızlı ya da daha yavaş yineleneceği de açık hale gelir. Şimdi de tersini düşünelim, sermayenin farklı parçaları devreden peş peşe geçerek toplam sermaye değerinin devresi kendisini bu şekilde tamamlamış olsun. Bu durumda açıktır ki, sermayenin farklı parçaları dolaşım alanında ne kadar uzun süre kalırlarsa, sermayenin üretim alanında işlev gören bölümü o kadar küçük olmak zorundadır. Bu nedenle, dolaşım zamanının genişlemesi ve daralması, üretim zamanının ya da verili büyüklükte bir sermayenin üretken sermaye olarak işlev görme ölçeğinin daralması ya da genişlemesi üzerinde negatif sınırlandırıcı bir etkide bulunur. Bir sermayenin dolaşımındaki başkalaşımlar ideal olana ne ölçüde yaklaşırsa, yani dolaşım zamanı sıfıra ne derece eşit olur ya da yaklaşırsa, sermaye o denli çok işlev görür, üretkenliği ve öz değerlenmesi o denli artar. Bir kapitalist, örneğin, ürünü teslim ettiğinde ödemeyi hemen alacağı koşuluyla sipariş üzerine iş görüyorsa, dolaşım zamanı sıfıra yaklaşır.Demek ki, bir sermayenin dolaşım zamanı, genel olarak onun üretim zamanını ve dolayısıyla artı-değer üretme sürecini sınırlandırır. Bunu da, kendi süresiyle orantılı olarak yapar. Bu süre çok farklı ölçülerde artabilir ya da azalabilir ve bu nedenle sermayenin üretim zamanını çok farklı derecelerde sınırlandırabilir. Marx bu noktada yine ekonomi politiğin hatalı bir yaklaşımını sergiler. “Ekonomi politiğin gördüğü ise, görünendir, yani dolaşım zamanının genel olarak sermayenin değerlenme süreci üzerindeki etkisidir. Bu negatif etkiyi, sonuçları pozitif olduğundan, pozitif sayar. Sermayenin, üretim sürecinden ve dolayısıyla emek sömürüsünden bağımsız, ona dolaşım alanından akan gizemli bir öz değerlenme kaynağına sahip olduğunun kanıtını sunar gibi göründüğünden, bu görüntüye daha da sıkı sıkıya sarılır.” Marx, bilimsel iktisadın bile nasıl olup da bu görüntüye aldandığını ileride göreceğimizi belirttikten sonra, çeşitli görüngülerin bu yanılsamayı pekiştirdiğini vurgular. Örnekse, sermaye birikiminde ek değişen sermayeye çevrilme, dolaşım alanında ya da dolaşım zamanı sırasında gerçekleşir. İşte bu nedenle de, bu şekilde gerçekleşen sermaye birikimi, iktisatçıya, dolaşım zamanına bağlı gibi görünür.Sermaye dolaşım alanı içinde (şu ya da bu sırayla) iki karşıt evreden (M-P ve P-M) geçer. Dolayısıyla onun dolaşım zamanı da iki bölüme ayrılır: meta olmaktan çıkıp paraya dönüşmesi için gerekli zaman ve para olmaktan çıkıp metaya dönüşmesi için gerekli zaman. M-P, yani satış metanın başkalaşımının en güç kısmıdır ve bundan ötürü olağan koşullar altında metanın dolaşım zamanının daha büyük bölümünü oluşturur. Para olarak değer her zaman mübadele edilebilir biçiminde bulunur. Meta olarak değer ise, bu doğrudan mübadele edilebilme biçimine girmek ve dolayısıyla her an etkin olmaya hazır duruma gelmek için önce paraya dönüştürülmelidir. Bir sermaye dolaşım sürecinin P-M evresinde söz konusu olan şey ise, bu sermayenin ilgili girişimdeki üretken sermayenin öğelerini oluşturan metalara dönüştürülmesidir.Üretim araçları pazarda bulunmayabilir ve öncelikle üretilmeleri ya da uzak pazarlardan satın alınmaları gerekir veya olağan arzları düzensiz hale gelebilir, fiyatları değişebilir vb. Kısacası, basit P-M biçim değişikliğinde göze çarpmayabilen, ama dolaşım evresinin bu bölümünde bazen daha çok bazen daha az zaman gerektiren bir yığın durum yaşanabilir. M-P ve P-M, zaman bakımından olduğu gibi mekân bakımından da ayrı olabilir, alıcı piyasası ve satıcı piyasası farklı piyasalar olabilir. Örneğin fabrikalar söz konusu olduğunda, alıcı ile satıcı çoğu kez başka başka kişilerdir.“Meta üretiminde üretimin kendisi ne denli gerekliyse, dolaşım da o denli gereklidir, dolayısıyla üretimi yürütenler kadar dolaşımı yürütenler de gereklidir. Yeniden üretim süreci her iki sermaye işlevini içine alır, dolayısıyla, ister kapitalistlerin kendileri tarafından, ister çalıştırdıkları kişiler, ücretli emekçiler tarafından yürütülüyor olsunlar, bu işlevlerin temsil edilme zorunluluğunu da içerir.” Ama bu durum hiçbir zaman dolaşımı yerine getirenlerle üretimi yerine getirenleri birbirine karıştırmayı haklı çıkartmayacağı gibi, meta-sermaye ve para-sermaye işlevlerinin üretken sermaye işlevleriyle karıştırılmasını da haklı çıkartmaz. Dolaşım işlerini yürütenlerin karşılığı, üretim işlerini yürütenlerce ödenmek zorundadır. Birbirlerine satan ve birbirlerinden satın alan kapitalistler, bu işlemleri ile yeni bir değer ve yeni bir ürün yaratmış olmazlar. Aynı şekilde, kapitalistler işlerinin hacmi nedeniyle bu işlevleri başkalarına aktardıklarında da durum değişmiş olmaz. Kimi işlerde alıcılar ve satıcılar kâr üzerinden yüzde alırlar. Onlara bu ödemenin tüketiciler tarafından yapıldığının söylenmesi, kârın esas kaynağına dair gerçeği değiştirmez.Marx önemli bir noktaya dikkat çeker. M-P ve P-M işlemleri arasında, meta ile paranın biçim farklılığıyla hiçbir ilişkisi bulunmayan ve üretimin kapitalist karakterinden kaynaklanan bir fark vardır. Aslında ilk bakışta gerek M-P gerekse P-M, verili bir değerin bir biçimden diğerine çevrilmesinden ibarettir. Ama işin özüne inildiğinde görülecektir ki, M'-P' işlemi, aynı zamanda, M' kadar metanın içerdiği artı-değerin de gerçekleşmesidir. Oysa P-M işlemleri böyle değildir. İşte bu nedenle satış, alıştan daha önemlidir. Normal koşullar altında P-M, P ile ifade edilen değerin kendisini genişletmesi için gerekli olan bir işlemdir, fakat artı- değerin gerçekleşmesi değildir; yalnızca artı-değerin üretilmesine bir giriştir.Bir metanın varoluş biçimi yani onun kullanım değeri olarak varlığı, meta-sermayenin dolaşımına belirli sınırlar koyar. Kullanım değerleri doğa tarafından yok edilebilir. Bu nedenle, metalar kullanım amaçlarına bağlı olarak belirli bir süre içinde üretken ya da bireysel biçimde tüketilmezlerse, bir başka deyişle belirli bir sürede satılmazlarsa bozulurlar. Böylece kullanım değerleriyle birlikte mübadele değeri taşıyıcısı olma özelliklerini de yitirirler. Bu durumda, içerdikleri sermaye değeri ya da buna eklenen artı-değer yok olup gider. “Kullanım değerleri, ancak sürekli olarak yenilendikleri ve yeniden üretildikleri, aynı ya da başka türden yeni kullanım değerleriyle yerlerine koyuldukları sürece, yaşamı uzayıp giden ve değerce büyüyen sermaye değerinin taşıyıcıları olmayı sürdürür. Bununla birlikte kullanım değerlerinin bitmiş metalar biçiminde satılmaları, dolayısıyla bu yolla üretken ya da kişisel tüketime girmeleri, bunların yeniden üretimlerinin durmadan yenilenen koşuludur. Varlıklarını yeni bir kullanım biçimi içinde sürdürmek için, eski kullanım biçimlerini belirli bir süre içinde değiştirmek zorundadırlar. Mübadele değeri kendisini ancak cisminin bu sürekli yenilenişiyle korur.”Metaların kullanım değerleri farklı hızlarda bozulur; bu yüzden üretimleriyle tüketimleri arasında daha uzun ya da daha kısa bir süre geçebilir. Dolayısıyla M-P dolaşım evresinde, bozulmamış meta-sermaye olarak varlıklarını daha kısa ya da daha uzun bir zaman için sürdürürler. Bir başka deyişle, dolaşım alanında metalar olarak daha kısa ya da daha uzun zaman kalabilirler. Bir metanın bozulma süresi meta-sermayenin dolaşım zamanına koyduğu sınırdır. Bir meta ne denli dayanıksızsa, üretiminden sonra hemen tüketimi gerekir ve dolayısıyla satışı mümkün olduğunca erken yapılmalıdır. Bu durum bu tür metaların dolaşım alanını sınırlar ve bunların satılabileceği pazarlar da o denli yerel kalır. Bundan ötürü, bir meta ne denli dayanıksızsa, fiziksel nitelikleri onun dolaşım zamanının önüne ne denli büyük ve mutlak engeller koyuyorsa, o meta kapitalist üretimin nesnesi olmaya o denli az uygun olur. Kuşkusuz bu durum devam ettikçe, kapitalist üretim böyle bir metaya ancak kalabalık nüfuslu yerlerde ya da taşıma araçlarındaki gelişmeyle uzaklığın sorun olmaktan çıkması ölçüsünde el atabilir. Ne var ki, bir nesnenin üretiminin az sayıda elde ve nüfusça kalabalık bir yerde yoğunlaşması, bu tür nesneler için bile nispeten geniş bir pazar yaratabilir. Geçmişte süt ürünleri gibi metalar buna örnekken, günümüzdeki teknolojik gelişmelerin söz konusu sınırları ortadan kaldırdığını da unutmamak gerekir.  (devam edecek)

28 Şubat 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /10

kapital_c-2.png

Bölüm 6: Dolaşım Maliyetleri

I. Salt Dolaşım Maliyetleri

1. Satın Alma Zamanı ve Satış Zamanı

Sermaye biçimlerinin metadan paraya ve paradan metaya dönüşümü aynı zamanda kapitalistin alım satım işlemleridir. Sermayenin bu biçim dönüşümlerinin tamamlanması için geçen zaman, kapitalist açısından öznel olarak satın alma ve satış zamanını oluşturur. Bu zaman, kapitalistin piyasada alıcı ve satıcı olarak işlev gördüğü zamandır. Sermayenin dolaşım zamanı, sermayenin yeniden üretim zamanının zorunlu bir parçasıdır. Buradan hareketle, kapitalistin piyasada alım satım yaptığı zaman da onun kapitalist olarak (yani kişileşmiş sermaye olarak) işlev gördüğü zamanın gerekli bir kısmını oluşturur. Bu zaman, kapitalistin iş zamanının bir bölümüdür. Marx analizinde metaların değerleri üzerinden alınıp satıldıklarını varsaydığını hatırlatır. Bu temelde alım-satım işlemleri, belli bir değerin bir biçimden diğerine (meta biçiminden para biçimine ya da tersi) çevrilmesidir, yani varlık biçimindeki bir değişimdir. “Metalar değerlerine satıldıklarında, değer büyüklüğü alıcının elinde de satıcının elinde de aynı kalır; yalnızca varoluş biçimi değişmiş olur. Metalar değerlerine satılmazlarsa, çevrilmiş değerlerin toplamı aynı kalır; bir taraftaki artı, diğer tarafta eksi olur.” M-P ve P-M başkalaşımları, alıcı ile satıcı arasında olup biten işlemlerdir, bunlar pazarlıkta anlaşmak için zamana ihtiyaç duyarlar. Bu zaman, bu sırada her bir tarafın diğerini kandırmaya çalıştığı bir mücadelenin yaşanması ve iş adamlarının karşı karşıya gelmesi ölçüsünde artar. Sermayenin varlık durumunda bir değişiklik yapmak zaman ve emek gücü harcamayı gerektirir; ama bu harcama yeni değer yaratmak için değil, değerin bir biçimden bir başka biçime çevrilmesini sağlamak içindir. Alıcının da satıcının da, bu fırsattan yararlanarak kendisine mevcut değerden fazladan bir pay koparma çabası hiçbir şeyi değiştirmez. Her iki yanın kurnazca hamleleriyle artan bu emek, tıpkı bir yargılama sırasında yapılan işin dava konusunun değerini arttırması kadar “değer” yaratır. Söz konusu emek, dolaşımı kapsayan ve zaten bütünsel kapitalist üretim sürecinin kapsadığı bir emektir. Fakat Marx’ın tarihten verdiği örnekle dikkat çektiği üzere, meta sahiplerinin kapitalist değil de bağımsız üreticiler olması durumunda iş değişir. Bu durumda alım satım için harcanan zaman, bu üreticilerin emek-zamanından bir kesintidir. Bu nedenle Eski ve Orta Çağlarda bu üreticiler bu gibi işlemleri hep bayram günlerine ertelemeye çalışmışlardır. Metaların paraya çevrilmesi işleminin kapitalistlerin ellerinde ulaştığı büyüyen boyutlar, kendisi yeni bir değer yaratmayan ve yalnızca mevcut değerin biçim değiştirmesine aracılık eden bu çevirici emeğin niteliğini farklı kılmaz. Değerin metadan paraya biçim değiştirme mucizesi, kapitalistlerin bu çevirme işini üçüncü kişilere devretmesi durumunda da kendi öz karakterini korur. Bu üçüncü kişiler emek güçlerini kapitalistlerin kullanımına elbette onların kara gözlerine vurgun oldukları için sunmayacaklar ve hizmetleri karşılığında belirli bir ücret alacaklardır. Ancak, “taşınmaz varlığı olan birinin kira toplayıcısı ya da bir bankanın ayak işlerinde çalıştırdığı kişi için ödediği ücret, o taşınmaz varlığa ya da bankaya taşınan çuvallar dolusu altına bir metelik bile yeni değer katmayacaktır”. Gerçek şu ki, alım satım işlemiyle gerçekleşen meta-para başkalaşımı, başkalarını kendisi için çalıştıran kapitalistin başlıca işlevidir. Kapitalist, çok sayıda insanın ürününü büyük bir toplumsal ölçekte ele geçirdiğine göre, bunu yine aynı ölçekte satmak ve sonra da bunu paradan tekrar üretim öğelerine çevirmek zorundadır. Satın alma ve satış için harcanan zaman yeni bir değer yaratmaz. Marx, tüccar sermayesinin işlevinin bir yanılsamaya yol açtığını vurgular ve konuya açıklık getirir: “Burada daha fazla ayrıntıya girmeden, şu kadarı daha baştan açıktır: Aslen üretken olmayan, ama yeniden üretimin gerekli bir uğrağı olan bir işlev, iş bölümü nedeniyle, çok sayıda kişinin bir yan işi olmaktan çıkarılıp az sayıda kişinin münhasır uğraşına, özel işine dönüştürülürse, işlevin karakteri dönüşüme uğramaz. Bir tüccar (burada yalnızca metaların biçim dönüşümünün yürütücüsü, yalnızca alıcı ve satıcı), işlemleriyle çok sayıda üretici için alım ve satım zamanlarını kısaltıyor olabilir. Bu durumda ona, yararsız güç kullanımını azaltan ya da üretim zamanının serbest bırakılmasına yardımcı olan bir makine gözüyle bakılmalıdır.” Marx, kapitalist olarak tüccarı ve tüccar sermayesini ancak daha ileride inceleyeceğini belirtir ve burada konuyu basitleştirmek için, alım satım işlerinin yürütücüsünün kendi emeğini satan bir kişi olduğunu varsayar. “Bu kişi, kendi emek gücünü ve emek-zamanını bu M-P ve P-M işlemlerinde harcar. Ve dolayısıyla, bir başkası geçimini nasıl örneğin iplik eğirerek ya da ilaç hazırlayarak sağlarsa, o da bundan sağlar. Yeniden üretim sürecinin kendisi üretken olmayan işlevler barındırdığından, gerekli bir işlevi yerine getirir. Tıpkı başkaları gibi çalışır, ama emeğinin içeriği ne değer yaratır ne de ürün. Kendisi üretimin üretici olmadıkları halde zorunlu olan giderlerinin bir parçasıdır. Onun yararı üretken olmayan bir işlevi üretken bir işleve ya da üretken olmayan emeği üretken emeğe dönüştürmesinden gelmez. Böyle bir işlev aktarımıyla bu tür bir dönüşüm sağlanabilmiş olsaydı, bu bir mucize olurdu. Tersine, onun yararı, bu üretken olmayan işleve toplumun emek gücünün ve emek-zamanının daha küçük bir bölümünün bağlanmasından ileri gelir.” “Dahası var” diyerek irdelemesini sürdüren Marx, alım satım işiyle uğraşan işçinin isterse daha yüksek ücret alsın durumun değişmeyeceğini belirtir. Çünkü bu işçi, aldığı ücret ne olursa olsun, ücretli emekçi olarak zamanının bir bölümü için hiçbir karşılık almadan çalışır. Diyelim her gün sekiz emek-saatlik değerin karşılığını almakta ama on saat boyunca işlev görmektedir. Toplum açısından bakıldığında, bu emek gücü on saat boyunca salt dolaşım işlevinde kullanılmaktadır. Bu emek gücü başka bir işte harcanmamakta, fakat üretken çalışma için de kullanılmamaktadır. Diğer yandan, söz konusu iki saat işçi tarafından harcandığı halde, bu iki saatlik artı-emeğin karşılığı ödenmemektedir. Ancak toplum bu yolla hiçbir ek ürün ya da değer elde etmemektedir. “Ne var ki, bu kişinin temsil ettiği dolaşım giderleri, beşte bir azalır, on saatten sekiz saate düşer. Yürütücüsü olduğu etkin dolaşım zamanının beşte biri için toplum ona hiçbir eş değer ödemez.” Ama bu kişi bir kapitalist tarafından kullanıldığından, iki saatin karşılığının ödenmemesi kapitalistin dolaşım maliyetlerini azaltır. Sermayesinden dolaşım masraflarına gidecek kısmı azalttığından, söz konusu karşılığın ödenmemesi kapitalist için pozitif bir kazançtır. Peki, bağımsız küçük meta üreticileri açısından durum nedir? Bağımsız küçük meta üreticileri kendi zamanlarının bir bölümünü alım satım işlerinde harcadıkları takdirde, bu, ya üretken işlevlerinin dışında harcanan bir zaman olarak ya da bizzat üretim zamanlarından çalınan bir zaman olarak kendisini gösterir. Hangi durum söz konusu olursa olsun, neticede alım satım işlemleri için harcanan zaman, mevcut değerlere hiçbir şey katmayan bir dolaşım maliyetidir. Yalnızca, değerleri meta biçiminden para biçimine çevirmek için gerekli olan maliyettir. “Kapitalist meta üreticisi dolaşım işlevini kendisi yürüttüğünde, onu dolaysız meta üreticilerinden ayıran tek şey, daha büyük bir ölçekte alım satım yapması, bu nedenle onun yürüttüğü dolaşım işlemlerinin kapsamının daha büyük olmasıdır.” Ama kapitalistin işi, onu dolaşım işlevlerini ücretli emekçilere yaptırtmaya zorlayacak ya da bunu yaptırtabilir kılacak büyüklüğe ulaştığında da olayın niteliği değişmiş olmaz. Dolaşım sürecinde olay yalnızca değerin biçim değiştirmesinden ibaret olsa da, bunun için belirli bir derecede emek gücünün ve emek-zamanın harcanması zorunludur. Fakat bu bir ek sermaye harcamasıdır. Şöyle ki, değişen sermayenin bir bölümü, yalnızca dolaşımda işlev gören emek güçlerinin satın alımına yatırılmak zorundadır. Fakat hatırlayalım, yatırılan bu sermaye kısmı ne ürün ne de değer yaratır. Öyleyse, yatırılan toplam değişen sermayenin üretken bir şekilde işlev gördüğü ölçeği o miktarda daraltır. Bu durum, sanki ürünün bir bölümünün, geri kalan bölümünün alım satımını yapan bir makineye dönüştürülmesi gibidir. Böyle bir “makine” haliyle üründe bir azalmaya neden olur. Dolaşımda harcanan emek gücünü azaltabilse bile, üretim sürecinde yer alıp iş görmez. Neticede, yalnızca dolaşım maliyetlerinin bir kısmını oluşturur.

2. Muhasebe

Dolaşım sürecinin başka maliyetleri de vardır. “Gerçek alım satımın yanında, kalem, mürekkep, kâğıt, yazı masası, ofis maliyetleri gibi nesnelleşmiş emek de gerektiren muhasebe için de emek-zaman harcanır. Yani, bu işlev bir yandan emek gücü, öte yandan emek araçları harcamayı gerektirir. Alım satım için harcanan zaman bakımından ne gibi şeyler söz konusuysa, burada da aynı şeylerle karşılaşırız.” İster üretim alanında ister dolaşım alanının her iki evresinde olsun, süreç içindeki sermaye-değer kendi tüm devrelerinin içindeki bir birlik olarak, meta üreticisinin ya da kapitalist meta üreticisinin kafasında, önce yalnızca düşünsel biçimde yani hesap parası biçiminde var olur. Fiyatların belirlenmesini ya da meta fiyatlarının hesaplanmasını da içine alan muhasebe sayesinde bu hareket kayda geçirilir ve denetlenir. Böylece, üretimin ve özellikle de artı-değerle değerlenmenin hareketi tasavvurda simgesel bir yansıma bulur. Burada metalar yalnızca değer taşıyıcıları olarak, düşünsel değer varlıkları hesap parasıyla saptanmış şeylerin adları olarak gözükür. Geçerken hatırlatmak gerekir ki, hesapları için defter tutan kiracı çiftçi ancak kapitalist tarımın gelişmesi ile ortaya çıkmıştır. Bireysel meta üreticisi hesabını yalnızca kafasında tuttuğu ya da giderlerini, gelirlerini, ödeme vadelerini vb. yalnızca arada sırada ve üretim zamanı dışında bir deftere geçirdiği sürece bu bir tasarruf sağlar. Çünkü bu işlev ve bu işte tüketilen kâğıt vb. gibi emek araçları, gerekli emek-zamanının ve araçlarının ek bir tüketimini temsil eder. Bunlar, meta üreticisinin hem üretken olarak kullanabileceği zamandan hem de gerçek üretim sürecinde işlev görebilecek, ürün ve değer yaratımına girebilecek emek araçlarından bir kesinti anlamına gelir. Bu işlevin bu niteliği, bunun pek çok küçük meta üreticisinin işlevi olması yerine bir kapitalistin büyük ölçekli üretim süreci içindeki görevi haline gelmesiyle değişmez. Daha da önemli yönüyle ifade etmek gerekirse, hesap tutma işlevinin geçmiş zamanlarda bir eklentisini oluşturduğu üretken işlevlerden ayrılması ya da salt muhasebe işini yürütmekle görevli kişilerin işlevi olarak bağımsız işlevler haline gelmesi onun yukarıda vurgulanan niteliğini değiştirmez. Burada tarihi bilgi kapsamında Marx’ın bir dipnotu yer alır. “Orta Çağ’da tarım için hesap tutulduğunu yalnızca manastırlarda görürüz. Oysa tarımda hesap tutan birinin varlığını eski Hint topluluklarında görmüştük. Muhasebe burada topluluk adına iş gören birinin münhasır işlevi olarak bağımsızlaşmıştır. Bu iş bölümüyle zamandan, çabadan ve giderden tasarruf sağlanır, ama üretim ile üretim üzerine hesap tutma, tıpkı mal yükleme ile yükleme belgesi gibi, farklı şeyler olmaya devam eder. Muhasebecinin kişiliğinde topluluğun emek gücünün bir bölümü üretimden çekilmiş olur ve onun işlevinin maliyetleri onun kendi emeğiyle değil, topluluğun ürününden yapılan bir indirimle karşılanır. Hint topluluğundaki muhasebeci için geçerli olan şeyler, mutatis mutandis [gerekli değişiklikler yapılmak koşuluyla] kapitalistin muhasebecisi için de geçerlidir.” Bir işlev niteliği gereği ürün ve değer yaratıcı değilse, kapitalist işbölümü neticesinde o işlevin bağımsızlaşması ona bu nitelikleri kazandırmaz. “Bir kapitalist, sermayesini yeni yatırıyorsa bunun bir bölümünü bir muhasebeci tutmaya vb. ve muhasebe araçlarına yatırmak zorundadır. Sermayesi zaten işlev görüyor, sürekli yeniden üretim sürecinin içinde bulunuyorsa, kapitalist, sürekli olarak, meta-ürününün bir bölümünü, paraya çevirerek, yeniden muhasebeciye, büro memuruna ve benzerlerine dönüştürmek zorundadır. Sermayenin bu bölümü üretim sürecinden çekilir ve toplam üründen kesintiler olarak, dolaşım maliyetleri arasında yer alır.” Salt bu tür işlevler için harcanan emek gücünün kendisi de bu maliyetlerin içindedir. Marx burada önemli bir noktaya dikkat çeker. Muhasebe maliyetleri ya da emek-zamanın üretken olmayan biçimde harcanması ile yalnızca alım satım işleri için harcanan zamandan kaynaklanan maliyetler arasında belli bir fark vardır. “İkinci tür giderler, sadece üretim sürecinin belirli toplumsal biçiminden, bu sürecin meta üretim süreci olmasından kaynaklanır.” Sürecin toplumsal boyutlara ulaşması ve salt bireysel niteliğini yitirmesi ölçüsünde, sürecin denetimi ve onun düşünsel özeti olarak muhasebe o denli gerekli hale gelir. Bu nedenle muhasebe, el zanaatının ve köylü ekonomisinin dağınık üretimine kıyasla kapitalist üretimde daha gerekli olur. Marx, ortaklaşa üretimde ise kapitalist üretimde olduğundan daha da gerekli hale geleceğini burada geçerken belirtir. Bir diğer önemli nokta da şudur: Üretim yoğunlaştıkça muhasebe maliyetleri düşer ve bu iş toplumsal niteliğe bürünür. Marx, burada yalnızca dolaşım maliyetlerinin genel karakteri üzerinde durulduğunu ve bunun bütün biçimlerini ayrıntılarıyla incelemeye girişmenin gereksiz olduğunu belirtir. Bireysel meta üreticisi söz konusu olduğunda, dolaşım maliyetleri yalnızca gelip geçici ve fark edilmeleri bile zor uğraklardır. Bireysel meta üreticisinin işlevinin yanı sıra yürüyen ya da onunla iç içe geçen, değerin salt biçim dönüşümleriyle ilgili bir niteliğe sahiptir. Fakat kapitalizm geliştikçe, dolaşım maliyetleri kapitalistin üretken işlevleriyle iç içe geçer ve devasa boyutlara ulaşır. Bu gerçeklik, para giriş-çıkışları bankaların ya da bireysel işletmelerdeki kasadarların münhasır işlevleri olarak bağımsızlaştığında ve büyük ölçekte yoğunlaştığında, salt para giriş ve çıkışlarına bakılarak anlaşılabilir. “Vurgulanması gereken şey şudur: Bu dolaşım maliyetlerinin biçim değiştirmeleri, karakterlerini değiştirmez.”

3. Para

Bir ürün, ister meta olarak ister salt kullanım değeri olarak üretilsin, her zaman bir maddi zenginlik biçimidir, sonu bireysel ya da üretken tüketim olan bir kullanım değeridir. Ürünün bir meta olarak değeri, düşünsel olarak, kendisinin gerçek kullanım biçiminde hiçbir değişiklik yapmayan fiyatında var olur. Ancak, altın ve gümüş gibi belirli metaların para olarak işlev görmeleri ve dolaşım alanında para olarak yer tutmaları, üretim sürecinin belirli toplumsal biçiminin, meta üretim sürecinin katıksız bir ürünüdür. Kapitalist üretim temeli üzerinde meta genel ürün biçimi haline gelir ve en büyük ürün kütlesi meta olarak üretilir. Bu nedenle metalar para biçimini alır ve dolayısıyla da toplumsal zenginliğin meta olarak işlev gören bölümü durmadan büyür. Neticede, dolaşım aracı, ödeme aracı, rezerv vb. olarak işlev gören altın ve gümüşün niceliği de artar. “Para olarak işlev gören bu metalar ne bireysel tüketimde ne de üretken tüketimde yer alır. Bunlar, salt dolaşım makinesi olarak hizmet ettiği bir biçimde bağlanıp kalmış olan toplumsal emeği temsil eder. Zenginliğin bir bölümünün bu üretken olmayan biçime bağlanmasına ek olarak, paradaki aşınma ve yıpranma, bunun sürekli olarak yerine koyulmasını ya da daha fazla toplumsal emeğin –ürün biçiminde– daha çok altına ve gümüşe çevrilmesini gerektirir. Zenginliğin para biçimine bağlanıp kalan bölümü genel olarak çok büyük nicelikler oluşturduğundan, bu yerine koyma maliyetleri gelişmiş kapitalist ülkelerde önemli bir yer tutar. Bunlar, meta üretiminin ve özelde kapitalist üretimin gelişimiyle büyüyen zorunlu giderlerdir. Toplumsal zenginliğin, dolaşım sürecine feda edilmek zorunda olan bir bölümüdür.” (devam edecek)

29 Mart 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /11

kapital_c-2.png

Bölüm 6: Dolaşım Maliyetleri

II. Saklama Maliyetleri

Dolaşımda değerin salt biçim değiştirmesinden (metadan paraya veya paradan metaya) kaynaklanan dolaşım giderleri, ideal olarak düşünüldüğünde metaların değerlerine girmez. Kapitalistler açısından bu gibi maliyetler için harcanan sermaye parçaları, üretken sermayeden yapılan kesintilerdir. Marx bu şekilde geneli açıkladıktan sonra, doğası bundan farklı olan dolaşım maliyetlerini ele alacağını belirtir. Genelden farklı olan bu dolaşım harcamaları ise, yalnızca dolaşım alanında devam eden ve dolayısıyla üretken karakterleri dolaşım biçimi tarafından gizlenen üretim süreçlerinden kaynaklanır. Toplumsal açıdan bakıldığında, bunlar yalnızca maliyet, canlı ya da maddeleşmiş emeğin üretken olmayan biçimde harcanması olabilir. Fakat yine de, bireysel kapitalist için değer yaratıcı etkide bulunabilir ve metaların satış fiyatına bir ek oluşturabilirler. Böyle bir durum, bu maliyetlerin farklı üretim alanlarında farklı olmaları ve hatta aynı üretim alanındaki farklı bireysel sermayeler için farklılaşması olgusundan kaynaklanır. Bu durumlardan doğan ek maliyetler metaların fiyatlarına eklenmekle, her bir bireysel kapitalistin payına düşen miktarla orantılı olarak bölüştürülmüş olur. Kullanım değerlerine hiçbir şey eklemeden metaları pahalılaştıran ve bu yüzden toplum açısından üretken olmayan bu harcamalar, üretilen ürüne diğer kapitalistlere oranla daha az ödeme yapan bireysel kapitalist için bir zenginleşme kaynağı olabilir. Ne var ki, söz konusu maliyetlerin kapitalistler arasında dağıtılmış olması bunların üretken olmayan karakterlerini değiştirmez. “Örneğin sigorta şirketleri, bireysel kapitalistlerin zararlarını kapitalistler sınıfı arasında dağıtır. Ama bu durum, bu şekilde dengelenen kayıpların, toplumsal toplam sermaye açısından bakıldığında, eskisi gibi kayıplar olarak kalmasına engel olmaz.”

1. Genel Olarak Stok Oluşumu

Ürün meta-sermaye olarak varoluşu ya da piyasada kalışı boyunca, yani içinden çıktığı üretim süreci ile içine gireceği tüketim süreci arasında yer alan sürede stok oluşturur. Meta-sermaye, her devrede iki kez piyasadaki meta olarak ve bu yüzden stok biçiminde boy gösterir. Birincisi, devresini incelemekte olduğumuz sermayenin kullanacağı üretim araçlarından oluşan meta-ürün olarak stoklanır. İkincisi, üretken sermayeye dönüştürülmek üzere piyasada alıcı bekleyen bir başka sermayenin meta-ürün stokudur. “Bu ikinci meta-sermaye, elbette ancak sipariş verildiğinde üretiliyor olabilir. O zaman, bu üretilene dek bir kesinti olur. Üretim ve yeniden üretim sürecinin akışı, yine de belirli bir metalar (üretim araçları) kütlesinin sürekli olarak piyasada hazır bulunmasını, dolayısıyla stok oluşturmasını gerektirir.” Üretken sermaye kuşkusuz emek gücü satın alımını da kapsar. Bu satın alımın para biçimi işçinin ihtiyaç duyduğu tüketim maddelerinin değer biçimidir ve bu maddelerin büyük kısmını işçilerin pazarda hazır bulması zorunluluğu vardır. Şimdi de, meta-ürüne dönüştürülmüş bulunan ve piyasada satılması yani yeniden paraya dönüştürülmesi gereken sermaye değeri açısından duruma bakalım. “Onun bir stok oluşturduğu durum, piyasadaki, amaca uymayan, istenmeden katlanılan bir kalıştır. Satış ne denli hızlı olursa, yeniden üretim süreci de o denli akışkan olur.” Metadan paraya dönüşüm biçimindeki gecikme sermaye devresinde yer alması gereken gerçek madde değişimini engellediği gibi, onun üretken sermaye olarak işlev yapmasını da engellemiş olur. Öte yandan paradan metaya dönüşüm açısından bakıldığında, piyasada her zaman meta bulunması (meta stoku), yeniden üretim sürecinin akışının koşulu olarak görünür. Meta-sermayenin piyasada meta stoku olarak durması, binaların, ambarların, saklama yerlerinin, depoların varlığını, yani değişmeyen sermaye harcaması yapılmasını gerektirdiği gibi, metaların saklama yerlerine yerleştirilmesi için emek gücü ödemesini de gerektirir. Ayrıca, metalar bozulur ve zararlı doğal etkilere maruz kalırlar. Metaları bunlardan korumak için, kısmen malzeme biçiminde emek araçlarına ve kısmen de emek gücüne ek sermaye yatırılması gerekir. Demek ki, sermayenin meta-sermaye ve dolayısıyla meta stoku olarak varlığı, üretim alanına ait olmadıkları için dolaşım maliyeti sayılan maliyetlere neden olur. İşte bu tür dolaşım maliyetleri, meta değerine bir ölçüde girer ve dolayısıyla metaları pahalılaştırırlar. Meta stokunu korumaya ve saklamaya hizmet eden sermaye ve emek gücü, her durumda, doğrudan üretim sürecinden çekilmiş olur. Öte yandan, sermayenin bir öğesi olan emek gücü de dahil, bu biçimde kullanılan sermayelerin toplumsal ürünle yerlerine koyulması gerekir. Bu yüzden bunların harcanmasının üretken emek gücünü azaltmak gibi bir etkisi olur. Böylece belirli bir yararlı etkiye ulaşmak için daha büyük bir nicelikte sermaye ve emek gerekir. Netice olarak bunlar üretken olmayan maliyetlerdir. Bir meta stoku oluşumunun gerekli kıldığı dolaşım maliyetleri, yalnızca var olan değerleri meta biçiminden para biçimine dönüştürmenin aldığı zamandan kaynaklandıkları ölçüde, bu maliyetler üretken olmayan dolaşım maliyetlerine ait nitelikleri taşırlar. Öte yandan, metaların değeri burada korunuyor ya da çoğalıyorsa, bu yalnızca, ürünün sermaye harcamayı gerektiren belirli nesnel koşullar altında tutulması ve ürün değerleri üzerinde ek emek harcanmasını gerektiren işlemlerden geçmesi nedeniyledir. Buna karşılık metaların değerlerinin hesaplanması, bu sürece ilişkin muhasebe işlemleri ve alım satım işlemleri, içinde metanın değişim değerini barındıran kullanım değerini etkilemez. Marx, dolaşım giderlerinin ne ölçüde genel olarak meta üretiminin kendine özgü karakterinden ve ne ölçüde de meta üretiminin evrensel, mutlak biçiminden, yani kapitalist meta üretiminden ileri geldiğini incelemenin gerekli olduğunu belirtir. Diğer yandan, dolaşım giderlerinin her tür toplumsal üretimin ortak öğeleri olduklarını ve kapitalist üretimde ise özel bir biçim, özel bir görünüş biçimi almakla sınırlı kaldıklarını incelemenin gerekliliği hususunu buna ekler. Bazı iktisatçıların konuya yaklaşımlarından örnekler aktarır Marx: “A. Smith bu konuda şu parlak görüşü ortaya atmıştır: Stok oluşumu kapitalist üretime özgü bir görüngüdür. Daha yeni iktisatçılar, örneğin Lalor, tersine, kapitalist üretimin gelişimiyle birlikte stok oluşumunun azaldığını iddia eder. Sismondi’ye göre ise kapitalist üretimin olumsuz yönlerinden biri de budur.” Meta stoklarının farklı biçimleri vardır. “Gerçekte, stok üç biçimde var olur: üretken sermaye biçiminde, bireysel tüketim fonu biçiminde ve meta stoku ya da meta-sermaye biçiminde. Stok, mutlak büyüklüğü açısından eş zamanlı olarak her üç biçimde de artabilecek olsa bile, bunların birinde arttığında, bir diğerinde göreli olarak azalır.” Marx, A. Smith’in yanlışına da dikkat çekerek kapitalizm öncesi dönemde meta stokunun niteliğine değinir: “Daha baştan bellidir ki, bir yerde üretim doğrudan doğruya üreticilerin kendi gereksinimlerini gidermeye yönelikse ve yalnızca küçük bir bölümü mübadele ya da satım için yapılıyorsa, dolayısıyla toplumsal ürün meta biçimini ya hiç almıyor ya da yalnızca küçük bir bölümüyle alıyorsa, meta biçimindeki stok ya da meta stoku, zenginliğin yalnızca küçük ve geçici bir parçasını oluşturur. Oysa tüketim fonu, özellikle gerçek geçim araçları fonu, burada göreli olarak büyüktür. Eski çağların köylü ekonomisine şöyle bir göz atmak yeter. Burada ürünün çok büyük bir bölümü, tam da sahibinin elinde kalmasından ötürü, meta stoku oluşturmadan, doğrudan doğruya üretim ya da tüketim araçları stokuna dönüşür. Ürünün bu çok büyük bölümü meta stoku biçimini almaz ve tam da bu nedenle, A. Smith’e göre, böyle bir üretim tarzına dayanan toplumlarda stok bulunmaz. A. Smith, stok biçimi ile stokun kendisini karıştırır ve toplumun bugüne kadar kıt kanaat geçindiğine ve ertesi günü kendine dert etmediğine inanır. Bu çocukça bir yanlış anlamadır.” Kapital’de buraya düşülen dipnotta, A. Smith’in sandığının aksine, üretici ekonomisindeki şiddetli bunalımların kişisel gereksinimleri gidermek için üretimden meta üretimine geçiş sırasında yaşandığı belirtilir. Nitekim Hindistan’da vaktiyle bu nedenle şiddetli bir pirinç kıtlığı yaşanmış ve bu kıtlık 1866 yılında yalnızca Orissa bölgesinde bir milyon insanın ölümüne neden olmuştur. Üretken sermaye biçimindeki stok, ya o sırada üretim sürecinde bulunan ya da üretim sürecine katılmak üzere üreticinin elinde bekleyen üretim araçları biçiminde var olur. Emeğin üretkenliğindeki gelişme ve bununla birlikte kapitalist üretim tarzının gelişimi neticesinde, bir daha ayrılmamacasına üretim sürecine dahil olan, daha uzun ya da daha kısa dönemler boyunca tekrar tekrar bu süreç içinde işlev gören üretim araçları (binalar, makineler vb.) kütlesi sürekli büyür. Bu büyümenin, emeğin toplumsal üretici gücündeki gelişimin hem ön koşulu hem de sonucu olduğunu da biliyoruz. “Zenginliğin bu biçimde yalnızca mutlak olarak değil, göreli olarak da büyümesi her şeyden önce kapitalist üretim tarzını karakterize eder.” Üretim araçları, yalnızca binalar, makineler gibi emek araçlarından değil, aynı zamanda çok farklı işlenme aşamalarındaki iş malzemelerinden ve yardımcı maddelerden oluşur. “Üretim ölçeğinin büyümesiyle ve el birliği, iş bölümü, makineler vb. aracılığıyla emeğin üretici gücünün yükselmesiyle birlikte, günlük yeniden üretim sürecine giren ham madde, yardımcı madde vb. kütlesi büyür. Bu öğeler üretimin yapıldığı yerlerde hazır bulunmak zorundadır. Dolayısıyla üretken sermaye biçiminde var olan bu stokun niceliği mutlak olarak artar.” Üretim sürecinin devam edebilmesi için, üretim yerlerinde, örneğin günlük ya da haftalık olarak kullanılandan her zaman daha büyük bir hammadde vb. birikimi hazır bulunmak zorundadır. Sürecin devamlılığı, günlük satın almalar sırasındaki olası kesintilerle tehlikeye atılmamasını gerektirdiği gibi, meta-ürünün günlük ya da haftalık olarak satılması nedeniyle yeniden üretim öğelerine dönüştürülmesindeki düzensizliğin de bertaraf edilmesini gerektirir. Ama şurası açıktır ki, üretken sermaye çok farklı oranlarda stok oluşturabilir. Ayrıca, diyelim bir iplik fabrikası sahibinin elinde üç aylık mı yoksa bir aylık mı pamuk ya da kömür ikmali bulundurduğu büyük bir fark yaratır. Bu stok mutlak olarak artmasına karşın göreli olarak azalabilir. Bu husus çeşitli koşullara bağlıdır. Bu, üretim sürecinin herhangi bir kesintiye uğramaması için, gerekli hammadde miktarının temin edilmesini mümkün kılacak daha büyük hız, düzenlilik ve güvenilirlik talebiyle aynı anlama gelir. Bu koşullar ne denli az yerine gelirse, yani arzın güvenilirliği, düzenliliği ve hızı ne denli sınırlı olursa, üretken sermayenin potansiyel bölümü (üreticinin elinde henüz işlenmeyi bekleyen hammadde vb. stoku) kaçınılmaz olarak o denli büyük olur. “Bu koşullar kapitalist üretimin ve dolayısıyla toplumsal emeğin üretici gücünün gelişim düzeyleriyle ters orantılıdır. Bu nedenle, bu biçimdeki stok için de aynısı geçerlidir.” Bu bağlamda vurgulanması gereken hususlardan birincisi, stokun azalması olarak görünen şeyin aslında ilgili meta neyse onun stokunun azalması olduğudur. Örnekse, bir ülkede günlük kömür üretiminin ölçek ve yoğunluğu büyükse, iplik yapımcısının kendi üretiminin sürekliliğini güvence altına almak için büyük bir kömür stoku bulundurması gerekmez. Çünkü kömür arzının sürekli olarak güvenilir şekilde yenilenmesi bunu gereksiz kılar. “İkincisi: Bir sürecin ürününün bir başka sürece üretim aracı olarak aktarılabilme hızı, taşıma ve ulaştırma araçlarının gelişimine bağlıdır. Taşıma ucuzluğu burada büyük rol oynar. Taşıma görece ucuz olduğunda, örneğin iplikhaneye madenden durmadan yeniden kömür taşıtmak, daha uzunca bir süre için daha büyük bir kömür miktarını temin etmekten pahalıya gelir. Buraya dek incelenen bu iki durum üretim sürecinin kendisinden çıkar. Üçüncü olarak, kredi sisteminin gelişmesinin de bir etkisi olur. İplikçi kendi pamuk, kömür vb. stoklarını yenilemek için ipliğinin hemen satılmasına ne denli az bağımlı olursa (kredi sistemi ne denli gelişmiş olursa, bu bağımlılık o denli az olur), verili ölçekteki, iplik satışındaki rastlantılara bağımlı olmayan sürekli bir iplik üretimini güvence altına almak için gereken stokların göreli büyüklükleri o denli küçük olabilir. Ama dördüncüsü, birçok ham madde, yan ürün vb., üretilmeleri için daha uzun süreler gerektirir ve bu durum, özellikle tarımın sağladığı ham maddelerin hepsi için geçerlidir.” Dolayısıyla, üretim sürecinin hiçbir kesintiye uğramaması isteniyorsa, bunların belirli bir stokunun, yeni ürünün eskisinin yerini alacağı ana dek elde bulundurulması gerekir. Bu verili stokun sanayici kapitalistin elinde azalması, tüccarın elindeki meta stokunun arttığını kanıtlar. Fakat toplumsal sermayeye bakıldığında, stok biçiminde bulunan ürün kütlesi sanayici kapitalist ve tüccar arasındaki dağılım ne olursa olsun netice olarak aynıdır. “Tek bir ülke için, örneğin bir yıllık bir süre için elde bulundurulması gereken miktar, taşıma araçlarının gelişimiyle birlikte azalır. Dünya pazarının gelişmesi ve bunun sonucu olarak aynı ticaret nesnesinin arz kaynaklarının çoğalması da aynı etkide bulunur. Bu nesne parça parça farklı ülkelerden ve farklı aralıklarla ithal edilir.”

2. Gerçek Meta Stoku

Marx daha önce de üzerinde durulan önemli bir gerçekliğe dikkat çeker: “Kapitalist üretim temeli üzerinde meta, ürünün genel biçimi halini alır ve üretimin kapsam ve derinlik açısından gelişmesi ölçüsünde daha fazla böyle olur. Dolayısıyla, üretimin ölçeği aynı kalsa bile, ister daha önceki üretim tarzlarıyla ister daha düşük gelişme aşamasındaki kapitalist üretim tarzıyla karşılaştırılsın, ürünün çok daha büyük bir bölümü meta olarak var olur.” Üretilen her meta, üretim alanından çıktığında hemen üretken ya da bireysel tüketime gitmediği ve böylece piyasada bulunduğu süre boyunca meta stokunun bir öğesini oluşturur. Bu yüzden, kapitalist üretimle birlikte meta stoku da artar. Aynı zamanda, meta stokunun yalnızca tüm toplumsal ürüne oranla nispi büyüklüğü değil, mutlak büyüklüğü de artar. Bunun nedeni kapitalist üretimle birlikte toplam ürün kütlesinin büyümesidir. Kapitalist üretimin gelişimiyle birlikte, üretimin ölçeği, ürüne olan doğrudan talebe giderek daha az bağlı hale gelir. Ve giderek daha çok, bireysel kapitalistin buyruğu altındaki sermayenin büyüklüğüyle, sermayesinin değerlenme güdüsüyle ve üretim sürecinin devam etme ve genişleme zorunluluğuyla belirlenir. Neticede piyasada bulunan ya da alıcı arayan meta kütlesi her özel üretim dalı itibarıyla büyür. Haliyle, daha kısa ya da daha uzun bir süreliğine meta-sermaye biçiminde sabitlenmiş olan sermaye kütlesi ve bu nedenle meta stoku da büyür. “Sonunda, toplumun çoğunluğu, ücretli işçilere, yani kıt kanaat geçinen, ücretlerini haftada bir alıp her gün harcayan, dolayısıyla geçim araçlarını stok şeklinde hazır bulmaları gereken kişilere dönüşür. Bu stokun tek tek kimi öğeleri çok akışkan olabilir, ama stokun sürekli olarak akış halinde kalabilmesi için, bir bölümünün hep yerinde durması gerekir.” Marx, tüm bu uğrakların üretimin biçiminden ve ürünün dolaşım sürecinde geçmek zorunda kaldığı biçim değişikliğinden kaynaklandığını vurgular. Ürün stokunun toplumsal biçimi ne olursa olsun, bunların saklanması, ürünün içlerinde tutulacağı binalar, kaplar vb. için harcama yapmayı gerektirir. Ayrıca, ürünü zararlı etkilere karşı korumak için, ürünün cinsine göre şu ya da bu ölçüde üretim aracı ve emek harcanması da gereklidir. Stoklar toplumsal olarak ne denli yoğunlaşmışsa, bu maliyetler de nispi olarak o denli küçük olur. Bu harcamalar, daima toplumsal emeğin maddeleşmiş ya da canlı bir kısmını (yani kapitalist biçimde sermaye yatırımını) oluştururlar ama bizzat ürünün üretilmesine dahil değildirler. “Bunlar toplumsal zenginliğin zorunlu, üretici olmayan maliyetleridir.” Bunlar meta stokunun bir öğesi olarak, varlıkları ister meta biçiminden ya da onun zorunlu biçim dönüşümünden kaynaklansın, tüm toplumlarda toplumsal ürünün korunma maliyetleridir. Marx bu noktada önemli bir soru sorar: “Bu maliyetler metaların değerine ne ölçüde girer?” Bu soruyu yanıtlayabilmek için üretilen metanın akıbetini araştırmak gerekir. Kapitalist, üretim araçlarına ve emek gücüne yatırdığı sermayesini satılmaya hazır bir meta kütlesine dönüştürür. Fakat bu metalar satılmayıp elde kalırsa, yalnızca sermayesinin değerlenme süreci durmuş olmaz, aynı zamanda elde kalan bu stokun binalarda korunmasının, ek emeğin vb. gerektirdiği harcamalar gerçek bir zarar oluşturur. Kapitalistin bu zararını, aradan zaman geçtikten sonra bulduğu alıcıya yükleme olanağı yoktur. Çünkü alıcı, piyasada bir başka satıcının beklememiş, yıpranmamış metasını hazır bulabilirken, diğerinin metası zamanın yıpratıcı etkilerine az ya da çok maruz kalmıştır. Dolayısıyla bizim kapitalist metasını daha ucuza satmak zorunda kalacaktır. Meta üreticisi elindeki ürünü paraya dönüştürmek zorundadır. Elindeki ürünün paraya çevrilemeyip meta biçiminde saplanıp kalmasının yol açtığı giderler onun sorunudur ve metanın alıcısını hiç ilgilendirmez. “Alıcı ona metasının dolaşım zamanı için ödeme yapmaz.” Şurası da unutulmamalı ki, dolaşımdaki tıkanmanın sonucunda stok oluşumu nedeniyle ortaya çıkan maliyetler metaların değerini arttırmış olmaz. Öte yandan, sermaye daha uzun ya da daha kısa bir süre boyunca dolaşımda meta biçiminde yer almaksızın stok oluşmaz. Demek ki, nakit para rezervi oluşmadan para dolaşımı nasıl mümkün değilse, dolaşımda duraklama olmadan da stok olamaz. Öyleyse, meta stoku olmadan meta dolaşımı da olmaz. “Stok oluşumunun isteyerek mi yoksa istemeden mi gerçekleştiği, yani meta üreticisinin kasıtlı olarak mı stok tuttuğu yoksa metalarının, dolaşım sürecindeki koşulların satışlarının karşısına çıkardığı direnç nedeniyle mi stok oluşturdukları, konunun özünde hiçbir değişikliğe yol açamazmış gibi görünür. Ama bu sorunun çözümü için, isteyerek oluşturulan bir stoku istemeden oluşandan ayıran şeyin ne olduğunu bilmekte yarar vardır. İstenmeyen stok oluşumu, meta üreticisinin bilgisinden bağımsız olan ve onun iradesine ters düşen bir dolaşım kesilmesinden kaynaklanır ya da onunla özdeştir.” Verili bir süre içindeki talebi karşılamak için, meta stokunun belirli bir hacimde olması gerekir ve alıcı çevresinin sürekli olarak genişleyeceği de hesaba katılır. O halde metaların paraya çevrilmesindeki duraklama, meta satışının zorunlu koşulu sayılır. Ayrıca, üretilen meta hacminin ortalama talep hacminden daha büyük olması gerekir, aksi halde ortalamaları aşan fazla talep karşılanamaz. Diğer yandan, sürekli azaldığı için, stokun sürekli yenilenmesi de gerekir ve bu yenilenme ancak üretimden, yeni meta arzından kaynaklanabilir. Bu arzın ülke dışından gelip gelmemesi hiçbir şeyi değiştirmez. Yenilenme, metaların yeniden üretimleri için gerekli olan süreye bağlıdır. O halde meta stoku bu süre boyunca da yeterli olmak zorundadır. “Onun ilk üreticinin elinde kalmayıp toptancı tüccardan perakendeciye dek farklı duraklardan geçiyor olması, konunun özünü değil, yalnızca görüntüyü değiştirir.” Netice olarak, “dolaşım sürecinin ve dolayısıyla dolaşım sürecini içine alan yeniden üretim sürecinin kalıcılığı ve sürekliliği, ancak sözü edilen stok oluşumu aracılığıyla güvence altına alınır”. Metaya ister kendi başına bir meta ister toplumsal sermayenin bir bileşeni olarak bakalım, stok oluşturma maliyetlerinin üreticilerin sırtında mı yoksa A’dan Z’ye bir dizi tüccarın sırtında mı kaldığı konunun özünde hiçbir değişiklik yaratmaz. Meta stokunun korunması için gereken maliyetler (yani bu amaç için harcanan maddeleşmiş ya da canlı emek) sadece üretim ya da tüketim için toplumsal fonun sürdürülmesi amacıyla yapılan harcamalardır. Bu harcamaların metaların değerinde neden olduğu artış, bu maliyetler ürün çeşitlerine göre farklılaştığından, farklı metalara onlara düşen pay oranında dağıtılmış olur. “Stok oluşturma maliyetleri, toplumsal zenginliğin varlık koşullarından biri olsalar bile, eskiden olduğu gibi toplumsal zenginlikten yapılan kesintiler olmaya devam ederler.” Tıpkı altın rezervi oluşumunun para dolaşımının koşulu olması gibi, meta dolaşımının koşulu da metanın paraya dönüşüm akışında stok biçiminde bir duraklamanın olmasıdır ve bu ölçüde bu durum normaldir. “Buna karşılık, kendi dolaşım havuzlarında beklemekte olan metalar, hızla arkalarından gelen üretim dalgasına yer bırakmayacak duruma gelir gelmez, yani havuzlar dolduğunda, tıpkı para dolaşımı durakladığında gömülerin büyümesi örneğinde olduğu gibi, dolaşım duraklaması yüzünden meta stoku genişler. Bu duraklamanın sanayici kapitalistin depolarında mı yoksa tüccarın ambarlarında mı gerçekleştiği hiçbir önem taşımaz. Meta stoku bu durumda kesintisiz satışın koşulu değil, metaların satılamaz olmasının sonucudur.” Bu durumda katlanılan maliyetler yine aynı kalır ama bu kez zorunlu bir dönüşümün aksamasından kaynaklandığından meta değerine girmez ve değerin gerçekleşmesindeki kesintileri, değer kayıplarını oluştururlar. Stokun bu iki değişik durumda somutlanan normal ve anormal biçimleri, biçim bakımından farklı olmadığından iki durumun görüngüleri birbirine karıştırılabilir. Neticede tüccarların eline geçmiş olan metaların dolaşım süreci durmuşken, sermayesinin dolaşım süreci nasılsa akıyor diye kapitalist üretici her şey yolunda diye düşünebilir. “Üretim ve tüketim genişlerse, öteki her şey aynı kalmak koşuluyla, meta stokunun hacmi de büyür. Aynı hızla yenilenir ve soğurulur, ama hacmi daha büyüktür. Demek ki, duraklayan dolaşım yüzünden meta stokunda meydana gelen hacim artışı, yanlışlıkla, yeniden üretim sürecindeki genişlemenin bir belirtisi olarak görülebilir; özellikle de, kredi sisteminin gelişmesiyle birlikte, gerçek hareket gizemlileştirilebilir hale geldiğinde.” Burada Marx son olarak stok oluşturma maliyetlerinin kapsamını açıklar. Bu maliyetlerin kapsamı, ürünün kütlesindeki nicel azalmalardan (örneğin un stoklarında), nitelik bozulmasından ve stokun korunması için gereken nesnelleşmiş ve canlı emekten oluşur. (devam edecek)

30 Nisan 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /12

kapital_c-2.png

Bölüm 6: Dolaşım Maliyetleri

III. Taşıma Maliyetleri

Marx, ayrıntılar bir yana, dolaşım maliyetleri için geçerli olan genel yasaya dikkat çeker: “Metaların yalnızca biçim değiştirmesinden kaynaklanan dolaşım maliyetleri metalara değer katmaz. Bunlar sadece değeri gerçekleştirmek ya da bir biçimden bir başka biçime çevirmek için katlanılan maliyetlerdir.” Özetle, metadan paraya ya da paradan metaya şeklinde gerçekleşen biçim değişiklikleri için harcanan sermaye, buna özgü emek gücü dahil, kapitalist üretimin beklenmedik masrafları içinde yer alır. Bu masrafların artı-üründen karşılanmaları gerekir ve tüm kapitalist sınıfı ilgilendirdiği kadarıyla bunlar tıpkı işçilerin gerekli geçim araçlarına harcanan zamanın kayıp zaman olması gibi artı-değerden ya da artı-üründen bir kesintidir. Ne var ki taşımacılık söz konusu olduğunda durum farklıdır ve Marx taşıma maliyetlerinin kısaca da olsa ele alınmadan geçilemeyecek kadar önemli bir rol oynadığını vurgular. “Sermaye devresinin ve bunun bir kesimini oluşturan meta başkalaşımının içinde, toplumsal emeğin metabolizması yer alır. Bu metabolizma, ürünlerin mekân değiştirmelerini, bir yerden bir başkasına gerçek hareketlerini gerektirebilir. Ama metaların dolaşımı, bunların fiziksel hareketleri olmadan ve metaların taşınması, meta dolaşımı ve hatta dolaysız ürün mübadelesi olmadan gerçekleşebilir.” Örneğin bir kişinin diğer bir kişiye sattığı ev meta dolaşımı anlamına gelse bile, bir yerden kalkıp bir başka yere gitmez. Ya da pamuk veya ham demir gibi taşınır meta değerleri, sayısız dolaşım sürecinden geçtikleri, spekülatörler tarafından satın alınıp yeniden satıldıkları süre boyunca aynı depoda kıpırdamadan durabilir. “Burada gerçekten hareket eden, malın kendisi değil, onun üzerindeki mülkiyet hakkıdır.” Taşımacılık yalnızca kapitalist topluma özgü değildir. Örneğin İnka İmparatorluğunda toplumsal ürünün meta olarak dolaşmamasına ve takas yoluyla dağıtılmamasına karşın, taşımacılığın önemli bir rol oynadığını belirtir Marx. Kapitalist üretim temeli üzerinde ise taşımacılık sanayii dolaşım maliyetlerinin nedeni olarak görünür. Fakat kapitalizme ait bu özel görünüş biçimi, taşımacılık konusunun özünde hiçbir değişikliğe yol açmaz. Taşıma nedeniyle ürün miktarı artmaz. Taşınma nedeniyle ürünlerin doğal niteliklerinde meydana gelebilecek olan değişiklik, belirli istisnalar dışında, istenen bir yararlı etki değil tersine kaçınılmaz bir zarardır. Ne var ki nesnelerin kullanım değeri ancak tüketilmeleriyle gerçekleşir ve tüketimleri de onların yer değiştirmelerini, dolayısıyla taşımacılık sanayiinde ek bir üretim sürecini gerektirebilir. “Demek ki, bu sanayiye yatırılan üretken sermaye, taşınan ürünlere, kısmen taşıma araçlarından değer aktarımı, kısmen taşımacılık emeği aracılığıyla değer eklenmesi yoluyla değer katar. Bu son anılan değer artışı, her tür kapitalist üretimde olduğu gibi, biri işçi ücretini karşılayan, öbürü artık değer olan iki parçaya ayrılır.” Emek nesnesinin yer değiştirmesi ve bunun için gerekli olan emek araçları ve emek güçleri tüm üretim süreçlerinde büyük rol oynar. Pamuğun tarama bölümünden eğirme bölümüne aktarılması, kömürün yeraltındaki yatağından yeryüzüne çıkarılması somut örneklerdir. “Bitmiş ürünün bitmiş meta olarak bağımsız bir üretim yerinden, mekânsal olarak uzaktaki bir başkasına geçişi, aynı görüngüyü ortaya çıkarır; tek fark, bu kez ölçeğin daha büyük olmasıdır. Ürünlerin bir üretim yerinden bir başkasına taşınmasının ardından bir de bitmiş ürünlerin üretim alanından tüketim alanına taşınması söz konusu olur. Ürün, ancak bu hareket tamamlandığında tüketime hazır hale gelir.” Meta üretiminin genel yasasına göre, emek üretkenliği ile emeğin yarattığı değer ters orantılıdır. Bu yasa diğer her sanayi için olduğu gibi, taşımacılık sanayii için de geçerlidir. Şöyle ki, metaların belli bir uzaklığa taşınması için gereken ölü ve canlı emek miktarı ne denli az olursa, emeğin üretici gücü o denli büyük olur; kuşkusuz bunun tersi de doğrudur. Diğer her şey aynı kalırken, metalara taşınmaları nedeniyle eklenen mutlak değer büyüklüğü taşımacılık sanayiinin üretici gücüyle ters orantılı ve taşıma mesafeleriyle ise doğru orantılıdır. Ayrıca, yine diğer her şey aynı kalırken, taşıma maliyetlerinin meta fiyatlarına eklediği göreli değer parçası bunların hacmiyle ve ağırlıklarıyla doğru orantılı ve değerleriyle ters orantılıdır. Ancak, bu genel kuralları değiştiren çok sayıda etmen de vardır. “Taşımacılık, örneğin, taşınan nesnenin göreli kırılabilirliğine, bozulabilirliğine, patlayabilirliğine bağlı olarak, daha çok ya da daha az önlem alınmasını ve bu yüzden daha çok ya da daha az emek ve emek aracı harcanmasını gerektirir.” Marx yaşadığı dönemden hareketle, demiryolu kodamanlarının bu alanda fantastik türler bulup ortaya çıkarma konusunda bitki ve hayvan bilimcilerini gölgede bırakan bir yaratıcılık gösterdiklerine dikkat çeker. Bu duruma İngiltere’den örnek verir: “İngiliz demiryollarındaki malların sınıflandırması ciltler doldurur ve genel ilke olarak, malların çok farklı doğal özelliklerinin aynı sayıda taşıma sorununa ve zorunlu dolandırıcılık bahanesine dönüştürülmesi eğilimine dayanır.” Üstelik taşımacılık maliyetlerinin bir mala eklediği göreli değer parçasının onun değeriyle ters orantılı olması, demiryolu kodamanlarına, bir malı kendi değeriyle doğru orantılı olarak vergilendirmenin özel gerekçesi haline getirilmiştir. Kapitalist üretim tarzı, hem taşımacılık ve ulaştırma araçlarının gelişimi, hem de taşımacılık ölçeğinin büyümesi sayesinde tek tek metalar için taşıma maliyetlerini azaltır. Bu üretim tarzı, canlı ve maddeleşmiş emek gücünün meta taşımacılığında harcanan bölümünü, önce tüm ürünlerin büyük çoğunluğunu metalara dönüştürerek, sonra da yerel piyasaların yerine daha uzak piyasaları koyarak büyütür. Dolaşım, yani metaların mekân içindeki fiili hareketi, kendisini metaların taşınması olarak ortaya koyar. Taşımacılık sanayii, üretimin bağımsız bir kolunu ve dolayısıyla da üretken sermayenin özel bir yatırım alanını oluşturur. “Diğer yandan, bir üretim sürecinin, dolaşım sürecinin içindeki ve dolaşım sürecine hizmet eden devamı olarak görünmesiyle kendisini ayırır.”

Bölüm 7: Devir Zamanı ve Devir Sayısı

Daha önce görmüş olduğumuz üzere, verili bir sermayenin toplam dolaşım zamanı, onun dolaşım zamanı ile üretim zamanının toplamına eşittir. Bu toplam süre, sermaye değerinin belirli bir biçimde yatırıldığı andan, işleyen bu sermaye değerin aynı biçim içerisinde geriye dönmesine dek geçen zaman aralığını kapsar. Kapitalist üretimin itici gücü, daima, yatırılan değerin değerlendirilmesidir. Yatırılan bu değerin para biçiminde ya da metalar biçiminde olmasının önemi yoktur, değer-biçim yatırılan metaların fiyatında yalnızca düşünsel bir bağımsızlığa sahiptir. “Her iki durumda da bu sermaye değeri, devresi sırasında farklı varoluş biçimlerinden geçer. Onun kendi kendisiyle özdeşliği, kapitalistin defterlerinde ya da hesap parası biçiminde saptanır.” İster para-sermaye biçimi ister üretken sermaye biçimini ele alalım, bu iki biçimin de büyüyerek geri dönmesi yatırılmış sermayenin değerlendirildiğini gösterir. Fakat kuşkusuz P...P' biçiminde bu geri dönüş elle tutulurcasına açıktır. Ancak üretken sermaye devrinde de aslında aynı şey gerçekleşir, çünkü başta üretim öğeleri olarak elde bulunan sermaye geri dönüşünde büyümüş üretim öğeleri olarak elde bulunur. Marx, Kapital birinci ciltte görmüş olduğumuz önemli bir hususu hatırlatır: “Üretim kapitalist tarzda olursa, yeniden üretim de kapitalist tarzda olur. Kapitalist üretim tarzında emek süreci nasıl değerlenme sürecinin aracı olmaktan başka bir şey olarak görünmüyorsa, bunun gibi, yeniden üretim de yatırılmış değeri sermaye olarak, yani kendi kendini değerlendiren değer olarak, yeniden üretmenin aracından başka bir şey olarak görünmez.” Sermayenin para-sermaye, üretken sermaye ve meta-sermaye olarak üç biçimi üzerinde daha önce durulmuştu. Bu üç biçim üzerinden sermayenin değerlenmesinin ifadesi arasında bazı farklar olabilir. Örneğin meta-sermaye biçimindeki sermaye değeri bir sürece bir yatırım olarak değil, meta biçiminde bulunan bir zenginlik olarak başlar. Marx bu biçimin, tek tek sermayelerin hareketinin toplumsal toplam sermayenin hareketiyle bağlantılı olarak incelendiği üçüncü cilt için önem taşıdığını belirtir. Keza, devrin artı-değer oluşumu üzerindeki etkisi incelenirken para-sermaye devresi ve devrin ürün oluşumu üzerindeki etkisi incelenirken ise üretken sermaye devresi temel alınmalıdır. Marx, iktisatçıların devrelerin farklı biçimleri arasındaki ayrımlar üzerinde yeterince durmadıklarına ve bunları sermayenin devri ile ilişkisi açısından ayrı ayrı incelemediklerine dikkat çeker. Genellikle tek tek kapitalistler açısından, hesaplarında kullandıkları biçim olduğundan P...P' biçimi üzerinde durulur. Şayet değer kendini sermaye-değer olarak devam ettirmek ve artı-değer yaratmak istiyorsa devresel hareketlerini sürdürmelidir. “Bireysel kapitalistlerden biri tarafından herhangi bir üretim dalına yatırılmış olan toplam sermaye değeri, kendi hareketinin devresini tamamlar tamamlamaz, yeniden başlangıçtaki biçiminde bulunur ve şimdi aynı süreci yineleyebilir.” Bir bireysel devre, sermayenin yaşamında devamlı tekrarlanan bir dönemden başka bir şey değildir. P...P' döneminin sonunda sermaye yine para-sermaye biçimindedir ve bu sermaye kendisini yeniden genişletme sürecini içeren bir dizi biçim değişikliğinden yeni baştan geçer. “Tek bir olay olarak kalmak yerine dönemsel bir süreç oluşturan sermaye devresine, sermaye devri denir.” Sermayenin devir süresi, onun üretim zamanı ile dolaşım zamanının toplamıyla belirlenir. Bu iki zamanın toplamı sermayenin devir zamanını oluşturur. Devir zamanı, toplam sermaye değerinin bir devresel dönemi ile bunun hemen ardından gelen dönem arasındaki zaman aralığının, yani sermayenin yaşam sürecindeki dönemselliğin; üretim sürecinin yenilenme, yinelenme zamanının ölçüsüdür. Bazı sermayelerin devir zamanını hızlandıran ya da kısaltan bireysel maceralar bir yana, sermayelerin devir zamanları yatırılmış bulundukları alanlara göre farklılaşır. “İş günü nasıl emek gücü işlevinin doğal ölçü birimini oluşturuyorsa, yıl da, süreç içindeki sermayenin devirlerinin doğal ölçü birimini oluşturur. Bu ölçü biriminin doğal temeli, kapitalist üretimin anavatanı olan ılıman bölgenin en önemli tarım ürünlerinin yıllık ürünler olmasıdır.” Devir zamanının ölçü birimi olarak yılı D ile, belirli bir sermayenin devir zamanını d ile, devirlerin sayısını n ile gösterirsek, n = D/d olur. Devir zamanının hesaplanması bu formüle göre yapılır. Eğer devir zamanı birkaç yıl ise, yılın katlarıyla hesaplanır. Kapitalist için sermayesinin devir zamanı, sermayesini üretilen artı-değerle değerlenmiş olarak geri almak üzere yatırması gerekli zamandır. Marx bu bölümü bitirirken bir hususa işaret eder. Devrin üretim ve değerlenme süreci üzerindeki etkisini daha yakından incelemeye girişmeden önce, dolaşım sürecinin sermayeye kazandırdığı ve devir biçimini etkileyen iki yeni biçimi incelemek de gereklidir. (devam edecek)

29 Mayıs 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /13

kapital_c-2.png

İKİNCİ KISIM: SERMAYE DEVRİ

Bölüm 8: Sabit ve Dolaşır Sermaye

I. Biçim Farklılıkları

Daha önce görüldüğü üzere, değişmeyen sermayenin bir bölümü, yaratılmasına katkıda bulunduğu ürünlerin üretim sürecine girdiği kullanım biçimini korur. Böylece, değişmeyen sermayenin bu bölümü sürekli yinelenen emek süreçlerinde aynı işlevleri daha uzun ya da daha kısa süreler için yerine getirir. Örneğin sanayide kullanılan binalar, makineler vb., kısacası emek araçları bu kapsama girer. Değişmeyen sermayenin bu bölümü, kendi kullanım değeriyle birlikte kendi değişim değerinden yitirdiği oranda ürüne değer aktarır. Bu değer aktarımı bir ortalama hesabıyla belirlenir: “Üretim aracının üretim sürecine girdiği andan başlayıp tümüyle kullanıldığı, tükenip bittiği ve yerine aynı türden bir yenisinin koyulmasının ya da yeniden üretilmesinin gerektiği ana kadar devam eden kendi ortalama işlev süresiyle ölçülür.” Demek oluyor ki, değişmeyen sermayenin bu bölümünün kendine özgü özelliği şudur: Bitmiş ürün ve bu ürünü oluşturan öğeler, meta olarak dolaşım alanına geçmek üzere üretim sürecinin dışına atılır. “Buna karşılık emek araçları, içine bir kez adım attıktan sonra üretim alanından bir daha hiç ayrılmaz. İşlevleri onları oraya bağlı tutar.” O halde, yatırılan sermaye değerinin bir bölümü, süreç içindeki emek araçlarının işlevleriyle belirlenen bu biçim içerisinde sabitlenmiş bulunur. Emek aracının işlevini yerine getirmesi ve dolayısıyla aşınıp yıpranması ile değerinin bir bölümü ürüne aktarılır, bir başka bölümü emek aracında ve dolayısıyla üretim sürecinde sabitlenmiş olarak kalır. “Bu şekilde sabitlenmiş olan değer, emek aracının yararlı ömrünü tamamlamasına ve dolayısıyla da değerini, daha kısa ya da daha uzun bir dönemde, durmadan yinelenen bir dizi emek sürecinden çıkıp gelen bir yığın ürüne dağıtmasına kadar, sürekli azalır.” Fakat emek aracı olarak hâlâ etkin olduğu sürece, başlangıçta kendisinde sabitlenmiş olan değerin yalnızca bir bölümü ürüne geçer ve bu bölüm meta stokunun bir bileşeni olarak dolaşır. “Emek aracı ne denli dayanıklıysa, aşınıp yıpranması ne denli yavaşsa, değişmez sermaye değeri o denli uzun bir süre boyunca bu kullanım biçiminde sabitlenmiş olarak kalır. Ama, dayanıklılık derecesi ne olursa olsun, onun ürüne değer aktarma oranı her zaman kendisinin toplam işlev süresiyle ters orantılıdır. Değerleri aynı olan iki makineden biri beş yılda, öbürü on yılda ıskartaya çıkıyorsa, birincisi, aynı zaman aralığında, ikincisinin aktardığının iki katı büyüklüğünde değer aktarır.” Burada incelemekte olduğumuz sermaye parçasının dolaşımının kendine özgü yanları vardır. “Birincisi, kendi kullanım biçiminde dolaşmaz; yalnızca değeri dolaşır; bu da, adım adım, parça parça, değerin ondan meta olarak dolaşan ürüne geçmesi ölçüsünde gerçekleşir. Kendisinin tüm işlev süresi boyunca, değerinin bir bölümü her zaman onda sabitlenmiş, üretilmelerine yardım ettiği metalar karşısında bağımsız olarak kalır.” Değişmeyen sermayenin bu bölümüne sabit sermaye biçimini veren özellik işte budur. Buna karşılık, üretim sürecinde yatırılan sermayenin tüm diğer maddi bileşenleri döner sermaye ya da dolaşır, akıcı sermayeyi oluşturur. Üretim araçlarının diğer bir bölümü ise (buhar makinesinin kömürü gibi, işlev görmeleri sırasında emek araçları tarafından tüketilen yardımcı maddeler) maddi olarak ürüne girmez. Bunların yalnızca değerleri ürün değerinin bir bölümünü oluşturur. Ürün kendi dolaşımı içinde bunların değerini de dolaştırır. Bunların sahip oldukları bu özellik sabit sermaye ile ortak yanlarıdır. Ama bunlar, girdikleri her üretim sürecinde bütünüyle tüketilirler ve dolayısıyla her yeni üretim süreci için yerlerine aynı türden üretim araçlarının koyulması gerekir. Demek ki bunlar işlevlerini yerine getirirlerken kendi özgün kullanım biçimlerini korumazlar. Dolayısıyla, bu sermaye değerinin hiçbir parçası işlevlerini yerine getirirken eski kullanım biçimlerinde, doğal biçimlerinde sabitlenmiş olarak kalmaz. Ürüne hammadde olarak giren bazı kullanım değerlerinin, keyif verici kimyasal maddeler örneğine benzer biçimde, bireysel tüketime konu olmaları mümkündür. Oysa makineler vb. gibi emek araçları sabit sermayenin maddi taşıyıcılarıdırlar ve artık hiç işe yaramaz duruma gelene dek yalnızca üretken biçimde tüketilir, bireysel tüketime giremezler. Ancak taşıma araçları bir istisna oluşturur. Bunların üretken işlevleri sırasında doğurdukları yararlı etki olan yer değiştirme, yolcuların bireysel tüketimine konu olur. Yolcu, öteki tüketim nesnelerinin kullanımı için nasıl bir karşılık ödüyorsa, aynı şekilde bunların kullanımı için de bir karşılık öder. Kimyasal maddelerin üretiminde, hammaddeler ile yardımcı maddeler arasındaki ayrım belirsizleşebilir. Bu durum bazı örneklerde emek araçları ile yardımcı ve hammaddeler ayrımı için de geçerlidir. “Örneğin tarımda, iyileşmesi için toprağa eklenen maddeler kısmen ürünün oluşturucu ögeleri olarak bitkisel ürünlere geçer. Diğer yandan, bunların etkileri, örneğin 4-5 yıl gibi uzunca bir döneme yayılır. Bu nedenle bunların bir bölümü, ürüne maddi olarak girer ve böylece değerini ürüne hemen aktarırken, bir başka bölümü, eski kullanım biçiminde, değerini de sabitler. Üretim aracı olarak varlığını sürdürür ve bu nedenle sabit sermaye biçimini alır. İş hayvanı olarak bir öküz sabit sermayedir. Kesilip yenirse, emek aracı olarak da, sabit sermaye olarak da işlev görmez olur.” Üretim araçlarına yatırılmış olan sermaye değerinin bir bölümüne sabit sermaye karakterini kazandıran belirleyici nitelik, bu değerin kendine özgü dolaşım tarzıdır. Bu özgün dolaşım tarzı, emek aracının kendi değerini ürüne aktarırken sergilediği özgün tarzdan kaynaklanır. Ve bu tarz da, emek araçlarının üretim sürecinde yerine getirdikleri işlevin özel bir türde olmasına bağlıdır. Bir üretim sürecinden ürün olarak çıkan bir kullanım değerinin, bir başka üretim sürecine üretim aracı olarak girdiğini biliyoruz. Bir ürünü sabit sermaye yapan şey, onun bir üretim sürecinde ancak emek aracı olarak işlev yapmasıdır. Fakat unutulmasın, bir üretim sürecinden yeni çıktığı sırada o henüz hiçbir şekilde sabit sermaye değildir. “Örneğin, bir makine, bir makine imalatçısının ürünü ya da metası olarak, onun meta-sermayesi içinde yer alır. Ancak alıcısının, onu üretken biçimde kullanan kapitalistin elinde sabit sermaye olur.” Öteki tüm koşullar aynı kalırken, emek aracının sabitlik derecesi onun dayanıklılığı ile birlikte artar. Emek araçlarında sabitlenmiş olan sermaye değeri ile bunun tekrarlanan emek süreçlerinde ürüne aktardığı bölüm arasındaki büyüklük farkını belirleyen faktör işte bu dayanıklılıktır. Bu değer aktarımı ne denli yavaş olursa, o sabit sermaye üretim süreçlerinde o kadar uzun zaman kalmış olur. Emek aracı artık ömrünü tükettiğinde ise kullanım değeriyle birlikte değerini de yitirmiş olur. Bundan böyle o emek aracı artık bir değer taşıyıcısı değildir. Bazen yardımcı maddeler, hammaddeler, yan ürünler gibi gerçek anlamda emek aracı olmayan üretim araçları da emek araçları gibi hareket eder ve dolayısıyla sabit sermayenin bir varlık biçimine dönüşebilirler. Örneğin toprağın iyileştirilmesi için toprağa katılan kimyasal maddeler açısından durum budur. Bu gibi örneklerde ürüne giren yalnızca bu sabit sermaye değerinin bir kısmı değil, fakat bu değerin taşıyıcısı olan kullanım değeridir (örneğimizde kullanılan kimyasal madde). Marx iktisatçıların temel bir yanlışına işaret etmiş ve onların sabit ve döner sermaye kategorilerini değişmeyen ve değişen sermaye kategorileri ile karıştırdıklarını açıklamıştır. Ayrıca, iktisatçıların kavramları tanımlarken içine düştükleri karışıklığın dayandığı başlıca noktaları da açıklar Marx. Örneğin binalar gibi bazı emek araçlarını fiziksel olarak karakterize eden hareketsizlik durumu sabit sermayenin genel özelliği gibi ele alınır. Oysa toprağa kimyasal katkı olarak kullanılan örnekte olduğu üzere, hareketli olup değer ilişkisi bakımından sabit sermayenin parçasını oluşturan örnekler vardır. Ya da yalnızca belli toplumsal koşullar altında sermaye haline gelebilen nesneler, sanki taşıdıkları nitelik gereği kendiliğinden sabit ya da döner sermaye haline gelebilirlermiş gibi yanlış yaklaşımlar sergilenir. Oysa bir emek aleti ancak kapitalist üretim tarzı altında “üretken sermaye”nin parçası haline gelir ve sabit sermaye niteliğini kazanabilir. Marx sabit ve döner sermaye ayrımı açısından aydınlatıcı bir örnek de verir. Şöyle ki, sığırlar iş hayvanı olarak sabit sermayedirler; ama kesim hayvanı olarak bir ürünün hammaddesi olarak kullanıldıklarında (sucuk örneği), sabit değil döner sermayedirler. Bir üretim aracının, yinelenen ama birbirleriyle bağlantılı olarak bir üretim dönemi oluşturan emek süreçlerinde uzunca bir süre yer alması, tıpkı sabit sermayede olduğu gibi kapitalistin icabında uzunca bir dönem için sermaye yatırımı yapmasını gerektirebilir. Ama salt bu durum onun bu sermayesini sabit sermaye haline getirmez. “Örneğin tohum, sabit sermaye değil, yalnızca, yaklaşık bir yıl süreyle üretim sürecinde sabitlenen ham maddedir.” Makineler örneğinde olduğu gibi, emek araçlarının bir kısmı üretim sürecine girer girmez mekânsal olarak sabitlenir; ya da fabrika binaları, yüksek fırınlar, kanallar, demiryolları vb. örneklerde olduğu gibi, bu taşınmazlar daha baştan mekâna bağlanmış biçimde üretilir. Emek aracının, içinde işlev göreceği üretim sürecine böylece kesintisiz şekilde bağlanmış olması, aynı zamanda onun fiziksel varlık biçimi yüzündendir. Fakat öte yandan, bir başka emek aracı, tıpkı bir lokomotif, bir gemi, bir iş hayvanı vb. gibi, fiziksel olarak sürekli yer değiştirebilir, hareket edebilir; ama gene de sürekli olarak üretim süreci içinde kalabilir. O halde salt hareketlilik ya da hareketsizlik kendi başına sermayeye sabit sermaye niteliğini kazandıramaz. Ancak diğer bir özellik olarak, kimi emek araçlarının bulundukları yere sıkı sıkıya bağlanmış, toprağa kök salmış olmaları, sabit sermayenin bu bölümüne ulusların ekonomilerinde özel bir rol verir. “Bunlar, yurt dışına gönderilemez, meta olarak dünya pazarında dolaşamaz. Bu sabit sermaye üzerindeki mülkiyet hakkı, el değiştirebilir, alınıp satılabilir ve bu ölçüde, düşünsel olarak dolaşabilir. Hatta bu mülkiyet hakları, örneğin hisse senetleri biçiminde, yabancı piyasalarda dolaşabilir.” Önemli bir nokta, üretilmiş ve dolaşıma girmiş olan ürünlere isabet eden sabit sermaye değerinin durumudur. “Sabit sermayenin kendine özgü dolaşımı, kendine özgü bir devir doğurur. Sabit sermayenin kendi doğal biçimindeyken aşınma ve yıpranma yoluyla yitirdiği değer parçası, ürünün değer parçası olarak dolaşır. Ürün, kendi dolaşımı aracılığıyla metadan paraya dönüşür; dolayısıyla emek aracının değerinin ürün tarafından dolaştırılan parçasının başına da aynı şey gelir; emek aracı üretim sürecinde değer taşıyıcısı olmaktan ne oranda çıkarsa, bu değer de aynı oranda dolaşım sürecinden para olarak damlar.” O halde sabit sermayenin değeri ikili bir varlık kazanmaktadır. Onun bir bölümü, değerini parça parça ürüne aktaran makineler örneğinde olduğu gibi, üretim sürecindeki kullanım biçiminde kalırken, diğer bir bölümü para şeklinde ondan ayrılmaktadır. Netice olarak, örneğimizdeki makinenin para biçimine dönüştürülmüş olan değer parçası sürekli büyürken, doğal biçimi içinde üretim sürecine sabitlenmiş değer bölümü sürekli küçülmektedir. Üretken sermayenin bu sabit kısmının devrindeki kendine özgülük burada belirginlik kazanır. Diyelim 10.000 sterlin değerindeki bir makinenin işlevsel ömrü örneğin 10 yılsa, başlangıçta bu makineye yatırılan değerin devir zamanı 10 yıl olur. “Bu sürenin bitiminden önce makinenin yenilenmesi gerekmez; kendi doğal biçiminde işlev görmeyi sürdürür. Bu arada, makinenin değeri, üretimlerine sürekli olarak hizmet ettiği metaların değer parçaları olarak parça parça dolaşır ve böylece, 10 yılın bitiminde tümüyle paraya dönüşene ve paradan yeniden bir makineye dönüştürülene, yani devri tamamlanana dek, adım adım paraya çevrilir.” Bu makinenin yenilenme zamanı gelene kadar makinenin değeri, daha başlangıçtan itibaren bir yedek para fonu (amortisman hesabı) biçiminde yavaş yavaş biriktirilir. Bunun dışındaki üretken sermaye öğeleri, kısmen yardımcı ve hammadde olarak değişmeyen sermayeden, kısmen de emek gücüne yatırılmış olan değişen sermayeden oluşur. Değişmeyen sermayenin yardımcı ve hammaddelerden oluşan bölümünün değeri, üretilen metanın değerinde yalnızca aktarılmış değer olarak yeniden boy gösterir. Oysa emek gücü, emek süreci aracılığıyla ürüne kendi değerinin bir eşdeğerini ekler, bir başka deyişle kendi değerini fiilen yeniden üretir. “Bunun ötesinde: Yardımcı maddelerin yakıt olarak yakılan kömür, aydınlatma için kullanılan gaz vb. gibi bir bölümü, emek sürecinde, ürüne madde olarak girmeden tüketilirlerken, yardımcı maddelerin bir başka bölümü ürüne cismen girer ve onun tözünün malzemesini oluşturur. Ne var ki, dolaşım açısından ve dolayısıyla devir tarzı açısından bütün bu farklılıklar hiçbir önem taşımaz. Yardımcı ve ham maddeler, ürünün oluşumu sırasında tümüyle tüketildiklerinde, değerlerinin tümünü ürüne aktarır. Bundan ötürü bu değer tümüyle ürün tarafından dolaştırılır, paraya çevrilir ve paradan yeniden metanın üretim öğelerine dönüşür. Onun devri sabit sermayeninki gibi kesilmez, biçimlerinin tüm devresinden sürekli olarak geçer.” Böylece bu üretken sermaye öğeleri sürekli olarak aynen yenilenir. Kapitalist emek gücünü belirli bir zaman için satın alıp üretim sürecine kattığında, bu emek gücü onun sermayesinin değişen kısmını oluşturur. Emek gücü, günlük faaliyetinde ürüne yalnızca kendi tüm günlük değerini eklemekle kalmaz, ayrıca bunun üzerine bir de artı-değer katar. Emek gücü, örneğin bir haftalığına satın alınıp işlevini yerine getirdikten sonra, onun satın alımının alışılagelmiş zaman aralıklarıyla sürekli yenilenmesi gerekir. Üretim devresinin kesintiye uğramaması için, emek gücünün işlev görürken ürüne eklediği ve ürünün dolaşımıyla paraya dönüştürülen değerinin eşdeğeri, paradan sürekli olarak yeniden emek gücüne dönüştürülmeli, yani sürekli olarak kendi devrini yapmalıdır. Artı-değer konusuna şimdilik değinmemek koşuluyla ifade edilecek olursa, demek ki üretken sermayenin emek gücüne yatırılan bölümü de tümüyle ürüne geçmektedir. Bu sayede, dolaşım alanında geçirilen iki başkalaşımı (M-P ve P-M) ürünle birlikte yaşamakta ve bu sürekli yenilenme temelinde üretim sürecinin hep bir parçası durumunda kalmaktadır. Bu nedenle, üretken sermayenin sabit sermaye dışında kalan üretim araçlarına yatırılan değer parçası ile emek gücünün devir konusundaki özellikleri ortaktır. Bunlar sabit sermaye karşısında döner ya da akışkan sermaye olarak yer alırlar. Hatırlanacağı üzere, kapitalistin işçiye emek gücü kullanımı için ödediği para, gerçekte işçinin zorunlu geçim araçlarının genel eşdeğer biçiminden başka bir şey değildir. Bu bakımdan, değişen sermaye öz olarak geçim araçlarından oluşur. “Ama devri incelediğimiz durumda bu bir biçim sorunudur. Kapitalist, işçinin geçim araçlarını değil, emek gücünün kendisini satın alır. Kapitalistin sermayesinin değişir bölümü, işçinin geçim araçlarından değil, onun faal emek gücünden oluşur. Kapitalist, emek sürecinde, işçinin emek gücünün kendisini üretken şekilde tüketir; işçinin geçim araçlarını değil.” Kendi emek gücü karşılığında aldığı parayı, bunları yeniden emek gücüne dönüştürmek, kendisini hayatta tutmak için geçim araçlarına çeviren, işçinin kendisidir. İşçiye ücretinin bir bölümü geçim araçlarıyla, ayni olarak ödense bile, bu şimdi ikinci bir işlem demektir. Bunun böyle olması, ödemenin yalnızca biçimini değiştirir; işçinin gerçekte sattığı şeyin kendi emek gücü olması olgusunu değiştirmez. Demek ki, sabit sermayenin karşısında döner sermaye niteliğine bürünen, işçinin geçim araçları ya da onun emek gücü değildir. Bu niteliğe bürünen, üretken sermayenin emek gücüne yatırılan ve devir biçimi nedeniyle sabit sermayeyle karşıtlık oluşturan sermaye-değer parçasıdır. Döner sermayenin emek gücüne ve bazı üretim araçlarına karşılık gelen değeri, üretilen ürüne ait sabit sermaye kısmının hacmiyle belirlenen üretim ölçeği ve buna bağlı üretim zamanı için yatırılır. Bu değer ürüne bir bütün olarak girer ve ürünün satışıyla dolaşım alanından tümüyle geri döner ve böylece yeniden yatırılabilir. Döner sermaye bileşenlerini barındıran emek gücü ve üretim araçları, ürün oluşturulup satıldıktan sonra, sürekli olarak para biçiminden tekrar üretim öğelerine dönüştürülerek yerlerine konulmalı ve yenilenmelidir. Bunların tek seferde piyasadan çekilen miktarları, sabit sermaye öğelerine göre daha azdır, ama ondan daha büyük bir sıklıkla yeniden çekilmeleri gerekir ve onlara yatırılan sermaye kendisini daha kısa aralıklarla yeniler. Bu sürekli yenilenme, bunların toplam değerini dolaştıran ürünün sürekli devri aracılığıyla sağlanır. Emek gücü, ürüne sürekli olarak kendi değeriyle birlikte, karşılığı ödenmeyen emeğin cisimleşmiş hali olan artı-değeri de ekler. Bu ek, bitmiş ürünün diğer değer öğeleri gibi sürekli olarak dolaştırılır ve paraya dönüştürülür. Ama burada sermaye değeriyle eş zamanlı olarak devir yapan artı-değerle değil, yalnızca sermaye değerinin devriyle ilgilenildiğinden, artı-değerin şimdilik dikkate alınmayacağını hatırlatır Marx. Marx buraya dek söylenenlerden çıkan sonuçları sıralar. Özetle belirtmek gerekirse: 1. Sabit ve döner sermayenin biçimsel farkı, üretim sürecinde işlev gören üretken sermayenin farklı devirlerinden kaynaklanır. Devirdeki bu farklılık ise, sabit ve döner sermaye bileşenlerinin değerlerini ürüne aktarma tarzlarının farklı olmasından ileri gelir. Unutulmasın, sabit ve döner sermayeye bölünebilen yalnızca üretken sermayedir. Para-sermaye ve meta-sermaye ise, ancak, kendilerini üretken sermayenin akışkan bileşenlerine dönüştürdüklerinde döner sermaye olabilirler. Fakat iktisat A. Smith’ten beri, para-sermaye ve meta-sermayeyi üretken sermayenin akışkan bölümü ile bir tutma ve böylece döner sermaye kategorisinin altına tıkıştırma yanlışına düşmüştür. Oysa para-sermaye ve meta-sermaye döner sermaye değildir; üretken sermayenin tersine dolaşım sermayesidir. 2. Sermayenin sabit kısmının devri ve bunun için gerekli olan devir zamanı, sermayenin akışkan bileşenlerinin daha çok sayıdaki devirlerini kapsar. Sabit sermayenin bir devir yaptığı sürede, döner sermaye birçok devir yapar. Böylece, üretken sermayenin değerinin bir bölümü bitmiş ürün tarafından dolaştırılırken, başka bir bölümü hâlâ eski kullanım biçiminde bağlı kalmak zorundadır. 3. Üretken sermayenin sabit sermayeye yatırılan değer parçası, üretim araçlarının söz konusu bölümünün işlev göreceği tüm süre için, bir bütün olarak ve tek seferde yatırılmıştır. Dolayısıyla bu değerin tümü, satıcı kapitalist tarafından tek seferde dolaşıma sokulmuş olur. Buna karşılık, sabit sermayenin üretim sürecinde metalara parça parça eklediği değer, bu değer parçalarının piyasada satılıp realize olması sayesinde dolaşımdan ancak parça parça ve yavaş yavaş çekilir. Sabit sermaye unsurları, örneğin binalar ve makineler yenilenmelerini sağlayacak öğeleri dolaşımdan çekmeden, bunlar sayesinde üretilip dolaşıma sürülen metaların oluşumuna daha uzun ya da daha kısa bir süre boyunca katkıda bulunmaya devam ederler. Dolayısıyla da bu süre boyunca kapitalistin yatırımda bir yenileme yapmasını gerektirmezler. Sabit sermayeye yatırılan paranın tümünün dolaşım alanında yeniden üretim araçlarının maddi biçimine dönüşmesi (örneğin yeni makine ve binaların satın alınması), ancak, üretim aracının işlev yapma süresinin bitiminde, yani üretim aracı tümüyle tüketildiğinde gerçekleşir. 4. Üretim sürecinin kesintisiz olması için, döner sermayenin öğeleri de aynı şekilde üretim sürecinde bağlıdır. Ne var ki, bu şekilde üretim sürecine bağlanmış olan döner sermaye öğeleri tüketilip sonra da aynen yenilendikleri halde, sabit sermaye öğeleri var olmayı sürdürdükleri süre boyunca bunların yeniden satın alınmaları gerekmez. (devam edecek)

2 Temmuz 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /14

kapital_c-2.png

Bölüm 8: Sabit ve Dolaşır Sermaye

II. Sabit Sermayenin Bileşenleri, Yerine Koyulması, Onarımı ve Birikimi

Sabit sermayenin ayrı ayrı öğeleri herhangi bir yatırımda farklı ömürlere ve bu nedenle de farklı devir zamanlarına sahiptirler. Örneğin bir demiryolunda rayların, istasyon binalarının, köprülerin, tünellerin, lokomotiflerin ve vagonların vb. farklı işlev süreleri ve yeniden üretim zamanları vardır. Dolayısıyla bunlara yatırılan sermayenin devir zamanları da farklıdır. Binalar, peronlar, su tankları, viyadükler, tüneller, bentler vb. çok uzun yıllar boyunca hiçbir yenileme gerektirmez. Yıpranmaya en çok maruz kalan nesneler ise raylar, lokomotif ve vagonlardır. Marx, modern demiryollarının ilk inşa edildiği zamanlarda iyi bir demiryolu için 100-150 yıllık bir ömür biçildiğini belirtir. Ama daha sonra, bir rayın doğal olarak lokomotiflerin hızına, trenlerin ağırlık ve sayılarına, rayların kalınlıklarına ve daha bir yığın yan koşula bağlı olan ömrünün, ortalamada 20 yılı geçmediği ortaya çıkmıştır. 1867 dolaylarında, demir raylardan yaklaşık iki kat pahalı ama buna karşılık onlardan iki kat fazla ömre sahip çelik raylar döşenmeye başlanmıştır. O dönemlerde kullanılan ahşap vagonların ömrü ise 12-15 yıl olarak ölçülmüş ve yük vagonlarındaki yıpranmanın yolcu vagonlarındakinden çok daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır. “Aşınma ve yıpranma her şeyden önce kullanımın kendisi yüzünden olur. Genel bir kural olarak, raylar tren sayısıyla orantılı olarak aşınır ve yıpranır. Araştırmalara göre, hız arttığında aşınma ve yıpranma hızın karesinin artış oranından daha büyük bir oranda artar; yani trenlerin hızı iki katına çıkarılırsa aşınma ve yıpranmadaki artış dört kattan fazla olur.” Bir başka aşınma ve yıpranma nedeni de doğal güçlerin etkileridir. Örneğin vagonlar yalnızca kullanılmaktan doğan aşınma ve yıpranmadan değil, çürümeden de zarar görürler. Marx bu bağlamda son bir nokta olarak, manevi aşınma ve yıpranmanın büyük sanayinin her alanında olduğu gibi burada da rol oynadığını vurgular. Emek araçlarının büyük bölümü sanayinin ilerlemesiyle birlikte sürekli olarak değişikliğe uğrar. Bu nedenle, başlangıçtaki biçimleriyle değil fakat değişikliğe uğramış biçimleriyle yenilenirler. Ne var ki kapitalistler kendi kazançları açısından, sabit sermayenin yatırım yapıldığı biçim içerisinde ortalama ömrünü tamamlamasını isterler. Bu gerçeklik, yeni makinelerin vb. ancak yavaş yavaş kullanıma sokulmasının bir nedenini oluşturur ve bu yüzden gelişmiş emek aletlerinin hızlı bir şekilde kullanıma sokulmasını engeller. Diğer yandan, rekabet savaşı, özellikle can alıcı önemde değişiklikler ortaya çıktığında, henüz doğal ömürleri sona ermeden eski emek araçlarının yerlerine yenilerinin koyulmasını dayatır. Bunun dışında, fabrika araç ve gereçlerinin büyük bir toplumsal ölçekte zamanından önce yenilenmelerini dayatan başlıca nedenler de, afetler ya da bunalımlardır. Aşınma ve yıpranma kavramıyla, sabit sermayenin üretim için kullanılması boyunca amortisman hesabı temelinde adım adım kaybettiği değer parçası kastedilir. Hatırlanacağı üzere, sabit sermaye kullanılacağı bütün dönem için bir defada yatırılır. Bu sürenin bitiminde de, yine bir bütün olarak yerine koyulması gerekir. Canlı emek aletleri, diyelim atlar söz konusu olduğunda, bunların emek aleti olarak ortalama ömürleri doğa yasalarınca belirlenir. Sabit sermayenin diğer öğelerinin ise, dönemsel olarak ya da parça parça yenilenme olanağı vardır. Marx, bu yenilenme ile bir işletmenin yavaş yavaş genişlemesini birbirinden ayrı tutmak gerektiğini belirtir. Sabit sermayenin bazı kısımları (binalar vb. gibi), kısmen homojen fakat dayanma süreleri aynı olmayan ve farklı zaman aralıklarıyla parça parça yenilenen bileşenlerden oluşur. Diyelim on yıllığına belirli bir türdeki sabit sermaye için belirli bir para tutarı tek seferde harcanır. Bu sabit sermayeyi döner sermayeden ayıran, sabit sermaye için harcamanın tek seferde yapılması ama onun yeniden üretiminin ancak parça parça gerçekleşmesidir. Sabit sermayenin diğer bazı parçaları ise, eşit olmayan zaman sürelerinde eskiyen ve dolayısıyla yerine koyulmaları da eşit olmayan zaman aralıklarıyla gerçekleşen heterojen kısımlardan oluşur. Bu, özellikle makinelerde böyledir. Harcaması başlangıçta ve tek seferde yapılan sabit sermayenin yenilenmesi yani yerine koyulması için biriktirilen para, nakit rezerv fonunun bir bileşenini oluşturur. “Sabit sermaye değerinin bu şekilde paraya çevrilen bölümünden, işi genişletmek ya da makinelerde etkililiklerini artıracak iyileştirmeler yapmak için yararlanılabilir. Böylece, daha kısa ya da daha uzun aralıklarla yeniden üretim gerçekleşir ve bu da, toplum açısından bakıldığında, genişletilmiş ölçekteki yeniden üretimdir; üretim alanı genişletiliyorsa yaygın olarak, üretim araçları daha etkili kılınıyorsa yoğun olarak genişletme söz konudur.” Ancak dikkat edilecek olursa, genişletilmiş ölçekteki bu yeniden üretim, birikimden, yani artı-değerin sermayeye dönüştürülmesinden kaynaklanmamıştır. Bu tür yeniden üretim, sabit sermaye cisminden ayrılmış ve para biçiminde bağımsızlaşmış olan değerin, aynı türdeki yeni sabit sermayeye, ek ya da daha etkili sabit sermayeye dönüştürülmesinden kaynaklanır. Sabit sermayenin bileşeni binalarda yapılacak ekleme ve yenilemelerin ya da örneğin makinelerde yapılacak iyileştirmelerin niteliği ve kapsamı, bir yandan işin özgün niteliğine ve diğer yandan makinelerin kendi yapısına bağlıdır. Bu anlamda çeşitlemeler her ne olursa olsun, kapitalist üretim ortamında hiçbir şeyin bir toplumsal plana göre gerçekleşmediği açıktır. “Tersine, her şey bireysel kapitalistin iş gördüğü sonsuz derecede farklı koşullara, araçlara vb. bağlı olduğundan, bir yandan çok fazla malzeme israf edilir, diğer yandan işin adım adım genişletilmesi sırasında (kısmen emek gücü zararına) bu türden amaca aykırı çok fazla yanlamasına genişleme gerçekleşir. Bu durum büyük bir üretici güç savurganlığı doğurur.” Marx, nakit rezerv fonunun sabit sermaye yenilenmesi için parça parça yeniden yatırılmasının en kolay olduğu alanın tarım olduğunu vurgular. Sabit sermayenin korunması ise özel bakım maliyetlerine yol açar. Bu korumanın bir kısmını emek sürecinin kendisi zaten sağlar. Sabit sermaye emek sürecinde kullanılmazsa zarar görür, bozulur. Makinelerin veya toprağın kullanılmamasından ileri gelen yıpranma ve aşınma hali buna örnektir. Bu yüzden İngiliz hukuku, kiralanmış toprak alışılageldiği şekilde ekilip işlenmezse bunu açıkça ziyan saymıştır. Sabit sermayenin emek sürecinde fiilen kullanılmasından kaynaklanan koruma, canlı emeğin doğası gereği karşılıksız olarak sağladığı bir hizmettir. Dahası, emeğin koruyucu gücü iki yönlüdür. Bir yandan, iş malzemelerinin değerini bunları ürüne aktararak korur. Diğer yandan, üretim sürecindeki temizleme, bakım eylemleri sayesinde emek araçlarının kullanım değerlerini koruyarak koruma sağlar. Sabit sermayenin iyi durumda tutulabilmesi ekstradan emek harcanmasını da gerektirir. Makinelerin zaman zaman temizlenmesi zorunludur. Bu bağlamda, yokluğu durumunda makineleri kullanılmaz hale getirecek ek emek söz konusudur. Bu ek emek, makineleri üretim sürecinden kaynaklanan zararlı temel etkilerden korumaya ve onları iş görebilir durumda tutmaya yöneliktir. Çok açık ki, sabit sermayenin normal ömrü, işlevlerini normal olarak yerine getirebileceği süre boyunca gerekli bütün koşulların sağlanacağı varsayımına göre hesaplanır. “Burada söz konusu olan, makinenin içerdiği emeğin yerine koyulması değil, makine kullanımının sürekli olarak gerekli kıldığı ek emektir. Söz konusu olan, makinenin yaptığı iş değil, onun üzerinde yapılan iştir.” İşte bu ek emek için harcanan sermaye, ürünün ortaya çıkışını borçlu olduğu asıl emek sürecine girmemekle birlikte, döner sermaye içinde yer alır. Bu ek emeğin üretimde sürekli olarak harcanması gerektiği için, onun değeri de ürünün değeri tarafından sürekli olarak yerine koyulmalıdır. Bu emek için harcanan sermaye, döner sermayenin üretken olmayan maliyetleri kapsamındadır ve normalde üretilen değerlere yıllık ortalama hesap temelinde dağıtılması gerekir. Ancak işin gerçeğine bakıldığında durum genelde farklıdır. Şöyle ki, “temizleme işinin işçiler tarafından bedelsiz olarak dinlenme aralarında yapıldığını ve tam da bu nedenle, çoğu zaman da, kazaların çoğuna kaynaklık edecek şekilde, üretim süreci sırasında yapıldığını daha önce görmüştük. Bu emek, ürünün fiyatında yer almaz. Ürünün fiyatında yer almadığı kadarıyla da tüketici bunu bedavaya elde eder. Diğer yandan, bu şekilde, makinesinin koruma maliyetleri kapitaliste bedavaya gelir. İşçi bunları kişisel olarak öder ve bu da sermayenin kendi kendisini koruma gizemlerinden birini oluşturur”. Öte yandan, makinelerin temizlikleri için üretim sürecinin dışına çekilmelerinin zorunlu olduğu ve temizlik işinin bu yüzden sessiz sedasız yerine getirilemediği çeşitli üretim alanları da vardır. Bu tür bakımlar için harcanan koruma emeği işletme giderleri arasında yer alır ve bu nedenle döner sermayenin bir öğesi sayılır. Örneğin bir yük treninin lokomotifi üst üste en çok üç gün çalıştırıldıktan sonra hangara çekilmek ve orada temizlenmek zorundadır. Kazan ona zarar vermeden yıkanacaksa, önce soğumalıdır. Fiili onarım ya da parça değiştirme işlemleri, başlangıçta yatırılan sermayenin içinde yer almayan ve bu nedenle de sabit sermaye değerinin yavaş yavaş yerine koyulması yoluyla karşılanamayan sermaye ve emek harcamalarını gerektirir. Örneğin sabit sermayenin değeri 10 bin sterlin ve toplam ömrü 10 yıl olsun. Bu sürenin sonunda tümüyle paraya dönüştürülmüş olarak bu 10 bin sterlin, yalnızca başlangıçta yatırılan sermayenin değerini yerine koyar. Ama arada yapılan onarımlar nedeniyle yeni eklenen sermayeyi ya da emeği yerine koymaz. Yeni eklenen bu sermaye ya da emek, tek seferde değil, gereksinim baş gösterdikçe parça parça yatırılan ve yatırım zamanları da ister istemez rastlantısal olan bir ek değer bileşenidir. Her tür sabit sermaye, emek araçları ve emek gücü için bu gibi sonradan ve ihtiyaç ölçüsünde yapılan ek sermaye harcamaları mevcuttur. “Makinelerin vb. tek tek parçalarının maruz kaldıkları hasarlar, konunun doğası gereği rastlantısaldır ve bu yüzden bunların yol açtıkları onarımlar da böyledir. Yine de, az çok belirgin bir karakter sergileyen ve sabit sermaye ömrünün farklı dönemlerinde baş gösteren iki tür onarım işi bunlardan ayrılır: Çocukluk çağı hastalıkları ve çok daha büyük sayılara varan orta yaş sonrası dönem hastalıkları.” Örneğin bir makine üretim sürecine mükemmel bir yapıda girse bile, kullanılmaya başlandıktan sonra, harcanacak ek emekle düzeltilmesi gereken eksiklikler ortaya çıkar. Diğer yandan, bir orta yaş noktasını ne kadar geçerse, normal aşınma ve yıpranma o kadar artar, içerdiği malzeme o denli eskir. Bu durumda, “tıpkı yaşlı bir adamın erken ölmemek için gençliğin gücüne sahip birine göre daha fazla sağlık harcaması yapması örneğinde olduğu gibi, makineyi ortalama ömrünün sonuna kadar ayakta tutmak için yapılması gereken onarım işlerinin sayısı ve ciddiyeti o kadar artar.” Bu nedenlerle, rastlantısal karakterine karşın onarım işleri aslında sabit sermaye ömrünün farklı dönemlerine eşitsiz bir şekilde dağılır. Marx, buraya kadar belirtilen hususlardan çıkan sonuçları sıralar. Onarım işleri için yapılan fiili emek gücü ve emek aracı harcamaları, bu onarımları gerekli kılan durumların kendileri gibi rastlantısaldır; gerekli onarımların kapsamı, sabit sermaye ömrünün farklı dönemlerine farklı şekillerde dağılır. Ayrıca, sabit sermayenin ortalama ömrü hesaplanırken, bu sermayenin kısmen temizlikle (binaların temiz tutulması dahil), kısmen de gerektikçe yapılan onarımlarla sürekli olarak işler durumda tutulduğu varsayılır. Sabit sermayenin aşınması ve yıpranması yoluyla gerçekleşen değer aktarımı, bu sermayenin ortalama ömrü üzerinden hesaplanır; ama bu ortalama ömrün kendisi, bakım için gerekli ek sermayenin sürekli yatırıldığı varsayımına dayanır. Ne var ki, bu ek sermaye ve emek harcamasıyla mevcut değerlere eklenen değerin, harcamanın fiilen yapıldığı anda metaların fiyatlarına giremeyeceği de açıktır. Neticede değeri belirleyen, her zaman ve her yerde olduğu gibi burada da ortalamadır. Belirli bir iş dalına yatırılan sabit sermayenin ortalama ömrü boyunca gerekecek bakım ve onarım işlerinin ortalama ölçekleri deneyimle öğrenilir. Bu ortalama gider ortalama ömre dağıtılır ve ürünün fiyatına buna karşılık gelen parçalar halinde eklenir ve böylece ürünün satılması sayesinde yerine konmuş olur. Bu şekilde yerine konulan ek sermaye, harcanma biçimi düzensiz olsa da döner sermayenin bir parçasıdır. Makinelerdeki her tür arızanın hemen iyileştirilmesi çok büyük bir önem taşıdığından, her büyük fabrikada normal fabrika işçilerine ek olarak mühendisler, marangozlar, teknisyenler vb. gibi özel personel istihdam edilir. Bunların ücretleri değişen sermayenin bir bölümünü oluşturur ve emeklerinin değeri ürüne dağıtılır. Öte yandan, ek üretim araçları için yapılan harcamalar, fiilen düzensiz aralıklarla yatırılmalarına ve dolayısıyla ürüne ya da sabit sermayeye düzensiz aralıklarla girmelerine karşın, yukarıda sözü edilen ortalama hesabına göre belirlenir ve hep bu hesaba göre ürünün bir değer parçasını oluştururlar. Onarım işleri için o an harcanan para-sermaye ise, döner sermayeye de sabit sermayeye de sokulamayan ve günlük işletme giderleri arasında sayılan kendine özgü bir tür oluşturur. Fakat değere yansıtılacak olan rakam ortalama olarak hesaplanmış ve o şekilde maliyet muhasebesinde kaydedilmiştir. Marx, muhasebe yönteminin, hesapları tutulan şeylerin gerçek bağlantılarını hiçbir şekilde değiştirmeyeceğini vurgular. Sahipleri için sabit sermaye olan ve sabit sermaye olarak kiralanan konutlar ve benzerleriyle ilgili kira sözleşmeleri söz konusu olduğunda, yasa koyucu her yerde, bunların normal kullanımından kaynaklanan normal aşınma ve yıpranma ile normal ömrü sırasında konutun iyi durumda tutulması için zaman zaman gerekli hale gelen rastlantısal onarımlar arasındaki ayrımı gözetmiştir. Genel kural olarak birincilerden mal sahibi, ikincilerden kiracı sorumludur. Ayrıca, onarımlar sıradan ve köklü onarımlar şeklinde de ayrılır ve sözleşmede tersi açıkça belirtilmedikçe ikinciler mal sahibi tarafından üstlenilir. Marx diğer bir önemli noktaya işaret eder. Şöyle ki, olağanüstü doğa olaylarıyla, yangınlarla, su baskınlarıyla vb. ilgili olan sigorta, hem aşınma ve yıpranmanın yerine koyulmasından hem de koruma ve onarım işlerinden tümüyle farklıdır. Bunun artı-değerden karşılanması gereklidir ve artı-değerden bir kesinti oluşturur. “Ya da, tüm toplum açısından bakıldığında, kazaların ve doğa güçlerinin neden olduğu olağanüstü hasarları karşılamak için gereken üretim araçlarının el altında bulunması için, sürekli bir aşırı üretimin, yani, eldeki zenginliği basitçe yerine koymak ve yeniden üretmek için gerekenden daha büyük ölçekte bir üretimin gerçekleşmesi zorunludur – nüfus artışını hiç hesaba katmıyoruz.” Yerine koyma işi için gereken sermayenin yalnızca çok küçük bir bölümü nakit rezerv fonundan oluşur. En önemli bölüm ise, üretim ölçeğinin kendisinin genişlemesinde yatar. Örneğin bir makine fabrikası, iş ölçeğini, müşterilerine ait fabrikaların her yıl genişleyebileceği ve bunlardan bir kısmının daima tümüyle ya da kısmen yeniden üretim ihtiyacı içinde olacağı hesabına göre belirlemek zorundadır. Onarım, aşınma ve yıpranma maliyetlerinin toplumsal ortalamaya göre belirlenmesi, aynı üretim dalında bulunan, başka her bakımdan aynı koşullar altında iş gören ve aynı büyüklükte olan sermaye yatırımları için bile kaçınılmaz olarak büyük eşitsizliklere neden olur. Çünkü uygulamada, diyelim bir makine bir kapitalistin elinde ortalama süreden daha uzun bir süre boyunca dayandığı halde, bir diğerinde bu kadar uzun süre dayanmaz. Birinde onarım maliyetleri ortalamanın üzerinde, diğerinde altında olabilir. Ama aşınma, yıpranma ve onarım maliyetleri için fiyatlara eklenen miktar ortalamaya göre belirlendiğinden hepsinde aynıdır. Bu nedenle de, biri bu eklenmiş fiyatla gerçekte kattığından daha fazlasını, bir başkası ise daha azını alır. Aynı işkolunda, emek gücünün sömürü derecesi hepsi için aynı olan kapitalistlerin farklı kazançlar elde etmesine neden olan bu durum, artı-değerin gerçek doğasının anlaşılmasındaki güçlükleri arttırır. “Gerçek onarım ile yerine koyma arasındaki, koruma maliyetleri ile yenileme maliyetleri arasındaki sınır, az çok esnek bir sınırdır. Örneğin demiryollarındaki belirli harcamaların onarım mı yoksa yerine koyma mı oldukları, bunların günlük işletme giderleri arasında mı sayılacağı yoksa ana sermaye ile mi karşılanacağı konulu bitip tükenmeyen tartışmaların nedeni budur. Onarım giderlerinin gelir hesabı yerine sermaye hesabına aktarılması, demiryolu yönetimlerinin kendi kâr paylarını yapay olarak şişirmek için başvurdukları, bilinen bir yöntemdir.” Marx, bununla birlikte deneyimlerin bu konuda da önemli ipuçları sağlamış olduğuna dikkat çeker. Kapitalistlerin muhasebe sistemleri kendilerine daha çok kâr payı aktarmayı sağlayacak hilelerle doludur. Marx’ın örneklediği üzere, becerikli yönetimler kâr payı elde etmek için, onarım ve yerine koyma kavramlarıyla oynarlar. Aslında bu oynamalardan kaynaklanan farklılıkların çok azı gerçek harcamalardaki farklılıklardan doğar. Neredeyse tümü ise, farklı hesaplama yöntemlerinden, harcama kalemlerinin sermaye hesabına ya da gelir hesabına borç olarak kaydedilmesinden kaynaklanır. Bazı durumlarda aşınma ve yıpranma ve dolayısıyla da bunların yerine konması, hesabı tutulmaya değmeyecek kadar küçük olur ve bu gibi durumlarda yalnızca onarım giderleri hesaplara dahil edilir. Genel olarak bunlar doklar, kanallar, demir ve taş köprüler gibi dayanıklı yapılar için geçerlidir. Bunlar için yatırılan sermayenin aşınma ve yıpranma ile orantılı şekilde yavaş yavaş yerine konmasına gerek yoktur; yalnızca yıllık ortalama bakım ve onarım giderlerinin ürünün fiyatlarına aktarılması yeterlidir. Sabit sermayedeki aşınma ve yıpranmayı yerine koymak için, tek tek her bir kapitalist açısından bir amortisman fonu oluşturmak gereklidir. Sabit sermayenin bileşenlerinin önemli bir bölümü, özel nitelikleri nedeniyle parça parça yeniden üretilmeye elverişli değildir. Ayrıca, yenilemenin parça parça yapıldığı durumlarda bile, bu yerine koymanın gerçekleşebilmesi için, üretim dalının özgül karakterine göre, elde daha büyük ya da daha küçük miktarda önceden oluşturulmuş belirli tutarda bir nakit birikiminin bulunması gerekir. Marx, burada kredi sistemini hiç dikkate almadan, salt paranın basit dolaşımı varsayımına dayanarak hareketin mekanizmasını hatırlatır. Şöyle ki, bir toplumda elde bulunan paranın bir bölümü dolaşım aracı olarak ya da doğrudan doğruya dolaşan paranın ivedi rezerv fonu olarak işlev görsün. Bir başka bölümü ise hep gömü olarak hareketsiz tutulsun. Bu durumda toplam para kütlesinin gömüye ve dolaşım araçlarına bölünme oranı durmadan değişir. Bir toplumda var olan gömünün, bir süre dolaşım aracı biçiminde işlev görerek, sonra dolaşmakta olan para kütlesinden yeniden gömü şeklinde ayrılarak durmadan değişen bir dağılım gösterdiği görülür. Modern sanayi ve kapitalist üretimin gelişmesine paralel olarak kredi sistemi gelişir ve daha önce gömü durumundaki para artık büyük finans kuruluşları aracılığıyla sermaye olarak hizmet eder. Ancak unutulmaması gerekir ki, bu sermaye artık salt kendi sahibine hizmet etmekten çıkmış ve emrine girdiği tüm kapitalistlere hizmet eden bir niteliğe bürünmüştür.

Bölüm 9: Öndelenen Sermayenin Toplam Devri. Devir Çevrimleri

Üretken sermayenin sabit ve döner bileşenlerinin devirlerinin farklı biçimlerde ve farklı sürelerde gerçekleştiğini, ayrıca bir işletmenin sabit sermayesinin çeşitli kısımlarının, ömürlerindeki ve bu yüzden yeniden üretilme zamanlarındaki farklılığa göre farklı devir sürelerinin olduğunu daha önce görmüştük. 1. Yatırılan sermayenin toplam devri, farklı bileşenlerinin devirlerinin ortalamasıdır. Bu yalnızca farklı devir zamanlarını hesaba katmaya dayandığından, bunların ortalamasını almaktan daha kolay bir şey yoktur. 2. Ama burada yalnızca nicelik değil, bir de nitelik farkı vardır. Hatırlayalım, üretim sürecine giren döner sermaye, değerinin tümünü ürüne aktarır. Bu nedenle, üretim sürecinin kesintiye uğraması istenmiyorsa, ürünün satışı sayesinde söz konusu döner sermayenin sürekli olarak aynî biçimde yerine konması gerekir. Üretim sürecine giren sabit sermaye ise, ürüne değerinin yalnızca bir bölümünü (aşınma ve yıpranmayı) aktarır ve bu aşınma ve yıpranmaya karşın üretim sürecindeki işlevini sürdürür. Bunun için de, döner sermayede olduğu kadar sık olmamak üzere, daha kısa ya da daha uzun zaman aralıklarıyla aynî olarak yerine konulmayı gerektirir. O halde, ortalama devir hesabı yapabilmek için sabit sermayenin farklı bölümlerinin özel devirlerini, bunların yalnızca nicel açıdan (yani devir sürelerine göre) farklı olmalarını sağlayacak şekilde türdeş biçime indirgemek gerekir. Bu nedenle, yatırılan üretken sermayenin toplam devrini hesaplarken, onun tüm öğelerini para biçiminde sabitleriz; böylece tüm devir, para biçimine geri dönüşle son bulmuş olur. Değerin bu para-biçiminin yalnızca hesap parası biçiminde olduğu kesintisiz üretim sürecinde, değerin daima para olarak yatırıldığı varsayılır ve böylece ortalama hesaplanabilir. 3. Bunlardan şu sonuç çıkar: Yatırılan üretken sermayenin çok daha büyük bir bölümü, yeniden üretim ve dolayısıyla devir zamanı uzun yılları alan sabit sermayeden oluşabilir. Böyle olsa bile, yıl boyunca döndürülen sermaye değeri, döner sermayenin o yıl içindeki art arda devirleri nedeniyle, yatırılan sermayenin toplam değerinden daha büyük olabilir. Marx bir örnek verir. Diyelim sabit sermaye 80.000 sterlin ve bunun yeniden üretim zamanı da 10 yıl olsun. Her yıl sabit sermayenin 8000 sterlini kendi para biçimine geri dönsün ya da devrinin onda birini tamamlasın. Döner sermaye ise 20.000 sterlin olsun ve yılda beş devir yapsın. Bu durumda başlangıçta yatırılan toplam sermaye 100.000 sterlin olur. Devir yapan sabit sermaye = 8000 sterlindir. Devir yapan döner sermaye ise 5 x 20.000 = 100.000 sterlindir. Böylece, yıl boyunca devir yapan sermaye tutarı 108.000 sterlin olur ve bu tutar başlangıçta yatırılan sermayeden 8000 sterlin fazladır. 4. Demek ki, yatırılan sermayenin değer devri, kendi gerçek yeniden üretim zamanından ya da bileşenlerinin gerçek devir zamanlarından farklıdır. Örneğin 4000 sterlinlik bir sermaye, yılda diyelim beş devir yapıyorsa, devir yapan sermaye 5 x 4000 = 20.000 sterlindir. Ama her devrin sonunda yeniden yatırılmak üzere geri dönen miktar, başlangıçta yatırılmış olan 4000 sterlinlik sermayedir. Yeniden sermaye olarak işlev gördüğü devir dönemlerinin sayısı, bunun büyüklüğünü değiştirmez. Fakat burada artı-değer yok varsayılmıştır. Üç numaralı örneğe tekrar bakalım. Bir yılın sonunda kapitalistin eline döndüğü varsayılan miktarlar şöyledir: a) sermayenin döner kısımlarına yatırdığı 20.000 sterlinlik bir değer toplamı, ve b) yatırılan sabit sermayenin değerinden aşınma ve yıpranma yoluyla serbest kalmış bulunan 8000 sterlinlik bir miktar. Bunun yanı sıra, aynı sabit sermaye üretim sürecindeki varlığını eskisi gibi, ama 80.000 sterlinden 72.000 sterline düşmüş bir değerle sürdürür. Demek ki, yatırılan sabit sermayenin ömrünü doldurmasına ve gerek ürün gerekse değer yaratıcısı olarak işlevini tamamlayıp yerine koyulması gereken günün gelmesine dek, üretim sürecinin daha bir dokuz yıl (çünkü 72 / 8 = 9 yıl) sürüp gitmesi gerekecektir. O halde yatırılan sermaye bir devirler çevriminden geçmek zorundadır. Örneğimize göre, birer yıllık on devirden oluşan bir çevrim çizmek durumundadır. Bu çevrim, kullanılan sabit sermayenin ömrüyle, dolayısıyla onun yeniden üretim ya da devir zamanıyla belirlenir. Marx sanayideki çevrimler konusuna açıklık getirir: “Kapitalist üretim tarzının gelişimiyle birlikte kullanılan sanayi sermayesinin değer büyüklüğü ve ömrü ne kadar artarsa, sanayinin ve her özel yatırım alanındaki sanayi sermayesinin ömrü de o kadar uzar ve diyelim ortalama on yıllık bir süreyi bulur. Bu ömür bir yandan sabit sermayenin gelişimiyle uzatılıyorsa, diğer yandan da, üretim araçlarındaki, kapitalist üretim tarzının gelişimiyle durmadan güç kazanan sürekli köklü değişiklikler tarafından kısaltılır. Kapitalist üretim tarzındaki gelişmeyle birlikte üretim araçları da değişikliğe uğrar ve bu yüzden fiziksel olarak tükenmelerinden çok önce, manevi aşınma ve yıpranma sonucu sürekli olarak yerlerine başkalarının koyulması bir zorunluluk olur.” Sanayinin en belirleyici dallarında söz konusu çevrimlerin ortalamada on yıllık olarak varsayılabileceğini belirten Marx’ın, “ama burada kesin sayıyla ilgilenmiyoruz” diye vurgulaması önemlidir. Çünkü bu sayı değişebilir fakat işin özü değişmez. “Şu kadarı açık: Sermayenin sabit bileşeniyle bağlı tutulduğu, bir dizi yılı kapsayan birbirleriyle bağlantılı devirler çevrimi, iş dünyasının, birbirlerini izleyen depresyon, orta derecede canlılık, çöküş, bunalım dönemlerinden geçtiği dönemsel bunalımlar için maddi bir temel oluşturur. Gerçi, sermaye yatırılan dönemler çok farklıdır ve çakışmaktan uzaktır. Ama bunalım her zaman büyük yeni yatırımların başlangıç noktasını oluşturur. Dolayısıyla, toplumun bütünü ele alındığında, bir sonraki devir çevrimi için yeni bir maddi temel de az çok atılmış olur.” Marx konu bağlamında, devrin hesaplanma yöntemi üzerine Amerikalı iktisatçı Scrope’tan örnekler aktarır. Burada üzerinde durmayı gerektirmeyen ayrıntılar bir yana, esas olarak üzerinde durulan husus, farklı üretim öğelerinin farklı dolaşım ve yenilenme sürelerine sahip olmasıdır. Örneğin Marx’ın bu vesileyle tekrar vurguladığı üzere, kapitalistler ham ve yardımcı maddeler gibi üretim araçları için elde stok bulundururlar ve yeni bir üretim sürecinde bu tür üretim araçları için yeniden yerine koyma işlemleri bu stoklardan yapılır. “Dolayısıyla, bu maddelerin durmadan ayni olarak yerlerine koyulmaları gerekse bile, sürekli olarak yenilerinin satın alınması gerekmez. Satın alımların hangi sıklıkta yenileneceği, eldeki stokun büyüklüğüne, onun tükenmesine dek geçen zamana bağlıdır.” Fakat emek gücü söz konusu olduğunda, bu tür bir stok oluşturulmaz. Öte yandan, kapitalist, üretim stokunun yanında bir de bitmiş metalar stoku tutmak zorundadır. “Satış güçlükleri vb. bir yana, örneğin, sipariş üzerine belirli bir meta kütlesinin üretilmesi gerekir. Siparişin son bölümü üretilirken, o sırada bitmiş bulunan metalar, sipariş eksiksiz olarak karşılanabilir olana kadar depoda bekler.” Netice olarak döner sermayenin bileşenlerinin devrinde çeşitli farklılıklar ortaya çıkar. Ayrıca kredi sistemi, ticari sermayeyle birlikte bireysel kapitalistler için devri değişikliğe uğratır. Toplumsal ölçekte ise, kredi sistemi yalnızca üretimi değil tüketimi de hızlandırdığı ölçüde devri değiştirir. (devam edecek)

31 Temmuz 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /15

kapital_c-2.png

Bölüm 10: Sabit ve Dolaşır Sermaye Teorileri. Fizyokratlar ve Adam Smith

Marx bu bölümde, sabit ve döner sermaye (dolaşır sermaye) ayrımı konusunda ünlü burjuva iktisatçıları François Quesnay (1694-1774) ve Adam Smith’in (1723-1790) yaklaşımlarını ele alır. Fizyokrat okulun kurucusu Quesnay’de sabit ve döner sermaye arasındaki ayrım, başlangıç yatırımları ve yıllık yatırımlar olarak görünür. Quesnay bu ayrımı doğru bir şekilde, üretim sürecine doğrudan katılan sermayenin (üretken sermaye) içindeki bir ayrım olarak ortaya koyar. Fakat onun gerçekten üretken saydığı biricik sermaye tarımda kullanılan sermaye olduğundan, bu ayrımı yalnızca çiftçi sermayesi için ortaya koymuştur. Fizyokratlardaki, sermayenin bir bölümünün yıllık devir süresi ile öteki bölümünün bir yılı aşan (on yıllık) devir süresi ayrımı da işte buradan çıkar. Ancak gelişimin seyri içinde, fizyokratlar bu ayrımları zaman zaman diğer sermaye türlerine ve genellikle sanayi sermayesine de uyguladılar. Yıllık yatırımlarla uzun süreli yatırımlar arasındaki ayrım toplum açısından öylesine önem taşır ki, A. Smith’ten sonra bile birçok iktisatçı bu tanıma geri dönmüştür. Gerçekte bu iki yatırım arasındaki fark, ancak yatırılan para üretken sermayenin öğelerine dönüştürüldüğü zaman ortaya çıkar. Sadece ve sadece üretken sermaye içindeki bir ayrımdır bu. Üretken sermayenin bu iki biçimi arasındaki fark, Quesnay’de doğru olarak ortaya konmuştur. Bu fark, bunların bitmiş ürünün değerine farklı biçimlerde girmelerine ve dolayısıyla değerlerinin ürün değerleri üzerinden farklı sürelerde dolaştırılıp, birinin kısa diğerinin uzun dönemde yerlerine konmalarına dayanır. “Ekonominin Babası”, “Kapitalizmin Babası” unvanlarıyla anılan ünlü İskoç ekonomist Adam Smith’in sağladığı biricik ilerleme ise kategorilerin genelleştirilmesi olmuştur. Smith’le birlikte bu ayrım, tek bir özel sermaye biçimine yani çiftçi sermayesine değil, üretken sermayenin tüm biçimlerine uygulanır hale gelmiştir. Böylece, yıllık ve daha uzun yılları kapsayan devirler arasında yalnızca tarımı göz önünde tutarak yapılan ayrımın yerini daha genel bir yaklaşım almıştır. Bu yaklaşım, döner sermayenin devir süreleri ister bir yıl ister daha uzun olsun, sabit sermayenin bir devrinin daima döner sermayenin bir devrinden daha fazlasını kapsayacağı şeklindedir. Fakat Smith’in sağladığı ilerleme, kategorilerin bu genelleştirilmesi ile sınırlıdır. Bunun ötesinde Smith yanlış bir anlayışla, tüm yıllık yatırımları döner sermaye ve başlangıç yatırımlarını ise sabit sermaye olarak kabul eden genel bir kalıbı benimsemiştir. Yalnızca üretken sermaye öğelerine uygulanması gereken ayrımı bu genel şekilde ortaya koymakla, Smith, Quesnay’in yaklaşımının çok gerisinde kalmıştır. Smith’in incelemesini dayandırdığı kaba ampirik yöntem, daha başlangıçta açıklıktan yoksundur. Smith “Ulusların Zenginliği” adlı ünlü kitabında şöyle der: “Bir sermayenin kendisini kullanan kişiye bir gelir ya da kâr sağlamak için kullanılabileceği iki farklı yol vardır.” Oysa Marx’ın belirttiği üzere, bir değerin sermaye olarak işlev görebilmesi, sahibi olan kişiye bir artı-değer ya da artı-değerden bir pay sağlamasına bağlıdır. Bu anlamda sermayenin yatırılabileceği biçimler, sermaye yatırım alanları kadar farklı ve çeşitlidir. Sorun böyle formüle edildiğinde mesele burada da bitmez. Asıl olarak, değerin, üretken sermaye olarak yatırılmasa bile, sahibi olan kişi için nasıl olup da sermaye olarak, örneğin faiz getiren sermaye, tüccar sermayesi vb. olarak işlev görebildiği sorusunu da içerir. Dolayısıyla, Smith çözümlenmesi gereken sorudan uzaklaşmıştır. Marx’a göre konu bağlamında sorulması gereken soru şudur: “Üretken sermayenin, farklı yatırım alanları bir yana, kendi farklı öğelerine bölünmesi, onun devri üzerinde ne şekilde etkide bulunur?” İlerleyen satırlarda Marx, A. Smith’ten çeşitli alıntılar eşliğinde onun yanlışlarını eleştirir. Burada asıl önemlisi, Marx’ın açıklamalarındaki özü yakalamak olduğundan konuyu özetleyerek ele alabiliriz. Smith bir açıklamasında tüccar sermayesinin para ve meta başkalaşımından hareket eder ve dolaşım alanındaki bu sermayeyi döner sermaye olarak ele alır. Fakat gerçekte bu, üretken sermaye biçimine karşıt olarak, dolaşım sürecine ait olan, piyasada meta-sermaye ve para-sermaye biçiminde dolaşan sermayedir. Marx bunu üretken sermayeyi oluşturan sabit ve döner sermayeden farklı olarak dolaşım sermayesi diye adlandırır. Bu dolaşım sermayesinin, sanayici kapitalistin üretken sermayesinin sabit ve döner sermaye olarak bölünmesiyle bir ilgisi yoktur. Dolaşım alanındaki sermaye, yatırılan sermaye değerinin kendi yaşam öyküsü boyunca art arda sürekli paradan metaya ve metadan paraya yeniden girip çıktığı farklı biçimlerdir. Açık ki, A. Smith fizyokratlara göre büyük bir gerileme anlamına gelmek üzere, üretken sermayenin kendi iç bölünmesiyle dolaşım alanındaki biçim değişikliklerini aynı kefeye koymuştur. Marx, A. Smith’in yaklaşımını eleştirirken, zaten onun döner sermayeden söz ederken tüccar sermayesini ele almakla kendi yanlışını kanıtladığını belirtir. Zira tüccar sermayesi, kapitalistin üretken sermayesi ile hiçbir ilgisi olmayan bir örnektir. Ne var ki, Smith’in konuya dair açıklamaları yalnızca bu boyuttan ibaret değildir ve o söz konusu kitabında, döner ve sabit sermaye arasındaki farkın üretken sermayenin kendi içerisindeki temel farklardan kaynaklandığına da değinmiştir. İşte bu nedenle Marx, A. Smith’in yaklaşımındaki kafa karışıklığına dikkat çeker: “A. Smith’in kafasının bir yanında fizyokratlardan gelen ayrım, öteki yanında sermaye değerinin devresi sırasında geçirdiği biçim farklılıkları vardır. Ve bu ikisi tümüyle birbirine karışmıştır.” Marx’ın, Adam Smith’e yönelttiği eleştirilerin pek çok ayrıntısını bizzat Kapital’den okumak isteyen okuyucuları bir yana bırakmak koşuluyla, değinilen hususların çarpıcı yönleriyle ilerleyelim. A. Smith verdiği bazı örneklerde iş araçlarını sabit sermaye, ücretler ve hammaddelerle yardımcı maddelere yatırılan sermaye parçasını ise döner sermaye olarak gösterir. Evet, bunlar üretken sermayenin parçalarıdır ama bu kadarı üretken sermayenin iç bölümlenmesini açıklamaya yetmez. Oysa Marx, kâr ve artı-değer konusuna açıklık getirebilmek için sermayenin iç bölümlenmesinde ücretlerin değişen sermaye ve diğerlerinin değişmeyen sermaye olarak nitelenmesi gerektiğini detaylarıyla ortaya koymuştur. Sabit ve döner sermaye ayrımı ise daha önce değindiğimiz üzere başka bir konudur. Ayrıca ve daha önemlisi ve de Smith’in yanılgısının aksine, sabit sermaye emek araçlarında bütünüyle sabitlenip kalan sermayedir diye tanımlanamaz. Çünkü emek araçlarına yatırılan değerin bir bölümü ürünün değer bileşeni olarak dolaşırken, yalnızca bunun dışındaki diğer bölümü emek araçlarında sabitlenmiş olarak kalır. Smith, sabit sermayenin karşıtı olan döner sermaye konusuna değinirken de farklı tanımları birbirine karıştırır. Meta-sermayenin dolaşım alanında geçirdiği başkalaşımları (M-P-M), üretken sermayenin çeşitli öğelerinin üretim süreci sırasında geçirdikleri başkalımla aynı kefeye koyar. İşte bu yanlış yaklaşım kârın kaynağının açıklanmasında da yanlışa neden olur. Bu yanlışın temelinde yatan alışılmış bir düşünce vardır. İktisatçılar, artı-değer ancak ürünün satılması yoluyla, yani ürünün dolaşımı yoluyla realize olduğundan, onun yalnızca satıştan, dolaşımdan kaynaklandığını savunurlar. Oysa kârın kaynağı dolaşımda değil, üretim sürecinde yatar. Marx, Smith’in yanlış yaklaşımlarının aksine, fizyokrat Quesnay’in sermaye içindeki ayrımları yeniden üretim sürecinden ve bunun gereklerinden türetmiş olduğunu belirtir. Kısacası, Marx’ın vurguladığı üzere, A. Smith bu konularda Quesnay’in çok gerisinde kalmıştır. Marx’ın konu bağlamında vurguladığı bir başka husus, Smith ve benzerlerinin değişmeyen ve değişen sermaye arasındaki farka açıklık getirmekten kaçınmalarıdır. Onlar bunun yerine, kârın kaynağı olarak sabit ve döner sermaye ayrımını öne çıkartırlar. Böylece, “kapitalist üretimin tüm gizemi daha da karanlığa gömülür”. Zaten Smith’ten sonraki iktisatçılar, değişen sermaye ile değişmeyen sermaye karşıtlığını göz ardı ederek, temel ve tek ayırt edici olarak sabit sermaye ile döner sermaye ayrımına sıkı sıkıya sarılmışlardır. A. Smith sabit ve döner sermayelerin nelerden oluştuğunu söylerken, binalar, hammaddeler gibi bazı farklı maddi öğeleri sayıp döker. Sabit ve döner sermaye ayrımını, sanki bu ayrım nesnelerin özünde bulunan doğal ve maddi farklılıklardan kaynaklanıyormuş gibi ele alır. Bu yaklaşım tamamen yanlıştır. Sabit sermaye konusunda bina gibi bazı maddi öğeleri örnek vermek sermaye konusuna hiçbir açıklık getirmez. Marx bu hususu açıklığa kavuşturmak için mukayeseli örnekler verir. Örneğin bir baş hayvan, iş hayvanı yani emek aleti olarak kullanıldığında sabit sermayenin bir öğesidir. Fakat aynı maddi öğe (bir baş hayvan) besi hayvanı yani hammadde olarak kullanılırsa, çiftçinin döner sermayesinin bir kısmını oluşturur. Keza “bir ev, işyeri olarak işlev gördüğünde, üretken sermayenin sabit bir bileşenidir; konut olarak işlev gördüğünde ise, konut olma niteliğiyle, hiçbir şekilde bir sermaye biçimi değildir.” Kısacası, aynı maddi öğe (bina) bazen üretim araçları olarak, bazen de tüketim araçları olarak işlev görebilir. Smith’in esaslı bir yanlışı, üretken sermayeden söz ederken meta-sermaye ve para-sermaye arasındaki ayrımı işin içine karıştırmasıdır. Oysa para hiçbir zaman üretim süreci içinde işlev gören sermayenin bir biçimi değildir; yalnızca sermayenin kendi dolaşım sürecinde aldığı biçimlerden biridir. Ayrıca, Smith’in sabit ve döner sermayeye değinirken tüccardan söz etmesi onun kafa karışıklığını gösterir. Marx konuya açıklık getirir: “Üretici ürününü tüccara sattığında, bu artık kesinlikle onun sermayesinin bir biçimini oluşturmaz. Toplum açısından bakıldığında ise, üreticisinden başka birinin elinde de olsa, elbette hâlâ meta-sermayedir.” Bitmiş ürünlerin hepsi meta-sermayedir fakat tüccara satılıp dolaşım sürecine girdiğinde sanayici kapitalistin üretken sermayesiyle hiçbir ilgisi kalmaz. Ancak bir başka kapitalist o bitmiş ürünü kendi üretim süreci için satın aldığında, bu meta üretken sermayenin bir parçası haline gelir. Örneğin pamuk ipliği yapımcısının ürünü olan iplik onun sermayesinin meta biçimidir, meta-sermayesidir. Bu ipliği satın alan dokumacı kapitalistin elinde ise iplik üretken sermayesine dahil olur. Diğer yandan bir meta-ürün (diyelim kömür) eğer üretim amacıyla değil de geçim aracı olarak satın alınıyorsa (kişinin ısınma ihtiyacı için), artık yeniden üretken sermaye oluşturma kapasitesini yitirmiş demektir. Marx daha da önemli bir noktaya dikkat çeker ve Smith’in döner sermaye bileşenlerini sayarken emek gücünü unutmasının çok çarpıcı olduğunu belirtir. Smith döner sermayeyi meta-sermaye olarak ele alırken, emek gücünü ait olduğu döner sermaye başlığının altına koymaz. Üretken sermayenin bileşeni olan emek gücü parçasını, işçinin kendi geçimi için satın aldığı geçim araçları harcaması olarak varsayar. Böylece aslında kapitalistin işgücü için yaptığı harcamalardan oluşan değişen sermaye, Smith’te dolaşım sürecinin bir parçası olarak güme gider. Oysa, “üretim sürecine dahil olan şey, işçinin kendisini ayakta tutmasını sağlayan geçim araçları değil, emek gücü, işçinin kendisidir.” Eğer Smith’in yaptığı gibi, emek gücü harcaması değişen sermaye olarak ele alınmayıp, dolaşıma ait geçim araçları harcaması kabul edilirse, Marx bu durumda emek gücü harcamasının örneğin iş hayvanlarının besin maddelerinden farkının kalmayacağına dikkat çeker. Üretim sürecinde emek gücünün oynadığı rolden farklı olarak, geçim araçları mevcut değerlere bir artı-değer ekleyemez. Bunların değeri zaten üretilen ürünün değeri içindedir. Smith’in yanlışı konusundaki bir başka çarpıcı örnek, onun, işçilerin emeğini fizyokratlar gibi iş hayvanlarınınkiyle aynı kefeye koyan yaklaşımıdır. Smith, çiftçinin yalnızca hizmetkârları değil, iş hayvanları da üretken işçilerdir demiştir. (Dikkat edelim: Bu yaklaşım, günümüzde de burjuva iktisatçıların ve onların peşinden sürüklenenlerin, robotlarla işçiler arasında fark görmemeleri konusunu aydınlatan bir örnektir.) Keza Smith, sabit sermaye başlığı altında “edinilmiş ve yararlı beceriler” kategorisinden söz eder ve bu da aslında ücretli emekçinin becerileridir ve sabit sermayenin değil, döner sermayenin bir bileşenidir. Smith’in yarattığı karışıklıklara bir başka örnek de, onun makinelerin bakımı için kullanılan işgücü harcamasını sabit sermayeden sayarken, genelde işçinin geçim araçları karşılığını döner sermaye olarak kabul etmesidir. Kendisinden sonra gelen iktisatçılar tarafından da hiç eleştirilmeden benimsenmiş yanlış bir yaklaşımdır bu. Marx’ın belirttiği üzere, Smith’in tüm toplumsal zenginliği 1. dolaysız tüketim fonu, 2. sabit sermaye ve 3. döner sermaye şeklinde bölmesi onun büyük bir hatasıdır. Böylece, aslında toplumsal sermayenin hiçbir parçasını oluşturmayan tüketim fonu da işin içine karıştırılmış olur. Bu yaklaşıma göre, zenginliğin bir bölümü sermaye olarak, öteki bölümü tüketim fonu olarak işlev görür sonucu ortaya çıkar ve de bu bir saçmalıktır. Oysa kapitalist üretim altında toplumsal ürünlerin tüm kitlesi, dolaşımda ister bireysel tüketime ister üretken tüketime gidecek olsun, önce toplam bir meta-sermayedir. Kapitalist üretim için şu genel önerme geçerlidir: Diğer tüm ayrıntılar bir yana, bütün ürünler piyasaya metalar olarak gelir ve kapitalist için sermayesinin meta biçimi olarak dolaşır. “Bu nedenle, bütün üretim ve tüketim araçlarının, bütün üretken ve bireysel tüketim öğelerinin, metalar olarak satın alınma yoluyla yeniden piyasadan çekilmesi gerekir.” Herkesçe bilinen bu gerçek kuşkusuz doğrudur ve üretken sermayenin hem sabit hem de döner öğeleri için de geçerlidir. Toplumsal açıdan bakıldığında, meta-sermayenin yalnızca emek aracı olarak hizmet edebilen ürünlerden oluşan bölümü er ya da geç emek araçları olarak işlev görmek zorundadır. Başka bir deyişle, kapitalist üretim temeli üzerinde, bu tür ürünler kapitalistler tarafından satın alınıp meta olmaktan çıkar çıkmaz toplumsal üretken sermayenin sabit bölümünün gerçek öğelerini oluştururlar. Fakat burada ürünün doğal biçiminden kaynaklanan bir ayrım ortaya çıkar. Örneğin bir iplik makinesi şayet bir üretim öğesi, yani üretken sermayenin sabit bileşeni olarak işlev görmezse, bir iplik makinesinin hiçbir kullanım değeri olmaz. “Ama iplik makinesi taşınabilir bir şeydir. Makine, üretildiği ülkeden ihraç edilebilir ve başka ülkelere ister ham maddeler vb., ister şampanya karşılığında olsun, dolaylı ya da dolaysız olarak satılabilir. Makine, bu durumda, üretildiği ülkede yalnızca meta-sermaye olarak işlev görmüş, ama hiçbir zaman, satışından sonra bile, sabit sermaye olarak işlev görmemiştir.” “Buna karşılık, örneğin fabrika binaları, demiryolları, köprüler, tüneller, doklar vb. gibi, toprak iyileştirmeleri vb. gibi, toprağa dahil olarak yerelleşmiş bulunan ve bu nedenle de ancak yerel olarak kullanılabilen ürünler, cisimleriyle, oldukları gibi ihraç edilemez. Bunlar taşınabilir şeyler değildir. Ya yararsızdırlar, ya da satılır satılmaz, üretildikleri ülkede sabit sermaye olarak işlev görmek zorundadırlar.” Fakat bu söylenenlerden, böylesi taşınmaz şeylerin her durumda kendiliklerinden sabit sermaye oldukları sonucu hiçbir şekilde çıkmaz. Örneğin konut olarak kullanılan evler vb. toplumsal sabit sermayenin parçası olamaz ve ancak tüketim fonu içinde yer alabilirler. Böylece, toplumsal zenginliğin bir öğesini oluşturdukları halde, toplumsal sermaye içinde yer almazlar. Bu şeylerin üreticisi kuşkusuz bunların satışıyla bir kâr elde eder. Smith’in yaptığı gibi, bu noktadan hareketle bunları kategorik olarak döner sermayenin parçası saymak tamamen yanlıştır. Marx bir başka önemli hususa değinir. “Mülkiyet hakları, örneğin bir demiryolunun hisse senetleri, her gün el değiştirebilir ve bunların sahipleri bu hakları yurt dışında satarak bir kâr bile elde edebilir; bu durumda, demiryolunun kendisi değilse de mülkiyet hakları ihraç edilebilir şeylerdir. Ama her ne olursa olsun, bu şeyler, yerel olarak bulundukları ülkenin kendisinde, ya atıl kalmak ya da bir üretken sermayenin sabit bileşeni olarak işlev görmek zorundadır. Aynı şekilde, A sanayicisi fabrikasını B sanayicisine satarak kâr elde edebilir; ama bu, fabrikayı, eskiden olduğu gibi sabit sermaye olarak işlev görmekten alıkoymaz.” Bu anlatılanlardan, sabit sermayenin kaçınılmaz olarak yalnızca taşınamaz şeylerden oluştuğu sonucu çıkmaz. Örneğin bir gemi ve bir lokomotif yalnızca hareketleri aracılığıyla iş görür; fakat onu üretim sürecinde kullanmak için satın alan kapitalistler için sabit sermaye olarak işlev görür. Öte yandan, üretim sürecine gerçekten sabitlenmiş bulunan, bu süreçte yaşayan ve ölen ve bu sürece girdikten sonra onu bir daha hiç bırakmayan bazı şeyler de üretken sermayenin döner bileşenleridir. Örneğin, üretim sürecinde makineleri çalıştırmak için tüketilen kömür, fabrika binalarını aydınlatmak için kullanılan gaz vb. Bu gibi örnekler döner sermayenin parçasıdır, ama örneğin dokunan kumaşın ipliğinden farklı olarak, üretim sürecinden kendi görünen cisimleriyle ayrılmazlar. Bunlar, değerleri üretime yardımcı olduğu ve metaların değerlerine tümüyle girdiği için, dolayısıyla da metaların satışıyla bir bütün olarak yerlerine koyulmaları gerektiği için döner sermayenin parçasıdır. Marx, ücretler için yatırılan sermaye parçasının fizyokratlarda doğru şekilde, başlangıç yatırımlarından farklı olarak yıllık yatırımlar arasında sayıldığını belirtir. Öte yandan, onların da bir yanlışı vardır. Onlarda çiftçinin kullandığı üretken sermayenin bir bileşeni olarak emek gücünün kendisi değil, tarım işçilerine verilen geçim araçları görülür. Bu yaklaşım tümüyle fizyokratlara özgü öğretiyle bağlantılıdır. Çünkü onlara göre, işgücünün ürüne eklediği değer parçası, yalnızca işçilere ödenen ücret karşılığı işçilerin işlevlerini sürdürebilmeleri için zorunlu olarak tüketecekleri geçim araçlarının değerine eşittir. Fizyokratların kendi öğretileri, değişmeyen sermaye ve değişen sermaye ayrımına ulaşmalarına engel olmuştur. Çünkü onlar toplumsal zenginliğin kaynağı olarak tarımı kabul etmişlerdir. Oysa kendi fiyatının yeniden üretimine ek olarak artı-değer üreten emek söz konusu olduğunda, bu artı-değer tarımda olduğu kadar sanayide de üretilir. Ama fizyokratların sistemine göre artı-değer sadece tarımda üretilir ve bu nedenle yalnızca tarımsal emek üretken emektir. Ne var ki onlara göre artı-değer emek gücünün kendisinden değil, tarımsal emeğe doğanın sunduğu yardımdan kaynaklanır. Marx daha önce değinilen önemli bir hususu tekrar hatırlatır. Değişmeyen sermaye ve değişen sermaye ayrımını yapmak gereklidir. Çünkü bu ayrım yapıldığında, değişen sermayenin (işgücüne yatırılan sermaye) üretim sürecinde üretilen metalara kendi değerinden daha fazla bir değer kattığı, yani sermaye değerini değiştirdiği ortaya çıkar. Oysa işgücünün dışında kalan diğer tüm üretim öğeleri için yapılan harcamalar değişmeyen sermayedendir, çünkü bunlar üretilen ürüne kendi değerlerinden fazla bir değer katmaz, yani sermayenin değerini değiştirmezler. Sabit ve döner sermaye ayrımı ise, daha önce değinildiği üzere, bir başka açıdan yapılan bir ayrımdır. Bu ayrımın, değişmeyen ve değişen sermaye ayrımı sayesinde işgücünün oynadığı rolün aydınlatılmasıyla hiçbir ilgisi yoktur. Döner sermaye tanımında sözü edilen şey, yalnızca, yatırılan toplam sermaye değerinin bu bölümünün üretimde kullanılıp bitirildikten sonra hangi şekilde yenileneceğini anlatır. Kısacası, amortismana tabi uzun ömürlü binalar ve makinelerden farklı olarak, her bir yeniden üretim için o sermaye kısmının nasıl yerine konulacağını açıklar. Hatırlanacağı üzere, döner sermayeyi oluşturan işgücü, hammadde gibi üretim öğeleri için gereken sermaye, bir önceki üretimden çıkan ürünün dolaşım alanında paraya çevrilmesi sayesinde yeni bir üretim sürecine döndürülür ve üretim bu temelde sürdürülür. Marx, Adam Smith’in görüşlerini eleştirirken işte bu gerçeklerden hareket eder. Emek gücünün satın alınması ve yeniden satın alınmasının dolaşım sürecine ait olduğunu vurgular. Ama emek gücüne yatırılmış olan değer, kapitalist için belirli bir değişmeyen büyüklükten bir değişen büyüklüğe ancak üretim süreci içinde dönüşür. Açıktır ki, emek gücüne yatırılmış olan değer yalnızca üretim alanında kendisini değerlendiren değere dönüştürülür. “Ne var ki” der Marx, “Smith’te olduğu gibi, emek gücüne yatırılan değerin değil, işçinin geçim araçlarına yatırılan değerin üretken sermayenin akışkan bileşeni olarak tanımlanması, değişir ve değişmez sermaye arasındaki ayrımın ve dolayısıyla genel olarak kapitalist üretim sürecinin kavranmasını olanaksızlaştırır.” Marx’ın açıkladığı üzere, Smith, emek gücüne yatırılmış olan sermaye parçasının değişen sermaye olduğu anlayışını, kendisinden sonra gelecek iktisatçıları da etkileyecek biçimde öldürmüştür. Smith için şu değerlendirmeyi yapar Marx: “Başka yerlerde geliştirdiği daha derin ve daha önemli düşünceler değil ama bu büyük hatası başarılı oldu.” Smith’ten sonraki yazarlar, işçilerin geçim araçlarına yatırılan değeri döner sermayenin temel tanımı yapmışlardır. Marx, “Bir yandan toplumsal üründen işçilerin alacakları payların sınırlarını fiziksel olarak daraltan, ama öte yandan da emek gücü satın alımında tüm büyüklüğüyle harcanması gereken bir verili büyüklük olarak geçim araçlarından meydana gelen emek fonu öğretisi bununla bağlantılıydı elbette” der. Böylece Marx, burjuva iktisatçıların dünden bugüne uzanan çarpıtmalarını en incelikli noktalarından yakalayarak aydınlatmış olur.  (devam edecek)

29 Ağustos 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /16

kapital_c-2.png

Bölüm 11: Sabit ve Dolaşır Sermaye Teorileri. Ricardo

Marx bu bölümde ünlü İngiliz iktisatçı David Ricardo’nun (1772-1823) görüşlerini ele alır. Ricardo, sabit sermaye ile dolaşır (döner) sermaye arasındaki ayrımı, yalnızca değer kuralının istisnalarını (ücret hadlerinin fiyatları etkilediği durumları) göstermek amacıyla ortaya koymuştur. Bu konuyu asıl olarak üçüncü ciltte ele alacağını belirten Marx, Ricardo’da temeldeki bulanıklığın kendisini daha en başından açığa vurduğuna dikkat çeker. Çünkü Ricardo bu iki sermaye türünden söz ederken, sabit sermaye emek aletlerine ve döner sermaye de emeğe yatırılan sermayeye eşittir anlamına gelecek şekilde konuyu ele almıştır. Daha önceki bölümlerden hatırlanacağı gibi bu yaklaşım yanlıştır, çünkü böyle açıklandığında döner sermaye ücretlere yatırılan değişen sermaye ile aynı sepete atılmış olur. Oysa iki farklı sermaye türü arasındaki karşıtlık değerlenme süreci üzerinden (değişmeyen ve değişen sermaye) açıklanmalıdır. Ricardo’da bu karşıtlık dolaşım sürecinden çıkarıldığı için (Smith’e özgü eski karışıklık), ortaya çifte yanılgılı tanımlar çıkmıştır. Marx bu konudaki eleştirisini iki maddede toplar. Birincisi: Sabit sermayenin döner sermayeden farklılığı ile sermayenin değişmeyen ve değişen sermaye bileşimindeki farklılıklar eşanlamlı gibi kabul edilmektedir. Ne var ki aslında bu farklılıklardan ikincisi artı-değer üretimindeki farklılığı belirler. Buna karşılık, birincisi ise verili bir değerin üretim araçlarından ürüne aktarılma tarzıyla ilgilidir. Dolaşım süreci dikkate alındığı sürece, bu birinci farklılık yalnızca, yatırılan sermayenin yenilenme dönemiyle ilgilidir. Kapitalist üretim sürecinin iç işleyiş mekanizması derinliğine görülmediğinde bu farklılıklar gerçekten de çakışır. Toplumsal artı-değerin farklı sanayi dallarına yatırılan sermayeler arasındaki dağılımında, sermayenin yatırılmış bulunduğu değişik zaman dönemleri arasındaki farklılıklar ve sermayenin farklı organik bileşimleri (ayrıca, değişmeyen sermaye ile değişen sermayenin farklı dolaşımları), genel kâr oranının eşitlenmesine ve değerlerin üretim fiyatlarına dönüşümüne aynı derecede katkıda bulunur. İkincisi: Dolaşım süreci açısından bakıldığında, bir yanda emek araçları (yani sabit sermaye), öte yanda iş malzemeleri ve ücret (yani döner sermaye) vardır. Buna karşılık, emek ve değerlenme süreci açısından bakıldığında ise, bir yanda üretim araçları (emek araçları ve iş malzemeleri) yani değişmeyen sermaye, öte yanda emek gücü yani değişen sermaye yer alır. Sermayenin organik bileşimi açısından, aynı değişmeyen sermaye değeri büyüklüğünün, daha çok emek aracı ve daha az iş malzemesinden mi yoksa daha çok iş malzemesi ve daha az emek aracından mı oluştuğunun hiçbir önemi yoktur. Her şey, üretim araçlarına yatırılan sermayenin emek gücüne yatırılan sermayeye oranına bağlıdır. Dolaşım süreci açısından bakıldığında, sabit ve döner sermaye arasındaki ayrım açısından, döner sermayenin verili bir değer büyüklüğünün iş malzemelerine ve ücrete hangi oranlarda bölündüğü de hiçbir önem arz etmez. Ne var ki, Ricardo değişen ve değişmeyen, sabit ve döner sermaye ayrımlarını doğru biçimde açıklayamadığı için sermayenin iş malzemelerine (ham ve yardımcı maddeler) yatırılan değer parçasını hiçbir yere koyamaz ve bu parça tümüyle yok olup gider. Marx burada ekonomi politiğin ücret ödemeleri konusuna nasıl yaklaştığını da hatırlatır. Ekonomi politiğe göre, kapitalist, ücretleri haftada, ayda ya da üç ayda bir ödemesine bağlı olarak, bu ücretleri sanki önceden ödemiş olmaktadır. Gerçeklik ise bunun tersidir. Kendisine haftada, ayda ya da üç ayda bir ücret ödenmesine göre, işçi kapitaliste emeğini bir haftalığına, bir aylığına ya da üç aylığına avans vermektedir. Çünkü kapitalist işçiye iş göreceği zaman aralığı için önceden ödemede bulunmak yerine, günlerce, haftalarca, aylarca iş gördürdükten sonra ona ödemede bulunmaktadır. Bu hatırlatmanın ardından, Ricardo’nun görüşlerini bazı maddeler üzerinden değerlendirmeye devam eder Marx. 1. Değişen sermayenin karakteristik özelliği, kendisinin kapitalist tarafından ödenen değerini yeniden üretmekle kalmayıp, aynı zamanda bir artı-değer, daha önceden var olmayan ve bir eşdeğer verilerek satın alınmayan yeni bir değer üreten emek gücü ile mübadele edilmesidir. Ücretlere yatırılan sermaye parçasını değişmeyen sermayeden her bakımdan ayırt eden bu karakteristik özellik, ücretlere yatırılan sermaye parçasına salt dolaşım süreci açısından bakıldığında ortadan kaybolur. Çünkü dolaşımdan bakıldığında, ücretlere ödenen sermaye parçası, emek araçlarına yatırılan sabit sermaye karşısında döner sermaye olarak görünür. Kısacası, dolaşıma ait döner sermaye kategorisi, yeni değer yaratmayan hammadde parçasıyla yeni değer yaratan ücret parçasının farklılığını gözden gizler. Dolaşımdan bakıldığında sabit ve döner sermaye ayrımında farklılık yalnızca şundan ibaret olur: “Bir metanın üretimi için kullanılan emek araçlarının değeri, metanın değerine ancak kısmen girer ve bu nedenle metanın satışıyla da ancak kısmen yerine koyulur ve dolayısıyla genel olarak yalnızca parça parça ve adım adım yerine koyulur. Diğer taraftan: bir metanın üretimi için kullanılan emek gücünün ve emek nesnelerinin (ham maddeler vb.) değeri, metaya bir bütün olarak girer ve bundan ötürü onun satışıyla tümüyle yerine koyulur.” Burada gerek sabit gerek döner sermaye parçaları açısından, yatırılmış değerlerin ürüne aktarılması ve ürünün satışıyla yeniden yerlerine koyulmaları söz konusudur. Aradaki tek fark, değer aktarımının ve dolayısıyla değerin yerine koyulmasının parça parça ve adım adım mı yoksa tek seferde mi gerçekleştiğidir. Böylece, değişen sermaye ile değişmeyen sermaye arasındaki her şeyi belirleyen esas fark, dolayısıyla artı-değer oluşumunun ve kapitalist üretimin tüm gizi gösterilememiş olur. İşte dolaşım açısından ayırt edilen sabit ve döner sermaye ayrımını esas alan burjuva iktisatçılarının yaptığı budur ve onlar sermayenin bütün bileşenlerini birbirlerinden yalnızca dolaşımdaki farklılık açısından ayırt ederler. Bu hususlar açıklığa kavuşturulduğunda, Marx’ın dediği gibi, “burjuva ekonomi politiğinin, A. Smith’in «değişmez ve değişir sermaye» kategorilerini «sabit ve dolaşır sermaye» kategorileriyle karıştırmasına içgüdüsel olarak sıkı sıkıya sarılmasının ve onu hiç eleştirmeden bir yüzyıl boyunca kuşaktan kuşağa tekrarlamasının nedeni böylece anlaşılır hale” gelmektedir. Burjuva ekonomi politiğinde, ücretlere yatırılan sermaye parçası hammaddelere yatırılan sermaye parçasından hiçbir şekilde ayırt edilmez. Ücretlere ödenen sermaye parçasının değişmeyen sermayeden farkı da, ürün tarafından parça parça mı yoksa bir bütün olarak mı dolaştırılmasına bağlanarak, biçimsel olarak (yani değer yaratıcı özelliği gözden gizlenerek) ortaya konmuş olur. “Böylece, kapitalist üretimin gerçek hareketini ve dolayısıyla kapitalist sömürüyü anlamayı sağlayacak olan temel, tek bir darbeyle yerle bir edilir.” Fizyokratlarda durum daha değişiktir. Onlarda yıllık yatırımlar ile başlangıç yatırımları arasındaki ayrım, yalnızca, sermayenin ve özellikle de tarımsal sermayenin farklı bileşenlerinin farklı yeniden üretim dönemleriyle ilişkilidir. Artı-değer üretimi hakkındaki görüşleri ise, teorilerinin bu ayrımlardan bağımsız bir parçasını, hem de teorilerinin can alıcı noktası olarak öne çıkardıkları parçasını oluşturur. Artı-değerin oluşumu, sermayenin kendisinden doğan bir şey olarak açıklanmamakta, tek bir özel üretim alanına, tarıma bağlanmaktadır. 2. Değişen sermayenin tanımında temel nokta, kapitalistin verili bir değer büyüklüğünü, değer yaratıcı bir güçle mübadele etmesidir. Kapitalistin işçiye parayla mı yoksa geçim araçlarıyla mı ödeme yaptığı, bu temel tanımda hiçbir değişikliğe yol açmaz. Bu ancak, kapitalistin yatırdığı değerin varlık tarzını değiştirir. Değer birincisinde para biçiminde var olur, işçi bununla piyasadaki geçim araçlarını kendisi satın alır; ikincisinde ise geçim araçları biçimindedir, işçi bunları doğrudan tüketir. Gerçekte, gelişmiş kapitalist üretim, nasıl genel olarak dolaşım sürecinin aracılık ettiği üretim sürecini, yani para ekonomisini varsayarsa, işçiye de ücretinin para olarak ödendiğini varsayar. Ama artı-değer yaratımı (dolayısıyla yatırılan değer tutarının sermayeleştirilmesi), ücretlerin para biçiminden ya da ayni olarak ödenmesinden veya emek gücü satın alınması için yatırılan sermayeden kaynaklanmaz. “Değerin değer yaratıcı güçle mübadelesinden, değişmeyen bir büyüklüğün değişen bir büyüklüğe çevrilmesinden kaynaklanır.” Emek araçlarının daha çok ya da daha az sabit olması, genelde bunların dayanıklılık derecelerine, yani fiziksel bir özelliğe bağlıdır. Diğer koşullar aynı kalmak kaydıyla, bunlar dayanıklılık derecelerine göre daha çabuk ya da daha yavaş aşınıp yıpranacak, bu nedenle de sabit sermaye olarak daha uzun ya da daha kısa bir süre işlev görecektir. Fakat sabit sermaye olarak işlev görmeleri, hiçbir şekilde salt bu fiziksel dayanıklılık özelliğinin bir sonucu değildir. Örneğin metal fabrikalarındaki hammadde, kendisini işleyen makineler kadar dayanıklıdır. Ne var ki, hammadde olarak hizmet eden metal döner sermayenin bir parçasını oluştururken, belki de aynı metalden yapılan emek aracı sabit sermayenin bir parçasını oluşturur. Dolayısıyla, aynı metalin bazen sabit sermaye başlığının altına bazen de döner sermaye başlığının altına koyulmasının nedeni, maddi fiziksel doğası değildir. Tersine, bu ayrım, üretim sürecinde bazen hammadde gibi emek nesnesi, bazen de makine gibi emek aracı olarak oynadığı rolden kaynaklanır. Bir emek aracını sabit sermaye kılan yapıldığı maddenin dayanıklılığı olmasa bile, emek aracı olarak oynadığı rol görece dayanıklı bir malzemeden oluşmasını gerektirir. Emek gücüne yatırılan sermaye parçasının hangi temelde ele alındığı önemlidir. Eğer sermayenin emek gücüne yatırılan kısmı yalnızca dolaşımdaki sabit sermaye kategorisine karşıtlık açısından ele alınırsa (dolayısıyla değişmeyen ve değişen sermaye ayrımları ile sabit ve döner sermaye ayrımları da aynı sepete atılırsa), buradan, emek gücüne yatırılan sermayenin yalnızca döner sermaye olma niteliği türetilir. Oysa daha önce değinildiği gibi bu yaklaşım doğru değildir. Unutmamak gerekir ki, ücretlere yatırılan sermayenin gerçek maddesi etkin, değer yaratan emek gücüdür. Kapitalistin ölü, diyelim makineler halinde maddeleşmiş emek halinde sermayesine dahil ettiği metanın değerini, üretilen yeni metanın değerine aktaran canlı emektir. Üretim süreci açısından bakıldığında, gerek binalar, makineler, aletler grubu ve gerekse hammaddeler vb. grubu, üretken sermayenin emek araçları bileşenlerini oluştururlar. Üretim süreci açısından her iki grup da maddi etmenlerdir ve emek gücü kişisel etmen olarak ikisinin de karşısında durur. Değerlenme süreci açısından bakıldığında, emek gücü değişen sermayedir ve emek araçları değişmeyen sermaye olarak onun karşısında durur. Demek ki, değerin kendini genişletme süreci açısından söylemek gerekirse, dolaşım sürecinde sabit (örneğin binalar, makineler) ve döner (hammaddeler vb.) diye ayrılan emek araçları, üretim süreci açısından değişen sermaye ile karşıtlık içinde değişmeyen sermayeyi oluştururlar. Dolaşım süreci açısından bakıldığında ise emek gücünün durumunu anlamak önem kazanır. Emek gücü işlev gördüğü süre boyunca sürekli olarak değer ve artı-değer yaratır. “Emek gücünün tarafında hareket olarak, değer yaratımı olarak görünen şey, onun ürününün tarafında, hareketsiz biçimde, yaratılmış değer olarak görünür.” Emek gücü işlevini tamamladığında, sermaye artık bir yandaki emek gücü ile öbür yandaki üretim araçlarından oluşmaz. Emek gücüne yatırılmış olan sermaye değeri, şimdi, ürüne eklenmiş bulunan değerdir (artı-değer de dahil). Süreci yinelemek için, ürünün satılması ve buradan ele geçen parayla durmadan yeni baştan emek gücü satın alınması ve bunun üretken sermayeye dâhil edilmesi gerekir. Bu da, makineler, binalar gibi emek araçlarında sabitlenmiş olan sermayeden farklı olarak, tıpkı her üretim döngüsünde yenilenen ham ve yardımcı malzemelerde olduğu gibi, emek gücüne yatırılan sermaye parçasına da döner sermaye niteliğini kazandırır. Nasıl ki ham ve yardımcı maddelerin bir üretim döngüsünde tüketilip bir sonraki için yenilenmesi gerekiyorsa, emek gücünün yenilenmesi için gereken sermaye parçasının da maddi içeriği bakımından, işçinin tüketimine giden geçim araçlarından oluşması gerekir. “Bu durumda, sabit sermaye daha yavaş aşınıp yıpranan ve bu nedenle daha yavaş bir şekilde yerlerine koyulmaları gereken emek araçlarından, emek gücüne yatırılan sermaye de daha hızlı bir şekilde yerlerine koyulmaları gereken geçim araçlarından oluşur.” Ne var ki, daha hızlı ya da daha yavaş aşınıp yıpranma arasındaki sınır çok belirsiz ve bulanıktır. Ricardo şöyle der: “İşçinin tükettiği besinlerin ve giysilerin, içinde çalıştığı binaların, işinde kendisine yardımcı olan aletlerin tümü, doğaları açısından, geçicidir. Ama bu farklı sermayelerin dayanma sürelerinde yine de çok büyük bir farklılık görülür: bir buhar makinesi bir gemiden, bir gemi işçinin giysisinden ve işçinin giysisi de onun tükettiği besin maddelerinden daha uzun süre dayanır.” Ricardo’nun gözden kaçırdığı bir hususu hatırlatır Marx: “Ricardo, burada, işçinin oturduğu evi, mobilyalarını, çatal, bıçak, kapkacak vb. gibi hepsi de dayanıklılık bakımından emek araçlarıyla aynı nitelikte olan tüketim aletlerini saymayı unutuyor. Aynı şeyler, aynı türden şeyler, bir yerde tüketim araçları olarak, bir başka yerde emek araçları olarak görünür.” Ricardo’nun kendi sözleriyle, sabit ve döner sermaye arasındaki fark şudur: “Sermaye, çabuk bozulmasına ve yeniden üretilmeyi sık gerektirmesine ya da yavaş tüketilmesine bağlı olarak, döner ya da sabit sermaye başlıkları altında sınıflandırılır.” Ve Ricardo şu notu ekler: “Temel önem taşımayan ve sınır çizgisi kesin olarak çizilemeyecek olan bir bölünme.” Görüleceği üzere Ricardo’nun sabit ve döner sermaye ayrımı kendi ifadesiyle de bir belirsizliğe büründürülmüştür. Marx yukarıda belirtilen hususlardan sonra, “böylece çok şükür bir kez daha fizyokratlara dönmüş bulunuyoruz” der. Fizyokratlarda yıllık yatırımlar ile başlangıç yatırımları arasındaki ayrım, tüketim sürelerine ve dolayısıyla kullanılan sermayenin farklı yeniden üretim sürelerine dayanıyordu. Fizyokratlarda toplumsal üretim için önemli bir olguyu anlatan ve Quesnay’in “Ekonomik Tablo”sunda dolaşım süreciyle de bağlantılı olarak sunulan ayrım, Ricardo’da bizzat kendi deyişiyle temel önem taşımayan bir fark haline getirilmiştir. Sermayenin emek gücüne yatırılan kısmı ile emek aletlerine yatırılan kısmını, yalnızca bunların kendi yeniden üretim dönemiyle ve dolayısıyla kendi dolaşım süresiyle ayırt etmek yanlıştır. Böyle yapılırsa, birinci kısım geçim araçlarını ve ikinci kısım emek aletlerini kapsar ve bunlar birbirinden yalnızca biri diğerinden daha hızlı yıpranabilir olma özelliğiyle ayırt edilmiş olur. Böylece, emek gücüne yatırılan sermaye (değişen sermaye) ile üretim araçlarına yatırılan sermaye (değişmeyen sermaye) arasındaki her tür ayırt edici fark silinip gider. Marx söz konusu yanlış yaklaşımın, Ricardo’nun gerçekte artı-değer teorisi olan kâr teorisiyle ve onun değer öğretisiyle de tümüyle çeliştiğini belirtir. Ricardo, sabit sermaye ile döner sermaye arasındaki farkı, bunların farklı üretim dallarına yatırılan eşit büyüklükteki sermayeler içindeki farklı oranlarının değer yasasını etkilemesi ölçüsünde hesaba katar. Fakat sabit ve döner sermaye ile değişmeyen ve değişen sermayeyi karıştırması yüzünden çok vahim yanılgılara düşer ve konuyu incelemeye gerçekten tümüyle yanlış bir temelden başlar. Diğer önemli bir nokta şudur: Emek gücünün her durumda sözleşmeyle önceden belirlenen fiyatının parayla mı yoksa geçim araçlarıyla mı ödeneceği, emek gücünün verili bir fiyatının olmasını hiçbir şekilde değiştirmez. Bununla birlikte, ücretin para şeklinde ödenmesi durumunda, bu paranın üretim sürecine emek araçları gibi girmediği açıktır. Çünkü emek araçları üretim sürecine yalnızca değerleriyle değil, aynı zamanda maddeleriyle girerler. Buradan hareketle, işçinin ücretiyle satın aldığı geçim araçları da döner sermayenin maddi biçimi olarak düşünülüp emek araçlarının karşısına yerleştirilirse, bu takdirde sorun farklı bir yön alır. Meseleye böyle yaklaşanlar, üretim araçlarının değeri emek sürecinde ürüne aktarılıyorsa, geçim araçlarının değeri de bunları tüketen emek gücünün etkinliğiyle ürüne aynı şekilde aktarılır diye düşünülebilirler. Marx bu yaklaşımı şu sözlerle eleştirir: “Böylece, kapitalist üretim sürecinin tam bir gizeme dönüştürülmesi başarıyla tamamlanmış ve üründe var olan artı-değerin kaynağı göz önünden tümüyle uzaklaştırılmış olur.” Dahası bu yaklaşım, burjuva ekonomi politiğine özgü fetişizmi, yani toplumsal üretim sürecinde şeylere verilen toplumsal, ekonomik niteliği, sanki bu şeylerin maddi doğasından kaynaklanan bir niteliğe dönüştüren fetişizmi de tamamlamış olur. Marx, ekonomik niteliklerin şeylerin doğasından değil üretim sürecinde üstlendikleri rolden kaynaklandığı konusunda örnek verir. Örneğin, “emek araçları sabit sermayedir” diye kestirip atmak çelişkilere ve karışıklıklara sürükleyen skolastik bir tanımdır. Oysa Kapital birinci ciltte gösterilmiş olduğu gibi, nesnel bileşenlerin emek aracı olarak mı, iş malzemesi olarak mı, yoksa ürün olarak mı işlev gördükleri, üretim sürecinde oynadıkları rollere, işlevlerine bağlıdır. Buradan hareketle, emek araçları da ancak, üretim süreci gerçekten kapitalist üretim süreci ise ve üretim araçları bu nedenle gerçekten sermaye ise ve sermayenin ekonomik belirliliğine ve toplumsal karakterine sahipse, sabit sermayedirler. Ve ikincisi, eğer değerlerini ürüne ancak belirli bir biçimde aktarıyorlarsa, sabit sermayedirler. Böyle değilse, bunlar sabit sermaye olmadan, emek araçları olarak kalırlar. Aynı şekilde, gübre gibi yardımcı maddeler, emek araçlarının çok büyük çoğunluğu gibi, (maddelerine bakıldığında örneğin makinelere benzemedikleri halde) ekonomik kategori olarak sabit sermaye olurlar. O halde ekonomik tanımların şeylerin maddi özelliklerinden skolastik kalıplar olarak türetilemeyeceği açıktır. Bu önemli husus, ücret ödemelerinin sermaye olma özelliğinin de doğru şekilde kavranmasını ilgilendirir. Eğer yukarıda değinildiği üzere, ücretlere yatırılan sermaye, ister dolaylı (para) ister doğrudan (aynî) olarak geçim araçlarının niteliklerini taşıyan bir sermaye diye nitelenirse, buradan doğru bir yere varmak mümkün olmaz. Çünkü ücret ödemelerine sermaye niteliğini kazandıran özellik, başkalarının emeği aracılığıyla sermayeyi koruma özelliğidir. Marx’ın bu bölümde açıklığa kavuşturduğu hususlar, Ricardo’nun ve A. Smith’in yanlış yaklaşımlarına ışık tutar. Örneğin Ricardo, her yerde değişen ve değişmeyen sermaye ilişkisini, döner ve sabit sermaye ilişkisiyle karıştırmıştır. Ayrıca, bir üretim aracının neden sabit sermaye olabileceği konusuna değinirken, dolaşımdaki değerin geri dönüşünün daha yavaş ya da daha hızlı olduğu noktasından hareket etmiştir. Oysa Marx’ın belirttiği üzere, “bir üretim aracını sabit sermaye kılan, sadece geriye dönüşün daha yavaş ya da daha hızlı olması değil, değerin ürüne aktarılmasının belirli tarzıdır”. Marx bölümü bitirirken A. Smith tarafından yaratılan karışıklığın burjuva iktisatçılar arasında yol açtığı bazı sonuçlara da değinir. Örneğin sabit sermaye ile döner sermaye arasındaki ayrım, üretken sermaye ile meta-sermaye arasındaki ayrımla karıştırılmıştır. Buna göre, birincisi, diyelim aynı makine piyasada meta olarak bulunurken döner sermaye, üretim sürecine dahil olduğunda ise sabit sermaye sayılmıştır. Bu yaklaşımla, belirli bir türdeki sermayenin neden daha sabit ya da daha döner olması gerektiğini anlamak kesinlikle mümkün değildir. İkincisi, her tür döner sermaye, ücretlere yatırılmış ya da yatırılacak olan sermayeyle özdeşleştirilmiştir. Üçüncüsü, değişen ve değişmeyen sermaye ayrımı, döner ve sabit sermaye arasındaki ayrımla karıştırılmış ve neticede tümüyle ikinci ayrıma indirgenmiştir. Böylece, bütün emek araçları, ham maddeler, vb. sabit sermaye ve yalnızca ücretlere yatırılmış olan sermaye de döner sermaye olarak nitelenmiştir. Ama böyle bir indirgemenin yapılması yüzünden, değişmeyen sermaye ile değişen sermaye arasındaki ayrım da hiç mi hiç anlaşılamamıştır. (devam edecek)

29 Eylül 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /17

kapital_c-2.png

Bölüm 12: Çalışma Dönemi

Marx bu bölümde çalışma dönemi konusunu açıklamak üzere iki farklı işkolunu ele alır. İşgününün aynı büyüklükte olduğu, emek sürecinin diyelim on saat sürdüğü, pamuk ipliği imalatçılığı ve lokomotif imalatçılığı gibi iki işkolundan örnek verir. Birincisinde her gün, her hafta belirli bir nicelikte bitmiş ürün, pamuk ipliği ortaya çıkar. İkincisinde bitmiş bir ürünü, bir lokomotifi ortaya çıkarmak için emek sürecini belki üç ay boyunca yinelemek gerekir. Birinci durumda ürün bitişleri kesikli bir doğaya sahiptir, çünkü aynı iş her gün ya da her hafta yeniden başlar. Diğerinde emek süreci süreklidir; bağlantılarıyla, işlemlerinin sürekliliğiyle, ancak daha uzun bir vadede bitmiş bir ürün ortaya çıkaran daha büyük sayıdaki günlük üretim süreçlerini kapsar. Bu örneklerde günlük emek sürecinin süresinin aynı olmasına karşın (10 saat), üretim eyleminin süresinde, yani ürünü bitmiş olarak ortaya çıkarmak, onu meta olarak piyasaya sürmek, dolayısıyla üretken sermayeden meta-sermayeye dönüştürmek için gerekli yinelenen emek süreçlerinin süresinde çok belirgin bir fark vardır. Sabit sermaye ile döner sermaye arasındaki farkın bununla hiçbir ilgisi yoktur. Her iki iş dalında tıpatıp aynı oranlarda sabit ve döner sermaye kullanılsaydı bile, bu sözü edilen ayrım gene de ortaya çıkardı. Marx, üretim eyleminin süresindeki bu farklılıkların, yalnızca değişik üretim alanları arasında değil, üretilecek olan ürünün miktarına bağlı olarak aynı üretim alanının içinde de ortaya çıktığına dikkat çeker. “Örneğin sıradan bir konut, büyük bir fabrika binasından daha kısa sürede inşa edilir ve dolayısıyla daha az sayıda sürekli emek süreçlerini gerektirir. Bir lokomotifin yapımı üç ay alırsa, bir zırhlı gemininki bir ya da birkaç yıl sürer. Tahıl üretimi yaklaşık bir yıl, büyükbaş hayvan yetiştirmek birkaç yıl alır, ağaç yetiştirmek 12-100 yıl sürebilir; bir demiryolunun yapımı için yıllar gerekirken, bir karayolu belki birkaç ayda bitirilebilir; sıradan bir halının dokunması belki bir hafta, bir Goblen halının dokunması yıllar sürer vb. Yani, üretim eyleminin süresindeki farklılıklar sonsuz derecede çeşitlidir.” Şayet yatırılan sermayeler eşitse, üretim eyleminin süresindeki bu farklılık kuşkusuz sermaye harcamalarının devir hızında bir farklılığa yol açar. Diğer bir deyişle, belirli bir sermayenin yatırılmış bulunduğu sürede bir fark yaratır. Marx konuyu açmak için örnek üzerinden bir varsayımda bulunur. Bir iplik fabrikası ile bir lokomotif fabrikasında kullanılan sermayeler aynı büyüklükte, bunların değişmeyen ve değişen bölümleri arasındaki oran da, sabit ve döner bölümleri arasındaki oran da aynı olsun. Ayrıca, her ikisindeki işgünlerinin aynı büyüklükte ve işgününün gerekli emek ile artı-emeğe dağılımının aynı olduğunu varsayalım. Ayrıca, dolaşım sürecinden kaynaklanan ve örnek olarak aldığımız durumla ilişkisi olmayan bütün koşulları ortadan kaldırmak için, ipliğin de lokomotifin de sipariş üzerine üretildiklerini ve bedellerinin bitmiş ürünün tesliminde ödendiğini kabul edelim. İplik fabrikası sahibi haftanın sonunda bitmiş ipliği teslim ederken, döner sermaye için yaptığı yatırımı geri aldığı gibi (burada artı-değeri konu dışı bırakıyoruz), ipliğin değerine katılan sabit sermayenin aşınma ve yıpranma payını da geri almış olur. İşte bu yüzden, aynı sermayeyle aynı devreyi yeni baştan yineleyebilir. Çünkü bu sermaye devrini tamamlamıştır. Buna karşılık lokomotif fabrikatörü üç ay boyunca her hafta ücretlere ve hammaddelere yeni sermaye yatırmak zorundadır. Ancak üç ay geçip lokomotif teslim edildikten sonra, bu süre boyunca bir ve aynı üretim eylemine, bir ve aynı metanın üretimine parça parça yatırılan döner sermaye devreyi yeni baştan başlatabileceği bir biçimde bulunur. Makinelerin bu üç aylık dönem içindeki aşınma ve yıpranması da aynı şekilde ancak şimdi yerine koyulur. Görülür ki, birininki bir hafta için yapılmış bir harcamadır, diğerininki ise haftalık harcamanın on iki katıdır (3 ay x 4 hafta = 12). Bütün öteki koşulların aynı olduğu varsayıldığında, biri öbürününkinin on iki katı büyüklüğündeki bir döner sermayeyi elinin altında bulundurmak zorundadır. Bununla birlikte, bu örnekte haftalık olarak yatırılan sermayelerin eşit olması önemli bir koşul değildir. Yatırılan sermayenin miktarı ne olursa olsun, aynı işlemi yineleyebilmek için birinci durumda yalnızca bir haftalığına, diğerinde on iki haftalığına yatırım yapılır. Devir hızındaki farklılık ya da aynı sermaye değerinin yeniden yeni bir üretim sürecine hizmet edebilmesi için bireysel sermayenin yatırılmasını gerekli kılan süre arasındaki fark burada şunlardan kaynaklanır: “Bir lokomotifin ya da herhangi bir makinenin yapımı 100 iş günü alıyor olsun. İplikçilikte ve makine yapımında çalıştırılan işçiler bakımından, 100 iş günü, her iki durumda da, varsayımımıza göre, birbirini izleyen, ayrı ayrı, onar saatlik 100 emek sürecinden meydana gelen süreksiz (kesikli) bir büyüklük oluşturur.” Oysa makine-ürün bakımından bu 100 iş günü, sürekli bir büyüklük yani 1000 iş saatlik bir işgününü, birbirine bağlı tek bir üretim eylemini oluşturur. Marx, birbiriyle bağlantılı az ya da çok sayıda işgününün birbirini izlemesiyle oluşan böyle total işgününe bir çalışma dönemi dediğini belirtir. “İş gününden söz ettiğimizde, çalışma zamanının uzunluğunu, yani işçinin, her gün, emek gücünü harcamak, çalışmak zorunda olduğu süreyi kastediyoruz. Buna karşılık çalışma döneminden söz ettiğimizde, bu, bitmiş bir ürün ortaya koymak için belirli bir iş dalında gerekli olan birbiriyle bağlantılı iş günlerinin sayısı anlamına geliyor.” Bu durumda her bir işgününün ürünü, üzerinde günbegün çalışılacak ve ancak daha uzun ya da daha kısa bir çalışma döneminin sonunda bitmiş şeklini kazanacak olan kısmi bir üründür. Bunalımlar sonucu toplumsal üretim sürecindeki kesilmeler ve düzensizlikler, üretimleri daha kısa ya da daha uzun bir çalışma dönemini gerekli kılan emek ürünleri üzerinde çok farklı etkilerde bulunur. Örneğin kısa çalışma dönemine sahip iplik, kömür vb. üretiminde gerçekleşen kesintiler durumunda belirli bir iplik, kömür vb. kütlesinin bugünkü üretimini, ertesi gün yeni bir iplik, kömür vb. üretimi izlemez. Ama sorunun boyutu bu örneklerde nispeten küçüktür. Oysa gemiler, binalar, demiryolları vb. için durum farklıdır. Bu alanlarda yalnızca çalışma değil, bağlantılı bir üretim eylemi de kesilir. “Yapılan iş sürdürülmezse, o zamana dek onun üretimi için tüketilmiş olan üretim araçları ve emek boşuna harcanmış olur. İşe yeniden başlansa bile, arada geçen zamanda her zaman bir kötüleşme gerçekleşir”. Çalışma döneminin tüm süresi boyunca, sabit sermayenin, ürün tamamlanana kadar her gün ürüne aktardığı değer parçası katmanlar halinde birikir. İşte burada, sabit ve döner sermaye arasındaki fark da uygulamada önem taşıyan yönüyle ortaya çıkar. Şöyle ki, sabit sermaye üretim sürecine uzunca bir süre için yatırılmıştır, belki de çok sayıda yıldan oluşan bu sürenin bitiminden önce yenilenmesi gerekmez. “Bir buhar makinesinin, değerini, her gün parçalar halinde kesikli bir emek sürecinin ürünü olan ipliğe mi aktardığı, yoksa üç ay boyunca sürekli bir üretim eyleminin ürünü olan bir lokomotife mi aktardığı, buhar makinesinin satın alınabilmesi için harcanması gereken sermaye bakımından hiçbir şeyi değiştirmez. Makinenin değeri, bir durumda, küçük dozlar halinde, örneğin haftada bir, öbüründe, daha büyük kütleler halinde, örneğin üç ayda bir geri döner. Ama her iki durumda da buhar makinesi belki ancak yirmi yıl sonra yenilenir.” Ürünün satışı sayesinde makinenin değerinin parça parça geri döndüğü iplik üretiminde aynı buhar makinesi, birçok çalışma dönemi boyunca üretim sürecinde işlev görmeyi sürdürür. Kısa sürede üretimi tamamlanmayan ürünler için yatırılan döner sermayenin durumu ise farklıdır. Üç aylık sürekli bir üretim eyleminin ürünü olan lokomotif örneği üzerinden ilerleyelim. Örneğin bu hafta için satın alınan emek gücü bu hafta boyunca harcanmış ve üründe nesneleşmiştir. Bu haftanın sonunda ona ödeme yapılması gerekir. Ve emek gücüne bu şekilde yapılan sermaye yatırımı üç ay boyunca her hafta yinelenir; ama döner sermayenin bu parçasının bir hafta harcanması, kapitaliste bir sonraki hafta emek gücü satın almayı reddetme olanağını sağlamaz. Emek gücüne ödeme yapmak için her hafta yeni ek sermaye harcanması gerekir ve her tür kredi ilişkisini bir yana bırakırsak, ücretler haftalık parçalar halinde ödense bile, kapitalistin hali hazırda üç aylık sürenin ücretlerini ödeyebilecek durumda olması gerekir. Döner sermayenin diğer parçası, yani ham ve yardımcı maddeler için de aynı durum geçerlidir. Harcanan emek katmanları birbiri ardına ürüne eklenir. Yalnızca harcanan emek gücünün değeri değil, artı-değer de emek süreci sırasında sürekli olarak ürüne aktarılır. Ne var ki bu ürün henüz tamamlanmamıştır, henüz dolaşıma sokulacak tamamlanmış meta durumuna gelmemiştir. Aynı husus, ham ve yardımcı maddelerden ürüne katmanlar halinde aktarılan sermaye değeri için de geçerlidir. Ürünün özgül doğasının ya da üretimiyle hedeflenen yararlı etkinin gerektirdiği çalışma döneminin uzunluk ya da kısalığına bağlı olarak, henüz hiçbir parçası dolaşıma girebilecek ve dolayısıyla üretilen değeri yeniden para sermayeye dönüştürecek bir durumda bulunmayan tamamlanmamış ürünleri düşünelim. Bunlar için sürekli ve ek bir döner sermaye (ücret, ham maddeler ve yardımcı maddeler) harcaması gerekir. Bunun her bir parçası, art arda, oluş halindeki ürünün bileşeni olarak üretim alanının içinde sabitlenir, üretken sermaye biçiminde bağlanır. Ama unutmayalım ki sermayenin devir zamanı, onun üretim zamanı ile dolaşım zamanının toplamına eşittir. Dolayısıyla, üretim zamanındaki bir uzama devir hızını, dolaşım zamanındaki bir uzamanın düşürdüğü kadar düşürür. Marx, iplik ve makine üretiminden hareketle başlangıçta verilen örneklerdeki varsayımları tekrar hatırlatır. Şöyle ki, her iki üretim için de yatırılan sermayelerin aynı büyüklükte oldukları, bu sermayelerin hem değişmeyen ve değişen sermayelere hem de sabit ve döner sermayelere bölünme oranlarının aynı olduğu, işgünlerinin her ikisinde de aynı uzunlukta olduğu, kısacası, çalışma döneminin süresi dışındaki tüm koşulların aynı olduğu varsayılmıştır. İlk hafta her ikisinde de aynı büyüklükte harcama yapılır, ama hafta bittiğinde iplikçinin ürünü satılabilir ve ele geçen parayla yeni emek gücü ve yeni hammadde satın alınabilir. Buna karşılık, makine imalatçısı ilk hafta harcanmış olan döner sermayeyi ancak üç ayın bitiminde makine-ürün tamamlandıktan sonra dolaşımda yeniden paraya dönüştürebilir. O halde, birincisi, yatırılan aynı büyüklükteki sermayenin geriye dönüşünde fark vardır. İkincisi, iplik üretiminde üretken sermaye bir haftanın sonunda para-sermaye olarak geri döndüğünden bununla üretim aynı ölçekte yeniden başlatılabilir. Fakat makine üretiminde para-sermaye olarak geri dönüş süresi üç aya çıktığından bu yenilenme süresinin tamamlanmasına dek başlangıçta yatırılan sermayeye sürekli olarak yeni sermaye niceliklerinin eklenmesi gerekmektedir. Neticede, sermaye harcamalarının büyüklükleri iplikçi ve makine imalatçısı için tümüyle farklıdır. Dolayısıyla, hem belirli sermaye parçalarının yenilendiği süreler ve yatırım süresinin uzunluğu hem de emek sürecinin uzunluğuna bağlı olarak yatırılması gereken sermaye kütlesi farklıdır. Marx, bu hususun bir sonraki bölümde incelenecek olan örnekleri ilgilendirdiğini belirtir. O örneklerde görüleceği üzere, yatırım süresi, yatırılacak olan sermaye kütlesinde bununla orantılı bir büyümeyi gerektirmeden de uzayabilir. Sermayenin daha uzun süre için yatırılması gerekir ve daha büyük miktardaki bir sermaye üretken sermaye biçiminde bağlanmış bulunur. Kapitalist üretimin daha az gelişmiş aşamalarında gözlemlenen bir duruma da dikkat çeker Marx. O aşamalarda, uzun bir çalışma dönemini ve uzun bir süre için büyük bir sermaye harcamasını gerektiren girişimler (yol yapımı, kanallar gibi) pek de kapitalist üretimin konusu olmamıştır. Olduğu kadarıyla da, maliyetleri yerel topluluklar veya devletler tarafından karşılanmış ve emek gücü söz konusu olduğunda da eski dönemlerde bu çoğu zaman angarya konusu olan girişimler olarak gerçekleştirilmiştir. O dönemlerde, üretimi uzun bir çalışma dönemini gerektiren nesnelerin ancak çok küçük bir kısmı kapitalistin kendi özel olanaklarıyla yapılmıştır. Örneğin bir ev yapımında, evi yaptıran kişi evi yapan müteahhide evin ödemesini, üretim sürecinin ilerlemesi ölçüsünde parça parça yapmıştır. Kapitalizmin gelişmesiyle değişen durumu Marx şöyle açıklar: “Buna karşılık, bir yandan büyük sermaye kütlelerinin tek tek kişilerin ellerinde toplanmış bulunduğu, öte yandan bireysel kapitalistlerin yanında birleşik kapitalistin (anonim şirketlerin) ortaya çıktığı ve aynı zamanda kredi sisteminin gelişmiş bulunduğu gelişmiş kapitalist dönemde, bir kapitalist yüklenici artık yalnızca istisnai olarak tek tek özel kişilerin siparişleri üzerine inşaat işleri yapar. Bireysel kapitalistler nasıl yükleniciler olarak demiryolları inşa etme işini yürütüyorsa, o da piyasa için sıra sıra evler ve mahalleler inşa etme işini yürütür.” Bir yüklenicinin (müteahhit) 1857 yılında bankacılık komitesi huzurunda söylediklerinden Marx’ın aktardığı satırlar, 1800’lerin başından 1857’ye gelindiğinde kapitalist üretimin Londra’da ev yapımı işini nasıl kökünden değiştirdiğini gözler önüne serer: “Artık sipariş üzerine çok az inşaat yapılıyor. Yeni bir eve gereksinimi olanlar, spekülasyon amacıyla inşa edilmiş olanlardan ya da henüz yapım aşamasında olanlardan birini seçiyor. Yüklenici artık müşteri için değil, piyasa için çalışıyor; tıpkı tüm diğer sanayiciler gibi, piyasada bitmiş meta bulundurmak zorunda. Bir girişimci daha önceleri spekülasyon amacıyla aynı anda belki üç ya da dört evin inşaatına devam ederken, şimdi, üzerinde 100’e ya da 200’e varan sayıda ev dikmek için daha büyük bir arsa satın almak ve böylece kendi servetini yirmi ila elli kez aşan bir işe girişmek zorunda. Gerekli fonlar ipotek yoluyla sağlanıyor ve yükleniciye, tek tek evlerin yapımında alınan yol oranında para veriliyor. Öndelik taksitlerinin ödenmesini kesintiye uğratan bir bunalım patlak verirse, girişim genellikle tümüyle çöküyor; evler, en iyi durumda, daha iyi günler gelene dek tamamlanmamış olarak kalıyor, en kötü durumda ise açık artırmaya düşüyor ve yarı fiyatlarına elden çıkarılıyor. Spekülasyona dayalı ve büyük ölçekli inşaat işleri yapmadıkça, bugün artık hiçbir yüklenici ayakta kalamaz. Yapım işinin salt kendisinin getirdiği kâr çok çok sınırlı; asıl kazanç kaynağı, inşaat alanının dikkatli bir şekilde seçilmesinden ve ustalıklı bir şekilde kullanılmasından kaynaklanan toprak rantı artışlarından oluşuyor.” Bu anlatılanlar, günümüz dünyasında kapitalist inşaat tekellerinin dönüşüm adı altında doğanın bağrını ve yeşil alanları deşip plansızca diktikleri ucube beton yığınları üzerinden sağladıkları devasa kârların kaynağına da işaret ediyor. Marx, kapitalizmin gerçekliğine ışık tutan çok önemli bir gerçekliğe değinir. Ciddi ölçülerde uzun çalışma dönemlerine ve büyük ölçeklere sahip işler, ancak, sermaye ciddi bir yoğunlaşma derecesine ulaştığında ve diğer yandan kredi sisteminin gelişmesi, kapitaliste, kendi sermayesi yerine başkalarının sermayesini yatırmanın ve dolayısıyla aynı zamanda riske atmanın kolay yollarını sunduğunda, tümüyle kapitalist üretimin konusu haline gelir. Açıktır ki, üretim için yatırılan sermayenin onu kullanan kişinin kendi sermayesi olup olmaması devir hızını ve devir zamanını hiç etkilemez. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, aynı miktar ürünün üretimi için gereken çalışma dönemini kısaltan çeşitli faktörler ortaya çıkar. Tek tek işgünlerinin ürününü çoğaltan elbirliği, işbölümü, makine kullanımı gibi durumlar, aynı zamanda, birbirleriyle bağlantılı üretim eylemlerinden oluşan çalışma dönemini kısaltır. “Böylece, makine kullanımı, ev, köprü vb. yapım sürelerini; ekin biçme ve harman dövme makineleri, tarladaki olgunlaşmış tahılı bitmiş metalara dönüştürmek için gereken çalışma dönemini kısaltır. İyileştirilmiş gemi yapımcılığı teknikleri, hızda yükselme sağlayarak, deniz taşımacılığına yatırılan sermayenin devir zamanını kısaltır.” Ne var ki, döner sermayenin yatırılması için gereken zamanı kısaltan bu iyileştirmelerin çoğu, sabit sermaye harcamalarındaki artışla el ele gerçekleşir. Diğer yandan, bazı üretim dallarında çalışma dönemi, yalnızca elbirliğinin yaygınlaştırılmasıyla kısaltılabilir. Örneğin büyük işçi ordularının harekete geçirilmesi ve böylece işin çok farklı kısımları üzerinde aynı anda çalışılması, bir demiryolunun tamamlanmasını hızlandırır. Kuşkusuz bunun için, kapitalistin buyruğu altında daha çok üretim aracının ve daha çok emek gücünün birleşmiş olması gerekir. Çalışma dönemindeki kısalmanın, yukarıda bertilen nedenlerle, genelde bu kısaltılmış zaman için yatırılan sermayedeki artışla bağıntılı olduğu açıktır. O halde burada hatırlanması gereken şudur: Mevcut toplumsal sermaye miktarı ne olursa olsun, önemli olan nokta, üretim ve geçim araçlarının ya da bunlar üzerindeki tasarruf hakkının hangi derecede dağınık ya da bireysel kapitalistlerin ellerinde birleşmiş olduğu, yani sermayelerin yoğunlaşmasının hangi ölçeğe ulaşmış bulunduğudur. Kredi sistemi bir yandan sermaye yoğunlaşmasını teşvik eder, hızlandırır ve arttırırken, diğer yandan çalışma döneminin ve bununla birlikte devir zamanının kısaltılmasına yardımcı olur. Ancak, çalışma döneminin belirli doğal koşullarla önceden belirlenmiş bulunduğu üretim dallarında yukarıda sözü edilen araçlarla hiçbir kısalma sağlanamaz. Örneğin hayvancılıkta, yatırılan sermayenin kısa zamanda geri dönmemesi nedeniyle karşılaşılan para elde etme zorunluluğu (vergi, toprak rantı vb. gibi sabit ödeme yükümlülüklerini yerine getirmek için) nedeniyle, hayvanlar iktisadi açıdan normal olan yaşlarına ulaşmadan ve tarıma büyük zarar verme pahasına satılır ya da kesilir. Bu, sonunda et fiyatlarında da bir yükselmeye de neden olur. Sabit sermaye tarafından ürüne katmanlar halinde eklenen değer parçaları birikir ve bu parçaların para olarak geri dönüşü, çalışma döneminin uzunluğu ve dolayısıyla dolaşıma girebilecek metanın bitmiş hale getirilmesi için gerekli olan süreyle orantılı olarak gecikir. Ama bu gecikme yeni bir sabit sermaye harcamasına neden olmaz. Uğradığı aşınma ve yıpranmayı yerine koyacak olan değerin para biçiminde geriye dönüşü ister daha yavaş ister daha hızlı olsun, makine, üretim sürecinde işlev görmeyi sürdürür. Oysa döner sermayenin durumu farklıdır. Çalışma döneminin süresiyle orantılı olarak sermayenin daha uzun bir süre için bağlanmak zorunda olmasının ötesinde, ücretler, ham ve yardımcı maddeler için sürekli olarak yeni sermaye yatırmak gerekir. Bu yüzden, sermayenin geri dönüşteki gecikmesinin sabit ve döner sermaye üzerindeki etkileri farklı olur. Geri dönüş yavaş ya da hızlı olsun, sabit sermaye işlev görmeye devam eder. Fakat döner sermaye, satılmamış ya da tamamlanmamış yani henüz satılabilir duruma gelmemiş ürün biçiminde bağlıysa ve elde onu aynî olarak yenileyecek ek sermaye yoksa geri dönüş geciktiğinde işlev göremez duruma düşer. Örneğin bir lokomotifin üretimi için gereken çalışma dönemi, yeni makine-aletlerin kullanılmasıyla mutlak olarak kısaltılabilir. Ama iplikçilikte, geliştirilmiş süreçler aracılığıyla günlük ya da haftalık olarak üretilen bitmiş ürünler çok daha hızlı bir şekilde artmakla birlikte, makine imalatındaki çalışma döneminin uzunluğu iplikçiliğe oranla yine de büyüme gösterir. O halde Marx’ın vurguladığı üzere açıktır ki, çalışma dönemini kısaltan yöntemler, farklı sanayi dallarında çok farklı kullanılabilirlik derecelerine sahiptir ve farklı çalışma dönemlerinin sürelerindeki farkları ortadan kaldırmazlar. (devam edecek)

2 Kasım 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /18

kapital_c-2.png

Bölüm 13: Üretim Zamanı

Marx bu bölümde, bir önceki bölümde ele alınan çalışma zamanı ile burada üzerinde durulacak olan üretim zamanı içeriklerini karşılaştırır. Çalışma zamanı, sermayenin üretim alanında bağlı kaldığı ve emek gücünün fiilen kullanıldığı zamandır. Üretim zamanı ise, bazı üretim dallarında, fiili çalışmanın olmadığı bir zamanı da kapsayan uzunluğa ve niteliğe sahiptir. Sabit sermayenin (fabrika binalarının, makinelerin vb.) emek sürecinin duraklamaları sırasında atıl kalmasının, emek sürecinin anormal bir biçimde uzatılmasına ve gündüz ve gece çalışmasına yol açan bir neden olduğunu biliyoruz. Burada söz konusu olan, emek gücünün doğal sınırları tarafından belirlenen emek süreci kesintileri değildir. Buradaki konu, emek sürecinin uzunluğundan bağımsız olarak ürünün doğasının ve onun üretiminin zorunlu kıldığı bir kesintidir. Bu tür kesintiler sırasında, emek nesnesi, daha kısa ya da daha uzun süren doğal süreçlerin etkisine bırakılır. Fiziksel, kimyasal, fizyolojik değişiklikler geçirmek zorunda kalır ve bunlar gerçekleşirken emek süreci tümüyle ya da kısmen askıya alınır. Marx emek sürecini yani çalışma zamanını duraklatan nedenleri açıklamak için çeşitli üretim dallarından örnekler verir: “Örneğin, şarap üretiminde sıkılmış üzüm suyunun önce bir süre mayalanmaya bırakılması ve sonra, belirli bir mükemmellik derecesine ulaşması için, yine bir süre dinlendirilmesi gerekir. Sanayi dallarının birçoğunda ürün, çömlekçilikte olduğu gibi kurumaya bırakılmayı ya da ağartmacılıkta olduğu gibi, kimyasal özelliklerini değiştirmek için belli koşullara maruz tutulmayı gerektirir. Kış tahılları, olgunlaşmak için belki dokuz aya gereksinim duyar. Ekim zamanı ile ürün kaldırma zamanı arasında emek süreci neredeyse tümüyle kesilir. Ağaç yetiştirmede, ekim ve öteki gerekli ön çalışmalar tamamlandıktan sonra, tohum, bitmiş ürüne dönüşmek için belki 100 yıla gereksinim duyar ve tüm bu süre boyunca göreli olarak çok sınırlı bir emek katkısı ister.” Örneklerde somutlanan ve benzeri durumların hepsinde, üretim zamanının büyük bir bölümü boyunca ancak ara sıra ek emek eklenir. Yukarıda açıklanan nedenlerle çalışma zamanının duraklatıldığı bütün durumlarda, yatırılan sermaye açısından zaman iki dönemden oluşur: Birincisi, sermayenin fiilen emek sürecinde bulunduğu dönem. İkincisi, sermayenin bitmemiş ürün biçiminin emek sürecinde yer almadan, doğal süreçlerin yönetimine bırakıldığı dönem. Bu iki dönemin yer yer kesişip kesişmemesi ve iç içe geçip geçmemesinin burada hiçbir önemi yoktur. Açıktır ki, söz konusu durumlarda çalışma dönemi ile üretim dönemi birbirlerine eşit olmayacaktır. Üretim dönemi çalışma döneminden uzundur. Unutulmasın, ürün, ancak, bitmiş, olgunlaşmış, dolayısıyla üretken sermaye biçiminden meta-sermaye biçimine dönüşebilir duruma gelmiş bulunduğunda tüm üretim dönemi tamamlanmış olur. O halde, üretim zamanının çalışma zamanı dışındaki bölümünün uzunluğuna bağlı olarak, devir dönemi de uzayacaktır. Üretim zamanının çalışma zamanını aşan bölümü, şayet tahılın olgunlaşması veya meşenin büyümesi örneğinde olduğu gibi verili doğa yasalarıyla belirlenmek zorunda değilse, devir dönemi üretim zamanını yapay olarak kısaltacak uygulamalarla az ya da çok kısaltılabilir. Çayırlara sererek ağartma yerine kimyasal ağartma yönteminin uygulanması, kurutma süreçlerinde etkili kurutma aygıtlarının kullanılması vb. buna örnek olarak gösterilebilir. Bir başka örnek olarak, ham demirin çeliğe dönüştürülmesinde sağlanan teknolojik yenilikler sonucu üretim zamanı olağanüstü ölçüde kısaltılmış, ama sabit sermaye yatırımları da aynı ölçüde büyümüştür. Üretim zamanı ile çalışma zamanı arasındaki fark tarımda çok daha belirgin şekilde görünür. İklim ne denli elverişsizse, tarımda çalışma dönemi o denli daralır ve dolayısıyla sermaye ve emeğin fiilen harcanacağı süre de o denli kısalır. Marx dönemin Rusya’sından örnek verir: “Orada tarla işleri kimi kuzey bölgelerinde yılın yalnızca 130-150 günü yapılabiliyor. Ülkenin 65 milyonluk Avrupalı nüfusundan 50 milyonu, her türlü tarım işinin ister istemez durduğu altı ya da sekiz kış ayı boyunca işsiz kalmış olsaydı, bunun Rusya için nasıl bir kayıp olacağı anlaşılabilir. Rusya’nın 10.500 fabrikasında çalışan 200.000 köylüden ayrı olarak, ülkenin dört bir yanındaki köylerde yerel ev sanayileri gelişmiş bulunmaktadır. Tüm köylülerin kuşaklardan beri dokumacı, derici, ayakkabıcı, çilingir, bıçakçı vb. oldukları köyler vardır. … Bu arada, bu ev sanayisi artık gitgide kapitalist üretime hizmet etmeye zorlanmaktadır; dokumacılara, örneğin atkı ve çözgü, ya doğrudan doğruya ya da komisyoncular aracılığıyla tüccarlar tarafından sağlanır. Burada, bir yandan, üretim dönemi ve çalışma dönemi ayrışmasının (ikincisi yalnızca birincisinin bir bölümünü oluşturur) tarım ile kırsal yan sanayilerin birleşmesine nasıl doğal bir temel oluşturduğu, öte yandan, bu kırsal yan sanayilerin de, öncelikle tüccar kimliğiyle araya giren kapitalist için nasıl birer dayanak noktası haline geldiği görülüyor. Kapitalist üretim daha sonra manifaktür ile tarım arasındaki ayrışmayı tamamladığında, kırsal tarım işçisi yalnızca rastlantısal nitelik taşıyan yan işlere giderek daha bağımlı hale gelir ve bu yüzden durumu kötüleşir.” Marx, çalışma dönemi sürekli olan işletmeler ile sürekli olmayan işletmelerin gerek duyduğu sermaye miktarı arasındaki farklılığa da işaret eder. Gerçek sanayinin çoğu dalında, madencilikte, taşımacılıkta vb., işler daha düzenli bir şekilde yürütülür. Buralarda çalışma zamanı yıldan yıla daha az değişirken, fiyat dalgalanmaları, işlerdeki düzensizlikler vb. anormal kesintiler olarak göz ardı edilirse, günlük dolaşım sürecine giren sermaye için yapılan harcamalar dengeli bir şekilde dağılır. Piyasa koşulları aynı kaldığında, döner sermayenin geri dönüşü ya da yenilenmesi de bütün yıla düzenli olarak dağılmıştır. Oysa çalışma zamanının, üretim zamanının yalnızca bir bölümünü oluşturduğu yerlerdeki sermaye harcamaları söz konusu olduğunda durum farklıdır. Bunlarda sermayenin geri dönüşü yalnızca tek seferde, doğa koşulları tarafından sabitlenen bir zamanda gerçekleştiğinden, yılın farklı dönemlerindeki döner sermaye harcamalarında çok büyük eşitsizlikler ortaya çıkar. Dolayısıyla, her iki grupta iş hacmi yani yatırılan sermayenin ve döner sermayenin büyüklüğü aynı olsa bile, çalışma dönemleri sürekli olan işletmelere oranla çalışma dönemleri sürekli olmayan işletmelerde, tek seferde ve daha uzun bir süre için yatırılması gereken sermaye miktarı daha büyüktür. Çalışma süresi sürekli olmayan işletmelerde sabit sermayenin ömrü ile onun gerçekten üretken şekilde işlev gördüğü süre arasında oldukça büyük bir fark vardır. Çünkü çalışma zamanı ile üretim zamanı arasındaki farklılık nedeniyle, yatırılan sabit sermayenin kullanılma zamanı daha uzun ya da daha kısa sürelerle kesintiye uğrar. Örneğin tarımdaki iş hayvanlarında, aletlerde ve makinelerde durum böyledir. Bu sabit sermaye iş hayvanlarından oluştuğu ölçüde, yem vb. için gerekli harcamalar neredeyse bu iş hayvanlarının fiilen iş gördüğü süre boyunca gereken harcamalarla aynı olur. Ayrıca, kullanılmayan ölü stok durumu da üretim araçlarında belli bir değersizleşmeye yol açar. Ürüne değer aktarımı sabit sermayenin işlev gördüğü süreye göre değil, sabit sermayenin değer yitirdiği süreye göre hesaplandığından, genel olarak bir ürün pahalılaşması gerçekleşir. Bu üretim dallarında sabit sermayenin atıl kalması, örneğin iplikçilikte belirli bir miktarda pamuğun kaybedilmesinde olduğu gibi, bu sermayenin normal kullanımının koşullarından birini oluşturur. Marx diğer bir örnek olarak kereste üretimi konusuna değinir. Bu konuda araştırmaları olan Kirchhof’tan aktardıkları temelinde özetle belirtecek olursak, kereste üretiminin öteki üretimlerin çoğundan temel olarak ayrıldığı nokta şudur: “Onda doğa gücü bağımsız olarak etkindir ve doğal yenilenmede insan ve sermaye gücüne gereksinim duyulmaz. Ayrıca, ormanlar yapay olarak yenilenirken bile, insan ve sermaye gücü kullanımı, doğa güçlerinin etkisinin yanında sınırlı kalır. Dahası, artık tahıl üretilemeyen, üretilse de hesaplı olmayan topraklarda ve yerlerde orman hâlâ yetişir ve gelişir.” Düzenli yürütülmesi gereken bir ekonomik etkinlik olarak ormancılık, tahıl ekiminin gerektirdiğinden daha büyük alanlar gerektirir. Üretim süreci öylesine uzun zaman aralıklarına bağlıdır ki, bir özel işletmenin planlarını, hatta kimi durumlarda bir insanın ömrünü aşar. Orman arazisi satın almak için yatırılan sermaye ancak uzun bir zaman sonra dişe dokunur ürünler vermeye başlar. Bu gibi çeşitli nedenlerle, başka gelir kaynakları ya da önemli büyüklükte orman alanları bulunmayan biri kurallara uygun bir ormancılık yapamaz. Ormancılıkta yatırılan sermayenin geri dönme süresi çok uzundur ve bu nedenle diyelim on yıldan başlayıp kırk yılı bulan ve aşan bir sürede tek bir devir söz konusudur. Marx, hayvancılıkta da aynı durumun söz konusu olduğunu belirtir. “Sürünün (hayvan stokunun) bir bölümü yıllık ürün olarak satılırken, öteki bölümü üretim sürecinde kalır. Tıpkı sabit sermaye, makineler, iş hayvanları vb. örneklerde olduğu gibi burada da, her yıl, sermayenin yalnızca bir bölümü devir yapar. Bu sermaye, üretim sürecinde uzunca bir süre sabit kalmasına ve böylece toplam sermayenin devir süresini uzatmasına karşın, kategorik anlamda sabit sermaye oluşturmaz.” Daha önceki bölümlerde stok oluşumu incelenirken, adım adım üretim sürecine girmek için bekletilen büyük ya da daha küçük miktarlarda üretim araçlarının gerekli olduğu belirtilmişti. Belirli büyüklükteki bir kapitalist işletmede, bu üretken stokun büyüklüğünün, yenilenmesinde karşılaşılan zorlukların az ya da çok oluşuna, sağlandığı pazarların göreli yakınlığına, taşıma ve ulaştırma araçlarının gelişmişliğine vb. bağlı olduğu da ifade edilmişti. Bütün bu koşullar, üretken ikmal (stok) biçiminde elde bulundurulması gereken asgari sermaye, sermayenin yatırılması gerektiği süre ve tek seferde yatırılacak sermaye miktarı üzerinde etkide bulunur. Devri de etkileyen bu miktar, döner sermayenin salt potansiyel üretken sermaye olarak üretken stok biçiminde bağlı kaldığı sürenin daha uzun ya da daha kısa oluşuyla belirlenir. Diğer yandan, stok biçiminde geçen bu durgunluk hali, çabuk yerine koyulma olanağına ve piyasa koşullarına bağlı olduğu ölçüde, dolaşım alanına ait koşullardan kaynaklanır. Görmüş olduğumuz gibi, üretim zamanı ile çalışma zamanı arasındaki fark epey değişiklikler gösterir. Tarımda, daha uzun çalışma dönemini ve çalışma zamanı ile üretim zamanı arasındaki büyük farkı görürüz. Örneğin ayakkabı kalıbı yapımında ise, döner sermaye asıl emek sürecine girmeden önce üretim zamanı içinde bulunabilir. Ya da şarap, tohumluk tarım örneklerinde görüldüğü gibi, asıl emek sürecinden geçtikten sonra üretim zamanı içinde bulunabilir. Veya tarım, ağaç yetiştirme örneklerinde üretim zamanı yer yer çalışma zamanı ile kesilir; dolaşıma sokulabilir durumdaki ürünün çok küçük bir bölümü yıllık dolaşıma girerken, büyük bir bölümü aktif üretim sürecinin parçası olarak kalır. Daha önce ele aldığımız devir çevrimi, üretim süreci için yatırılan sabit sermayenin ömrüyle belirlenir. Bu çevrim, daha çok ya da daha az sayıda bir dizi yılı kapsadığından, yılda bir ya da yıl boyunca yinelenen bir dizi sabit sermaye devrini de kapsar. Tarımda ise böyle bir devir çevrimi, nöbetleşe ekim sisteminden kaynaklanır.

Bölüm 14: Dolaşım Zamanı

Bu bölüme dek ele alındığı üzere, farklı sanayi kollarına yatırılan sermayelerin dolaşım dönemlerini farklılaştıran bazı durumlar (sabit ve döner sermaye arasındaki fark, çalışma dönemleri arasındaki fark gibi) üretim sürecinin kendi içinde doğar. Fakat unutulmasın ki, sermayenin devir zamanı onun üretim zamanı ile dolaşım zamanının toplamına eşittir. Bu nedenle, dolaşım zamanının farklı uzunluklarının devir zamanını ve dolayısıyla devir döneminin uzunluğunu değiştireceği açıktır. Bu durum, dolaşım zamanı dışında devri değiştiren tüm koşulların eşit olduğu iki farklı sermaye yatırımının karşılaştırılmasında görünür hale gelir.  Dolaşım zamanının belirleyici bir bölümünü, sermayenin meta-sermaye durumunda bulunduğu satış zamanı oluşturur. Dolaşım zamanı ve dolayısıyla genel olarak devir dönemi, bu satış zamanının nispi uzunluğuna bağlı olarak uzar ya da kısalır. Bu arada, depolama vb. harcamaları yüzünden ek bir sermaye harcaması zorunlu hale gelebilir. Mamul metaların satılması için gerekli zamanın, aynı sanayi kolundaki bireysel kapitalistler için çok farklı olabileceği daha başından bellidir. Diğer koşullar aynı kalmak üzere, aynı bireysel sermaye için satış dönemi piyasa koşullarının genel dalgalanmalarıyla ya da o özel iş dalındaki dalgalanmalarla değişecektir. Marx bu konu üzerinde burada fazlaca durulmayacağını belirterek yalnızca şu basit olguyu vurgular: “Genel olarak farklı iş dallarına yatırılan sermayelerin devir dönemlerinde farklılıklar yaratan tüm durumlar, tek başlarına etkide bulunduklarında (örneğin, bir kapitalist, rakibinden daha çabuk satış yapma fırsatına sahip olduğunda; biri, bir başkasına göre, çalışma dönemlerini kısaltan daha çok sayıda yöntem kullandığında vb.), aynı iş dalında iş gören farklı bireysel sermayelerin devirlerinde de farklılıklara yol açar.” Satış zamanının ve dolayısıyla genel olarak devir zamanının farklılaşmasında sürekli etki yapan nedenlerden biri, bir metanın üretim yeri ile satış yeri arasındaki uzaklıktır. Sermaye, satış yerine kadar yaptığı yolculuk boyunca meta-sermaye durumunda bağlı bulunur. Eğer üretim sipariş üzerine yapılıyorsa, alıcıya teslim anına dek bu durumda kalır. Sipariş üzerine yapılmıyorsa, satış yerine dek geçen yolculuk süresine bir de orada satılmayı beklediği süre eklenir. İletişim ve taşıma araçlarındaki iyileştirmeler, metaların yolculuk dönemlerini mutlak olarak kısaltır. Fakat bu iyileştirmeler, farklı meta-sermayelerin yaptıkları farklı yolculukların dolaşım zamanlarında yarattığı göreli farklılığı ortadan kaldırmaz. Ayrıca, üretim yerlerinin daha geniş pazarlardan nispi uzaklığı değişebilir; taşıma ve ulaştırma araçlarındaki gelişimle birlikte eski üretim merkezleri gerilerken yenileri doğar. Taşıma araçlarının gelişimiyle birlikte meta nicelikleri birbirlerini izleyen kısa zaman aralıklarıyla yolculuğa çıkabilir. Böylece, bekletildiği yerlerde büyük kütleler halinde potansiyel meta-sermaye olarak birikmek yerine, art arda piyasaya ulaşabilir. Bu sayede sermayenin geri dönüş zamanı da kısalır ve sermayenin bir kısmı meta-sermaye olarak dolaşırken, öteki kısmı devamlı para-sermayeye dönüşür. Geri dönüşün birbirini izleyen çok sayıda döneme dağılması toplam dolaşım zamanını ve dolayısıyla aynı zamanda devir zamanını kısaltır. Mevcut üretim yerleri daha fazla üretimde bulunup daha büyük üretim merkezleri haline geldikçe, bunlara bağlı olarak işlev yapan taşıma araçlarının hareketliliği ve sayısı da artar. Bu gelişmeler sermaye devrini hızlandırırken, hem üretim merkezlerinde ve hem de pazarlarda daha hızlı bir yoğunlaşmaya yol açar. İnsan ve sermaye kitlelerinin belli noktalarda yoğunlaşmasının hızlanmasıyla birlikte, bu sermaye kitlelerinin az sayıda elde yoğunlaşması da başlar. Aynı zamanda, taşıma kolaylıklarındaki dönüşümlerin yol açtığı değişiklikler sonucu üretim ve pazar yerlerinin nispi durumlarında bir kayma ve yer değiştirme gerçekleşir. Marx bu konuda örnek verirken, eskiden bir karayolunun ya da kanalın yanında bulunmasından ötürü özel bir konum üstünlüğü olan bir üretim yerinin, şimdi kendisini trenlerin ancak seyrek uğradığı bir hattın kenarında kalakalmış bulabileceğini belirtir. Ya da daha önce ana ulaşım yollarından çok uzakta olan bir başka nokta, şimdi birkaç hattın kesiştiği bir yerde konum üstünlüğü elde eder. “Bunlardan ilki gerileyip sönerken, ikincisi gelişip parlar. Demek ki, taşıma araçlarındaki değişmelerle meta dolaşım zamanlarında, satın alma ve satma fırsatlarında vb. yerel değişiklikler meydana gelir ya da eskiden beri var olan yerel farklılıklar bir başka şekilde dağılır. Bu durumun sermaye devri açısından ne denli önem taşıdığını, çeşitli yörelerden ticaret ve sanayi temsilcileri ile demiryolu yönetimleri arasındaki ihtilaflarda görürüz.” Kapitalist üretimin ilerlemesiyle birlikte taşıma ve ulaştırma araçlarının gelişmesi metaların dolaşım zamanını kısaltır. Diğer yandan aynı ilerleme ve gelişmenin sağladığı olanaklar, giderek daha uzak piyasalar için, kısacası dünya pazarı için çalışma zorunluluğuna yol açar. Neticede, uzak yerlere taşınacak meta kitlesi dev boyutlara ulaşır ve bununla birlikte, toplumsal sermayenin uzun dönemler boyunca meta-sermaye aşamasında kalan bölümü hem mutlak ve hem de nispi olarak büyür. Böylece, toplumsal sermayenin taşıma ve ulaştırma araçlarına ve bunların işletilmeleri için gereken sabit ve döner sermayeye yatırılan bölümünde büyüme olur. Metaların üretim yerlerinden satış yerlerine taşınmaları için geçen zamanın nispi uzunluğu, yalnızca dolaşım zamanının birinci bölümünde yani satış zamanında fark yaratmakla kalmaz. Beraberinde, paranın yeniden üretken sermaye öğelerine dönüştürüldüğü ikinci bölümünde yani satın alma zamanında da bir fark doğurur. Devirde bu şekilde meydana gelen farklılıklar, kredi vadelerindeki farklılığın maddi temellerinden birini oluşturur. Açıktır ki, metaların dolaşım zamanı uzadıkça piyasa fiyatlarında değişiklikler olması riski de artar. Devir zamanında farklılıklara yol açan bir diğer faktör ise, malların teslimi için yapılan sözleşmelerin kapitalist üretimin boyutlarıyla ve ölçeğiyle birlikte büyüyen boyutudur. Satıcı ile alıcı arasındaki bir işlem olan teslimat sözleşmesi, piyasaya, dolaşım alanına ait bir işlemdir. Bu nedenle, devir zamanında burada değinilen farklılıklar dolaşım alanından kaynaklanır, ama hemen gerisin geriye üretim alanını etkiler. Şimdi de, dolaşım zamanının ikinci aşamasını, yani satın alma zamanını ya da sermayenin para biçiminden çıkıp yeniden üretken sermaye öğelerine dönüştürüldüğü aşamayı ele alalım. Bu dönem boyunca sermaye daha kısa ya da daha uzun bir zaman boyunca para-sermaye durumunda kalmak zorundadır. Belli bir işe yatırılan toplam sermayenin tüm bileşenleri sürekli olarak üretken sermayeye dönüşürken, bunun için gerekli toplam para-sermaye, dolaşım alanında paraya dönüşümü gerçekleştirilmiş olan meta-sermayeden gelen akımla tamamlanır. Unutulmasın, yatırılmış sermayenin belirli bir değer parçası hep para-sermaye durumunda, yani üretim alanına değil dolaşım alanına ait olan bir biçimde bulunur. Marx burada önemli bir hususu hatırlatır. Sermayenin meta-sermaye biçimine bağlı kaldığı sürenin piyasanın uzaklığı yüzünden uzaması paranın geri dönüşünü doğrudan doğruya geciktirir. Dolayısıyla, sermayenin para-sermayeden üretken sermayeye dönüşmesinin gecikmesine de neden olur. Ayrıca, meta alımlarıyla ilgili bir husus da daha önce ele alınmıştır. Hatırlanacağı üzere, hammadde ana kaynaklarının daha uzakta ya da daha yakında olması, hammaddeleri daha uzunca dönemler için satın almayı ve bunları üretken stok, potansiyel sermaye biçiminde kullanıma hazır olarak elde bulundurmayı gerektirir. Bu durum, üretim ölçeği başka bakımlardan aynı kalırken, sermayenin tek seferde yatırılması gereken niceliğini ve bu sermayenin yatırılmasına konu olan süreyi arttırır. Piyasaya oldukça büyük hammadde kütlelerinin daha kısa ya da daha uzun dönemler itibarıyla sürülmesi, farklı iş dallarında benzer sonuçlar doğurur. Marx’ın belirttiğine göre, pamuk piyasası her zaman düzenli bir şekilde olmasa bile, genelde sürekli olarak bir ürün kaldırma zamanından bir sonrakine yenilenir. Örneğin Londra’da her üç ayda bir, açık arttırma ile büyük yün satışları yapılır ve yün piyasası bununla denetim altına alınır. Diğer yandan, pamuk piyasası da hasattan hasada devamlı bir stok ile beslenir. Bu tür dönemler, bu hammaddelerin belli başlı satın alınma tarihlerini belirler. Bu gibi üretim öğeleri için uzun ya da kısa süreli peşin ödemeleri gerektiren spekülatif alımlar üzerinde bunların etkileri büyüktür. Dolaşım zamanının ikinci yarısı (paranın yeniden üretken sermaye öğelerine dönüştürüldüğü dönem) incelenirken, yalnızca zaman faktörü değil yatırılan sermayenin para-sermaye durumunda bulunması gereken bölümünün büyüklüğü de ele alınmalıdır ve esas olan da zaten budur. Her tür spekülasyon bir yana bırakılırsa, üretken stok olarak elde devamlı hazır bulunmaları gereken metaların alımlarının boyutu, bu stokun yenilenme zamanlarına, dolayısıyla da pazar koşullarına tabidir ve bu nedenle çeşitli hammaddeler için bu boyut farklıdır. O yüzden, burada paranın zaman zaman büyük tutarlarda ve tek seferde yatırılması gerekir. Para burada, sermayenin devrine bağlı olarak, daha hızlı ya da daha yavaş ama her zaman parçalar halinde geri döner. Bunun ücretlere dönüştürülen bölümü sürekli olarak kısa zaman aralıklarıyla harcanır. Fakat hammaddelere vb. dönüştürülmesi gereken diğer bölümünün ise, ister satın almada ister ödemede kullanılmak üzere yedek fon olarak oldukça uzun sürelerde biriktirilmesi gerekir. Bu nedenle, hacmi değişmekle birlikte bu bölüm daima para-sermaye biçiminde var olur. Marx konu bağlamında bazı detayların daha sonraki bölümde ele alınacağını belirtir ve iktisatçıların bir yanlışına dikkat çeker: “Genel olarak belirtilmesi gereken şu ki, iktisatçılar, iş için gerekli olan sermayenin bir bölümünün, sürekli olarak sırasıyla para-sermayenin üç biçiminden, para-sermaye, üretken sermaye ve meta-sermaye biçimlerinden geçmekle kalmadığını, ama söz konusu bölümün farklı kısımlarının, bu kısımların göreli büyüklükleri sürekli olarak değişse bile, bu biçimlere sürekli olarak yan yana sahip olduklarını unutmaya çok yatkındır. İktisatçıların unuttukları bölüm, özellikle, burjuva iktisadının anlaşılması açısından son derece gerekli olan ve bu nedenle uygulamada da bu niteliğiyle kendisini gösteren bölüm, yani hep para-sermaye olarak elde bulunan bölümdür.”

Bölüm 15: Devir Zamanının Öndelenen Sermayenin Büyüklüğü Üzerindeki Etkisi

Marx, bu ve takip eden bölümde devir zamanının sermayenin değerlenmesi üzerindeki etkisinin inceleneceğini belirtir ve çeşitli örnekler üzerinden konuyu aydınlatmaya çalışır. Özetle belirtmek gerekirse, kapitalist için önemli olan sermayenin devir zamanının değişikliklerine rağmen üretimin kesintisiz olarak sürdürülebilmesidir. Sermayenin devir zamanını belirleyen başlıca iki faktör üretim zamanı ile dolaşım zamanıdır. Bu iki faktörün değişimine bağlı olarak, üretimin kesintisiz sürmesi için elde hazır tutulması gereken para-sermaye miktarı değişir. Marx, konunun ana yönlerini gözler önüne serebilmek için piyasadaki normal koşulları dikkate aldığını, anormal dalgalanmaları burada hesaba katmadığını belirtir. Normal koşullarda, üretken sermaye akışının dolaşım zamanı boyunca kesilmemesi ve diyelim her hafta eş zamanlı ve aralıksız olarak sürmesi isteniyorsa, bunu sağlamak için el altında gereken miktarda döner sermaye bulundurulmalıdır. Bu bulunmazsa, kapitalist üretimin kesintisizliği ancak üretim işlemlerinin ölçeği daraltılarak, işlev görmekte olan üretken sermayenin döner sermaye bileşeni küçültülerek sağlanabilir. Ayrıca, sermayenin devir süresi ne olursa olsun, işin doğası gereği sermaye sürekli olarak üretim döneminde bulunan bir bölüm ile sürekli olarak dolaşım döneminde bulunan bir bölüme bölünmüş halde bulunur. Marx, bütün bu bölüm boyunca sabit sermayenin devirlerini değil, yalnızca döner sermayenin devirlerinin ele alındığını belirtir. “Çünkü ele alınan sorunun sabit sermaye ile hiçbir ilişkisi yoktur.” Üretim sürecinde kullanılan emek araçları, zaten kullanım sürelerinin döner sermayenin devir süresini aşması nedeniyle sabit sermaye oluştururlar. O halde, döner sermayenin devirleri boyunca yeterli olduğu sürece sabit sermayenin yeniden yatırılması gerekmez. Oysa bir çalışma dönemine yatırılan döner sermaye, devrini tamamlamadan, yani meta-sermayeye buradan para-sermayeye ve buradan da tekrar üretken sermayeye dönüşmeden yeni bir çalışma döneminde kullanılamaz. Dolayısıyla, birinci çalışma döneminin hemen ikinci bir çalışma dönemiyle sürdürülmesi için, ikincisine gerekli döner sermaye karşılığı kadar yeniden sermaye yatırılması gerekir. Örneklerden çıkan sonuç şudur ki, bir yılda çok sayıda devir yapan toplumsal döner sermayenin çok önemli bir bölümü, yıllık devir çevrimi sırasında dönemsel olarak serbest bırakılan yani kullanılabilir durumda sermaye biçiminde bulunacaktır. “Ayrıca, şu da açıktır: Tüm diğer koşulların aynı kaldığı varsayıldığında, serbest bırakılan bu sermayenin büyüklüğü, emek sürecinin boyutuyla ya da üretimin ölçeğiyle, dolayısıyla genel olarak kapitalist üretimdeki gelişmeyle birlikte büyür. Ayrıca, üretim sürecinde hep kesintiler olması modern büyük sanayinin işleyişiyle hiçbir şekilde bağdaşmaz. Sürekliliğin kendisi, emeğin bir üretici gücüdür.” Marx bu bölümde daha sonra fiyat değişimlerinin etkisini incelemeye girişir. Buraya kadar, bir yandan fiyatların ve üretim ölçeğinin aynı kaldığını, diğer yandan dolaşım zamanının daraldığını ya da genişlediğini varsaydığımızı belirtir. “Buna karşılık şimdi, bir yandan dolaşım döneminin ve üretim ölçeğinin aynı kaldığını, ama diğer yandan fiyatların değiştiğini, yani ham madde, yardımcı madde ve emek fiyatlarında ya da bu öğelerden ilk ikisinin fiyatlarında düşme ya da yükselme olduğunu varsayalım” der ve çeşitli örnekler temelinde incelemesini sürdürür. Konunun özü yukarıdaki açıklamalar temelinde zaten ele alındığı için bu bölümü burada noktalayabiliriz. (devam edecek)

2 Aralık 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /19

kapital_c-2.png

Bölüm 16: Değişir Sermayenin Devri

I. Yıllık Artı-Değer Oranı

Marx bu bölümde, yıllık artı-değer oranının hesaplanması bağlamında doğru ve yanlış yaklaşımları ortaya koyabilmek için çeşitli rakamsal örnekler eşliğinde incelemesini sürdürür. Bu temelde ve adım adım başvurduğu soyutlamalarla gerçekliği kavramaya yönelik bazı sonuçları gözler önüne serer. Burada konunun özünü ele almak bakımından rakamlarla boğuşmayı bir kenara bırakarak ilerleyelim. Daha önce üzerinde durulan bir hususu hatırlatır Marx. Biliyoruz ki, üretim sırasında kullanılan döner sermaye, değişmeyen sermayenin hammadde vb. gibi üretim maddelerine ait kısmı ile emek gücü için yatırılan değişen sermaye parçasının toplamından oluşur. Bu döner sermaye, bunun değerini içeren ürünün piyasada satılıp meta-sermayeden para-sermayeye dönüştürülmesi ölçüsünde, dolaşım sürecinde yeni baştan hizmet edebilir. Döner sermayeyi oluşturan iki kısmın ortak olan ve bunları sabit sermayeden farklılaştıran bir yönü vardır. Şöyle ki, döner sermayenin her bir devri, üretim alanından dolaşım alanına meta-sermaye biçiminde giren kısmının, daha sonraki üretimde bütünüyle yerine koyulmasını gerektirir. Oysa sabit sermaye, üretim sürecinde kendi eski kullanım biçimi içinde işlev görmeyi sürdürür. Ayrıca, döner sermayenin değişen sermaye parçasıyla değişmeyen sermaye parçası açısından dolaşımın ilk aşaması (meta-sermayeden para-sermayeye dönüşme) ortaktır. Fakat ikinci evrede (para-sermayeden üretim malzemeleri ve emek gücü olarak meta-sermayeye dönüşme) bunlar ayrılırlar. Çünkü elde edilen paranın bir kısmı ile üretimi kesintisiz sürdürmek üzere hemen üretim malzemeleri satın alınır. Oysa paranın diğer kısmı üretim sürecine parti parti katılacak emek gücü harcaması için para-ikmal biçiminde alıkonur. Döner sermayenin devrinin kavranabilmesi için daha önceki bölümde Marx bir soyutlama yapmıştır. Sabit sermayeyi dışlayarak, yalnızca döner sermayeyi hem bir bütün hem de parçaları itibarıyla incelemiştir. İncelemesi boyunca soyutlamalarını sürdüren Marx, bu kez de döner sermayeyi yalnızca değişen sermaye bölümünden ibaretmiş gibi ele alacağını belirtir. Bir başka deyişle, aslında döner sermayenin değişen sermaye parçasıyla birlikte devir yapan değişmeyen sermaye parçasını hesaba katmaz. Ancak, üretilmiş meta-sermayenin artı-değer parçası da bu soyutlama boyunca yok sayılmıştır. Yine rakamsal örnekler temelinde ilerleyen Marx, dikkat çekmek istediği bazı sonuçları sıralar. Biliyoruz ki, artı-değer, karşılığı ödenmeyen emek gücü kullanımının ürünüdür ve artı-değerin üretilmesini sağlayan, emek sürecinde fiilen kullanılan sermayedir. Dolayısıyla, artı-değer ile ilgili bütün yasalar fiilen kullanılan sermayeye uygulanır. Bazen yatırılan değişen sermaye ile fiilen kullanılan değişen sermaye arasında farklılık olabilir. Zira emek gücü için yatırılan değişen sermaye henüz kullanılmadan para-ikmal biçiminde tutulabilir. Fakat fiilen kullanıldığı ölçüde ve sürede işlev yapar. O nedenle, yatırılan değişen sermaye tutarları arasında fark olsa dahi, şayet artı-değer oranı aynı ise, işlev gören aynı nicelikteki değişen sermayeler eşit niceliklerde artı-değer üretir. Soruna değişen sermayenin devri açısından da bakılabilir. Yatırılan sermaye her ne olursa olsun, yıl boyunca devir yaptırılan değişen sermaye, yıl boyunca gerçekten kullanılan yani üretken şekilde tüketilen değişen sermayedir. Dolayısıyla, aynı büyüklükteki iki ayrı değişen sermaye şayet aynı değerlenme koşulları altında kullanılıyorsa ve dolayısıyla artı-değer oranı her ikisi için aynıysa, bir yılda üretilen artı-değer kütlesi her ikisi için de aynı olmak zorundadır. Ayrıca, devir yaptırılan değişen sermayelerin yıl boyunca ürettiği artı-değerlerin oranı, ilgili sermayelerin ortalama dönemlerde elde ettikleri artı-değer oranlarıyla (örneğin bir haftalık ya da bir günlük ortalamalarla) belirlenir. Marx, artı-değer üretimi ile artı-değer oranının belirlenmesi yasasının tek sonucunun bu olduğunu belirtir. Soruna daha detaylı bakılacak olursa bazı hassas noktalara dikkat etmek gerekir. Aslında gerçek artı-değer oranı, belirli bir dönem içinde üretilen artı-değerin aynı dönem içinde kullanılan değişen sermayeye oranıdır. Yaratılan artı-değerin kaynağı düşünüldüğünde, bu oranın yatırılan toplam sermaye ile bir ilişkisi yoktur. Ne var ki yıllık artı-değer oranı hesaplamaları, yatırılan toplam sermaye üzerinden yapılır ve kuşkusuz ortaya tamamen farklı bir sonuç çıkar. Marx’ın konunun üzerinde bu detaylarıyla durmasının nedeni, burjuva iktisatçıların yanlış yaklaşımlarını gözler önüne sermek içindir.

II. Tek Bir Değişir Sermayenin Devri

Marx, tek bir kapitalistin yatırımı açısından konuyu ele alırken daha önceki bölümlerde açıkladığı bir hususu hatırlatır: “Üretim sürecinin toplumsal biçimi ne olursa olsun, bu sürecin sürekli olması ya da periyodik olarak sürekli aynı aşamalardan yeniden geçmesi zorunludur. ... Bu nedenle, bir bütün oluşu ve bir akış halinde durmadan yenilenişi açısından bakıldığında, her toplumsal üretim süreci aynı zamanda bir yeniden üretim sürecidir.” Ne var ki, artı-değer yalnızca kapitalist yeniden üretim sürecine özgüdür. Artı-değere sermaye değerindeki dönemsel artış olarak, yani süreç içinde bulunan sermayenin dönemsel meyvesi olarak bakıldığında, artı-değer sermayeden doğan bir gelir biçimini alır. Hatırlanacak olursa, işçilere ödenen ücretlerin toplamı değişen sermayeyi oluşturur. İşçilere ödendiğinde bu değişen sermaye toplamı sermaye olmaktan çıkar ve işçiler bu ücret tutarını kendileri için gerekli geçim araçlarını satın almak için harcarlar. Diyelim söz konusu tutar 500 sterlin ise işçiler 500 sterlinlik geçim aracı tüketir ve böylece bu değerdeki bir meta kütlesi yok olur. Bu meta kütlesi, işçinin emek gücünü, yani kapitalistin vazgeçilmez bir aracını iş görebilecek durumda tutmasına hizmet eder; netice olarak üretken olmayan bir şekilde işçi tarafından tüketilmiştir. Kapitalistin satın aldığı emek gücü ise emek sürecinde üretken şekilde tüketilir. Diyelim bir haftalık çalışmanın sonucunda ortaya 1000 sterlin değerinde ürün çıkar. Bu ürünün 500 sterlini, emek gücü satın almak için harcanan değişen sermayenin yeniden üretilen değeridir. Öteki yarısı olan 500 sterlin ise, yeni üretilen artı-değerdir. Ürün satılır ve paraya çevrilirse, onun 500 sterlinlik değişen sermaye değeri yine emek gücüne çevrilebilir ve dolayısıyla ikinci üretim sürecinde yeni baştan değişen sermaye olarak işlev görebilir. “Yeniden üretilmekle kalmayıp aynı zamanda yeniden para biçimine dönüştürülen sermaye değeriyle aynı işçilerin, yani aynı emek gücü taşıyıcılarının çalıştırılıyor olması, hiçbir şeyi değiştirmez. Kapitalistin ikinci devir döneminde eskileri yerine yeni işçiler kullanması da mümkündür.” İkinci devirde üretilen metanın 500 sterlinlik bir değer parçası da paraya çevrilip, üçüncü devir döneminde emek gücü için yatırılır. Diyelim on devir dönemi boyunca bu iş aynı şekilde sürüp gider. A ve B olarak iki ayrı sermaye sahibinin başlangıçta 500 sterlinlik değişen sermaye yatırımı yaptığını varsayalım. A sermayesinin devrinde yukarıda değinildiği üzere, her yeni devirde bir öncekinden elde edilen 500 sterlin yeniden değişen sermaye olarak yatırılmaktadır. Fakat B sermayesinin devrinde aynı durum söz konusu olmamakta ve diyelim birinci devir sonrasında elde edilen 500 sterlinlik değer yeni baştan değişen sermaye olarak işlev görmemektedir. Marx, eskisini yerine koyan değerin paraya ve dolayısıyla değişen sermayenin yatırıldığı biçime daha erken ya da daha geç dönüştürülmesinin, artı-değer üretiminin kendisi için hiç önemi olmayan bir durum olduğunu vurgular. Çünkü artı-değer üretimi, kullanılan değişen sermayenin büyüklüğüne ve emeğin sömürülme derecesine bağlıdır. Ne var ki, örneğimizdeki A ve B sermayelerinin devir sürecindeki farklılık, yıl boyunca belirli bir nicelikte emek gücünü harekete geçirmek için yatırılması gereken para-sermayenin büyüklüğünü değiştirir ve dolayısıyla yıllık artı-değer oranının belirlenmesine etki eder.

III. Toplumsal Açıdan Bakıldığında Değişir Sermayenin Devri

“Soruna bir an için toplum açısından bakalım” der Marx. Yukarıda değinilen örnek (A ve B sermayelerinin hareketi arasındaki farklılık) temelinde rakamlar eşliğinde incelemesini sürdürür ve vardığı bazı sonuçları sıralar. Sermayenin devir dönemi ne denli kısa olursa, kapitalist tarafından yatırılan değişen sermaye, işçi tarafından bu değişen sermayeyi yerine koymak için yaratılan (ayrıca artı-değer de içeren) ürün-değerin para biçimine o denli çabuk dönüşür. Dolayısıyla kapitalistin kendi fonlarından para yatırmak zorunda olacağı süre o denli kısa ve genel olarak yatıracağı sermaye, verili üretim ölçeğine oranla o denli küçük olur. Ayrıca, verili artı-değer oranıyla bir yıl boyunca elde ettiği artı-değer miktarı o denli büyük olur. Çünkü işçinin yarattığı değerin para biçimiyle, kapitalist sürekli yeniden emek gücü satın alabilir ve işçilerin emeğini o kadar sık aralıklarla harekete geçirebilir. Sermayenin devir dönemi kısaysa ve üretim ölçeği veriliyken, yatırılan değişen para-sermayenin (ve genel olarak döner sermayenin) mutlak büyüklüğü azalır ve dolayısıyla yıllık artı-değer oranı büyür. Yatırılan sermaye verili ise ve üretimin ölçeği büyürse, üretim dönemlerinin kısalması nedeniyle verili artı-değer oranı üzerinden artı-değerin mutlak miktarı büyür. Genel olarak buraya kadarki incelemelerden çıkan bir sonuç vardır. Şöyle ki, aynı miktarda üretken döner sermayeyi ve sömürülme derecesi aynı olan aynı miktarda emek gücünü harekete geçirmek için, devir dönemlerinin farklı büyüklüklerine bağlı olarak, çok farklı miktarlarda para-sermayenin yatırılması gerekir. Marx buraya kadar vurguladığı hususlarla bağlantılı olarak, A ve B sermayesinin hareketindeki farklılık temelinde, A ve B işçisinin satın aldığı geçim araçları için yaptığı ödeme arasındaki farka işaret eder. A işçisi gibi B işçisi de satın aldığı geçim araçları için, kendi elinde dolaşım aracına (paraya) dönüşmüş bulunan değişen sermaye ile ödeme yapar. Böylece işçi, piyasadan diyelim buğday çekmekle kalmaz, çektiğinin yerine para cinsinden bir eşdeğer de koyar. Fakat B sermaye sahibinin, henüz üretim yapılmadan B işçisine ödeme yaptığını varsaydığımızda ortaya bir farklılık çıkar. Şöyle ki, bu durumda B işçisinin geçim araçlarına ödeme yapmak ve onları piyasadan çekmek için kullandığı para, A işçisininki gibi kendisi tarafından üretilip piyasaya sürülen bir değer-ürünün para biçimi değildir; kapitalistin henüz karşılığında üretim olmadan ücretlere yatırdığı değişen sermayedir. O nedenle, B işçisi geçim araçlarının satıcısına para sağlamış olsa bile, meseleye toplam toplumsal üretim açısından bakıldığında, satıcının eline geçen bu parayla satın alabileceği yeni bir meta henüz piyasaya sağlanmamıştır. Üretimin toplumsal ölçekte planlamasına değil de para ve kâr hesaplarına dayanan kapitalizmde, büyük sermayenin ortaya henüz ürün koymadan para piyasasından borçlanarak yatırım yapma kolaylığı vardır. Bu durum para piyasasını hep baskı altına sokar. Öte yandan, toplumun üretken sermayesi üzerinde de kapitalizmin baskısı söz konusudur. Çünkü büyük sermaye grupları, uzun süre boyunca ürün sağlamadan üretken sermaye öğelerini sürekli olarak piyasadan çekebilmekte ve bunlara karşılık piyasaya yalnızca bir para eşdeğeri sürmektedirler. Bu yüzden hem üretim maddelerinin fiyatları hem de geçim araçlarının fiyatları yükselmektedir. “Bunlara, bu süre boyunca düzenli olarak dolandırıcılık yapılması, büyük sermaye aktarımlarının gerçekleşmesi eklenir. Bir spekülatörler, yükleniciler, mühendisler, avukatlar vb. güruhu kendisini zenginleştirir.” Marx burada, daha sonra açımlanmak üzere elyazmasına önemli bir not düşmüştür: “Kapitalist üretim tarzında çelişki: Meta alıcıları olarak işçiler piyasa için önemlidir. Oysa kapitalist toplum, onları kendi metalarının (emek gücünün) satıcıları olarak en düşük fiyat düzeyinde tutma eğilimindedir. –Başka bir çelişki: Kapitalist üretimin tüm güçlerini harekete geçirdiği dönemler, her seferinde aşırı üretim dönemleri olup çıkar: çünkü üretim güçleri, hiçbir zaman, daha fazla değer üretmekle kalınmayıp aynı zamanda bu değerlerin gerçekleştirileceği şekilde kullanılamaz; ama metaların satışı, meta-sermayenin ve dolayısıyla aynı zamanda artık değerin gerçekleştirilmesi, yalnızca genel olarak toplumun tüketim gereksinimleriyle değil aynı zamanda büyük çoğunluğu hep yoksul olan ve hep yoksul kalmak zorunda olan bir toplumun tüketim gereksinimleriyle sınırlanır. Ama bu, bir sonraki kısmı ilgilendiren bir konudur.” Marx bu bölümde, “son olarak” diyerek bir başka hususa değinir. Devir döneminin uzunluğunun dolaşım döneminin uzunluğuna bağlı olduğunu ve bu uzunluğun da, satışın daha zor ya da daha kolay olmasına ve ürünü kısmen daha yakın ya da daha uzak piyasalara sürülmesine bağlı olduğunu hatırlatır. “Genel olarak talep büyüklüğü bir yana bırakıldığında, fiyatların hareketi burada önemli bir rol oynar, çünkü fiyatların düşmesi durumunda, üretim sürerken, satışlar kasıtlı olarak sınırlanır; fiyatların yükselmesi durumunda, tersine, üretim ile satışlar el ele gider ya da önceden satış yapılabilir. Ama üretim yeri ile piyasa arasındaki gerçek uzaklık, asıl maddi temel olarak alınmalıdır.” Marx bu duruma, İngiliz pamuklu dokumalarının Hindistan’a satılmasından örnek verir. Diyelim, İngiliz pamuklu dokuma fabrikatörüne metasının bedelini ihracatçı tüccar ödemektedir. İhracatçı tüccar üretilen pamuklu ürünleri satın alır ve daha sonra Hindistan piyasasında satar. Böylece, daha önce sanayici fabrikatörden ürün satın almak için yatırdığı sermayesi kendisine Hindistan’dan geri döner. Dikkat edecek olursak, bu durumda sermaye Hindistan’dan geri dönene dek, fabrikatörün üretimin sürekliliği içinde işçilerinin ücretlerini ödemek ve aynı zamanda döner sermayesinin diğer öğelerini yenilemek için kullandığı para-sermaye, üretilen ipliklerin para biçimi değildir. Burada sözü edilen para-sermaye, fabrikatör yerine tüccar tarafından yatırılan ek sermayedir. Tüccara da bu para belki kredi işlemleri aracılığıyla sağlanmıştır. Ayrıca, ipliğin Hindistan’da da yine kredili olarak satılması olasıdır. Marx burada verdiği örnekle, İngiltere ve Hindistan arasında yürüyen ticaretin, kredi sistemi de işin içine katıldığında her iki ülkede de nasıl bunalımlara açık olduğuna değinir. Şöyle ki, poliçe ödemelerindeki gecikmelere bağlı olarak Hindistan para piyasasında doğacak bir bunalım, İngiliz firmalarının Hint bankalarınca kredi açılmış olan Hindistan’daki şubelerinin iflaslarına neden olabilmektedir. Böylesi durumlar ise, gerek İngiltere gerek Hindistan’da yeni bir bunalımı tetiklemektedir. “Böylece, avantajlı bir ticaret dengesine sahip olan piyasada da, dezavantajlı ticaret dengesine sahip olan piyasada da eş zamanlı bir bunalım doğar.” İlk bakışta para piyasasındaki bunalım olarak algılanan bunalımın kaynağında, İngiltere’den Hindistan’a satılan pamuklu metaların satılamayıp depolarda bekletildiği ya da satılanların bile ödemesinin yapılamayıp para-sermayeye çevrilemediği benzeri durumlar yatar. Marx’ın vurguladığı üzere, “para piyasasındaki bunalım olarak görünen şey, gerçekte, üretim sürecinin ve yeniden üretim sürecinin kendisindeki bozuklukları ifade eder”. Marx’ın ince detaylara inerek yürüttüğü tüm bu analizden çıkarttığı son derece önemli bir sonuç vardır. “Toplumu kapitalist değil komünist bir toplum olarak düşünürsek, ilk olarak para-sermaye tümüyle ortadan kalkar ve dolayısıyla onunla birlikte gelen işlemlerin maskeleri de yok olur. Sorun, basitçe, toplumun, uzunca bir zaman boyunca, yani bir yıl ya da daha uzun bir süre boyunca, yıllık toplam üretimden emek, üretim aracı ve geçim aracı çekmekle birlikte, üretim aracı da geçim aracı da başka herhangi bir yararlı etki de sağlamayan, örneğin demiryolu yapımı gibi iş dallarına, herhangi bir kesintiye yol açmayacak şekilde ne kadar emek, üretim aracı ve geçim aracı harcayacağını önceden hesaplamak zorunda olmasına indirgenir. Buna karşılık, toplumsal aklın kendisini her zaman ancak post festum [her şey olup bittikten sonra] geçerli kılabildiği kapitalist toplumda, durmadan büyük düzensizliklerin ortaya çıkması mümkün ve zorunludur.”

29 Aralık 2022
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /20

kapital_c-2.png

Bölüm 17: Artı-değerin dolaşımı

Marx, yıllık artı-değer kütlesi aynı kalsa da, devir dönemindeki bir farklılığın yıllık artı-değer oranında fark yarattığını hatırlatır. Artı-değer oranının aynı kaldığı durumlarda ise, birikimde ve yıl boyunca üretilen artı-değer kütlesinde zorunlu olarak farklılıklar ortaya çıkar. Konuyu açmak için, çeşitli sermaye sahipleri arasındaki farklı durumları örnekler Marx. Diyelim yıl içinde ürettiği artı-değeri piyasada paraya çevirip gerçekleştiren sermaye sahibi, bireysel tüketimini böylece bu artı-değerden karşılayabilir. Söz konusu artı-değeri gerçekleştiremeyen diğer bir sermaye sahibi ise, bireysel tüketimi için gereken fonları ayrıca karşılamak zorunda kalacaktır. Keza, sabit sermayenin onarımı ve bakımı için gerekli ek sermayenin temini açısından da sermaye sahiplerinin durumları arasındaki farklılıklar gözden geçirilebilir. Örneğin bir sermaye sahibi bu ek sermaye parçasını daha başlangıçta tümüyle yatırırken, bir diğeri bunu sermayeleştirilen artı-değerden karşılayabilir. Ne var ki kredi sisteminin gelişimi kendisini gösterir göstermez, bu farklı durumlar arasındaki ilişki iyice karmaşıklaşır. Marx, Kapital birinci ciltte üzerinde durulan önemli bir hususu hatırlatır. Birikim, yani artı-değerin sermayeye çevrilmesi, bu genişleme ister eskisine yeni fabrikaların eklenmesi, ister mevcut çalışma ölçeğinin büyütülmesi yoluyla olsun, neticede genişleyen bir yeniden-üretim sürecidir. Üretim ölçeğinin genişletilmesi küçük kısımlar halinde olabilir; artı-değerin bir bölümü, emeğin üretici gücünü yükselten veya onun daha yoğun biçimde sömürülmesini mümkün kılan iyileştirmeler için kullanılabilir. Ya da, işgününün yasal olarak sınırlandırılmadığı yerlerde, üretim ölçeğini genişletmek için ek bir döner sermaye harcaması yeterli olur. Böylece sabit sermayenin günlük kullanım zamanı uzatılırken, devir dönemi buna karşılık gelecek şekilde kısaltılmış olur. Veya sermayeleştirilen artı-değer, piyasa koşulları elverişli olduğunda hammadde spekülasyonlarına vb. imkân verebilir. Bireysel kapitalist açısından konu yukarda değinildiği üzere farklı biçimlerde ortaya çıkabilir. Ancak kapitalist üretimin gelişmesiyle birlikte kredi sistemi de gelişir. Kapitalistin henüz kendi işinde kullanamadığı para-sermaye, kullanımı karşılığında ona faiz ödeyen başkaları tarafından kullanılır. Bu durumda kapitalistin kendi işinde kullanamadığı sermaye ona üretken sermaye olarak değil, para-sermaye olarak hizmet eder. Fakat başkasının elinde üretken sermaye olarak iş görebilir. Artı-değerin daha sık gerçekleşmesiyle ve artı-değer üretiminin ölçeğinin büyümesiyle birlikte, para piyasasına sürülen ve buradan büyük ölçüde genişletilmiş yeniden üretim için çekilen para-sermaye oranında bir artış ortaya çıkar. Bu ek potansiyel para-sermayenin temsil edilebileceği en basit biçim gömü biçimidir. “Bu gömünün, dolaysız ya da dolaylı olarak maden üreten ülkelerle mübadele yoluyla elde edilmiş ek altın ya da gümüş olması mümkündür. Ve bir ülkedeki gömü ancak bu yolla mutlak olarak büyür. Diğer yandan, somut örneklerin çoğunda olduğu üzere, bu gömünün, tek tek kapitalistlerin elinde gömü biçimini almış olan, iç dolaşımdan çekilmiş paradan ibaret olması mümkündür.” Dahası, kredi parasının henüz yok sayıldığı durumda, bu potansiyel para-sermayenin yalnızca değer simgelerinden ya da yalnızca kapitalistlerin yasal belgelerle saptanmış alacak taleplerinden oluşması da mümkündür. Tüm bu durumlarda ek para-sermaye, varoluş biçimi ne olursa olsun, “gelecekteki sermaye” niteliğindedir ve kapitalistlerin, toplumun gelecekteki ek yıllık üretimi üzerindeki ek ve yedekte tutulan hukuki haklarından başka bir şey değildir. Marx, verili ölçekteki yeniden üretime bile köstek olan düzensizlikler bir yana bırakılırsa, yeniden üretim için yalnızca iki normal durumun mümkün olduğunu vurgular. Ya basit ölçekte yeniden üretim söz konusudur; ya da artı-değerin sermayeleştirilmesi yoluyla birikim gerçekleşir.

I. Basit Yeniden Üretim

Basit yeniden üretimde, yıllık ya da dönemsel olarak üretilen ve gerçekleştirilen artı-değer, sahipleri olan kapitalistler tarafından bireysel ihtiyaçlar için, yani üretken olmayan biçimde tüketilir. Bilindiği gibi, ürün değerinin bir bölümü artı-değerden, öteki bölümü ise ürünün içerdiği değişen sermayeyle değişmeyen sermaye toplamından meydana gelir. Üretilen ürün ister üretken tüketimde ister bireysel tüketimde kullanılsın bu gerçek değişmez. Üretimin basit yeniden üretim olduğu varsayılsa bile, artı-değerin bir bölümünün her zaman ürün biçiminde değil para biçiminde var olması gerekir. Çünkü böyle olmazsa, bireysel tüketim amacıyla gereken para ortada olmaz. Artı-değerin üretilen meta-ürün halinden paraya çevrilmesini burada biraz daha incelemenin gerekli olduğunu belirtir Marx. Konuyu basitleştirmek için de, sorunu en basit şekliyle ele alır ve dolaşımda yalnızca madeni paranın, gerçek eşdeğer olan paranın bulunduğunu varsayar. Metaların basit dolaşım yasalarına göre, bir ülkede bulunan madeni para miktarının sadece metaları dolaştıracak büyüklükte olması yetmez. Bu miktar, para dolaşımında çeşitli nedenlerle ortaya çıkan dalgalanmaları karşılamaya da yetmelidir. Mevcut para miktarının gömü ve dolaşan para olarak bölünme oranı sürekli değişir, ama para miktarı her zaman bunların toplamına eşittir. Bir ülkede bu para miktarı (yani bu değerli maden kütlesi), toplumun adım adım biriktirilmiş olan bir gömüsüdür. Bu gömünün bir bölümü, kullanımı sırasında uğradığı aşınma ve yıpranma ile tükendikçe, diğer her ürün gibi her yıl yeniden yerine konulmalıdır. Konuyu basitleştirmek için, Marx, altın ve gümüş üretiminin her ülkenin kendi içindeki toplam toplumsal üretimin bir bölümünü oluşturduğunu varsayar. Lüks mallar için üretilen altın ve gümüş bir yana bırakılırsa, söz konusu altın ve gümüşün yıllık asgari üretiminin, dolaşımdan kaynaklanan yıllık madeni para aşınmasına eşit olması gerekir. Bu nedenle, toplumsal emek gücü ile toplumsal üretim araçlarının bir kısmı her yıl altın ve gümüş üretimi için harcanmak zorundadır. Meta dolaşımı yasasına göre, para miktarının, dolaşımın gerektirdiği para miktarı ile gömü biçimindeki para miktarının toplamına eşit olması gerekir. Ayrıca, dolaşımın daralmasına ya da genişlemesine bağlı olarak gömü biçimindeki para miktarı büyür ya da küçülür ve gerekli ödeme aracı rezerv fonlarının oluşumuna hizmet eder. Hesap denkleştirme söz konusu olmadığı sürece, parayla ödenmesi gereken şey metaların değeridir. Bu değerin bir parçasının artı-değerden oluşması, yani metaların satıcısının eline karşılığında herhangi bir şey ödenmeden geçmiş olması, hiçbir değişikliğe yol açmaz. Ayrıca, meta değerinin bir bölümünün artı-değerden oluşması, işin yürütülmesi için gereken para miktarını hiçbir şekilde değiştirmez. Burjuva iktisadı artı-değerin kaynağını doğru biçimde açıklamaya yanaşmasa da, aslında artı-değeri oluşturan bir fazlalığın varlığını kabulden kaçamaz. Çünkü açıktır ki, dolaşıma sürülen meta kütlesinin bir bölümü, kapitalistin değişen sermaye harcamadan dolaşıma sürdüğü bir artı-değeri de içerir. “Kapitalist, ürünüyle birlikte dolaşıma sermayesini aşan bir fazlayı sürer ve aynı zamanda bu fazlayı ondan yeniden çeker.” Kapitalistin üretim sonucunda dolaşıma soktuğu meta-sermaye, onun dolaşımdan emek gücü ve üretim araçları olarak çekmiş olduğu üretken sermayeden daha büyük değerdedir. Fakat burjuva iktisadı bu fazlalığın nereden geldiğini açıklamadığı ve karanlıkta bıraktığı halde, bunu bir olgu olarak görür. Marx’ın bu bölümde üzerinde durduğu bir diğer husus da, kapitalistler tarafından dolaşıma sokulan meta-değerin realize olmasını sağlayacak para miktarının piyasada olup olmadığı konusuna açıklık getirmek ve bu bağlamdaki yanlış görüşleri çürütmektir. Burada üzerinde duramadığımız ayrıntılar bir yana, Marx üretim sürecinin kapitalist karakterinin, dolaşımdaki paranın niceliğiyle ilgili olarak Kapital birinci ciltte ortaya koyulan yasaları hiçbir şekilde değiştirmeyeceğini gözler önüne serer. Konunun ayrıntıları bağlamında Marx sıkça sorulan bir soru üzerinde durur: “Bir ülkede metaların dolaşımı için gereken para tutarı nereden gelir?” Kapitalist üretimin durduğu yerden bakıldığında, paranın dolaşıma sokulduğu çıkış noktası olarak görünen şey kapitalisttir. Çünkü işçinin geçim araçlarına harcadığı para, öncesinde kendisi için yatırılmış olan değişen sermayenin para biçimidir ve demek ki başlangıçta kapitalist tarafından emek gücü satın almak üzere dolaşıma sokulmuştur. Kapitalist, başlangıçta kendisi için gerekli üretken sermayenin karşılığı parayı dolaşıma sokmuş ve bu parayı piyasada ödeme aracı olarak harcamıştır. Ama bu başlangıcı unuttuğumuzda, kapitalist, dolaşımda bulunan para kütlesinin çıkış noktası olarak görünmez olur. Bu durumda, Marx, piyasada dolanan meta-sermayenin paraya çevrilmesi açısından kapitalistler ve işçiler olarak iki asli çıkış noktasının görünebileceğini belirtir. Zira, “öteki toplumsal konumlardan üçüncü kişilerin hepsi, ya sağladıkları hizmetler karşılığında bu iki sınıftan para almak zorundadır, ya da parayı herhangi bir hizmet sağlamadan almaları ölçüsünde, rant, faiz vb. biçimindeki artık değerin sahipleri arasında yer alırlar.” Artı-değerin tümüyle sanayici kapitalistin cebinde kalmayıp, onun tarafından başka kişilerle paylaşılmak zorunda olmasının, üzerinde durduğumuz soruyla hiçbir ilgisi yoktur. Asıl sorun, artı-değerin karşılığı olan paranın kimler arasında nasıl bölüşüldüğü değil, artı-değerin ilk sahibi kapitalistin onu nasıl paraya çevirdiğidir. Bu nedenle Marx, incelemekte olduğumuz durumda diğerlerini bir yana bırakıp, artı-değeri ürettiren kapitaliste hâlâ artı-değerin tek sahibi gözüyle bakmamız gerektiğini ifade eder. İşçiye gelince, o aslında paranın birincil değil ikincil çıkış noktasıdır. Çünkü önce değişen sermaye olarak yatırılmış olan para, işçi onu geçim araçlarına ödeme yapmak için harcadığında ikinci kez dolaşıma girmiş olur. Esas önemli nokta, başlangıçta üretken sermayenin karşılığı olarak dolaşıma sokulan değerden daha fazla bir değerin (artı-değerin karşılığı meta-değerin) dolaşımda nasıl realize olacağı sorusudur. Marx, ilk bakışta ne kadar paradoks gibi görünse de, metalarda saklı bulunan artı-değerin gerçekleşmesine hizmet eden parayı dolaşıma sokanın da kapitalistler sınıfının kendisi olduğunu vurgular. “Ama dikkat edin” der: bu parayı dolaşıma sermaye yatırımı olarak sokmaz. Kendi bireysel tüketimi için satın almada harcayarak dolaşıma sokar. Kapitalistin sermayesinin yıl boyunca daha çok devir yapması, konunun özünde hiçbir değişikliğe yol açmaz. Olsa olsa, yatırıma harcadığı para-sermayesinin dışında kalan ve bireysel tüketimi için dolaşıma sokacağı tutarın büyüklüğünü etkiler. Artı-değer paraya çevrilip dönmeye başlayana kadar elindeki olanaklarla yaşamak yalnızca kapitalistlere özgü bir özelliktir. Basit yeniden üretimde, kapitalistin sermayesinin ilk geri dönüşüne dek bireysel tüketimi için dolaşıma soktuğu para tutarının, daha önce ürettirdiği ve paraya çevirdiği artı-değere tam tamına eşit olduğu varsayılmıştı. Marx, bunun bireysel kapitalisti ilgilendirdiği kadarıyla kuşkusuz gelişigüzel bir varsayım olduğunu belirtir. Ama basit yeniden üretim varsayıldığında ve bütün kapitalist sınıfa uygulandığında bunun doğru olması gerekir. Bu varsayımda tüm artı-değerin üretken olmayan biçimde tüketildiği açıktır. Marx burada birkaç düşünceyi daha eklemek istediğini belirterek devir konusunda hatırlatma yapar. Diğer koşullar aynı kalmak kaydıyla, devir dönemlerinin uzunluğundaki değişmelerin, üretimi aynı ölçekte sürdürmek için para-sermaye miktarlarında da değişimi gerektirdiği açıktır. Bu nedenle, kendisini genişleme ve daralma biçimindeki değişikliklere uydurması için, para dolaşımının yeterli esneklikte olması gerekir. Ayrıca, işgününün uzunluğu, yoğunluğu ve üretkenliği gibi koşulların aynı kaldığı ama değer-ürünün ücret ile artı-değer arasındaki dağılımının değiştiği durumda, dolaşımdaki para miktarı bundan etkilenmez. Bu değişiklik, dolaşımda bulunan para miktarında herhangi bir genişleme ya da daralma olmadan gerçekleşebilir. Ancak ücretlerde genel bir yükselme ve bu nedenle artı-değer oranında genel bir düşme olması halinde, değişen sermaye olarak yatırılması gereken para-sermaye büyür. Ne var ki değişen sermaye işlevi için gereken para miktarı ne kadar artarsa, artı-değerin gerçekleştirilmesi için gereken para miktarı da tam o kadar azalır. Bu durumda metanın maliyet fiyatı ilgili bireysel kapitalist için yükselir, ama toplumsal üretim fiyatı aynı kalır. Çünkü değişmeyen sermaye kısmı aynıysa, yalnızca toplamda metaların üretim fiyatının ücrete ve kâra bölünme oranı değişmiş olur. Bu bağlamda çeşitli varsayımlar üzerinde durulabilir. Örneğin ücretlerdeki yükselmenin sonucu olarak, işçilerin özellikle zorunlu geçim aracı talebi artar. Daha sınırlı bir derecede ise, lüks mal talepleri artacak ya da daha önce tüketim yelpazeleri içinde yer almayan nesneler için talep oluşacaktır. Zorunlu geçim araçları talebinin birdenbire ve büyük ölçekte artması, bunların fiyatlarını kısa bir süre mutlaka yükseltecektir. Toplumsal sermayenin daha büyük bir bölümü zorunlu geçim araçları üretiminde, daha küçük bir bölümü ise kapitalistlerin artı-değerlerinin azalmasından dolayı azalan miktarda lüks mal üretiminde kullanılacaktır. Şayet işçiler ücret artışı nedeniyle daha fazla lüks mal satın almışsa, bu durum zorunlu geçim araçlarının fiyatlarını yükseltmez ama yalnızca lüks metaların alıcılarını değiştirir. Kısacası, o güne dek olduğundan daha fazla lüks meta işçilerin tüketimine, göreli olarak daha azı ise kapitalistlerin tüketimine gider. İkinci bir varsayım olarak, kendi metalarının fiyatlarını diledikleri gibi yükseltmek kapitalist üreticilerin elinde olsa diye düşünülebilir. Bu durumda fiyat artışlarını ücretleri yükseltmeden de yapabilir ve yaparlardı; ya da meta fiyatları düşerken ücretler hiçbir zaman yükseltilmezdi. Eğer böyle keyfi davranışlar mümkün olabilseydi, kapitalistler sınıfı meta fiyatlarını çok daha fazla yükselterek daha büyük kârları cebe indirebileceklerinden sendikalara karşı koymaz ve ücretlerdeki her artışa boyun eğerlerdi. (Ne var ki, kapitalizmde işler böyle keyfi yürümemekte, neticede çeşitli faktörlerin karşılıklı etkileşimi temelinde işleyiş yasaları hükmünü icra etmektedir.) Marx, kapitalistlerin ve onların iktisatçı çanak yalayıcılarının bu konu bağlamında kurusıkı atışlarda bulunduklarını belirtir ve bu kurusıkı atışa bahane sağlayan üç tür olguyu sıralar: “1. Öteki bütün koşullar aynı kalırken, dolaşımda bulunan metaların fiyatlarının toplamı yükseldiğinde (bu artış ister aynı meta kütlesi, ister büyümüş bir meta kütlesi için gerçekleşsin) dolaşımdaki para kütlesinin artması, para dolaşımının genel bir yasasıdır. Burada sonuç, nedenle karıştırılır. Zorunlu geçim araçlarının fiyatlarındaki yükselmeyle birlikte ücretler (nadiren ve yalnızca istisnai olarak orantılı bir şekilde olsa bile) yükselir. Ücretlerdeki yükselme, metaların fiyatlarındaki artışın nedeni değil, sonucudur. 2. Ücretlerde genel değil kısmi veya yerel bir yükselme olduğunda (yani, yalnızca birkaç üretim dalında yükselme meydana geldiğinde), bu dalların ürünlerinin fiyatlarında bundan kaynaklanan yerel bir yükselme ortaya çıkabilir. Ama bu bile birçok koşula bağlıdır. Örneğin, öncesinde ücretler olağan dışı ölçülerde geriletilmiş ve dolayısıyla kâr oranı olağan dışı ölçülerde yükselmiş olmamalı, yani fiyat artışı bu metaların piyasasını daraltmamalıdır (bir başka deyişle fiyat artışı daha önceki bir arz daralmasını gerektirmemelidir) vb. 3. Ücretler genel olarak yükseldiğinde, değişir sermayenin başat olduğu sanayi dallarında üretilen metaların fiyatları yükselir, buna karşılık değişmez ya da sabit sermayenin başat olduğu dallardaki metaların fiyatları düşer.” Marx burada Kapital birinci ciltte gördüğümüz bir hususu hatırlatır: genelde dolaşım parayı dolap beygiri gibi durmadan döndürür. Bu olgu, kapitalist üretim temeli üzerinde, kendisini, sermayenin bir bölümünün sürekli olarak para-sermaye biçiminde var olmasıyla ve artı-değerin bir bölümünün de sürekli olarak yine para biçiminde sahiplerinin ellerinde bulunmasıyla ortaya koyar. Ayrıca, devir hızlandığında paranın artı-değeri gerçekleştiren bölümü de daha hızlı dolaşır. Buna karşılık, para dolaşımındaki bir hızlanma, sermayenin ve dolayısıyla da paranın mutlaka daha hızlı devretmesini gerektirmez; yani yeniden-üretim sürecinde mutlaka bir kısalma ve daha hızlı bir yenilenme anlamına gelmez. Çünkü diyelim aynı para kütlesiyle daha büyük miktarda işlem yapılması halinde de daha hızlı bir para dolaşımı gerçekleşir. “Temelinde ücretli emeğin yanı sıra işçiye parayla ödeme yapılması ve genel olarak ayni ödemelerin parasal ödemelere dönüştürülmesi bulunan kapitalist üretim tarzı, ancak dolaşım için yeterli bir para kütlesinin ve bunun belirlediği bir gömü oluşumunun (rezerv fonu vb.) bulunduğu bir ülkede, daha büyük bir ölçeğe ve daha derinlikli bir mükemmelliğe ulaşabilir.” Marx, bunun tarihsel bir ön koşul olduğunu ama bu konuyu, önce yeterli bir gömü kütlesinin oluşturulduğu ve kapitalist üretimin ancak ondan sonra başladığı şeklinde anlamanın yanlış olacağını belirtir. “Aksine, kapitalist üretim, ön koşullarının gelişimiyle eş zamanlı olarak gelişir ve bu ön koşullardan biri, yeterli bir değerli maden arzının varlığıdır. Değerli maden arzının 16. yüzyıldan bu yana büyümesinin kapitalist üretimin tarihsel gelişiminde temel bir uğrak oluşturması bundandır.”

Il. Birikim ve Genişletilmiş Yeniden Üretim

Marx, birikimin, genişletilmiş ölçekte yeniden üretim biçiminde gerçekleşmesi durumunda para dolaşımı yönünden yeni bir sorun yaratmayacağını vurgular. Büyüyen üretken sermaye için gerekli ek para-sermaye, gerçekleştirilmiş artı-değerin dolaşıma yeniden para-sermaye olarak sürülmesiyle sağlanır. Esasen para zaten kapitalistlerin elindedir. Yalnızca kapitalistin bunu kendi harcaması için mi yoksa yeni yatırım için para-sermaye olarak mı kullanılacağı birikimde fark yaratır. Genişletilmiş ölçekte yeniden üretimde, ek üretken sermayenin sonucu olarak, dolaşıma ek sermayenin ürünü olan ek bir meta kütlesi de sürülür. Bu ek meta kütlesiyle birlikte, onun gerçekleştirilmesi için gerekli olan ek para da dolaşıma sürülmüştür. Bu ek para kütlesi, tam da ek para-sermaye olarak yatırılmıştır ve bu nedenle sermayesinin devriyle birlikte kapitaliste geri döner. Büyüyen üretken sermayenin bu şekilde geri dönüşü açıktır ama şimdi elde meta biçiminde bulunan ek artı-değeri gerçekleştirmek için gereken ek para acaba nereden gelir? Marx, genel yanıtın yine aynı olduğunu belirtir. Dolaşımdaki metaların toplam fiyatı, verili bir meta kütlesinin fiyatları yükseldiğinden değil, şimdi dolaşmakta olan metaların kütlesi daha önce dolaşmakta olan metaların kütlesinden daha büyük olduğu ve bu büyüme fiyatlardaki bir düşüşle dengelenmediği için artmıştır. Bu daha büyük değere sahip daha büyük meta kütlesinin dolaşımı için gereken ek para, alacak-verecek hesaplarının denkleştirilmesi veya aynı para parçalarının dolaşımını hızlandıran önlemlerin alınması biçimindeki uygulamalarla sağlanabilir. Ya da, gömülü paranın çözülerek dolaşım aracına dönüştürülmesiyle tedarik edilmiş olur. Bu ikinci çare, atıl paranın satın alma ya da ödeme aracı olarak işlev görmeye başladığını veya daha önce rezerv fonu olarak tutulan para-sermayenin şimdi etkin biçimde dolaşıma girdiğini gösterir. Bu durum, böyle ikili bir işlev görmesinin yanı sıra, hareketsiz durmakta olan sikke rezerv fonlarının daha ekonomik olarak kullanıldığını da ortaya koyar. Şayet kapitalizmin gelişimine bağlı olarak gelişen kredi sistemi henüz inceleme dışı tutulursa, yukarda değinilen tüm araçların yetersiz kalması ölçüsünde, ek altın üretimi gerekli hale gelir. “Ya da, aynı kapıya çıkmak üzere, ek ürünün bir bölümü, doğrudan ya da dolaylı olarak (değerli maden üreticisi ülkelerin ürünü olan) altınla mübadele edilir.” Asıl önemlisi, kredi sistemiyle birlikte yardımcı araçlar gelişir. Gelişen yardımcı araçlar, ya toplumsal üretim ve emek sürecinin büyük bir bölümünün gerçek paraya ihtiyaç duyulmaksızın yürütülmesini sağlayarak ya da fiilen işlev gören para kütlesinin işlevselliğini arttırarak kapitalist zenginliği arttırmış olurlar. Marx kapitalist işleyişin bu önemli yönünü açıklığa kavuşturduktan sonra, konu bağlamında bir başka varsayımı da gözden geçirir. Şöyle ki, üretim ölçeğinin doğrudan genişlemesinin gerçekleşmediği ama realize edilen artı-değerin bir bölümünün daha sonra üretken sermayeye dönüştürülmek üzere nakit rezerv fonu olarak biriktirildiği bir durumu ele alır. “Bu şekilde biriktirilen paranın ek para olması ölçüsünde, ek bir açıklamaya gerek kalmaz” der. Bazı ayrıntılar bir yana, durum şudur: “Kapitalistlerin bir bölümü, ürünlerinin satışından ellerine geçen paranın bir bölümünü, bunun karşılığında piyasadan ürün çekmeden, ellerinde tutmaktadır. Buna karşılık, kapitalistlerin bir başka bölümü, sürekli geri dönen, üretim işinin yürütülmesi için gereken para-sermaye dışında, paralarını olduğu gibi ürüne dönüştürmektedir.” Artı-değer taşıyıcısı olarak piyasaya sürülen ürünün bir bölümü, üretim araçlarından ya da değişen sermayenin karşılığı olan zorunlu geçim araçlarından oluşur. Dolayısıyla bu bölüm, üretimin genişletilmesine hemen hizmet edebilir. Kapitalistlerin bir bölümü para depolarken öteki bölüm üretim ölçeğini genişletse bile, mevcut para kütlesi dolaşım gereksinimleri için yeterli kalır. “Ayrıca, nakit para olmadan da, yalnızca alacak taleplerinin birikimiyle, bir tarafta para birikimi gerçekleşebilir.” Marx buraya kadar açıklamanın nispeten kolay göründüğünü belirtir. Asıl güçlüğün, kapitalistler sınıfı içindeki bireysel para-sermaye birikimini değil genel bir para-sermaye birikimini varsaydığımızda karşımıza çıkacağını vurgular. Şöyle ki, kapitalistler sınıfının bütünü nasıl para biriktirecektir? Konu gerçek yaşamda gerçekleştiği şekliyle ele alınırsa, daha sonra kullanılmak üzere biriktirilen potansiyel para-sermayenin şunlardan oluştuğunu açıklar Marx: 1. Bankalardaki mevduatlar. Ama unutulmasın, bankada gerçekte biriken şey, yalnızca, yatırılan parayla çekilen para arasındaki fark neticesinde ortaya çıkan para tutarıdır. Kısacası, bankanın elinde para olarak bulunan, büyük miktarlardaki nominal alacak-borç işlemlerine oranla daha küçük bir para tutarıdır. 2) Devlet tahvilleri. Bunlar hiçbir şekilde sermaye değil, yalnızca yıllık ulusal ürün üzerindeki alacak talepleridir. 3) Hisse senetleri. Dolandırıcılık amacıyla çıkarılmış olmadıkça, bunlar bir kurumun gerçek sermayesi üzerinde tasarruf hakkı ve bu sermayenin ürettiği yıllık artı-değer üzerinden gelen poliçelerdir. Bunların hiçbirinde bir para birikimi gerçekleşmez. Zira, “bir yanda para­sermaye birikimi olarak görünen şey, öbür yanda gerçek, sürekli bir para harcaması şeklinde görünür. Paranın, sahibi olan kişinin kendisi tarafından mı yoksa ondan borç almış kişiler tarafından mı harcandığı, konunun özünde hiçbir değişikliğe yol açmaz.” Kapitalist üretim esasına göre, gömü oluşumu hiçbir zaman kendi başına bir amaç değil, ya dolaşımdaki bir tıkanmanın ya da devrin gerektirdiği birikimlerin bir sonucudur. Son bir olasılık ise, üretken sermaye olarak işlev görmesi için geçici olarak gömü biçiminde potansiyel bir para-sermayenin yaratılmasıdır. O halde, bir yanda para olarak gerçekleştirilen artı-değerin bir bölümü dolaşımdan çekiliyor ve gömü olarak biriktiriliyorsa, artı-değerin bir başka bölümü de eş zamanlı olarak üretken sermayeye dönüştürülüyordur. Yıllık ürünün meta biçimindeki artı-değeri temsil eden bölümü için geçerli olan her şey, yıllık ürünün öteki bölümü için de geçerlidir. Bunun dolaşımı için de belli tutarda para gerekir ve her yıl üretilen ürünün artı-değeri temsil eden bölümü gibi bu para tutarı da kapitalistler sınıfına aittir. Bu para tutarı da, dolaşıma ilk olarak kapitalistler sınıfının kendisi tarafından sokulmuştur. Bizzat dolaşım aracılığıyla, bu sınıfın üyeleri arasında sürekli yeniden bölüşülür. Marx, önemli bir noktayı vurgulayarak bu bölümü bitirir. Burada, bir kapitalistin bir başkasının artı-değerinin ve hatta sermayesinin bir parçasına el koymasına ve böylece tek yanlı bir para-sermaye ve üretken sermaye birikimi ve merkezileşmenin ortaya çıkmasına yol açan dolaşım serüvenlerine yer verilmediğini belirtir. (devam edecek)

31 Ocak 2023
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /21

ÜÇÜNCÜ KISIM

TOPLUMSAL TOPLAM SERMAYENİN YENİDEN ÜRETİMİ VE DOLAŞIMI

Bölüm 18: Giriş

I. Araştırmanın Konusu

Marx, sermayenin doğrudan (dolaysız) üretim sürecinin, onun emek ve kendini genişletme süreci olduğunu belirtir. Bu sürecin sonucu meta-ürün ve belirleyici güdüsü de artı-değer üretimidir. Sermayenin yeniden üretim süreci, bu doğrudan üretim sürecini içerdiği gibi, gerçek dolaşım sürecinin her iki evresini de (yani sermayenin devrini oluşturan toplam devreyi) kapsar. Devreyi ister P ... P' biçiminde, ister Ü ... Ü biçiminde ele alalım, doğrudan üretim süreci her zaman bu devrenin yalnızca bir halkasını oluşturur. Biçimlerden birinde doğrudan üretim süreci dolaşım sürecinin aracısı olarak görünür; diğerinde ise dolaşım süreci doğrudan üretim sürecinin aracısı olarak görünür. Devrenin sürekli yenilenmesi, sermayenin dolaşım sürecindeki dönüşümlerinin zorunlu sonucudur. Öte yandan, sürekli yenilenen üretim süreci de sermayenin dolaşım alanında durmadan geçirdiği dönüşümlerin, kendisini dönüşümlü olarak bir para-sermaye, bir meta-sermaye biçiminde sergilemesinin koşuludur. Marx, kapitalist işleyişin bütünsel niteliğini açıklar. “Her bireysel kapitalistin kapitalistler sınıfının yalnızca bireysel bir öğesini oluşturması örneğinde olduğu gibi, her bireysel sermaye de toplumsal toplam sermayenin bağımsızlaşmış, deyim yerindeyse kendisine bireysel yaşam bağışlanmış bir parçasını oluşturur. Toplumsal sermayenin hareketi, onun bağımsızlaşmış parçalarının hareketlerinin, bireysel sermayelerin devirlerinin bütünlüğünden oluşur. Tek bir metanın başkalaşımı nasıl metalar dünyasının (meta dolaşımlarının) başkalaşımlar zincirinin bir halkasıysa, bireysel sermayenin başkalaşımı, devri de, toplumsal sermayenin devresindeki bir halkadır.” Bu toplam süreç, hem üretken tüketimi ve buna aracılık eden biçim dönüşümlerini (meta-para, para-meta mübadeleleri), hem de bireysel tüketimi ve buna aracılık eden biçim dönüşümlerini ya da mübadeleleri kapsar. Üretken tüketim sırasında, bir yandan değişen sermaye ile emek gücü satın alınır ve dolayısıyla emek gücü üretim sürecine dahil edilir. Burada işçi kendi metasının (emek gücünün) satıcısı, kapitalist ise bu metanın alıcısı olarak hareket eder. Ama diğer yandan meta satışları, işçi sınıfı tarafından satın alınan metaları ve dolayısıyla işçilerin bireysel tüketimini kapsar. Burada ise işçi sınıfı alıcı, kapitalistler de işçilere meta satan kişiler olarak ortaya çıkarlar. Meta-sermayenin dolaşımı, artı-değer dolaşımını da kapsar. Bu dolaşım kapitalistlerin bireysel tüketimlerine konu olan alım ve satımları da içerir. O halde bireysel sermayelerin toplamı toplumsal sermaye olarak ve devre bütünlüğü içinde ele alındığında, yalnızca sermaye dolaşımını değil, genel meta dolaşımını da kapsar. Genel meta dolaşımı gerçek anlamda sadece iki bileşenden oluşabilir: 1. Sermayenin kendi devresi ve 2. Bireysel tüketime giren metaların, dolayısıyla işçinin ücretini ve kapitalistin artı-değerini (ya da artı-değerinin bir bölümünü) harcayarak satın aldığı metaların devresi. Artı-değer meta-sermayenin bir parçasını oluşturduğundan, sermaye devresi artı-değerin dolaşımını ve aynı şekilde değişen sermayenin emek gücüne dönüşümünü de kapsar. Marx, bu cildin ikinci kısmında, sermayenin devresel hareketi içinde büründüğü çeşitli biçimlerin ve bu devrenin farklı biçimlerinin incelendiğini hatırlatır. Şimdi de birinci ciltte ele alınmış olan emek-zamana, dolaşım zamanını eklemek gerekecektir. Keza, ikinci ciltte para-sermayenin, birinci ciltte görülmemiş olan ayırt edici özellikleriyle ele alındığı da akılda tutulmalıdır. Bu sayede, belirli büyüklükteki bir üretken sermayeyi sürekli olarak işler durumda tutmak için, hep gereken tutarın para-sermaye biçiminde yatırılmasını ve yenilenmesini gerektiren belirli yasalar bulunmuştur. Daha önceki ilgili bölümlerde, yalnızca bireysel sermaye üzerinde, yani toplumsal sermayenin bağımsızlaşmış bir bölümünün hareketi üzerinde durulduğunu belirtir Marx. “Oysa bireysel sermayelerin devreleri iç içe girer, birbirlerinin hem öncülleri olur hem de birbirlerini gerektirirler ve tam da bu iç içe girişleriyle, toplumsal toplam sermayenin hareketini oluştururlar. Basit meta dolaşımında bir metanın toplam başkalaşımı, nasıl metalar dünyasının başkalaşımlar zincirinin bir halkası olarak görünüyorduysa, şimdi de bireysel sermayenin başkalaşımı toplumsal sermayenin başkalaşımlar zincirinin bir halkası olarak görünür.” Ancak, meta dolaşımı kapitalist olmayan üretim temeli üzerinde de gerçekleşebileceği için, basit meta dolaşımı, sermayenin dolaşımını hiçbir şekilde zorunlu olarak kapsamaz. Oysa toplumsal toplam sermayenin devresi, herhangi bir bireysel sermaye devresinin içinde yeri olmayan meta dolaşımını da, yani sermayeyi temsil etmeyen metaların dolaşımını da kapsar.

II. Para-Sermayenin Rolü

Marx, şimdi de toplumsal toplam sermayenin bileşenleri olarak bireysel sermayelerin dolaşım sürecini incelememiz gerektiğini belirtir. Bu konunun bu kısmın sonraki bölümlerinden birine ait olmasına karşın, toplumsal toplam sermayenin bileşeni olarak ele alınan para-sermayenin burada ele alınıp inceleneceğini ifade eder. Hatırlanacağı üzere, bireysel sermayenin devri ele alınırken, para-sermaye kendisini iki yanıyla göstermişti. Birincisi, para-sermaye, her bireysel sermayenin sahneye çıkarken ve sermaye olarak kendi sürecini başlatırken sahip olduğu biçimi oluşturur. Bu nedenle, bütün süreci harekete geçiren ilk itici güç olarak görünür. İkincisi, devir döneminin farklı uzunluklarına ve bunun iki bileşeni (üretim dönemi ve dolaşım dönemi) arasındaki farklı oranlara bağlı olarak, yatırılan sermaye değerinin sürekli olarak para biçiminde yatırılması gerekir. Ayrıca da, sermayenin yenilenmesi gereken bileşeninin kesintisiz üretim ölçeğine oranı, söz konusu faktörlere göre farklı olur. Ama burada söz konusu olanın, sadece olağan devir yani soyut bir ortalama olduğunu belirtir Marx. Dolaşımdaki tıkanmaları dengelemek için gereken ek para-sermaye ise dikkate alınmamıştır. Meta üretimi meta dolaşımını ve meta dolaşımı da metanın para olarak ifade edilmesini yani para dolaşımını öngörür. Metanın, meta ve para olarak ikiye bölünmesi, ürünün meta olarak ifade edilmesinin bir yasasıdır. Aynı şekilde kapitalist meta üretimi (ister toplumsal, ister bireysel açıdan ele alınsın), para-sermayeyi her yeni başlayan iş için bir ilk motor ve bir kesintisiz motor olarak varsayar. Özellikle döner sermaye, para-sermayenin kısa zaman aralıklarıyla sürekli olarak yeniden motor olarak ortaya çıkmasını öngörür. Yatırılan tüm sermaye değeri, yani metalardan (emek gücünden, emek araçlarından ve üretim maddelerinden) oluşan sermaye öğelerinin hepsi, sürekli olarak parayla satın alınmak zorundadır. “Burada bireysel sermaye için geçerli olan şey, yalnızca çok sayıda bireysel sermaye biçiminde işlev gören toplumsal sermaye için de geçerlidir.” Ancak, daha önce birinci ciltte gösterilmiş olduğu gibi, buradan hiçbir zaman, sermayenin işlev görme alanının, işlev görmekte olan para-sermayenin büyüklüğüne bağımlı olduğu sonucu çıkmaz. Sermayeye dahil olan bazı üretim öğelerinin belirli sınırlar içinde genişlemeleri, yatırılan para-sermayenin büyüklüğünden bağımsızdır. Emek gücü, kendisine yapılan ödeme aynı kalırken, yaygın ya da yoğun olarak daha fazla sömürülebilir. Artan sömürüyle birlikte ücretler arttırılmış olsa bile, bu artış aynı oranda ve hele aynı miktarda değildir. Üretken biçimde sömürülen ama sermayenin bir değer öğesi olmayan toprak, deniz, madenler, ormanlar gibi doğal maddeler, para-sermaye yatırımında bir artış olmadan da, aynı miktar emek gücünün daha fazla zorlanmasıyla, daha yoğun ya da geniş biçimde sömürülür. Böylece, bir ek para-sermaye yatırma zorunluluğu olmadan, üretken sermayenin gerçek öğeleri çoğaltılmış olur. Ek yardımcı maddeler için bir ek para-sermayenin gerekli olması durumunda, sermaye-değerin yatırıldığı para-sermaye, üretken sermayenin büyüyen etkinliği oranında artmaz. Sabit sermaye için ek para yatırımı yapılmaksızın, aynı sabit sermaye gerek günlük kullanılma süreleri uzatılarak, gerekse kullanılma yoğunluğu artırılarak daha etkili bir şekilde kullanılabilir. Bu durumda sabit sermayenin devri hızlanır ama yeniden üretiminin öğelerinin de daha çabuk ikmali gerekir. Doğal cevherlerden ayrı olarak, hiçbir maliyetleri bulunmayan doğa güçleri de, aracılar olarak, daha çok ya da daha az etkili şekillerde üretim sürecine dahil edilebilir. Bunların etkililik derecesi, kapitaliste hiçbir maliyeti olmayan yöntemlere ve bilimsel ilerlemelere bağlıdır. Üretim sürecinde emek gücünün toplumsal birlikteliği ve bireysel işçilerin birikmiş becerileri için de aynısı geçerlidir. Marx, İngiliz iktisatçı Carey’in hesaplamasına göre, toprağın mevcut üretkenliğini sağlayan ve aslında bilinmeyen zamanlardan bu yana toprağa eklenmiş olan tüm sermaye ya da emek için bir ödeme yapılmadığını hatırlatır. Şayet yapılmış olsaydı, “buna göre, tek bir işçiye, bir yabanıldan modern bir teknisyen çıkarmak için insan soyunun bütünü tarafından harcanmış olan emeğe göre ödeme yapılması gerekirdi”. Oysa tersi geçerlidir: “Toprakta yer alan tüm karşılığı ödenmemiş, ama toprak sahipleri ve kapitalistler tarafından gümüşe çevrilmiş olan emek hesaplanırsa, toprağa eklenmiş olan tüm sermaye, tefeci faizleriyle defalarca ve defalarca geri ödenmiş, dolayısıyla toprak toplum tarafından defalarca ve defalarca geri satın alınmıştır.” Emeğin üretkenlik gücündeki artış ek bir sermaye yatırımını gerektirmediği sürece, ürünün değerini değil, yalnızca miktarını arttırır. Ama bu durum aynı zamanda, sermaye için yeni malzeme sağlar ve dolayısıyla artan sermaye birikimi için temel oluşturur. Kapital birinci ciltte ele alındığı gibi, toplumsal emeğin örgütlenmesinin ve böylece emeğin toplumsal üretkenlik gücünün arttırılmasının, daha büyük ölçekte üretim yapılmasını mümkün kıldığı açıktır. Bu durumun bireysel kapitalistler tarafından büyük miktarlarda para-sermaye yatırımını gerekli kılması ölçüsünde, bunun sermayelerin az sayıda elde merkezileşmesi yoluyla gerçekleştiği de birinci ciltte gösterilmiştir. Bireysel sermayelerin büyüklüğü, bunların toplumsal toplamlarında bir artış olmaksızın, sermayenin az sayıda elde merkezileşmesi yoluyla artabilir. Bu yalnızca bireysel sermayelerin dağılımındaki bir değişme demektir. Marx bundan önceki kısımda, devir dönemindeki kısalmanın, ya daha az para-sermaye ile aynı üretken sermayenin ya da aynı para-sermaye ile daha fazla üretken sermayenin harekete geçirilebileceğini görmüş olduğumuzu hatırlatır. Neticede üretim araçlarının ve emek gücünün fiyatları verili iken, metalar şeklinde var olan bu üretim öğelerinin belirli bir miktarını satın alabilmek için gerekli olan para-sermayenin büyüklüğü bellidir. Fakat mesele, yatırılan para-sermayenin ötesinde boyutlara sahiptir. Çünkü yatırılan sermaye üretken sermayeye çevrildikten sonra, sınırları bu sermayenin kendi değer sınırlarıyla belirlenmeyen ve farklı şekillerde etkili olabilen üretken güç içerir. Üretken sermaye içinde yer alan emek gücünün yaratacağı artı-değerin miktarına göre sözü edilen üretken güç az ya da çok olabilir. Diğer bir husus ise, her yıl aşınan sikkeleri yerlerine koymak üzere toplumsal emek ve üretim araçlarından harcanmak zorunda olan bölümle ilgilidir. Bu bölümün toplumsal üretimin büyüklüğünden bir kesinti olduğu apaçıktır. “Ama kısmen dolaşım aracı, kısmen gömü olarak işlev gören para değerine gelince, o bir varlığa sahiptir, elde edilmiştir, emek gücünün, üretilmiş üretim araçlarının ve zenginliğin doğal kaynaklarının yanında bulunmaktadır. Bunların önündeki bir engel olarak görülemez. Onun üretim öğelerine dönüştürülmesiyle, başka halklarla mübadele edilmesiyle, üretim ölçeği genişletilebilir.” Ne var ki böyle bir durum, paranın her zaman dünya parası rolünü oynamasını varsayar. Üretken sermayeyi harekete geçirmek için, devir döneminin uzunluğuna bağlı olarak daha büyük ya da daha küçük miktarda para-sermayeye ihtiyaç vardır. Ayrıca, devir döneminin çalışma zamanı ile dolaşım zamanına bölünmesi, yedekte tutulan potansiyel para-sermayede bir artışı gerektirebilir. Diğer koşullar aynı kalmak üzere çalışma döneminin uzunluğu belirleyici olduğunda, devir dönemi üretim sürecinin özgül toplumsal karakteri tarafından değil, üretim sürecinin maddi doğası tarafından belirlenir. Böyle olmakla birlikte, kapitalist üretim daha uzun süreli ve daha büyük çaplı işlemler, daha uzun bir zaman için daha büyük para-sermaye yatırımlarını gerektirir. “Dolayısıyla bu gibi alanlarda üretim, bireysel kapitalistin para-sermayeyi hangi ölçülerde elinin altında kullanıma hazır bulabileceğine bağlı olur. Kredi sistemiyle ve bununla bağlantılı birleşmelerle, örneğin anonim ortaklıklarla, bu sınır aşılır. Bundan ötürü, para piyasasındaki düzensizlikler bu gibi kuruluşları felce uğratırken, bu kuruluşların kendileri de para piyasasında düzensizliklere yol açar.” Çalışma döneminin uzunluğundan kaynaklandığı ölçüde, para sermayeye duyulan ihtiyaç iki koşula bağlıdır. Birincisi, kredi bir yana bırakıldığında genel olarak paranın her bir bireysel sermayenin üretken sermayeye dönüşmek için bürünmek zorunda olduğu biçim olmasıdır. Bu, kapitalist üretimin ve genel olarak meta üretiminin doğasından ileri gelir. İkincisi, gerekli para yatırımının büyüklüğü, görece uzun bir süre boyunca toplumdan sürekli olarak emek gücü ve üretim araçları çekilirken, aynı süre boyunca topluma yeniden paraya dönüştürülebilir ürünlerin geri verilmemesinden kaynaklanır. Birinci koşul, yani yatırılacak sermayenin para biçiminde yatırılması zorunluluğu, bu para ister madeni para, ister kredi parası, isterse değer işareti vb. olsun, bu paranın biçimi ile ortadan kalkmaz. Diğer yandan, dolaşıma herhangi bir eş değer sürmeden ondan hangi para aracıyla ya da hangi üretim biçimiyle emek, geçim araçları ve üretim araçları çekildiği ise ikinci koşulu hiçbir şekilde etkilemez. Marx bu bölümde dolaşım, paranın rolü gibi konuları analiz ederken, kapitalizm ortadan kalktığında (yani toplumsallaştırılmış üretim temelinde) durumun ne olacağına dair de kısa bir akıl yürütmede bulunmuştur. Özetle, arada yararlı bir ürün sağlamadan yıl boyunca kesintisiz olarak emek gücü ve üretim aracı çeken gerekli bazı işlemlerin, geçim araçları ve üretim araçları sağlayan üretim dallarına zarar vermeden hangi ölçekte yürütülebileceğine önceden karar verileceğini düşünür. Şöyle devam eder: “Kapitalist üretimde olduğu gibi toplumsal üretimde de, eskiden olduğu gibi, kısa çalışma dönemlerine sahip iş dallarındaki işçiler, yalnızca kısa süreler boyunca, ürün geri vermeden ürün çekerken, uzun çalışma dönemlerine sahip iş dalları, ürün geri vermeden önce, daha uzun bir süre boyunca sürekli olarak ürün çekecektir. Demek ki bu durum ilgili emek sürecinin toplumsal biçiminden değil, maddi koşullarından kaynaklanır. Toplumsal üretimde para-sermaye ortadan kalkar. Emek gücünü ve üretim araçlarını farklı iş dallarına toplum dağıtır. Benim açımdan, üreticilere, toplumsal tüketim stoklarından kendi emek-zamanlarına karşılık gelen bir miktarı çekmeleri için kâğıt ödeme emirlerinin verilmesinin bir sakıncası bulunmuyor. Bu ödeme emirleri para değildir. Dolaşım gerçekleştirmezler.”

2 Mart 2023

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /22

Bölüm 19: Konunun Geçmişteki Sunulma Biçimleri

I. Fizyokratlar

Marx bu bölümde, daha önce de değinmiş olduğu üzere, Fizyokratların ve Adam Smith’in yaklaşımlarını ele alır. Fizyokrat Quesnay ünlü “Ekonomik Tablo”sunda, bir yıllık ulusal üretim değerinin, dolaşım aracılığıyla ve diğer koşullar aynı kalırken basit yeniden üretimi gerçekleştirecek şekilde nasıl dağıldığını ana hatlarıyla göstermiştir. Buna göre, üretim döneminin başlangıç noktasını önceki yılın ürünü oluşturur. Sayısız bireysel dolaşım hareketleri, toplumun işlevsel olarak belirlenmiş büyük iktisadi toplum sınıfları arasındaki dolaşım hareketi içerisinde bir araya gelmiştir. “Burada bizi ilgilendiren şudur” der Marx. Toplam ürünün bir bölümü, dolaşıma girmeyip yeniden sermaye olarak hizmet etmek üzere üreticisinin yani çiftçiler sınıfının elinde kalır. Quesnay, yıllık ürünün bu değişmeyen sermaye parçasına, ona ait olmayan öğeleri de dahil etmiştir. Fakat asıl önemlisi, görüş ufkunun sınırlılığı yüzünden, tarımı, insan emeğinin artı-değer üreten tek yatırım alanı olarak görmüştür. Ufkunun sınırlılığı bir yana, yalnızca artı-değer üreten yatırım alanını üretken yatırım alanı görmesi önemlidir ve temel sorunu çözmeye yöneliktir. Marx, bir sistemin etiketinin bir başka nesnenin etiketinden genelde yalnızca alıcıyı değil çoğu zaman satıcıyı da aldatmasıyla farklılaştığını belirtir. Nitekim Quesnay ve en yakın öğrencileri de kapılarındaki feodal tabelaya inanmışlar, bu yanılsamayla tarımı esas ekonomik alan kabul etmişlerdir. “Şu ana dek bizim okumuşlarımızın yaptığı da budur” der Marx. “Ama gerçekte, fizyokratik sistem, kapitalist üretim hakkındaki ilk sistematik çerçevedir. Sanayi sermayesinin temsilcisi (kiracı çiftçiler sınıfı), tüm iktisadi hareketi yönetir. Tarım kapitalist biçimde, yani kapitalist kiracı çiftçi tarafından büyük ölçekte yürütülen bir iştir; toprakta ekip biçme işlerini dolaysız olarak yapanlar, ücretli işçilerdir. Üretim, yalnızca kullanım nesneleri değil, onların değerini de yaratır; ama onun itici gücü, doğum yeri dolaşım alanı değil üretim alanı olan artı-değer kazancıdır.” Sanki feodal dönem devam ediyormuş gibi tarımı esas alsa da, fizyokratik sistem esasta kapitalist karaktere sahiptir. Bu nedenle, en parlak dönemlerinde bile bir yandan bazı fizyokratların ve diğer yandan küçük toprak mülkiyetinin savunucularının muhalefetine yol açmıştır. Marx bu noktada, A. Smith’in yanılgılarına işaret eder. Smith bazı noktalarda Quesnay’in doğru çözümlemelerini ileriye taşımıştır. Fakat yeniden üretim sürecini çözümlerken sergilediği gerileme, tümüyle fizyokratik yanılgıların ortasında yolunu şaşırdığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Marx’ın, Smith’ten alıntılarla sergilediği bu kısımda ayrıntılar bir yana bırakılacak olursa, özetle vurguladığı husus önemlidir. Smith açıklamalarında, kiracı çiftçinin başka türden herhangi bir kapitalistten daha fazla değer ürettiğini göstermeye çalışmıştır. Örneğin şöyle der Smith: “Tarımda kullanılan sermaye, yalnızca manüfaktürlerde kullanılan aynı miktar sermayeden daha fazla miktarda üretken emeği harekete geçirmekle kalmaz, aynı zamanda, kullandığı üretken emek miktarı ile orantılı olarak, ülkenin toprak ve emeğinin yıllık ürününe, o ülkenin halkının gerçek servetine ve gelirine daha büyük bir değer katar.” Smith’in buradaki dar görüşlülüğü bir yana bırakılacak olursa, o, fizyokratların “tarımsal” kullanım alanına verdiği özel ağırlıktan bağımsız olarak sermaye kavramının içeriğini genelleştirmiştir. Smith’in “sabit sermaye” ve “döner sermaye” ayrımı yapması bir ilerleme, ama “sabit” ve “döner” sermaye ayrımını temel ayrım olarak görmesi ise bir gerilemedir. Zira temel ayrım, değişmeyen ve değişen sermaye ayrımı olmalıdır.

II. Adam Smith

A. Smith’in Genel Görüşleri

A. Smith, ücret, kâr ve toprak rantının hem bütün gelirlerin hem de tüm mübadele değerlerinin üç ana kaynağı olduğunu iddia eder. Marx’ın belirttiği gibi, Smith hem tüm metaların fiyatlarını hem de her bir ülkenin toprağının ve emeğinin yıllık ürününün mübadele değerini ücretli emekçi, kapitalist ve toprak sahibi olmak üzere üç gelir kaynağına ayrıştırır. Fakat bundan sonra dördüncü bir öğeyi, yani sermaye öğesini de dolambaçlı bir yoldan işin içine sokmak zorunda kalır. Bunu da, gayrisafi ve safi gelir ayrımı aracılığıyla gerçekleştirir ve söz konusu üç grubun gerçek zenginliklerinin gayrisafi gelirleriyle değil, safi gelirleriyle orantılı olduğunu açıklar. Smith’in bu bağlamdaki açıklamalarından hareketle eleştirilerini sıralar Marx. Özetle vurguladığı husus, Smith’in kendi teorisinin aksaklığından bir sözcük oyunu aracılığıyla (yani gayrisafi ve safi gelir ayrımı) kaçtığıdır. Böylece Smith, meta değerinin bu değeri oluşturan kısımlara ayrıştırılması sırasında sermayeye dair dışarı attığı şeyi yan kapıdan içeriye sokmaktadır. Ne var ki, Marx’ın vurguladığı üzere, eğer sermaye içeriye gelir olarak girecekse önce genişletilmiş olması gerekir. Oysa Smith’in teorisi genişletilmiş ölçekli yeniden üretim ya da birikim üzerinde değil, yalnızca basit yeniden üretim üzerinde durmaktadır. A. Smith ayrıca, en düşük olağan kâr oranının daima, her sermaye kullanımında ara sıra oluşan kayıpları karşılamaya yetecek miktardan biraz fazla olmak zorunda olduğunu söyler. Safi ya da net kârın, yalnızca bu artıktan oluştuğunu iddia eder. Marx’ın belirttiği üzere, bu görüş, gayrisafi kârın bir parçasının üretim için bir sigorta fonu oluşturacağını söyleyen ve neticede artı-değeri yok sayan bir yaklaşımdır. Aslında kapitalistin böyle bir fonu ayırması, kârın kaynağını hiçbir şekilde değiştirmez. Yalnızca, işçinin hem sigorta fonu hem de onarım fonu için artı-emek sağladığını kanıtlar. Smith, neticede bize tüm sabit sermayeyi ve aynı zamanda sabit sermayenin hem yenilenmesinin hem de korunmasının ve onarılmasının gerekli kıldığı tüm döner sermaye bölümünü, safi gelirin dışında tutmak gerektiğini anlatmış olur. A. Smith, üretim araçlarının üretiminde çalışan işçiler ile doğrudan tüketim araçlarının üretiminde çalışan işçiler arasındaki çok önemli bir ayrıma da değinir. Birinci kesim tarafından üretilen ürünlerin değeri, o kesim işçilerinin ücretlerinin tutarına, yani emek gücü satın alımına yatırılan sermaye parçasının değerine eşit olan bir parçayı içerir. Bu değer parçası, maddi olarak, bu işçiler tarafından üretilen üretim araçlarının belirli bir niceliği biçiminde var olur. Ücret olarak aldıkları para işçiler için gelir oluşturur; oysa emekleri gerek kendileri için gerek başkaları için bireysel anlamda tüketilebilir bir meta üretmemiştir, üretimde kullanılacak bir üretim aracı üretmiştir. Dolayısıyla bu ürünler, yıllık ürünün toplumsal tüketim fonunu sağlayacak bölümünün bir öğesi değildir. Buraya kadar tamam olsa da, Smith burada ücretler için geçerli olan şeyin kapitalistin gelirini oluşturan değer bileşeni (artı-değer) için de geçerli olduğunu eklemeyi unutmuştur. A. Smith’in ikinci kesim, yani doğrudan tüketim araçları üreten işçiler hakkındaki tanımları ise tam bir kesinliğe sahip değildir. Smith, bu türdeki emek söz konusu olduğunda hem emeğin ücretinin hem de ürünün, doğrudan tüketim için ayrılmış stoklara gittiğini söyler. Ne var ki işin doğrusuna bakılacak olursa, işçinin yaşamını sürdürebilmek için kendisine ücreti olarak ödenen parayla satın aldığı tüketim araçları, onun ürettiği ürünlerin ancak bir kısmını oluşturabilir. Zira bu kesimdeki işçilerin ürettiği ürün, yalnızca emek sömürücülerinin tüketimine giren türden bir ürün de (örneğin lüks mallar) olabilir. Smith, sabit sermayeyi bir ülkenin “safi gelir”inin tümüyle dışında bırakır. Döner sermayenin üretim araçları üretimine hizmet etmeyen bölümünün ise tüketim araçları üretimine, yani toplumun tüketim fonunu oluşturan parçasına girdiğini söyler. Ama bu zaten bilinenin yinelenmesinden ibarettir. Marx, A. Smith’in açıklamaları temelinde onun yaklaşımının detaylarını ele alır. Buradan hareketle önemli bir değerlendirme yapar. Buna göre, şayet Smith daha önce sabit sermayenin üretimini incelerken kendini dayatan düşünce kırıntılarını, şimdi döner sermayenin üretimini inceleme bağlamında düzenli biçimde bir araya getirmiş olsaydı ulaşacağı sonuç şu olurdu: 1. Toplumun yıllık ürünü, biri üretim araçları ve diğeri tüketim araçları (bireysel tüketim metaları) olmak üzere iki kesimden oluşur. Bunların her birinin ayrı ayrı ele alınması gerekir. 2. Yıllık ürünün üretim araçlarından oluşan bölümünün toplam değeri şu şekilde bölünür: Değerin bir bölümü, yalnızca bu üretim araçlarının yapımında kullanılmış olan üretim araçlarının değeridir, ikinci bir bölümü ise emek gücüne yatırılmış olan sermayenin değerine eşittir. Son olarak, bir üçüncü değer parçası (artı-değer), bu kategoride yer alan sanayici kapitalistlerin, toprak rantı da dahil kârlarının kaynağını oluşturur. 3. Tüketim araçları kesiminin kapitalistleri ise, doğrudan tüketim mallarını ürettirenlerdir. Tüketim araçlarının üretiminde kullanılan sermaye, toplumsal açıdan bakıldığında, birinci kesimin (üretim araçları üreten kesim) kapitalistlerinin ve o kesimin işçilerinin gelirlerini gerçekleştirmelerini sağlayan tüketim fonunu oluşturur. “A. Smith çözümlemeyi bu noktaya dek sürdürmüş olsaydı, tüm sorunun çözümü için pek az şey eksik kalırdı” der Marx. Sorunun özüne bir adım sonra varacak kadar yaklaşmış bulunuyordu Smith. Ne var ki esas yanılgısı, sorunları genişletilmiş ölçekli yeniden üretim temelinde değil basit yeniden üretim temelinde ele almasıdır. Toplumun yıllık ürününün hareketi ve bunun dolaşım aracılığıyla sağlanan yeniden üretimi söz konusu olur olmaz, gerek A. Smith gerekse ondan önce Quesnay basit yeniden üretim temelinde çözümlemelere girişmişlerdir. Smith’in görüşleriyle ilgili olarak Marx’ın ikinci ve üçüncü bir ara başlık altında üzerinde durduğu hususları ise burada özetle ele almak uygun olacaktır. A. Smith, her yerde kapitalist üretimin olduğu varsayımı temelinde, tek tek her bir metanın fiyatının ya da mübadele değerinin, dolayısıyla aynı zamanda toplumun yıllık ürününü oluşturan tüm metaların toplam mübadele değerlerinin üç bileşenden (ücret, kâr ve rant) oluştuğu dogmasını yaratmış ve yerleştirmiştir. Kısacası, Smith burada değerin oluşumunda sabit sermayeyi işin içine katmamış, değerin kaynağı olan üretimden değil, sonuçtan yani gelirden hareket etmiştir. Oysa herhangi bir kimsenin ister ücret, ister kâr veya rant şeklinde bir geliri olmadan önce, toplumda üretilen kapitalist ürün toplamının sabit sermaye karşılığını da içeren bir değeri vardır. A. Smith ise, bütün metaların değerini yalnızca değişen sermaye+artı-değer (kâr ve rant) toplamı olarak ele alır. Ücret, kâr ve rant hem her mübadele değerinin hem de her gelirin üç özgün kaynağıdır değerlendirmesiyle, her tür karışıklığı aynı yere yığmış olur A. Smith. Bu karışıklığı gidermek için Marx bazı gerçekleri sıralar: 1. Yeniden üretimde doğrudan doğruya rol almayan tüm toplum üyeleri, yıllık meta-üründen paylarını (yani tüketim araçlarını), bu ürünü ilk elde alan sınıfların (üretici işçilerin, sanayici kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin) elinden alabilir. “Bu bakımdan, bunların gelirleri maddi olarak ücretten (üretken işçinin ücretinden), kârdan ve toprak rantından türetilmiştir ve bu nedenle söz konusu özgün gelirler karşısında türetilmiş gelirler olarak görünürler. Ama diğer taraftan, bu anlamda türetilmiş olan gelirlerin alıcıları, bunları, kral, papaz, profesör, fahişe, paralı asker vb. olarak toplumsal işlevleri aracılığıyla elde eder ve dolayısıyla bu işlevlerini, gelirlerinin özgün kaynakları olarak görebilir.” 2. Marx, “A. Smith’in gülünç gafı burada doruğuna ulaşır” diyerek onun temel yanlışına işaret eder. Şöyle ki, Smith metanın değer bileşenlerini sabit sermaye parçası hariç belirler ve bu bileşenlerin her birinin farklı gelir kaynakları oluşturduğunu gösterir. Bu şekilde gelirleri değerden türettikten sonra, sıraladığı gelirleri “tüm mübadele değerlerinin özgün kaynakları” haline getirir ve böylece bayağı iktisat için kapıyı ardına kadar açmış olur. Bu tespitten sonra, “şimdi A. Smith’in, meta-değerden sermayenin değişmez değer parçasını bir büyücü gibi nasıl çıkarmaya çalıştığına bakalım” diyerek konuyu incelemeye devam eder Marx. Vurguladığı üzere, Smith’in kendi teorisindeki çelişkilerin kaynağını tam da onun bilimsel çıkış noktalarında aramak gerekmektedir. Hatırlayalım, Smith’e göre yıllık ürünün içerdiği değer-ürün yalnızca iki öğeden, işçi sınıfı tarafından elde edilen yıllık ücretin eşdeğerinden ve kapitalistler sınıfı için sağlanan artı-değerden oluşur. Yıllık toplam ücret işçi sınıfının gelirini, artı-değerin yıllık toplamı ise kapitalistler sınıfının gelirini meydana getirir. Marx, meseleye böyle yaklaşıldığında, değişmeyen sermaye değeri için, üretim araçları biçiminde işlev gören sermayenin yeniden üretimi için hiçbir yer kalmamış olduğunu vurgular. Marx’ın belirttiği üzere, A. Smith’in ilk yanlışı, yıllık ürünün değerini o yıl yeni üretilen değer-ürüne eşitlemesidir. Oysa o yıl yeni üretilen değer-ürün, bir önceki yılın emeğinin ürününü de içerir. Yıllık ürünün değeri ise, o yıl yeni üretilen değer-ürün dışında, önceki ve hatta bir ölçüde daha da önceki yıllarda üretilmiş olan bütün değer öğelerini de içerir. İşte Smith bu iki ayrı kategoriyi birbirine karıştırmakla, yıllık ürünün değişmeyen değer parçasını bir yana atmayı becerir. “Bu karıştırmanın kendisi onun temel anlayışındaki bir başka yanılgıya dayanır. Emeğin kendisinin iki yanlı karakterini göz ardı eder: emek gücü harcayarak değer yaratan emek ve kullanım nesneleri (kullanım değeri) yaratan somut, yararlı emek.” Toplam yıllık ürün, yıl boyunca harcanmış olan yararlı emeğin sonucudur; ama yıl boyunca yıllık ürün değerinin yalnızca bir bölümü yeni olarak yaratılmıştır. İşin gerçeğinde, her ulusun daha önceki yıllardan aktarılmış olan emek araçlarının ve emek nesnelerinin yardımı olmadan bir ulusun yıllık ürünü var edilemez ve o nedenle o yıl içinde yeni üretilen değer-ürün, yıllık ürün değerinden küçüktür.

A. Smith’te Sermaye ve Gelir

Marx burada öncelikle sermaye ve gelir kategorileri arasındaki farka işaret etmek için, daha önce üzerinde durulan bazı hususları hatırlatır. Şöyle ki, toplam yıllık ürünün yalnızca ücretin eşdeğerini oluşturan bir parçası kapitalistler tarafından ücret için yatırılmış sermayeye (değişen sermaye bileşenine) eşittir. Kapitalist, yatırdığı sermaye değerinin bu bileşenini, ücretli emekçiler tarafından yeni üretilen metanın bir değer bileşeni olarak yeniden elde eder. Kapitalist işçiye ödediği parayı kredi almak da dahil hangi yolla hazır ederse etsin, bu harcama işçinin ürettiği metaların toplam değerinden kendisine düşen payı (kendi ücretinin eşdeğerini) üretmesine vesile olan değer parçasıdır. İşçiye bu değer parçasını onun ürettiği ürün biçimiyle (ayni ücret) vermek yerine, kapitalist bunu ona parayla öder. Dolayısıyla, işçi, satılmış olan emek gücünün karşılığı olan eşdeğeri para biçiminde almış bulunurken, yatırdığı sermaye değerinin değişen parçası kapitalistin elinde meta biçiminde bulunur. İşçi, sattığı kendi emek gücünün karşılığında aldığı ücret-parayı geçim araçlarına, kendi emek gücünün yeniden üretiminin araçlarına harcar. O halde işçinin gelirini oluşturan, değişen sermayeye eşit bir para tutarıdır; fakat işçi bu parayı ancak emek gücünü kapitaliste satabildiği sürece elde eder. Demek ki işçinin metası (emek gücü), ancak kapitalistin sermayesine dahil olduğu ölçüde meta olarak işlev görebilir. Öte yandan kapitalistin emek gücü satın alımında para-sermaye olarak harcanmış olan sermayesi, emek gücü satıcısının elinde gelir olarak işlev görür. A. Smith’in yanlışı, dolaşım ve üretim süreçlerini gerektiği şekilde birbirinden ayırmamasıdır. Değişen sermaye üretim sürecine ait bir kategoridir, oysa işçinin emek gücü satışı karşılığında ücret geliri elde etmesi ve bununla gerekli geçim araçlarını satın alması dolaşım sürecini ilgilendirir. Marx, A. Smith’in yarattığı karışıklık karşısında meseleyi netleştirmek için bu önemli ayrıma tekrar tekrar işaret eder. Bazı tekrarlardan arındırarak temel noktaları belirtik hale getirmeye çalıştığımız bu bölümde Marx şöyle der: “Emek gücü, işçinin elinde, sermaye değil metadır ve bu metanın satışını sürekli olarak yineleyebildiği sürece, onun için bir gelir oluşturur; satıştan sonra, kapitalistin elinde, üretim sürecinin kendisi sırasında, sermaye olarak işlev görür. Burada, işçinin elinde değerine satılan bir meta olarak; onu satın almış olan kapitalistin elinde değer ve kullanım değeri üreten bir güç olarak iki kez hizmet eden şey, emek gücüdür. Ne var ki, işçinin kapitalistten aldığı para, işçinin eline ancak işçi kendi emek gücünü kapitaliste kullandırdıktan sonra, bu emek gücü emek ürününün değerinde zaten gerçekleşmişken geçer. Kapitalist, karşılığında daha bir şey ödemeden, bu değer onun elindedir.” Bu açıklamalardan sonra Marx işin özünü vurgular: “Demek ki, kapitalistin işçiye ödeme yapmak için kullandığı ödeme fonunu işçinin kendisi yaratır.” Ama hepsi bundan ibaret değildir. Marx’ın belirttiği üzere, işçinin aldığı ücret onun tarafından emek gücünü korumak için, yani kapitalistin kapitalist olarak kalmasını mümkün kılan tek aleti korumak için harcanır. Emek gücünün sürekli olarak alınıp satılması, emek gücünü sermayenin bir öğesi olarak kalıcılaştırır; sermaye bu sayede bir değere sahip olan metaların, kullanım nesnelerinin yaratıcısı olarak görünür. Dahası, yine bu sayede, emek gücünü satın alan sermaye parçası, emek gücünün kendi ürünüyle sürekli olarak üretilir. Demek ki işçinin kendisi sürekli olarak, kendisine ödeme yapmak için kullanılan sermaye fonunu yaratır. Diğer yandan, sürekli emek gücü satışı, işçinin kendisini sürekli olarak yenileyen geçim kaynağı olur ve onun geçimini sağlayan geliri elde etmesini mümkün kılan servet olarak görünür. “Öteki her metada olduğu gibi emek gücünün değeri de, onun yeniden üretimi için gereken emek niceliğiyle belirlenir; bu emek niceliğinin, işçinin zorunlu geçim araçlarının değeriyle belirlenmesi, yani onun yaşam koşullarının yeniden üretimi için gerekli olan emeğe eşit olması, bu metaya (emek gücüne) özgüdür; ama yük hayvanının değerinin, onun ayakta tutulması için gerekli olan geçim araçlarıyla … belirlenmesinden daha kendine özgü değildir.” Marx, A. Smith’in başına bela olan ne varsa, hepsinin nedeninin bu “gelir” kategorisi olduğunu vurgular. Smith analizinde gelirden hareket eder ve ona göre farklı türden gelirler, yıllık olarak üretilen meta değerinin bileşenlerini oluşturur. Oysa Marx’ın gözler önüne serdiği üzere, üretilen bu meta değerinin kapitalistler için ayrıştığı iki parça (işçilerin ücretine yatırılan değişen sermayenin eşdeğeri ve kapitaliste bedavaya gelmiş olup ona ait olan artı-değer) netice olarak farklı gelir kaynaklarını oluşturur. Dikkat edilecek olursa, gelir başlangıç noktası değildir; tersine, bu gelirin ön koşulu üretilen meta değerinin kendisidir. Bu gelirin bileşenleri, yani işçinin geliri ve kapitalistin geliri, meta üretimi sırasında harcanan ve emeğe dönüştürülen emek gücünden başka hiçbir şeyden oluşmaz. Smith’in yarattığı karışıklık bellidir; gelirin kaynağının meta değeri olması gerekirken, geliri meta değerinin kaynağı haline getirmiştir. Smith üretilen metanın toplam değerini, farklı gelirlerin değer büyüklüklerinin toplamıyla belirlemiştir. Fakat meta değerinin kendilerinden kaynaklandığı varsayılan bu gelirlerin her birinin değeri nasıl belirlenecektir? Ücret söz konusu olduğunda iş kolaydır, çünkü ücret işçinin emek gücünün yeniden üretimi için gerekli olan emekle belirlenebilir. Ama kapitaliste ait parça, yani aslında işçinin karşılıksız ürettiği artı-değerden türeyen ve Smith’in “kâr ve toprak rantı” diye nitelediği gelir parçalarının değeri nasıl belirlenecektir? İşte A. Smith’te bu sorunun cevabı yoktur; o metanın değerini açıklamak için farklı gelirler toplamından hareket etmiş ve vardığı bu noktada boş laf kalabalığının ötesine geçememiştir.

Özet

Marx, A. Smith’in görüşlerindeki yanlışlara geniş açıklamalar temelinde dikkat çektikten sonra, konuyu özetlemek bağlamında bazı önemli noktalara değinir. Smith analizini, üç gelirin (ücret, kâr ve rant) meta değerinin üç bileşenini oluşturduğu şeklindeki saçma bir formüle dayandırmıştır. Marx, buradaki yanlışlığın derin ve gerçek bir temele dayandığını belirtir. “Kapitalist üretimin temelinde, üretken işçinin kendi emek gücünü metası olarak kapitaliste satması ve ardından kapitalistin elinde yalnızca onun üretken sermayesinin bir öğesi olarak işlev görmesi vardır. Dolaşıma ait olan bu işlem (emek gücü alım satımı), üretim sürecini başlatmakla kalmaz, örtülü olarak onun özgül karakterini de belirler.” Bir kullanım değerinin üretimi, burada, kapitalist için mutlak ve göreli artı-değer üretiminin bir aracından başka bir şey değildir. Bu nedenle, üretim sürecinin çözümlemesi sırasında, mutlak ve göreli artı-değer üretiminin; 1. günlük emek sürecinin süresini, 2. kapitalist üretim sürecinin tüm toplumsal ve teknik biçimlenişini nasıl belirlediğini görmüş olduğumuzu hatırlatır Marx. Artı-değere (kapitalist tarafından yatırılan değişen sermayenin eşdeğerini aşan bir değere) el koyulması, emek gücü alım satımıyla başlatılmakla birlikte, üretim sürecinin içinde gerçekleşen bir işlemdir ve onun temel bir uğrağını oluşturur. Emek gücü alım satımının kendisi de, toplumsal ürünlerin bölüşümünü belirleyen bir ön koşula dayanır. Bu ön koşul, işçinin metası olarak emek gücünün, çalışmayanların (kapitalistler) mülkiyetindeki üretim araçlarından ayrılmasıdır. Bununla birlikte, artı-değerin bu sayede ele geçirilmesi, değerin özünü ve değer üretiminin niteliğini hiçbir şekilde değiştirmez. Değerin özü, harcanan emek gücünden başka bir şey değildir ve değerin üretimi de bu harcama sürecinden başka bir şey değildir. Marx bu noktada, ücretli emekçinin harcadığı emekle serfin harcadığı emeği karşılaştırır. “Bir serf, altı gün boyunca emek gücü harcıyor, altı gün boyunca çalışıyorsa, örneğin bu iş günlerinin üçünde kendi tarlasında kendisi için ve diğer üçünde feodal bey için, onun tarlasında çalışması, emek harcaması olarak emek harcaması olgusunda herhangi bir farklılık doğurmaz. Onun kendisi için özgürce harcadığı emek de efendisi için zorunlu olarak harcadığı emek de, eşit derecede emektir; bu emeklere, onlar tarafından yaratılan değerler, hatta yararlı ürünler açısından bakıldığı sürece, altı günlük emeğinde herhangi bir farklılık ortaya çıkmaz. Aradaki fark, yalnızca, altı günlük emek-zamanın iki yarısında emek gücü harcamasını yönlendiren koşulların farklı olmasıdır.” Üretim süreci metada son bulur ve metanın yapımında emek gücü harcanmış olması, üretim süreci tamamlandığında metanın bu değere sahip olması şeklinde somutlanır. “Bu değerin büyüklüğü, harcanmış olan emeğin büyüklüğüyle ölçülür; meta değeri başka hiçbir şeye ayrışmaz ve başka hiçbir şeyden oluşmaz.” Marx, bu açıdan bakıldığında, kapitalist tarafından üretilen meta ile bağımsız çalışan bir emekçi ya da emekçi toplulukları veya köleler tarafından üretilen meta arasında hiçbir fark olmadığını vurgular. Böyle olmakla birlikte, kapitalizmde hem emek ürününün hem de onun değerinin tümü kapitaliste aittir. Diğer bütün üreticiler gibi, kapitalist, meta üretimini devam ettirebilmek için önce metayı satarak paraya dönüştürmek zorundadır. Henüz paraya dönüştürülmemiş olan meta-ürün tümüyle kapitaliste aittir. Meta yararlı emek ürünü olarak (kullanım değeri olarak) yeni tamamlanan bir emek sürecinin ürünüdür. Fakat değişim değeri olarak öyle değildir. Bu değerin bir kısmı, metanın üretiminde harcanan üretim araçlarının yeni bir biçim altında yeniden görünen değeridir. Dikkat edelim, bu değer söz konusu metanın üretim süreci sırasında üretilmemiştir; çünkü üretim araçları bu değere üretim sürecinden önce, ondan bağımsız olarak sahiptir. Üretim sürecine bu değerin taşıyıcıları olarak girmişlerdir; yenilenmiş ve değişmiş bulunan şey, sadece onun görünüş biçimidir. Meta değerinin bu bölümü kapitalist açısından, yatırdığı değişmeyen sermayenin metanın üretimi sırasında tüketilmiş kısmının eşdeğeridir. “O daha önce üretim araçları biçiminde bulunuyordu; şimdi yeni üretilmiş olan metanın değerinin bileşeni olarak var olur.” Bu meta-değer paraya çevrilir ve para biçiminde var olan değer de yine üretim araçlarına, yani başlangıçtaki biçimine dönmek zorundadır. Bu değerin bir bölümünün sermaye olarak işlev görmesi, meta değerinin niteliğinde hiçbir değişiklik yaratmaz. Metanın içerdiği ikinci bir değer parçası ise, ücretli emekçinin kapitaliste sattığı emek gücünün değeridir. Bu değer, emek gücünün gireceği üretim sürecinden bağımsız olarak belirlenir ve emek gücü üretim sürecine girmeden önce, dolaşım alanında emek gücü alım satımıyla saptanmış olur. Ücretli emekçi, üretim sürecinde emek gücünü harcayarak, kapitalistin ona emek gücünün kullanımı için ödemek zorunda olduğu değere (değişen sermaye) eşit bir meta değeri üretir. İşçi, kapitaliste bu değeri meta olarak verir, kapitalist ona bunun için para öder. Kapitalist tarafından işçiye ücret biçiminde ödenen emek gücü değeri işçi için gelir biçimini alır. Fakat bildiğimiz gibi, meta değerinin tümü yalnızca onun üretimi için harcanan değişmeyen ve değişen sermaye toplamından ibaret değildir. Bir de, değerin bu iki kısmının toplamını aşan bir fazlalık vardır: artı-değer. Bu, üretim süreci sırasında işçi tarafından yeni yaratılmış olan bir değer, donmuş emektir. Değişen sermaye karşılığı olan değer parçasından tek farkı, artı-değer karşılığı olan ürünün kapitaliste bedavaya gelmesidir. Bu olgu kapitaliste, eğer artı-değerin bazı bölümlerini başka pay sahiplerine bırakması gerekmiyorsa (toprak sahibine bırakılan toprak rantı gibi), artı-değerin tümünü gelir olarak tüketme olanağını sağlar. Marx, zaten kapitalistimizin meta üretimine girişmesine yol açan itici güdünün de bu durumun ta kendisi olduğunu vurgular. Marx bu açıklamalardan sonra, tekrar A. Smith’in yanlışını hatırlatır. Smith, genel olarak meta üretimini, kapitalist meta üretimi ile özdeşleştirmiştir. Örneğin üretim araçları başından itibaren “sermaye”dir, emek başından itibaren ücretli emektir, meta daha baştan kapitalist tarzda üretilmiş metadır vb. Marx’ın dikkat çektiği üzere, oysa gerçekleri detaylarıyla ortaya koyacak bir analizin, önce tarihsel olarak kapitalist meta üretiminin gelişme sürecini, dolayısıyla da bunun içerdiği değerlenme ve değer oluşturma sürecini çözümlemiş olması gerekir. A. Smith’in bir önemli yanlışı da, gelirlerin meta değerinden değil, meta değerinin “gelirlerden” oluşmasını sağlayacak şekilde akıl yürütmesidir. Netice olarak, Marx, A. Smith’in bazı noktalarda doğru olana yaklaşsa bile, değerin oluşumu konusunda tam ve gerçek işleyişe ışık tutan bir çözümleme yapamamış olduğunu ortaya koymuştur. Marx bu bölümü bitirirken A. Smith’ten sonra gelen iktisatçıların ondan nasıl etkilendiklerine kısaca değinir. Örneğin Ricardo, Smith’in teorisini yer yer sözcüğü sözcüğüne yeniden üretmiştir. Keza Say, sermaye ve gelir kategorileri bağlamında meseleyi çözmeye çalışırken işin kolayına kaçarak yüzeyde kalmış, Proudhon ise Say’ın bazı keşiflerini kendisine mal etmiş, Sismondi tek bir bilimsel söz söylememiş, sorunun açıklığa kavuşturulmasına zerre kadar katkıda bulunmamıştır. John Stuart Mill de, her zamanki büyüklenmesiyle, A. Smith’ten izleyicilerine devrolan öğretiyi yeniden üretmiştir. Marx, çeşitli ünlü iktisatçıların adlarını anarak onların yanlışlarına özet olarak değindiği bu bölümü, çıkardığı sonuç itibarıyla çarpıcı şekilde vurgulayarak bitirir: “Sonuç: Smith’e özgü düşünce karışıklığı şu anda bile varlığını sürdürüyor ve onun dogması ekonomi politiğin ortodoks iman şartlarından birini oluşturuyor.”

29 Mart 2023
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /23

Bölüm 20: Basit Yeniden Üretim

I. Sorunun Formülasyonu

Bireysel sermayeler toplam sermayenin parçalarını oluşturur ve bunların hareketleri toplam sermayenin bütünleştirici unsurlarıdır. Bu nedenle, toplumsal sermayenin yıllık işlevinin sonucunu (toplumun yıl boyunca sağladığı meta-ürünü) incelersek, toplumsal sermayenin yeniden üretim sürecinin nasıl ilerlediği, tek tek bireysel sermayelerin özellikleri vb. açığa çıkacaktır. Yıllık ürün, toplumsal ürünün hem sermayeyi yerine koyan bölümlerini hem de işçiler ve kapitalistler tarafından tüketilen bölümlerini, yani hem üretken tüketimi hem de bireysel tüketimi kapsar. Marx’ın ifadesiyle, “kapitalistler sınıfının ve işçi sınıfının yeniden üretimini (yani varlıklarının korunmasını) ve bu nedenle aynı zamanda toplam üretim sürecinin kapitalist karakterinin yeniden üretimini kapsar”. Dolaşıma giren toplam toplumsal üretime M dersek, burada tüketim de zorunlu bir rol oynar. Çünkü yeni üretilen meta sermaye (M'), kullanılan değişen ve değişmeyen sermaye toplamını içerdiği gibi, üretilen artı-değeri de içerir. Bu bağlamda hareket hem bireysel tüketimi hem de üretken tüketimi içine alır. Burada toplam yeniden üretim süreci, sermayenin kendisinin yeniden üretim süreci kadar, dolaşımın aracılık ettiği tüketim sürecini de kapsar. Yeniden üretim sürecini tek tek bireysel sermayelerin hareketi açısından değil de toplumsal düzeyde ele aldığımızda, dikkat etmemiz gereken nokta, bireysel sermayelerin satın aldığı üretim öğelerinin toplumsal sermayenin bir bileşenini oluşturduğudur. Diğer yandan, toplumsal meta-ürünün işçinin ücretini harcamasıyla ve kapitalistin de artı-değerini harcamasıyla tüketilen bölümünün hareketini unutmamak gerekir. Bu bölümün hareketi, toplam ürünün hareketinde bütünleştirici bir halka oluşturur ve ayrıca bireysel sermayelerin hareketleriyle iç içe girer. Marx, bu noktada karşımıza çıkan soruya işaret eder. Üretimde tüketilen sermaye, değer olarak yıllık ürünün bir bölümüyle nasıl yerine koyulur ve bu yerine koyma hareketi kapitalistlerin artı-değer tüketimiyle ve ücretlerin işçiler tarafından tüketilmesiyle nasıl iç içe geçer? İlk olarak basit ölçekli yeniden üretim ve burada ayrıntıları üzerinde duramadığımız diğer bazı varsayımlar eşliğinde Marx ana noktaya doğru ilerler. Bireysel sermayenin hareketi incelenirken kabul edilen varsayımlar üzerinden yapılan sunumun, toplam toplumsal sermaye ve bunun ürün-değerinin incelenmesine sıra gelince yeterli olmayacağına dikkat çeker Marx. Ürün değerinin bir bölümünün yeniden sermayeye dönüşmesi, bir başka bölümünün hem kapitalistler sınıfının tüketimine ve hem de işçi sınıfının tüketimine girmesi, toplam sermayenin ürün değerinin kendi içinde bir hareket oluşturur. Bu hareket, yalnızca değerin yerine konulması değil, aynı zamanda maddi içeriğin de yerine konulması hareketidir. Basit yeniden üretim, genişletilmiş ölçekli birikim gerçeğine oranla bir soyutlamadır. Fakat birikimin gerçekleşmesi ölçüsünde, basit yeniden üretim her zaman bunun bir parçasını oluşturur ve dolayısıyla kendi başına incelenebilir.

II. Toplumsal Üretimin İki Kesimi

Marx, toplumun toplam ürününün, dolayısıyla da toplam üretiminin iki büyük kesime ayrıldığına işaret eder. “I. Üretim araçları, üretken tüketimde yer almalarını zorunlu ya da en azından olanaklı kılan bir biçimleri olan metalar. II. Tüketim araçları, kendilerini kapitalistler sınıfının ve işçi sınıfının bireysel tüketimine sokan bir biçimleri olan metalar.” Bu iki kesimin kapsadığı çeşitli üretim dalları, birisinde üretim araçları ve diğerinde tüketim araçları (bireysel tüketime konu olan metalar) olmak üzere tek bir büyük üretim yelpazesi oluşturur. Bu iki üretim kesiminin her birinde kullanılan toplam sermaye, toplumsal sermayenin ayrı bir büyük kesimini oluşturur. Her bir kesimde de sermaye iki bileşene ayrılır: 1-Değişen sermaye. Bu sermaye, değer açısından ilgili üretim kesiminde kullanılan toplumsal emek gücünün değerine, yani bu emek gücü için ödenen ücretlerin toplamına eşittir. 2-Değişmeyen sermaye. İlgili kesimde üretim için kullanılan üretim araçlarının tümünün değeri. Bu üretim araçları da yine sabit sermayeye (makineler, emek araçları, binalar, iş hayvanları vb.) ve döner değişmeyen sermayeye (ham ve yardımcı maddeler, yan ürünler vb.) ayrılır. Bu iki kesimin her birinde üretilmiş olan toplam yıllık ürünün değeri, üretim sırasında tüketilmiş değişmeyen sermaye parçasının değerini (c) ve yıl boyunca harcanan tüm emek tarafından eklenmiş olan bir değer parçasını içerir. Bu sonuncusu da yine, ücretlere yatırılmış değişen sermayeyi (v) yerine koyan bir değer parçası ile bunu aşan yani artı-değeri oluşturan fazlaya (m) ayrılır. O halde, ilgili sembollerle ifade edecek olursak, her bir kesimin toplam yıllık ürününün değeri c + v + m olur. Marx bu açıklamalardan sonra, basit yeniden üretim varsayımı temelinde ve rakamlar eşliğinde birinci kesim (üretim araçları üretimi) ve ikinci kesim ( tüketim araçları üretimi) üretimini örnekler. Bu örneklemenin şimdilik yalnızca takip eden kısımların daha iyi anlaşılması için olduğunu da belirtir.

III. İki Kesim Arasındaki Mübadele

Marx, önce iki kesim arasındaki değişimi yine rakamlar eşliğinde ele alır. Amacı, bazı varsayımlar temelinde ilerlettiği analiziyle bu değişimin niteliğini açıklamak olduğundan, örnekleri atlayarak konunun özünü vurgulamak yeterli olacaktır. İki kesim arasındaki değişimde dikkat edilmesi gereken birinci nokta şudur: Kesim I üretim araçları üretir; bu kesimde çalışan işçiler ücret gelirlerini ve basit yeniden üretim varsayımı temelinde kapitalistler ise artı-değer karşılığı gelirlerini Kesim II’nin ürettiği tüketim nesnelerini satın almak üzere harcarlar. İşçilerin tüm ücret gelirlerini tüketim nesneleri için harcaması normalken, kapitalistler artı-değerden elde ettikleri gelirlerini farklı şekillerde kullanabilirler. Ancak burada kapitalistlerin de tüm artı-değer gelirlerini Kesim II’den tüketim nesneleri satın almak için harcadığı varsayılırsa: Kesim I’in “değişen sermaye değeri+artı-değer” kadar değeri Kesim II’nin tüketim malları ile değiştirilmiş olur. Diğer önemli nokta ise şöyle özetlenebilir: Kesim II’deki kapitalistler yeniden üretimi sürdürebilmek için Kesim I’den üretim araçları satın almak zorundadırlar. Bu kapitalistler, meta-para değişimi neticesinde ellerine geçen parayı ya tümüyle ya da kısmen Kesim I’in üretim araçlarını satın almak üzere harcarlar. Marx’ın konunun karmaşıklığı içinde ilerleyen derinlikli analizinde kendisinin netleşmesi için ele aldığı detaylar bir yana bırakılacak olursa, önemli olan şudur: Kapitalist işleyiş salt göz önündeki tüketim dünyasında cereyan eden olgular temelinde değil, Kesim I ve Kesim II arasındaki ve her bir kesimin kendi içindeki girift ilişkiler temelinde kavranmalıdır.

IV. Kesim II’nin İçindeki Mübadele: Zorunlu Geçim Araçları ve Lüks Mallar

İki kesim arasındaki değişimi inceledikten sonra, Marx, Kesim II içindeki değişimi ele alır. Bu kesimde çalışan işçilere ücretleri karşılığı yatırılmış olan değişen sermayenin, işçiler tarafından genel olarak tüketim araçlarına harcanacağı varsayılır. Böylece, Kesim II’nin işçileri bizzat bu kesimin kapitalistlerinden aldıkları ücretle kendi ürünlerinin (ücret olarak alınan para-değerin büyüklüğüne karşılık gelen) bir bölümünü satın alırlar. Kesim II’nin kapitalistler sınıfı, bu yolla, ücretler için yatırdıkları para-sermayelerini yeniden para biçimine dönüştürmüş olurlar. Basit yeniden üretim varsayımı temelinde bu kesimin kapitalistleri de üretilen metaların artı-değer parçasını pratikte gelir olarak tüketim araçlarına harcarlar. Burada açıklanması gereken başka bir nokta daha olduğunu belirtir Marx. “Yıllık meta üretiminin Kesim II’si çok farklı sanayi dallarından oluşur; ama bunlar, ürünlerine göre, iki büyük alt kesime ayrılabilir: a) İşçi sınıfının tüketimine giren ve zorunlu geçim araçları oldukları ölçüde işçilerinkilerden nitelik ve değer bakımından çoğu kez farklı olsalar da, kapitalistler sınıfının tüketiminin de bir bölümünü oluşturan tüketim araçları. Buradaki amacımız için bu alt kesimin tümünü şu başlık altında toplayabiliriz: zorunlu tüketim araçları. Bu bağlamda, örneğin tütün gibi bir ürünün fizyolojik açıdan zorunlu bir tüketim aracı olup olmamasının hiçbir önemi yoktur; alışkanlık sonucu böyle sayılıyor olması yeter. b) Yalnızca kapitalistler sınıfının tüketimine giren, yani yalnızca, işçinin payına hiçbir zaman düşmeyen harcanmış artı-değer karşılığında mübadele edilebilen lüks tüketim malları.” Bu ayrımdan çıkan bazı sonuçlar vardır. Örneğin, yıllık üretilen ürünün lüks bölümü ne kadar büyürse ve dolayısıyla lüks mal üretiminin soğurduğu emek gücünün payı ne kadar yükselirse, lüks mallar üretiminde çalıştırılan işçilerin varlığı ve yeniden üretimi (onlara zorunlu geçim araçlarının sağlanması), kapitalistler sınıfının savurganlığına, yani artı-değerin önemli bir bölümünün lüks mallara çevrilmesine o kadar bağlı hale gelir. Marx, her bunalımın lüks tüketimi geçici olarak azaltacağına dikkat çeker. Bunun neticesinde lüks malların üretiminde çalışan işçilerin bir bölümü sokağa atılır ve bu işçilerin alım gücü kalmadığından bu durum zorunlu tüketim araçlarının satışını da köstekler ve azaltır. Marx, gönenç dönemlerinde ve özellikle spekülatif işlemlerin doruğuna vardığı zamanlarda ise tersi durumun ortaya çıktığına işaret eder. Bu tür dönemlerde paranın göreli değeri genelde düşer ve dolayısıyla metaların fiyatları kendi değerlerinden bağımsız olarak yükselir. Bu durumda yalnızca zorunlu tüketim araçlarının tüketimi artmakla kalmaz, işçi sınıfının iş bulan kesimi de kendi yedek ordusunun katılımıyla genişler. Ayrıca, kendisi için başka zamanlarda erişilmez olan lüks nesnelerin tüketiminden ve başka zamanlarda büyük çoğunluğu yalnızca kapitalistler için “zorunlu” sayılan tüketim araçlarının tüketiminden geçici olarak pay alır. Bu durum da yarattığı etki oranında fiyatların yükselmesine yol açar. Bunalımlara fiili tüketim ya da fiili tüketici azlığının neden olduğunu söylemenin, zaten çok açık olan bir gerçekliğin yinelenmesinden öte bir anlam taşımadığını belirtir Marx. Çünkü kapitalist sistem, fiili tüketim biçiminden başka bir tüketim biçimi tanımaz. Marx’ın vurguladığı gibi, “metaların satılamaz durumda olması, bunların kendilerine ödeme gücüne sahip alıcılar, yani tüketiciler bulamadıklarından başka bir anlama gelmez.” Bazıları, işçi sınıfının kendi ürününden aldığı pay artar artmaz ve bunun sonucu olarak ücretler yükselir yükselmez ekonomideki kötü durumun düzeleceğini söyler ve böylece boş laflarına sözüm ona derin bir gerekçe kazandırdıklarını düşünürler. Marx, bunun karşısında tek vurgulanması gereken şey, “bunalımların, her seferinde, tam da ücretlerin genel olarak yükseldiği ve işçi sınıfının yıllık ürünün tüketime yönelik bölümünden gerçekten de daha büyük bir pay aldığı bir dönem tarafından hazırlandığı olacaktır” der. Oysa söz konusu boş laf üreticilerinin bakış açısına göre, bu tür bir dönemin, tam tersine, bunalımı uzaklaştırması gerekirdi. Marx’ın iktisatçı geçinen safsatacılar karşısında kapitalizmin gerçekliğini ortaya koyan şu değerlendirmesi çok önemlidir: “Dolayısıyla, öyle görünüyor ki, kapitalist üretim, işçi sınıfının sözü edilen göreli gönencine yalnızca geçici olarak ve her seferinde de yalnızca bir bunalımın habercisi olarak izin veren, iyi ya da kötü niyetlerden bağımsız koşullar içeriyor.” Marx’ın bu bölümdeki açıklamalarının basit yeniden üretim varsayımı temelinde ilerlediğini hatırlayalım. O nedenle, Marx’ın buradaki bazı tespitleri bu temelde yer alır. Örneğin, artı-değerin ele geçirilmesi bireysel kapitalistin itici güdüsü olarak görünse bile, basit yeniden üretim, özünde, tüketim amacına yöneliktir. Basit yeniden üretimde, artı-değer, göreli büyüklüğü ne olursa olsun, sonuçta, yalnızca kapitalistin bireysel tüketimine hizmet edecektir. Kapitalist gelişme kuşkusuz basit yeniden üretim düzeyini aşıp geçmiştir. Genişletilmiş yeniden üretim söz konusu olduğunda, Marx’ın vurguladığı gibi işler daha karmaşık görünür, çünkü ganimete yani sanayici kapitalistin artı-değerine ortak olan faizciler, rantçılar ondan bağımsız tüketiciler olarak ortaya çıkarlar.

V. Para Dolaşımıyla Mübadelelere Aracılık Edilmesi

Marx yukarıdaki bölümlerde ele aldığı kesimler arası ve kesim içi mübadele konusunu, şimdi de bu mübadelelerin para dolaşımı aracılığıyla gerçekleşmesi açısından inceler. Onun ince detaylarıyla ve rakamlar eşliğinde yaptığı bu incelemede, yine vurguladığı önemli noktalar üzerinden ilerleyelim. Marx, farklı türlerden üreticiler arasındaki dolaşımı, daha önce ele aldığı kategoriler üzerinden analiz etmeyi sürdürür. Bu bağlamda Kesim I ve Kesim II arasında ve bu kesimlerin kendi içinde gerçekleşen mübadeleler hatırlanmalıdır. Kesim I’deki kapitalistlerin ücrete yatırdıkları para doğrudan değil, dolaylı bir yolla geri döner. Çünkü birinci kesimin işçileri elde ettikleri ücretle, ikinci kesimin ürettiği tüketim maddelerini satın alırlar. Oysa Kesim II’nin zorunlu geçim araçlarını üreten kapitalistlerinin yatırdığı değişen para-sermaye ise bizzat bu kesimin kendi içindeki meta dolaşımının olağan akışı içinde onlara dolaysız biçimde geri döner. Bu durum, meta üreticileri tarafından dolaşıma sokulan paranın, kendilerine normal meta dolaşımı yoluyla döndüğü şeklindeki genel yasanın bir ifadesidir. Fakat buradan ayrıca ikincil bir sonuç da çıkmaktadır. Şöyle ki, sanayici kapitalistin arkasında bir para-kapitalistinin bulunması durumunda, söz konusu paranın gerçek geriye akış noktası para-kapitalistinin cebi olur. “Bu şekilde, paranın az ya da çok bütün ellerde dolaşmasına karşın, dolaşır sermaye kütlesi, bankalar vb. biçiminde örgütlenmiş ve yoğunlaşmış olan para- sermaye kesimine ait olur.” Burada, Kapital birinci ciltte ele alınan önemli bir hususu da hatırlayalım: “Meta dolaşımı için iki şey her zaman gereklidir: dolaşıma sokulan metalar ve dolaşıma sokulan para.” Değişen sermayeye çevrilen para-sermaye, para dolaşımında başrollerden birini oynar. Çünkü emekçiler günü gününe yaşamak zorunda olduklarından, sanayici kapitalistlere herhangi bir süre için kredi açabilecek bir durumları yoktur. Bu nedenle, toplumun mekânsal olarak farklı sayısız noktasında, görece hızlı yinelenen zaman aralıklarıyla eş zamanlı ve para biçiminde değişen sermaye yatırılması gerekir. “Bu şekilde yatırılmış olan para-sermaye, kapitalist üretimin hüküm sürdüğü her ülkede, özellikle aynı paranın (başlangıç noktasına geri dönüşünden önce) çok farklı kanallardan geçmesi ve dolaşım aracı olarak sayısız başka işletme için işlev görmesi nedeniyle, toplam dolaşımın görece belirleyici bir bölümünü oluşturur.” Marx iki kesim arasındaki mübadeleyi, para dolaşımı konusunu da işin içine katarak rakamlar eşliğinde somutlamaya çalışır. Onun verdiği örnek üzerinden ilerleyelim. -Kesim I’in kapitalistleri kendi üretim süreçleri için emek gücüne para olarak 1000 sterlin öderler. -İşçiler bu 1000 sterlin tutarındaki ücretleriyle Kesim II’den tüketim araçları satın alırlar. -Kesim II’nin kapitalistleri, birinci kesim işçilerinden elde edilmiş olan bu 1000 sterlin para karşılığında, Kesim I’den aynı değerde üretim araçları satın alırlar. Böylece para olarak 1000 sterlin, Kesim I kapitalistlerinin yeniden yatıracağı değişen sermayenin para biçimi olarak kendilerine geri dönmüş olur. Ayrıca: -Kesim II’nin kapitalistleri, değişmeyen sermaye olarak Kesim I’den 500 sterlinlik üretim araçları satın almıştır. -Böylece Kesim I kapitalistlerinin eline 500 sterlin geçmiş olur ve onlar da karşılığında Kesim II’den 500 sterlinlik tüketim araçları satın alırlar. -Bu kez Kesim II kapitalistleri kendi ellerine geçen bu 500 sterlinle Kesim I’den yine üretim araçları satın alırlar. -Kesim I kapitalistleri şimdi kendilerine dönen bu 500 sterlinle Kesim II’den tüketim araçları satın alırlar. Marx’ın kapitalist işleyişi karmaşıklığı içinde yansıtmak amacıyla örneklediği bu işleyişe dair bazı detay açıklamalarının içinde yer alan önemli hususları vurgulayalım. Örnekte görüldüğü üzere, emek gücü, işçinin eline geçen ücretin tüketim araçlarıyla değiştirilmesi yoluyla korunmuş ve yeniden üretilmiştir. Şimdi işçi yaşayabilmek için işgücünü tekrar kapitaliste satabilecektir. O halde, ücretli emekçiler ile kapitalistler arasındaki ilişki de yeniden üretilmiştir. Diğer bir husus, kapitalistlerin tüketim araçları satın almalarıyla ilgilidir. Şayet bir kapitalist tüketim araçları için para harcamışsa, bu para kendisi için elden çıkıp gitmiştir. (Marx burada hâlâ, tüm diğer kapitalistleri temsil etmek üzere yalnızca sanayici kapitalistlerle ilgilenildiğini belirtir.) “Bu paranın ona geri dönmesi, ancak onu meta yemiyle (yani kendi meta-sermayesiyle) avlayıp dolaşımdan çıkarmasıyla gerçekleşebilir.” Kapitalistin tüm yıllık meta-ürününün değeri gibi, yıllık ürünün her bir öğesi de (yani tek tek metaların değerleri de), değişmeyen sermaye değerine, değişen sermaye değerine ve artı-değere ayrılabilir. O halde, metaların tek tek her birinin paraya çevrilmesi, meta-ürünün tümünde saklı bulunan artı-değerin belirli bir parçasının paraya çevrilmesidir. Dolayısıyla, kapitalistin, artı-değerinin paraya çevrilmesini (realize olmasını) sağlayan parayı dolaşıma kendisinin soktuğu (ve bunu, söz konusu parayı tüketim araçlarına harcayarak yaptığı), bu örnekte sözcüğü sözcüğüne doğrudur. Uygulamada bu iki şekilde gerçekleşir: I- Eğer bir işletme o yıl içinde açıldıysa, kapitalist ancak epeyce bir sürenin (en iyi olasılıkla birkaç ayın geçmesinin ardından), kişisel tüketimi için işletme gelirinden para harcayabilecek duruma gelebilir. Fakat bu yüzden tüketimine bir an olsun ara vermez. Bir süre sonra nasılsa artı-değer elde edeceği düşüncesiyle, kendisine bir para yatırımı yapar. Bunu kendi cebinden mi, yoksa kredi yoluyla başkalarının cebinden mi yaptığının burada hiçbir önemi yoktur. Böylece, daha sonra gerçekleşecek olan artı-değerin gerçekleştirilmesi için gereken dolaşım aracını da dolaşıma sürmüş olur. II-Eğer tersine, bir işletme uzunca bir süredir düzenli şekilde faaliyet gösteriyorsa, ödemeler ve gelirler bütün yıl boyunca farklı vadelere dağılmış durumdadır. Fakat kapitalistin tüketimi kesintisiz devam eder ve bunun büyüklüğü, alışılmış ya da tahmin edilen gelirin belirli bir oranına göre hesap edilir. Metaların satılan her bölümüyle, yıl boyunca üretilen artı-değerin bir kısmı da gerçekleştirilmiş olur. Ama tüm yıl boyunca üretilmiş olan metaların, yalnızca içerdikleri değişmeyen ve değişen sermaye değerlerini yerine koymaya yetecek miktarı satılsaydı (ya da fiyatlar, yıllık meta-ürünün satışıyla yalnızca bu ikisinin değerinin gerçekleşeceği ölçüde düşseydi), gelecekteki artı-değer hesabına göre harcanmış olan paranın tamamen beklentilere dayalı karakteri açık şekilde ortaya çıkardı. Ne var ki, kendi artı-değerinin gerçekleşmesi ve aynı zamanda kendi değişmeyen ve değişen sermayelerinin dolaşımı için gerekli parayı kapitalistler sınıfının kendisinin dolaşıma sokmak zorunda olduğu önermesi, kapitalistler sınıfının tümü göz önünde bulundurulduğunda bir paradoks olarak değil tam tersine tüm mekanizmanın zorunlu koşulu olarak görünür. “Çünkü burada yalnızca iki sınıf vardır: yalnızca kendi emek gücü üzerinde tasarrufta bulunabilen işçi sınıfı; toplumsal üretim araçlarının ve paranın tekelci mülkiyetine sahip olan kapitalistler sınıfı.” Şayet metalarda saklı bulunan artı-değerin gerçekleşmesi için gerekli olan parayı ilk aşamada işçi sınıfının kendi kaynaklarından yatıracağı varsayılsaydı, bu tam da bir paradoks olurdu. Fakat bu yatırım işini yapan bireysel kapitalisttir ve bunu her zaman, ya tüketim mallarının satın alımına para harcayan ya da ister emek gücü ister üretim araçları olsunlar, üretken sermayesinin öğelerinin satın alımına para yatıran bir alıcı kimliğiyle yapar. Kapitalist parasını her zaman bir eş değer karşılığında elinden çıkarır. Parasını dolaşıma, tıpkı bu dolaşıma metalarını sürdüğü gibi sokar ve her iki durumda da, bunların dolaşımlarının başlangıç noktası olarak iş görür. Sürecin gerçek akışını iki neden gözlerden gizler: 1. Ticaret sermayesinin ve kapitalistlerin özel bir türüne özgü manipülasyon nesnesi olarak para-sermayenin, sanayi sermayesinin dolaşım sürecinde ortaya çıkması. 2. İlk elde her zaman sanayici kapitalistin elinde bulunması gereken artı-değerin farklı kategorilere bölünmesi. Bunların taşıyıcıları olarak, sanayici kapitalistin yanı sıra toprak sahibinin, tefecinin ve aynı şekilde devletin ve onun memurlarının, rantiyelerin vb. ortaya çıkması. Bu kişiler sanayici kapitalistin karşısına alıcılar olarak çıkar ve alımları ölçüsünde onun metalarını paraya çevirir ve onlardan çıkan para sanayici kapitalistin eline geçer. “Bu arada, bunu başlangıçta hangi kaynaktan elde etmiş ve sürekli olarak hangi kaynaktan yeniden elde etmekte oldukları hep unutulur.” (devam edecek)

30 Nisan 2023

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /24

Bölüm 20: Basit Yeniden Üretim

VI. Kesim I’in Değişmez Sermayesi

Marx daha önceki bölümde ele aldığımız üzere, üretim araçları üreten Kesim I ve tüketim araçları üreten Kesim II ayrımı temelindeki incelemesini sürdürür. Burada sıra, Kesim I’in değişmeyen sermayesinin incelenmesine gelmiştir. Bu kesimde kullanılan değişmeyen sermayenin değeri, bununla üretilen meta-üründe ortaya çıkan değerine eşittir. Üretim araçları biçimindeki bu meta kütlesinin paraya çevrilmesi biraz karışık görünür. Çünkü bu kesim kullanacağı üretim araçlarını kendisi üretmektedir ve hepsini kendisinin tüketmesi mümkün değildir. Kesim I’in kapitalistler sınıfı üretim araçları üreten kapitalistlerin tümünü kapsar ve satılmayıp elde kalan üretim araçlarının içerdiği artı-değer ise paraya çevrilememiş demektir. Kesim I’in tüm meta-ürünü üretim araçlarından, binalardan, makinelerden, kaplardan, ham ve yardımcı maddelerden vb. oluşur. Bunlar değişmeyen sermayenin öğeleridir ve ancak “üretici tüketim” kapsamında kullanılabilirler. Meseleye biraz daha detaylı bakalım. Bunların bu kesimin bir üretim döngüsünde kullanılan değişmeyen sermayeyi yerine koyan binalar, makineler gibi bir bölümü, takip eden yeni bir üretim döngüsünde kendi doğal biçimlerinde yine bu kesimin üretken sermayesinin bileşenleri olarak işlev görür. İşte bu bölüm, dolaşıma girdiği ölçüde yalnızca Kesim I içinde dolaşır. Bir başka hususu hatırlayalım. Kesim II’de üretilen tüketim malları formundaki meta-ürünün bir bölümü bizzat bu kesimdeki işçiler ve kapitalistler tarafından “tüketici tüketim” mahiyetinde tüketiliyordu. Fakat dikkat edelim, Kesim I’de üretilen üretim araçlarının bir kısmı ise Kesim II’nin kapitalistleri tarafından “üretici tüketim” mahiyetinde tüketilir. Zira günlük yaşamda bireylerin ihtiyaç duyduğu çeşitli tüketim maddelerinin üretilebilmesi için, Kesim II’nin kapitalistleri, Kesim I’in ürettiği makinelerden, hammaddelerden vb. satın almak zorundadırlar. Kesim I’in değişmeyen sermayesi, şu kadarı demirhanelere, şu kadarı kömür madenlerine vb. olmak üzere, üretim araçlarının üretildiği farklı üretim kollarına yatırılmış bulunan çok sayıda farklı sermaye grubundan oluşur. Bu sermaye gruplarının her biri de, bağımsız olarak işlev gören bireysel sermayelerin daha büyük ya da daha küçük bir yığınından teşekkül eder. Toplumsal sermaye ise, çeşitli üretim kollarına yatırılmış ve her biri bağımsız olarak işlev görmekte olan bireysel sermayelerin toplamından oluşur. Bu gerçeklik, Kesim I ve Kesim II sermayelerinin tümünü kapsar. Kesim I’de yer alan bir üretim alanında, onun kendi meta-ürünü biçiminde yeniden ortaya çıkan değişmeyen sermaye değerine bakalım. Bu değer, tahılın tahıl üretimine girmesi, kömürün kömür üretimine girmesi, makineler biçimindeki demirin demir üretimine girmesi vb. örneklerinde olduğu gibi, kendi özel üretim alanına yine üretim aracı olarak girer. Kesim I’in değişmeyen sermaye değerini oluşturmakla birlikte doğrudan doğruya kendi üretim alanlarına girmeyen yan ürünlerse, sadece yer değiştirir. Bu yer değiştirmenin Kesim I’in bireysel kapitalistleri arasında gerçekleşmesi ölçüsünde, bir doğal biçimdeki değişmeyen sermaye bir başka doğal biçimdeki değişmeyen sermayeyle, yani bir türdeki üretim araçları bir başka türdeki üretim araçlarıyla mübadele edilmiş olur. Marx burada geçerken, toplumsallaştırılmış üretim tarzında işlerin nasıl olabileceğine dair bir değinmede bulunur. “Kapitalist üretim yerine toplumsal üretim söz konusu olsaydı, kuşkusuz, Kesim I’in bu ürünleri, yeniden üretim amacıyla, bu kesimin üretim dalları arasında en az aynı süreklilikle üretim araçları olarak yeniden dağıtılır, bir bölümü doğrudan doğruya ürün olarak çıktığı üretim alanında kalır, buna karşılık bir başka bölümü başka üretim yerlerine gönderilir ve böylece bu kesimin farklı üretim yerleri arasında sürekli bir gidiş-geliş olurdu.”

VII. Her İki Kesimdeki Değişir Sermaye ve Artı-Değer

Marx, yaratılan yıllık toplam yeni değer hakkında fikir verir. Basit yeniden üretim varsayımına göre, bu değer yıl boyunca Kesim I ve Kesim II’de üretilen toplam yeni değere eşittir. Bu değer, her iki kesimde ücretlere harcanan değişen sermayeyi yeniden üreten değer ve o yıl her iki kesimde üretilen artı-değer toplamından oluşur. Unutulmasın, değişmeyen sermaye değeri yalnızca kullanılan kısmının değerini ürüne aktardığından ve daha önce üretilmiş olması gerektiğinden o yıl yaratılan yeni değer toplamında bunun yeri yoktur. Basit yeniden üretimde, işçilerin değişen sermaye karşılığı ücretlerinin ve kapitalistlerin el koyduğu artı-değerin bütünüyle tüketim maddelerine harcandığı varsayılır. Hatırlanacağı üzere, toplam toplumsal işgünü iki parçaya ayrılır: 1. Gerekli emek ve 2. Artı-emek. Burada yine ayrıntılara takılmadan, Marx’ın çıkardığı bazı sonuçlara odaklanalım. Tek tek her bir işgünü gerekli emek ve artı-emek şeklinde iki parçaya bölündüğünden, bir işgünü tarafından üretilen değer de aynı şekilde iki kısma ayrılır: işçinin kendini yeniden-üretmek için harcadığı değişen sermaye kısmı + kapitalistin kendi bireysel tüketimi için harcadığı artı-değer. Marx konuyu bir örnekle somutlamak ister. Diyelim toplumsal işgünü, üretim değeri 3000 olan bir para-değerle ifade edilsin. Bunun üçte biri (1000) tüketim malları üreten Kesim II’de üretilmiştir. Bu varsayıma göre, toplumsal işgününün üçte ikisi de (2000) değişmeyen sermayenin üretildiği Kesim I’de kullanılmaktadır. Tek tek işgünü açısından baktığımızda, Kesim I’de bu üçte ikilik kısım, bu kesime ait değişen sermaye değeri ve artı-değer toplamına eşit bir yeni değer üretmektedir. Fakat Kesim I, bu kesimdeki ücretlerin ve artı-değerin harcanabileceği bireysel tüketim maddeleri üretmemektedir. Zira bu kesimin ürünleri bireysel tüketim için gereken metalar değil, üretimde kullanılan üretim araçlarıdır. Burada Marx’ın yukarıdaki varsayımında işaret ettiği bir başka noktaya da dikkat etmek gerekir. Ele alınan yıla ait toplumsal işgününün hiçbir parçası, bu iki temel üretim alanında kullanılan toplam değişmeyen sermaye değerini üretmeye hizmet etmez. Çünkü o yıl yeni üretilen üretim araçları, ancak daha önce üretilmiş olan üretim araçları toplamına ek mahiyetindedir. Ancak soyutlamada, o yılki üretimde yalnızca daha önce üretilmiş olan üretim araçlarının kullanıldığı varsayılır ve sadece o yıl kullanılan kısım değer hesabına o yıla ait değişmeyen sermaye değeri olarak girer. Yeni üretilen üretim araçları biçimindeki değer ise henüz değişmeyen sermaye niteliği kazanmamıştır. Zira o yıl kullanılmak için değil, yalnızca ileride değişmeyen sermaye olarak işlev görmesi için üretilmiştir. Ayrıca hatırlayalım, Kesim II’nin ürettiği tüketim mallarının değerinin içinde, bunların üretimi için kullanılan değişmeyen sermaye değeri de mevcuttur. Unutulmasın ki bu sermaye değerinin kaynağı Kesim I’de üretilen üretim araçlarıdır. Burada ayrıntılara saplanmadan, Marx’ın vurguladığı sonuca ilerleyelim. Her iki kesimin ürettiği bu yılki toplam toplumsal ürün, üretim araçları ve tüketim araçları toplamından oluşur. Bunlara değişim değerleri değil fakat kullanım değerleri açısından, bir başka deyişle yararlı somut emek olarak bakıldığında, tümü bu yılki emeğin ürünü olarak görünür. Ancak mesele değer oluşturan emek olarak ele alındığında durum değişir. Çünkü bu yılın emeği, daha önceki emeğin ürünü olan üretim araçları olmadan üretemez, kendisini ürüne dönüştüremezdi.

VIII. Her İki Kesimdeki Değişmez Sermaye

Marx konuyu açımlamak için varsayımsal bir örnek verir. Diyelim her iki kesimin toplam ürün değeri 9000 olsun. Marx bu toplam toplumsal ürünün, bir yıllık üç toplumsal işgünü içerdiğini varsayar. Bu iş ünlerinin her birinin değer ifadesi 3000; toplam ürünün değer ifadesi ise 3 x 3000 = 9000’dir. Bu değerin değişmeyen sermaye parçasının (c), daha önce harcanmış yıllık 2 toplumsal işgünü karşılığı olduğu varsayılırsa bunun değer ifadesi 6000 olur. Geriye, bu yıl içinde yıllık üretimde harcanmış 3000 değerinde toplumsal 1 işgünü kalır. Bunun gerekli emek ve artı-emek olarak iki eşit parçaya ayrıldığını varsayarsak, gerekli emek ya da değişen sermaye değeri (v) 1500 ve artı-emek değeri (m) 1500 olur. Şimdi toplam ürünün değerini ifade edecek olursak: c + v + m = 9000 eşitliğini buluruz. Marx bu örnekten hareketle, hesaplamada karşılaşılan güçlüğün toplumsal ürün değerinin çözümlenmesinde olmadığını belirtir. “Güçlük, toplumsal ürünün değer bileşenlerinin bu ürünün maddi bileşenleriyle karşılaştırılmasında ortaya çıkar.” Marx’ın yukarıda verdiği örnek, bu güçlüğe rağmen konunun hiç değilse temelde anlaşılabilmesi maksadıyla varsayımlar temelinde kavranabilmesi içindir. Bu örneğe göre, bu yılki tüm toplumsal ürünün üretiminde kullanılan değişmeyen sermaye değeri (c) daha önceki emek tarafından üretilmiştir ve birinci kesimin ürettiği üretim araçlarında cisimleşmiştir. O yılın yeni üretilen değer-ürünü ise v + m olarak ifade edilebilir ve ikinci kesimin ürettiği tüketim araçlarında cisimleşmiştir. Böylece toplam toplumsal ürün üzerinden bakıldığında, kapitalist ekonominin işleyişinde Kesim I ve Kesim II arasındaki girift ilişkiler hakkında bir fikir edinilebilir. “Bireysel sermayenin ürününün, yani toplumsal sermayenin bağımsız olarak işlev gören, kendi yaşamına sahip olan her bir küçük parçasının ürününün, herhangi bir doğal biçimi vardır. Biricik koşul, bu ürünün gerçekten bir kullanım biçiminin, kendisine metalar dünyasının dolaşıma elverişli bir üyesi olma damgasını vuran bir kullanım değerinin bulunmasıdır.” Örneğin değişmeyen sermaye değeri içeren ürünün, üretim sürecine bir üretim aracı olarak girip girmeyeceği tümüyle önemsiz ve rastlantısaldır. Eğer bir sermaye sahibinin ürettiği ürün üretim aracı biçimine sahip değilse, ürettiği bireysel tüketim maddesi, ürün alım satımı yoluyla yeniden üretimin gerekli maddi öğelerine dönüştürülür. Böylece değişmeyen sermaye taşıyıcısı olan üretim araçları bir başka sermaye sahibi tarafından üretilir. Bu durum, Kesim I ve Kesim II’de yer alan sermaye sahipleri ve kesimler arası ilişkiyi anlatmış olur. Bireysel sermayenin değil de toplumsal sermayenin ürünü olarak bakıldığında görünüm değişir. Çünkü yeniden üretimin bütün maddi öğeleri, doğal biçimleri içinde (ister üretim ister tüketim aracı olsun) toplam toplumsal ürünün parçalarıdır. Bu durumda, toplam toplumsal sermayenin tüketilen değişmeyen sermaye kısmı, yeni üretimde tekrar ortaya çıkan bu sermaye değerinin yeni üretim araçları biçiminde ortaya çıkması ölçüsünde toplam üretim tarafından yerine konmuş olur. Marx bu nedenle, basit yeniden üretim varsayıldığında, ürünün üretim araçlarından oluşan bölümünün değerinin, toplumsal sermayenin değişmeyen değer parçasına eşit olmak zorunda olduğunu belirtir. Ayrıca yine bireysel sermaye açısından düşünülürse, kapitalist, ürünün değerine yeni eklenen emek aracılığıyla yalnızca değişen sermayesi ile artı-değerinin toplamını üretir. Ürün değerinin içerdiği daha önceden üretilmiş olan değişmeyen sermaye kısmı ise, somut emeğin faaliyetiyle yeni ürüne aktarılır. Toplumsal üretim açısından bakıldığında, toplumsal işgününün üretim araçları üreten bölümü, gerek Kesim I gerek Kesim II’de tüketilen üretim araçlarını yerine koyacak olan yeni değişmeyen sermayeyi (üretim araçlarını) üretir. Toplumsal işgününün tüketim araçları üreten bölümü ise, her iki kesimin değişen sermayelerinin ve artı-değerlerinin karşılığı olan toplam gelirin tüketeceği ürünleri üretir. Marx burada önemli bir noktaya işaret eder ve Proudhon’un düştüğü yanlışa düşülmemesi uyarısında bulunur. Yanlış olan, sanki toplumsal açıdan bakıldığında kapitalist üretim tarzı kendine özgü tarihsel ve ekonomik niteliğini yitiriyormuş düşüncesidir. “Tam tersine” der Marx. “Bu durumda, toplam kapitalist üzerinde durulması gerekir. Toplam sermaye, tüm bireysel kapitalistlerin ortak hisse senetli sermayesi olarak görünür.”

IX. Günümüzden Adam Smith, Storch ve Ramsay’e Bakış

Marx, Fransız iktisatçı Storch’un yerleştirdiği yanlış görüşleri A. Smith’in daha da ileri bir noktaya taşıdığını belirtir. Şöyle ki, Smith, toplam toplumsal ürün değerinin ücretler ve artı-değere ayrıştığı iddiasını sürdürmekle kalmamış, bireysel tüketicilerin nihayetinde üreticilere tüm ürün değerini ödediklerini söyleyerek bu iddiayı daha popüler biçimde ileri sürmüştür. Marx’ın ifadesiyle, “sözde ekonomi politik biliminin bugüne dek en fazla onaylanmış basmakalıp sözlerinden ya da daha doğrusu ebedi gerçeklerinden biri budur”. Söz konusu iktisatçılar tarafından savunulan “tüm yıllık ürün değerinin sonunda tüketiciler tarafından ödenmek zorunda olduğu” iddiasının, yalnızca bir koşulla doğru olacağını belirtir Marx. Bu koşul, tüketiciler başlığının altına tümüyle farklı iki türün, bireysel tüketiciler ile üretici tüketicilerin sokulmasıdır. İşte meselenin bu kapsamda ele alınması, yalnızca “gelirin harcanması” üzerinden yürüyen Smith’in görüşünün çürütülmesi demektir. Zira “ürünün bir bölümünün üretken biçimde tüketilmek zorunda olması, onun sermaye olarak işlev görmek zorunda olmasından ve gelir olarak tüketilemeyecek olmasından başka hiçbir anlama gelmez”. İngiliz iktisatçı Ramsay’e gelince, o da sermayenin toplumsal olarak bakıldığında yalnızca sabit sermayeden oluştuğunu ileri sürmüştür. Ramsay sabit sermayeden tüm değişmeyen sermayeyi (yani emek araçları, hammaddeler, yan ürünler, yardımcı maddeler vb. tümü) anlar, değişen sermayeye ise döner sermaye der. Burada bir kez daha, A. Smith'in değişmeyen ve değişen sermaye ayrımını, sabit ve döner sermaye ayrımı içinde boğarak yol açtığı belayla karşılaştığımızı vurgular Marx.

X. Sermaye ve Gelir: Değişir Sermaye ve Ücret

Hatırlayacak olursak, bu yıl üretilen ürünün üretiminde daha önce üretilmiş olan üretim araçlarının kullanıldığı varsayılmıştır. Buna göre yıllık yeniden üretimin bütünü, bu yılki yararlı emeğin ürünüdür. Ama toplam ürünün değerinde değişmeyen sermaye değeri de yer aldığı için, haliyle toplam ürünün değeri bu yıl boyunca harcanan emek gücünün kattığı kısmın değerinden büyüktür. O halde, yıllık ürünün toplam değerinden, buna o yıl harcanan emek tarafından eklenen değeri çıkardığımızda bir fark elde ederiz. Bu fark gerçekte yeniden üretilmiş olan bir değer olmayıp, kullanılan değişmeyen sermayenin yeni bir varlık biçimi içerisinde tekrar meydana çıkan değeridir. Bu değer, yıllık üründen önce var olan ve bu yılki toplumsal emek sürecine katılan değişmeyen sermaye bileşenlerinin ömürlerine bağlı olarak daha uzak ya da daha yakın bir tarihe ait olabilir. Bu, dünyaya bir ya da birkaç yıl önce gelen üretim araçlarının değerinden kaynaklanan ama canlı emek tarafından bu yılki ürün değerine aktarılan bir değerdir. Burada Marx, İngiliz iktisatçı Senior’un yanlış bir görüşünü eleştirirken, kapitalist toplumu vahşi bir topluluktan ayıran farkları sıralar. a) Kapitalist toplum, kullanılabilir yıllık emeğin çoğunu, ücretler ya da artı-değer biçiminde elde edilen gelirin harcanacağı tüketim araçlarının üretiminde kullanmaz. Tersine, yıllık emeğinin çoğunu yalnızca sermaye olarak işlev görebilecek olan üretim araçlarının (yani değişmeyen sermayenin) üretiminde kullanır. b) Vahşi insan, yay, ok, taş başlı çekiç, balta, sepet vb. yaparken, bu şekilde harcadığı zamanı tüketim mallarının üretimi için harcamadığını çok iyi bilir ve bu sayede ihtiyaç duyduğu üretim araçlarını biriktirmiş olur. Üstelik vahşi insan zaman israfını hiçbir şekilde önemsemeyerek ve örneğin bazen bütün bir ayı tek bir yay yapmak için kullanarak, korkunç bir “iktisadi günah” işler. Marx, politik iktisatçıların teorik güçlükten, yani gerçek bağlantıları anlamaktan kurtulmak için kullanmaya çalıştıkları bir düşünceyi irdeler. “Bir sermaye için sermaye olan şeyin diğeri için gelir ve biri için gelir olan şeyin diğeri için sermaye olduğu düşüncesi, kısmen doğrudur; bu düşünce, evrensel olduğu kabul edilir edilmez, tümüyle yanlış hale gelir.” Böylece, diyalektik ve detaylı analiz yöntemini örneklemiş olan Marx, devamında şöyle der: “Şimdi, bu düşüncenin kısmi doğruluğunun dayandığı gerçek ilişkileri özetleyeceğiz ve böylece bu ilişkiler hakkındaki yanlış kavrayış da ortaya çıkacak.” 1. Değişen sermaye kapitalistin elinde sermaye olarak ve ücretli emekçinin elinde gelir olarak işlev görür. Burada kapitalist için sermaye ve işçi için gelir olarak iki kez işlev gören şey değişen sermaye değildir. Bu, önce kapitalistin elinde değişen sermayesinin para biçimi yani potansiyel değişen sermaye olarak var olan ve kapitalist onu emek gücüne çevirince, işçinin elinde sattığı emek gücünün eşdeğeri olarak hizmet eden aynı paradır. Fakat unutulmasın, aynı paranın satıcının elinde ve alıcının elinde farklı amaçlara hizmet etmesi, tüm meta alım satımlarında ortaya çıkan bir görüngüdür. Kapitalizmin özürcüsü iktisatçılar bir çarpıtmaya başvurarak, işçiye ait emek gücünün, ona sürekli gelir sağlayan meta biçimindeki sermayesi olduğunu söylerler. Oysa emek gücü işçinin sermayesi değildir, yaşayabilmek için sürekli olarak satmak zorunda olduğu biricik metadır ve bu meta ancak alıcının, yani kapitalistin elinde (değişen) sermaye olarak iş görür. Marx, laf oyunlarıyla emek-sermaye çelişkisini gözlerden gizlemeye çalışan iktisatçıları, onların mantığını hicvederek yere serer. “Söz konusu iktisatçılara göre, bir adamın her zaman kendi emek gücünü, yani kendisini sürekli olarak yeniden ve yeniden satmak zorunda olması, onun bir kapitalist olduğunu kanıtlar, çünkü her zaman, satabileceği bir «meta» (kendisi) vardır. Üçüncü bir kişi tarafından bir kalemde meta olarak satılmasına karşın, köle de bu anlamda kapitalisttir; çünkü bu metanın (emek kölesinin) doğası, yalnızca, alıcısının onu her gün yeni baştan çalıştırmasını değil, aynı zamanda, sayelerinde durmadan yeniden ve yeniden çalışabildiği geçim araçlarını ona vermesini de beraberinde getirir.” 2. İşçinin ücreti tüketim araçlarında gerçekleşir, gelir olarak harcanır ve işçi sınıfı bir bütün olarak alındığında tekrar tekrar gelir olarak harcanır. İşçinin ücretinin tüketim araçlarıyla mübadele edilmesi, kapitalistlerin işçilere değişen sermaye karşılığında ürettirdiği metalarla mübadelesi demektir. Böylece bu para, değişen sermayesinin para biçimi olarak ilgili kapitalistlere geri dönmüş olur. Fakat kapitalist işçinin emek gücünü satın alırken ona ödediği parayı, eşdeğer miktarda metaları ona sattığında geri almakla servetini arttırmış olmaz. “Bu işlemin dolaysız sonucu, tüm diğer meta satışlarında olduğu gibi, verili bir değerin meta biçiminden para biçimine çevrilmesidir. Paranın bu yolla kendi başlangıç noktasına geri akması da özgül bir yan barındırmaz.” Burada konunun özüne ilişkin noktaların kavranması için bazı detayları atlayarak ilerleyecek olursak, Marx’ın üzerine durduğu husus, gerek Kesim I gerek Kesim II’deki işçilerin kendilerine ödenen ücreti gelir olarak harcamalarıdır. Böylece değişen sermaye karşılığı para-meta-para dönüşümleri gerçekleşmektedir. Soruna bir de dolaşım süreci açısından değil de, üretim süreci açısından bakalım. Emek süreci boyunca kapitalist, değişen sermayeye aktif değer yaratan emek gücü olarak sahiptir. Ama işçiye, ancak, emek gücü daha kısa ya da daha uzun bir süre boyunca işlev gördükten sonra ödeme yapılır. Bu nedenle, emek gücü tarafından yaratılan ve onun değerini yerine koyan değer ve üstüne bir de artı-değer işçiye ödeme yapmadan önce kapitalistin eline geçmiş olur. Ücret olarak elde edilen paranın işçi sınıfının elinde uğradığı mübadeleler, değişen sermayenin mübadeleleri değildir. Çünkü değişen sermaye işçiye ödeme yapılınca artık onun ücretine dönüşmüştür. Ama kapitalist ve özellikle de onun teorik sözcüsü olan iktisatçı, işçiye ödenmiş olan paranın hâlâ kapitalistin parası olduğu düşüncesinden bir türlü kurtulamaz. Oysa işçi tarafından harcanan para artık değişen sermaye değildir. Bu para, işçinin kendi ücreti karşılığı cebine giren kendi parasıdır ve ancak tüketim maddeleriyle mübadele edildiğinde kapitalistin değişen sermayesini yerine koyabilir. (devam edecek)

28 Mayıs 2023
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /25

Bölüm 20: Basit Yeniden Üretim

XI. Sabit Sermayenin Yerine Koyulması

Değişmeyen sermayenin sabit sermayeyi oluşturan bir parçası (binalar, makineler vb. şeklindeki emek araçları), üretim sürecinde kendi değerinin bir kısmını yeni üretilen metaya aktarır. Fakat mevcut emek araçları ömürleri sonlanıncaya dek üretken sermayenin öğeleri olarak kendi doğal biçimleri içinde işlev görmeyi sürdürürler. Söz konusu emek araçlarından yeni üretilen metaya aktarılan kısım, bunlardaki aşınma ve yıpranmanın karşılığı olarak üretilen metalarda yeniden görünen değer parçasıdır. Ancak bu emek araçlarından bazıları o yıl içinde tümüyle tükenirlerse, yıllık yeniden üretimle bir bütün olarak yerlerine koyulur ve yenilenirler. Marx, dolayısıyla bunun burada ele alınacak olan konuyla herhangi bir ilgisi olmadığını belirtir. “Makineler ve diğer daha dayanıklı sabit sermaye biçimleri söz konusu olduğunda, tüm binanın ya da makine gövdesinin uzun ömürlü olmasına karşın, bunların belirli bölümlerinin yıl içinde bir bütün olarak yerlerine koyulması gerekebilir ve sık sık da gerekir. Bu bölümler, sabit sermayenin yıl içinde yerlerine koyulmaları gereken öğeleriyle aynı kategoride yer alır.” Ne var ki sabit sermayenin amortisman payı olarak metalara giren değer parçası, hiçbir şekilde onarım maliyetleriyle karıştırılmamalıdır. Meta satılırsa, amortisman-değer parçası, meta değerini oluşturan diğer parçalar gibi paraya çevrilmiş olur. Fakat paraya çevrildikten sonra diğer değer öğelerinden farkı ortaya çıkar. Şöyle ki, yeniden meta üretilebilmesi için metaların üretiminde tüketilen ham ve yardımcı maddelerin ayni olarak yerlerine koyulması gerekir. Ayrıca, bu maddelerin üretimi için harcanmış olan emek gücünün de taze emek gücü olarak yerine konması gerekir. O halde, metaların satışından elde edilen para sürekli olarak yine üretken sermayenin bu öğelerine, yani para biçiminden meta biçimine çevrilmelidir. Ham ve yardımcı maddeler belirli aralıklarla büyük miktarlar halinde satın alınıp stoklanabilir ve dolayısıyla belli bir süre boyunca bu üretim araçlarının yeniden satın alınması gerekmeyebilir. Bu gibi durumlarda, meta satışlarından gelen para birikebilir ve değişmeyen sermayenin bu bölümü geçici bir süre için para-sermaye olarak görünür. Marx böylesi durumların konunun özünde hiçbir değişikliğe yol açmayacağını vurgular. Çünkü bu şekilde biriken para, aslında para biçiminde askıya alınmış olan üretken sermayedir. Üretim araçlarının yenilenmesinin biçimi, ilgili araçların dolaşımının daha kısa ya da uzun olmasıyla farklılaşabilir ama öyle ya da böyle bu yenilenme sürekli olarak gerçekleşmek zorundadır. Emek gücü için de aynısı geçerlidir. “Üretimin yılın başından sonuna sürekli aynı ölçekte yürütüldüğü bir yerde, tüketilen emek gücünün yerine sürekli yenisi koyulur; işin mevsimlik bir iş olması ya da tarımda olduğu gibi farklı dönemlerde farklı niceliklerde emeğin kullanılması durumunda, satın alınan emek gücü kütlesi de buna uygun olarak bazen daha büyük bazen daha küçük olur.” Sabit sermayenin yenilenmesiyle ilgili durum daha farklıdır. Üretilen metanın satışıyla elde edilen paranın sabit sermayenin aşınma ve yıpranmasına denk gelen kısmı, değer kaybını yerine koyduğu sabit sermaye cismine yeniden dönüştürülmez ve para biçiminde amortisman fonunda bekler. Bu birikim sayesinde, binalardan, makinelerden vb. oluşan sabit sermaye ömrünü doldurur doldurmaz, yenileme değerini para biçiminde fonda birikmiş olarak yanında bulur. Böylece söz konusu para, sabit sermayeyi fiziki olarak yerine koyma ve üretken sermayenin bu bileşenini fiilen yenileme görevini üstlenir. Biriken bu para değişmeyen sermaye değerinin bir bölümünün, yani yenilenecek sabit bölümünün para biçimidir ve bu gömü oluşumunun kendisi, kapitalist yeniden üretim sürecinin bir öğesidir. Ama bu para, ömürlerini tüketmiş olanları yerlerine koymak için yeniden sabit sermayenin öğelerine dönüştürülür dönüştürülmez gömü biçimini yitirir. Ve sermayenin dolaşım aracılığıyla gerçekleşen yeniden üretim sürecine etkin şekilde yeniden girer. Marx, çeşitli rakamsal örnekler eşliğinde, önce aşınma ve yıpranma değer parçasının para biçiminde yerine koyulması durumunu ele alır. Ayrıntılar bir yana bırakılacak olursa, çeşitli irdelemeler temelinde vardığı sonuç çok önemlidir. Şöyle ki, yeniden üretim sürecinin karmaşık somut biçimiyle analiz nesnesi haline getirilmesi durumunda, ortaya “bilimsel” açıklama görüntüsü veren ama yanlış ve uydurulmuş noktalar çıkacaktır. Marx bundan kurtulmak için, yeniden üretim sürecini, bu süreci karanlıkta bırakan tüm belirsizliklerden arınmış kendi temel biçimi içinde incelemenin kesinlikle gerekli olduğunu vurgular. Daha sonra sabit sermayenin ayni olarak yerine koyulması hususunu ele alır Marx. Yine rakamsal örnekleri ve bazı ayrıntıları atlayarak meselenin özüne değin noktaları vurgulayalım. Yeniden üretim süreci, Kesim I ve Kesim II arasındaki ilişkiler ve her bir kesimin kendi içindeki eş zamanlı olmayan işlemlerle ilerleyen karmaşık bir yapıya sahiptir. Örneğin ikinci kesim, her birinin sabit sermayesi yeniden üretiminin çok farklı aşamalarında bulunan kapitalistlerden oluşur. “Sabit sermaye bunlardan kimileri için ayni olarak tümüyle yerine koyulması gereken aşamaya gelmiş bulunurken; ötekiler için bu aşamadan az çok uzak bir noktadadır.” Yukarıda belirtilen hususlarda ayrıntılı analizlerini sürdüren Marx, “sonuçlar” bağlamında konuyu toparlayıcı noktalara işaret eder. Basit yeniden üretim söz konusuyken ve emeğin üretici gücü, toplam büyüklüğü ve yoğunluğu aynı kalırken, her iki kesimin toplamında yenilenmesi gereken sabit sermaye ile işlevini sürdürmekte olan sabit sermaye arasındaki farklı olasılıklar üzerinde durur. Örneğin yeniden üretilecek olan sabit sermaye kütlesinin büyümesi durumunda, Kesim I’in toplam üretiminin büyümesi zorunlu olurdu ya da bu sağlanamazsa bir yeniden üretim açığı ortaya çıkardı. Diğer bir durumda ise, yeniden üretilmesi gereken sabit sermaye kütlesi azalabilir ve dolayısıyla ya Kesim I’in toplam üretiminde bir azalma ya da paraya çevrilemeyen bir ürün fazlası ortaya çıkardı. Marx’ın gözden geçirdiği bu olasılıklar, plansız kapitalist üretim tarzının işleyişinde farklı kesimlerin karmaşık ilişkilerinin kaçınılmaz olarak doğuracağı bunalımlara ışık tutar. Örneğin, Kesim I’in bazı sektörlerinde gereken üretime ulaşılamaması durumunda emeğin verimliliğini arttırarak daha fazla ürün sağlanabileceği düşünülebilir. Fakat böylesi değişiklikler emek ve sermayeyi Kesim I’in bir üretim dalından bir başkasına kaydırmaksızın gerçekleşemez. Böylesi her yer değiştirme ise geçici düzensizliklere yol açar. Kesim I’in üretimini kısmak zorunda kaldığı durumlar ise, bu kesimde çalıştırılan işçiler ve kapitalistler için bunalım anlamına gelir. Ya da yine bir bunalım kaynağı olarak bir fazla üretim söz konusu olabilir. Daha çok üretim yapılması toplumsal açıdan “birer kötülük değil avantajdır; ama kapitalist üretimde birer kötülüktürler.” Bunalım durumlarında derde derman olabileceği düşünülen dış ticaret ise, yalnızca çelişkileri daha geniş bir alana taşır, çelişkilere daha büyük hareket alanları açar. Marx, yeniden üretimin kapitalist biçimi bir kez ortadan kaldırıldığında ise, sorunun sabit sermayenin ömrünü dolduran ve dolayısıyla ayni olarak yerine koyulması gereken bölümünün büyüklüğünün birbirlerini izleyen farklı yıllarda farklı olmasına indirgeneceğini belirtir. “Herhangi bir yılda bu bölüm çok büyük (insanlar arasında olduğu gibi, ortalama ölüm oranının üzerinde) olursa, ertesi yıl elbette o denli küçük olacaktır.” Toplumun üretimi kendi denetimi altına aldığı koşullarda, aşırı üretim problemi ortadan kalkar ama kapitalist toplumda aşırı üretim kaçınılmaz olarak bunalım ve anarşi yaratan bir öğedir.

XII. Para Malzemesinin Yeniden Üretimi

Buraya kadar, yıllık altın ve gümüş yeniden üretiminin göz ardı edildiğini belirtir Marx. Kuşkusuz lüks malların, altın kaplamacılığının vb. malzemeleri olarak bu konuya değinmenin gereksiz olduğu açıktır. Fakat para malzemesi ve dolayısıyla potansiyel para olarak bunun incelenen konu bağlamında önemli bir rol oynadığı bellidir. Basitleştirmek için, burada para malzemesi olarak yalnızca altını ele alır Marx. O dönemlerde “kapitalist üretimin başat olduğu ülkelerden yalnızca ABD altın ve gümüş üreticisidir; Avrupa’nın kapitalist ülkeleri altınlarının neredeyse hepsini, gümüşlerininse çok büyük bir bölümünü Avustralya, ABD, Meksika, Güney Amerika ve Rusya’dan elde eder.” Marx’ın belirttiği üzere, burada işe karıştırılması karışıklığa yol açacağından, dış ticaretin tümüyle bir kenara bırakılması gerekir. Aynı nedenle, burada altın da, mübadele aracılığıyla dışarıdan getirilen bir meta öğesi olarak değil, yıllık üretimin bir doğrudan öğesi olarak ele alınır. Marx’ın detaylı örnekler eşliğinde ilerlettiği incelemesinde vurguladığı hususlardan biri, basit yeniden üretimin bile para biriktirmeyi zorunlu kıldığına göre, genişletilmiş ölçekli yeniden üretimde bunun fazlasıyla gerekli olacağıdır. Nitekim genişletilmiş ölçekli yeniden üretimde, artı-değerin bir bölümü para gömüsü olarak saklanır. Bu durum her yıl yinelendiğinden, kapitalist üretimin çıkış noktası olarak alınan varsayımın açıklanmış olacağını belirtir Marx. Bu varsayım, yeniden üretimin başlangıcında, metaların mübadelesine karşılık gelen bir parasal araçlar kütlesinin Kapitalistler Sınıfı I’in ve Kapitalistler Sınıfı II’nin ellerinde bulunduğu varsayımıdır. “Dolaşımdaki paranın uğradığı aşınma ve yıpranma yüzünden yitirilen altının düşülmesinden sonra bile böyle bir biriktirme gerçekleşir.” Ayrıca, kapitalist üretimin yaşı ne kadar ilerlemiş olursa, dört bir yanda birikmiş olan para kütlesi o denli büyük, dolayısıyla yıllık yeni altın üretiminin bu kütleye eklediği oran o denli küçük olacaktır. Bu konuda, daha önce 17. Bölümde geliştirilmiş olan düşünceleri özetleyerek bazı hususları sıralar Marx. 1. Burada esas olan varsayım (yıllık yeniden üretimin çeşitli öğelerinin değişimi için elde yeterli para bulunduğu varsayımı) meta değerinin bir bölümünün artı-değerden oluşmasından hiçbir şekilde etkilenmez. O nedenle, artı-değeri paraya çeviren paranın nereden geldiği gibi bir soru sormak gereksizdir. Sorulması gereken esas soru, artı-değeri de içeren toplam meta değerinin mübadelesi için gerekli olan paranın nereden geldiğidir. Tek tek kapitalistler için olduğu gibi sınıfın bütünü için de, sermaye yatırmak için kullandıkları para, gelir olarak harcadıkları paradan farklıdır. Kapitalistlerin gelir olarak harcadıkları para, kapitalist sınıfın gelirini dolaştıran toplam para kitlesinden gelir. Yeni bir iş kuran her kapitalist, kendi geçimi için tüketim araçlarına harcadığı parayı, işini yoluna koyar koymaz, artı-değerinin paraya çevrilmesine hizmet eden para olarak geri almış olur. 2. Her sanayi sermayesi, işin başlangıcında, sabit sermayesinin tümü için dolaşıma tek bir seferde para sürer ama bunu yıllık ürünlerinin satışıyla ancak yıllar içinde yavaş yavaş geri alır. Demek ki, başlangıçta dolaşıma, dolaşımdan çektiğinden daha fazla para sürmüştür. Bu durum, sabit sermayesini ayni olarak yenileyeceği yıllar içinde yinelenir. Üretim dönemleri görece uzun süreyi kapsayan sanayi dallarının hepsinde, bütün bu dönem boyunca kapitalist üreticiler tarafından, kısmen kullanılan emek gücüne ödeme yapılması, kısmen kullanılacak olan üretim araçlarının satın alınması için durmadan dolaşıma para sürülür. Böylece, üretim araçları doğrudan doğruya, tüketim araçları ise işçilerin ve kapitalistlerin tüketim araçları satın almalarıyla meta piyasasından çekilir. “Bu dönem boyunca, kapitalistlerin dolaşıma soktuğu para, artı-değer de içinde olmak üzere meta değerinin gerçekleştirilmesine hizmet eder. Gelişmiş kapitalist üretim aşamasında, demiryolu, kanal, dok, büyük kent binası inşaatı, demir gemi yapımı, geniş çaplı arazi drenajı vb. gibi anonim ortaklıklarca yürütülen uzun soluklu girişimlerde, bu etken çok büyük önem kazanır.” 3. Öteki kapitalistler, sabit sermaye yatırımları dışında, emek gücü ve diğer döner sermaye öğeleri satın alırlarken, dolaşıma soktuklarından daha fazla parayı dolaşımdan çekerler. Fakat altın ve gümüş üreten kapitalistlerin durumu farklıdır. Bunlar, hammadde olarak hizmet eden değerli metaller bir yana bırakıldığında, dolaşımdan yalnızca meta çekerlerken dolaşıma yalnızca para sürerler. Ayrıca, aşınıp yıpranma parçası dışındaki değişmeyen sermaye, değişen sermayenin büyük bir kısmı ve artı-değerin tümü (kapitalistlerin kendi ellerinde toplanabilecek olan gömü dışında) dolaşıma para olarak sürülür. 4. Arsalar, evler vb. gibi yıl içinde üretilmiş olmayan, ayrıca, hayvanlar, kereste, şarap vb. gibi üretim dönemleri bir yıldan uzun sürelere yayılan her türlü şey meta olarak dolaşır. Birden fazla yıl boyunca kirada kalan konutların değerleri gibi, bu gibi ürünlerin değerleri de çoğu zaman parça parça ve yavaş yavaş dolaşır. Diğer yandan, yeniden üretim sürecinin hareketlerinin hepsi, para dolaşımının araya girmesini gerektirmez. Gerekli öğeleri bir kez sağlandığında, bütün üretim süreci dolaşımın dışında kalır. Ayrıca, ister bireysel ister üretken şekilde olsun, üreticinin kendisinin doğrudan tükettiği tüm ürünler de dolaşımın dışında kalır. Bu söylenen, tarım emekçilerinin ayni olarak beslenmelerini de içerir. Demek ki, yıllık ürünü dolaştıran para kütlesi, yavaş yavaş birikmiş olarak toplumda bulunur. Aşınıp yıpranan sikkelerin yerine konulması için gerekebilecek altın dışında, bu para kütlesi bu yılın değer-ürününe ait değildir. Marx bu sunumda, yalnızca değerli madenlerin para olarak dolaştığını ve bu dolaşımın, en basit biçim olan peşin alım satımlarla gerçekleştiğinin varsayıldığını belirtir. Gerçekte ise, salt madeni para dolaşımı temeli üzerinde bile, para yalnızca satın alma aracı olarak değil aynı zamanda ödeme aracı olarak da işlev görmüştür. Ve giderek bu temel üzerinde bir kredi sisteminin ve kredi mekanizmasının belirli yönleri gelişmiştir. Para dolaşımının en ilkel biçimi içerisindeki en basit incelemesinin bile aşağıda sıralanan hususları ortaya çıkardığını belirtir Marx. a) Gelişmiş kapitalist üretim ve dolayısıyla ücretli emek sisteminin egemenliği varsayıldığında, para-sermaye açıkça önde gelen bir rol oynar, çünkü bu değişen sermayenin yatırıldığı biçimdir. “Ücretli emek sisteminin gelişmesi ölçüsünde, tüm ürünler metalara dönüşür ve dolayısıyla (bazı önemli istisnalarla) hepsi, hareketlerinin bir aşaması olarak paraya dönüşüm işleminden geçmek zorundadır.” Dolaşımda bulunan para kütlesi, metaların paraya çevrilmesine yetmelidir. Bu kütlenin en büyük bölümü, sanayici kapitalistler tarafından emek gücüne ödeme yapılması için para biçiminde yatırılan ve işçilerin ellerinde (büyük ölçüde) yalnızca dolaşım aracı (satın alma aracı) olarak işlev gören para biçiminde sağlanır. “Ve bu da, her tür (serflik dahil) bağımlılık sisteminde baskın olan ve (bağımlılık ya da kölelik ilişkilerini de içersinler ya da içermesinler) az çok ilkel topluluklarda daha fazla baskın olan doğal ekonomiyle tam bir karşıtlık oluşturur.” Marx burada önemli bir noktaya işaret eder ve kölelik sisteminde emek gücüne yapılan ödemenin, kapitalist sistemde emek gücüne yapılan ödemeden niteliksel olarak farklı olduğunu belirtir. Kapitalist sistemde emek gücü satın alımına yatırılan para değişen sermaye niteliğini taşır. Oysa “kölelik sisteminde emek gücü satın alımına yatırılan para-sermaye, yerine ancak yavaş yavaş, kölenin etkin yaşam süresi tükendikçe koyulan sabit sermayenin para biçimi rolünü oynar.” Tıpkı kapitalist üretimde sanayici kapitalistin, benzer kazancı sabit sermayesinin faizi ve yedeği olarak kayda geçtiği gibi, Atinalılar arasında köle sahibinin kölesini sınai işlerde çalıştırarak doğrudan ya da madencilik işlerinde vb. öteki işverenlere kiralayarak elde ettiği kazanç, yatırdığı para-sermaye üzerinden (aşınma ve yıpranma payı dahil) elde ettiği faiz olarak görülürdü. Fakat ister gerekli hizmetleri sunsunlar isterse yalnızca lüks gösterilerine hizmet etmek için kullanılsınlar, salt ev kölelerinin burada konu dışı olduğunu ve bunların bizim hizmetçiler sınıfımıza karşılık geldiğini vurgular Marx. Konu bağlamında Marx’ın işaret ettiği önemli bir nokta daha vardır. Marx’tan okuyalım: “Ama kölecilik sistemi de, Yunanistan’ın gelişmiş devletlerinde ve Roma’da olduğu gibi, tarımda, imalatçılıkta, gemicilikte vb. üretken çalışmanın egemen biçimi olması ölçüsünde, doğal ekonominin bir öğesini korur. Köle piyasası kendi emek gücü meta arzını sürekli olarak savaş, korsanlık vb. gibi yollarla sağlar ve bu soygun da, bir dolaşım süreci aracılığıyla değil, başkalarının emek güçlerine doğrudan doğruya fiziksel zorlamayla maddi olarak el koyularak gerçekleştirilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde bile, Kuzey'in ücretli emek sisteminin uygulandığı eyaletleri ile Güney’in köleci eyaletleri arasındaki ara bölgenin Güney için bir köle yetiştirme alanına dönüştürülmesinden sonra (ki böylece köle piyasasına sürülen kölenin kendisi yıllık yeniden üretimin bir öğesi oluyordu), bu adım kısa sürede yetersiz kalmış, piyasayı doldurmak için Afrika köle ticareti elden geldiğince uzun bir süre boyunca sürdürülmüştü.” b) Marx bu maddede, kapitalizmin toplumsal bir plana dayanmayan anarşik işleyişi içinde gözlemlenebilen bazı farklılıkları sıralar: Paranın, kapitalist üretim temeli üzerinde yıllık ürünün mübadelesi sırasındaki kendiliğinden gerçekleşen akışları ve geri akışları; sabit sermayelerin toplam değerleriyle tek seferde yatırılmaları ve değerlerinin dolaşımdan art arda, yıllar süren dönemlere yayılan geri çekilmeleri, yani yıllık gömü oluşumu aracılığıyla adım adım para biçiminde yeniden oluşturulmaları; metaların üretim dönemlerinin uzunluklarına bağlı olarak para yatırılmasına konu olan sürelerin farklılıkları; üretim yerleri ile sürüm piyasaları arasındaki uzaklıkların farklı olmasına bağlı uzunluk farklılıkları; farklı işletmelerdeki ve aynı iş dalındaki farklı bireysel kapitalistlerdeki üretim stoklarının durumuna ya da göreli büyüklüğüne bağlı olarak paranın geri dönüşündeki büyüklük ve dönem farklılıkları. Bunlara, örneğin tarımda olduğu gibi yılın farklı dönemlerinde farklı miktarlarda emek gücü kullanan işletmeler arasındaki farkı da eklemek gerektiğini belirtir Marx. Sonuç: Tüm bu plansız işleyiş içinde, hem kredi sisteminin mekanik yardımcı araçlarının hem de elde bulunan ödünç verilebilir sermayelerin tedarikinin önünün planlı bir şekilde açılması için, kendiliğinden hareketin tüm bu farklı uğraklarının, kendilerini deneyim yoluyla fark edilebilir kılmış olmaları gereklidir.

XIII. Destutt de Tracy’nin Yeniden Üretim Teorisi

Marx, politik iktisatçıların toplumsal yeniden üretimi incelerken sergiledikleri kafa karışıklığını ve kibirli anlayışsızlıklarını örneklemek üzere, Ricardo’nun bile ciddiye aldığı büyük Fransız mantıkçı Destutt de Tracy’yi (1754-1836) ele alır. Marx’ın çeşitli örnekleriyle sergilediği üzere, bu seçkin yazar toplam toplumsal yeniden üretim ve dolaşım süreci üzerine açıklamalar yapmıştır. Tracy’ye göre, kapitalistlerin zenginleşmesinin birinci kaynağı “ürettikleri her şeyi kendilerine mal olduğundan daha yüksek fiyata satmaları”dır. Kapitalistlerin işçilerin ücretlerini para-sermaye biçiminde yatırmış olduklarını biliyoruz: işte Tracy’ye göre, bu para-sermayenin geri akışı, bu tür kapitalistlerin ikinci zenginleşme kaynağını oluşturur. Çünkü Tracy, kapitalistlerin, işçilere pahalıya mal satarak zenginleşmek zorunda olduğunu düşünür. Bu yanlış ve saçma görüşlerin, işçilerin kapitalistleri değil, kapitalistlerin işçileri beslediği sonucuna ulaşan “derin” düşünüre tam anlamıyla lâyık olduğunu vurgular Marx. Marx, Tracy’nin yanlışlarını sergilerken, işin doğrusuna değinir. Örneğin sanayici kapitalistlerin aylak kapitalistlerden ödünç aldıkları ve karşılığında artı-değerlerinin bir bölümünü toprak rantı, faiz vb. biçiminde onlara ödedikleri işleyiş, sanayici kapitalistler için elbette kârlıdır. Çünkü bu, hem genel olarak ürünün, hem de ürünün artı-değeri temsil eden bölümünün üretim koşullarından biridir. “Bu kâr, ödünç alınan toprak ve sermaye için ödenen fiyattan değil, bunların kullanılmasından kaynaklanır. Söz konusu fiyat, tersine, kârdan bir kesintidir.” Marx’ın, derin düşünce âleminde ünlenen fakat sıra kapitalist ekonominin işleyişine geldiğinde tam anlamıyla çuvallayan Tracy için yaptığı değerlendirme, günümüzdeki Tracy benzerleri açısından da ibret vericidir: “İşte bütün sonsuz mutluluğuyla burjuva bönlüğü!” (devam edecek)

4 Temmuz 2023
Kapitalizm-Emperyalizm

Marx’ın Kapital’ini Okumak, II. Cilt /26

Bölüm 21: Birikim ve Genişletilmiş Yeniden Üretim

Kapital ikinci cildin bu son bölümünü ele alırken en başta belirtmek gerekir ki, Marx’ın kapitalist birikim sorununda çeşitli karmaşık ihtimaller ve sayısal örnekler üzerinden ilerlettiği analizinin, burada yalnızca öze değin noktalarını aktarmak okuyucu açısından daha yararlı olacaktır. Marx, tek bir kapitalist için birikimin nasıl gerçekleştiğini birinci ciltte göstermiş olduğunu hatırlatır. Buna göre, meta-sermayenin paraya çevrilmesiyle artı-değeri temsil eden artı-ürün de paraya çevrilmiş olur. “Kapitalist, bu şekilde paraya dönüştürülmüş olan artık değeri, bir kez daha üretken sermayesinin ek doğal öğelerine dönüştürür. Büyütülen sermaye, bir sonraki üretim devresinde daha fazla ürün sağlar.” Bir kapitalist bir yıl ya da daha çok sayıda yıl boyunca peş peşe ürettiği meta-ürün yığınlarını satarken, meta-ürünün artı-değer taşıyıcısı olan bölümünü de (artı-ürünü) peş peşe paraya dönüştürmüş olur. Kapitalist paraya dönüştürdüğü artı-değeri yeniden üretim sürecine katmayıp gömü oluşturabilir. Gömü biçimindeki bu para-sermaye, gerektiğinde üretken sermaye öğelerine çevrilebilecek potansiyel para-sermayedir. Kapitalistin potansiyel yeni para-sermayesi olan bu gömüsü, ek bir toplumsal zenginlik değildir. “Yeni bir zenginlik olmaktan, günde on devir yapan, on farklı meta değerini gerçekleştiren, bu nedenle, basit yeniden dolaşım açısından bakıldığında, yalnızca kendinde bulunan değerin değil, kendi değerinin on katı büyüklüğündeki bir değerin taşıyıcısı olan para kadar uzaktır. Metalar onsuz da vardır ve o da, bir devir de yapsa on devir de yapsa, neyse o olarak kalır (ya da aşınma ve yıpranma nedeniyle azalır).” Bu varsayımda para, satın almaların izlemediği meta satışlarıyla dolaşımdan çekilir ve gömü olarak biriktirilir. Bu işlemin evrensel olarak gerçekleştiği kabul edildiğinde, herkes gömü oluşturmak için satmak isteyecek fakat kimse satın almak istemeyecektir. Ancak Marx’ın belirttiği üzere, bu gibi varsayımlar o kadar saçmadır ki, “yeniden üretimin kendisini bir adım bile ilerletmeyecek olan bir genel ve eş zamanlı gömü oluşumunun mümkün olduğunu açıklamaktan başka hiçbir işe yaramaz”. Marx, bu noktada analizini sürdürürken Kesim I’deki (üretim araçları üretimindeki) birikim ve Kesim II’deki (tüketim araçları üretimindeki) birikimi ayrı ayrı ele alır.

I. Kesim I’deki Birikim

1. Gömü Oluşumu

Bu kesimi oluşturan pek çok sanayi dalındaki sermaye yatırımlarının, hacimleri, teknik koşulları, piyasa koşulları vb. tümüyle bir yana bırakılsa bile, işlev görme yaşlarındaki farklılığa bağlı olarak, artı-değerin adım adım potansiyel para-sermayeye dönüşme sürecinin farklı aşamalarında bulunacakları açıktır. Söz konusu para-sermaye ister kapitalistin işlev görmekte olan sermayesinin genişletilmesine hizmet edecek olsun, ister yeni sınaî işletmelerin kurulmasına hizmet edecek olsun (üretimin genişletilmesinin iki biçimi), bu söylenen geçerlidir. Dolayısıyla, kapitalistlerden bir bölümü sürekli olarak uygun bir büyüklüğe ulaşan potansiyel para-sermayelerini üretken sermayeye dönüştürürken, yani gömülenmiş parayla üretim araçları satın alırken, bir başka bölümü henüz potansiyel para-sermayesini gömülemekle meşguldür. Bu temelde, bu iki kategoriden kapitalistler, bir bölümü alıcı diğer bölümü satıcı olarak ve her biri bu rollerden yalnızca birinde olmak üzere, birbirlerinin karşısına çıkar. Paranın dolaşımdan çekildiği ve çok sayıda potansiyel para-sermaye halinde toplandığı bu çok sayıda nokta, parayı hareketsizleştirdikleri ve daha uzun ya da daha kısa bir süreliğine dolaşım yeteneğinden yoksun bıraktıkları için, dolaşımın önüne aynı sayıda engel dikmiş gibi görünür. Fakat dolaşımın kapitalist meta üretimine dayalı hale gelmesinden çok önce, basit meta dolaşımında da çeşitli ellerde gömü oluşumunun gerçekleştiği unutulmamalıdır. Bu nedenle, toplumun elinde bulunan para miktarı, koşullara bağlı olarak çoğalıp azalmakla birlikte, fiilen dolaşımda bulunan miktardan her zaman daha fazladır. Marx, basit meta üretimi aşıldığında aynı gömü oluşumlarıyla yeniden karşılaşıldığını ama bunların artık kapitalist üretim sürecine içkin öğeler olduğunu belirtir. Kredi sistemi içinde tüm bu potansiyel sermayeler, bankalar vb. elinde yoğunlaşır ve durmadan büyüyen faal sermayenin işine yarayan kullanılabilir sermaye, “ödünç verilebilir sermaye” haline gelir. Marx burada geçerken önemli bir noktaya değinir. Ekonomi politik ve özellikle de fizyokratlardan ve Adam Smith’ten beri serbest ticaret okulu, her bir meta satın alımının mutlaka bir satışla ya da her bir satışın mutlaka bir satın almayla tamamlanacağını varsaymıştır. Oysa işin gerçeğinde, yıllık ürünün farklı bileşenlerinin mübadelesinde böyle bir kural yoktur. Yalnızca, neticede basit yeniden üretimin aksamaması için, satın almalarla satışlar arasında bir biçimde bir denge kurulmalıdır. Bu denge, satın alıcının sonradan ve aynı tutarda değer için satıcı olarak ortaya çıkmasıyla ve bunun tersinin gerçekleşmesi temelinde kurulur. Ancak unutulmamalı ki, yıllık ürünün farklı parçalarının mübadelesiyle ilişkili gerçek denge, birbirleriyle mübadele edilen metaların değer tutarlarının aynı olmasına bağlıdır. Meta üretiminin kapitalist üretimin genel biçimi olmasıyla, paranın bu üretimde yalnızca dolaşım aracı olarak değil, aynı zamanda para-sermaye olarak rol oynayacağı açıktır. Genelleşmiş meta üretimi olgusu, yeniden üretimin normal akışının, bu üretim tarzına özgü belirli koşullarını ortaya çıkarır. Bu koşulların her biri, anormal akışın yani bunalım olasılıklarının koşullarına dönüşür, “çünkü (bu üretimin kendiliğinden gerçekleşen biçimlenişi içinde) dengenin kendisi bir rastlantıdır”.

2. Ek Değişmeyen Sermaye

Kesim I’de üretilen artı-değerin taşıyıcısı olan artı-ürünün, ona el koyanlara yani bu kesimin kapitalistlerine hiçbir maliyeti yoktur. İşçi, emeği aracılığıyla, değişmeyen sermayelerini onlar için korumakla kalmaz; değişen sermaye değerini de onlar için meta biçiminde yeni yaratılmış değer parçasıyla yerine koyar. Ayrıca, işçi artı-emeği aracılığıyla, kapitalistlere, artı-ürün biçiminde var olan bir artı-değer sağlar. Bu artı-ürünün art arda satışlarıyla, kapitalistler, gömülerini, ek potansiyel para-sermayelerini oluştururlar. Burada yalnızca Kesim I içindeki durum ele alındığından, bu artı-ürün başından itibaren üretim araçları için üretilen üretim araçlarından oluşur. Tüketim araçları üreten Kesim II’nin ihtiyaç duyduğu üretim araçları için üretim burada söz konusu edilmemiştir. Hatırlayalım, basit yeniden üretimde, Kesim I’in tüm artı-değerinin gelir olarak, yani Kesim II’nin metalarına (tüketim araçlarına) harcandığı varsayılmıştı. Fakat basit yeniden üretimden genişletilmiş yeniden üretime geçişin gerçekleşebilmesi için, Kesim I’deki üretimin Kesim II için daha az değişmeyen sermaye öğesi, ama Kesim I için bir o kadar daha fazla değişmeyen sermaye öğesi imal edebilecek durumda olması gerekir. Kesim I’in bazı ürünlerinin her iki kesimde de üretim aracı biçiminde hizmet edebilir olması, her zaman sorunsuz bir şekilde gerçekleşmeyecek olan bu geçişi kolaylaştırır. Bundan çıkan sonuç şudur: yalnızca değerlerin hacmi açısından bakıldığında, genişletilmiş yeniden üretimin maddi temeli basit yeniden üretimin içinde yaratılmıştır. Kesim I’de üretilen artı-değerin art arda satışlarla paraya dönüştürülmesi fakat bunu satın almaların izlememesi durumunda burada gömü oluşumu gerçekleşir. Bu gömü oluşumu, daha önce dolaşmakta olan paranın işlevinin değişmesini gerektirir. Daha önce dolaşım aracı olarak işlev görmekte olan para, şimdi, gömü olarak, potansiyel yeni para-sermaye olarak işlev görür. Marx bu bağlamda önemli bir noktaya işaret eder. Bir ülkede işlev görmekte olan üretken sermaye ne denli büyük, emeğin üretici gücü ve buna bağlı olarak, aynı zamanda, üretim araçları üretiminin hızlı gelişimini sağlayacak olan teknik araçlar ne denli gelişmiş olursa, Kesim I’deki kapitalistlerin potansiyel ek para-sermayesinin kütlesi o denli büyük olur. Kesim I’deki bir kısım kapitalistler tarafından üretilen ve el koyulan artı-ürün, sermaye birikiminin, yani genişletilmiş yeniden üretimin gerçek temelidir. Ancak bu özelliğiyle gerçekten işlev görebilmesi için bu artı-ürün satılıp üretken sermayeye dönüştürülmelidir. Aksi halde, yani para kapitalistin elinde krizalit aşamasındaysa (gömü olarak saklanan ve yalnızca tedrici oluşum süreci içindeki potansiyel para-sermaye) hiçbir şekilde üretken değildir. Para bu biçimiyle, üretim sürecine paralel olarak ama onun dışında ilerler; kapitalist üretimin ölü ağırlığıdır. Kapitalist, özünde para-sermaye olarak birikmekte olan bu artı-değeri hem kâr hem de gelir sağlamak için kullanma hedefine, kredi sistemiyle ve değerli kâğıtçıklarla ulaşır. “Para sermaye bu yolla, bir başka biçim altında, kapitalist üretim sisteminin akışı ve muazzam gelişimi üzerinde devasa bir etkiye sahip olur.” Potansiyel para-sermayeye çevrilen artı-ürün, o sırada işlev görmekte olan ve işleviyle bu ürünü ortaya çıkaran sermayenin toplam tutarı ne denli büyükse, niceliği bakımından o denli büyük olacaktır. Yıllık olarak yeniden üretilen potansiyel para-sermayenin hacminin mutlak olarak büyümesi, bu sermayenin parçalara ayrılmasını da kolaylaştırır. Böylece, aynı kapitalistin elinde ya da başkalarının (örneğin, miras paylaşımı durumlarında aile üyelerinin) ellerinde ayrı bir işe daha hızlı bir şekilde yatırılır. Para sermayenin parçalara ayrılması, burada, yeni bir bağımsız işletmeye yatırılabilmesi için ana sermayeden tümüyle koparılması anlamına gelir. Basit yeniden üretimin incelenmesi sırasında gördüğümüz üzere, Kesim I ve Kesim II’nin kapitalistlerinin, artı-değerlerinin mübadelesi için elde belirli bir para kütlesini bulundurmaları gereklidir. Bu durumda, yalnızca gelir olarak tüketim araçlarına harcanan para, kendi metalarının mübadelesi için yatırıldığı kadarıyla bu kapitalistlere geri dönmüş olur. Genişletilmiş yeniden üretimde aynı para yeniden ama bu kez farklı bir işlev görmek üzere ortaya çıkar. Kesim I’in içindeki farklı kapitalist gruplar, artı-ürünü ek potansiyel para-sermayeye çevirecek olan parayı dönüşümlü olarak birbirlerine sağlarlar. Ve de dönüşümlü olarak, yeni oluşturulan para-sermayeyi satın alma aracı olarak yeniden dolaşıma sokarlar. Burada varsayılan tek şey, ülkede bulunan para kütlesinin (dolaşım hızı vb. aynı kalırken), hem etkin dolaşıma hem de rezerv gömüsüne yetmesidir. Bu da, daha önce görmüş olduğumuz üzere, basit yeniden üretimde de yerine gelmiş olması gereken aynı varsayımdır. Fakat genişletilmiş yeniden üretimde gömülerin işlevi farklıdır ve elde bulunan para kütlesi de daha büyük olmak zorundadır. Çünkü birincisi, kapitalist üretimde (yeni çıkartılan değerli metaller ve üreticilerin kendileri tarafından tüketilen az sayıda ürün dışında) bütün ürünler meta olarak üretilir ve paranın krizalit aşamasından geçmek zorundadır; ikincisi, kapitalist temel üzerinde meta-sermaye kütlesi ve bunun değer niceliği, mutlak olarak daha büyük olmanın ötesinde çok daha yüksek bir hızla büyür; üçüncüsü, giderek genişleyen bir değişen sermaye sürekli olarak para-sermayeye dönüşmek zorundadır; dördüncüsü, üretimdeki genişlemeyle yeni para-sermayelerin oluşumu el ele gider, dolayısıyla bunun gömü biçiminin malzemesi de var olmak zorundadır. Bu söylenenler, kapitalist üretimin, kredi sistemine bile çoğu zaman madeni para dolaşımının eşlik ettiği birinci aşaması için genel olarak geçerli olduğu gibi, madeni para dolaşımının bunun temeli olarak kalması ölçüsünde, kredi sisteminin en gelişmiş aşaması için de geçerlidir. Fakat unutulmamalı ki, “tüm kredi mekanizmaları, sürekli olarak, çok farklı işlemlerle, yöntemlerle ve teknik araçlarla gerçek madeni para dolaşımını göreli olarak durmadan küçülen bir minimuma indirmekle meşguldür ve bu doğrultudaki çabalarla orantılı olarak, tüm mekanizmanın yapaylığı ve düzensizliklerin yaşanması olasılığı da artar.”

3. Ek Değişen Sermaye

Kapitalist üretim temeli üzerinde emek gücünün nasıl her zaman el altında hazır bulunduğunu, gerektiğinde istihdam edilen işçi sayısını ya da emek gücü kütlesini büyütmeden daha fazla emeğin nasıl harekete geçirilebildiğini Kapital birinci ciltte görmüş olduğumuzu hatırlatır Marx. Bu nedenle, şimdilik bu konuyu daha fazla ele almanın gerekli olmadığını ve burada konunun, özgül anlamıyla sermaye birikimi olduğunu belirtir. “Buna göre, üretimin genişlemesi, artık değerin ek sermayeye dönüşümüne, yani aynı zamanda üretimin sermaye tabanının genişlemesine bağlıdır.”

II. Kesim II’deki Birikim

Buraya kadar, Kesim I içindeki diyelim A, A', A" vb. şeklinde sıralanan kapitalistlerin, artı-ürünlerini aynı kesimdeki B, B ', B" vb. diye sıralanan kapitalistlere sattığı varsayılmıştır. Ama şimdi de, Kesim I’deki diyelim A’nın artı-ürününü Kesim II’ki B’ye satarak paraya çevirdiği varsayılacaktır. Bu durum yalnızca, A’nın (I) B’ye (II) üretim araçları sattıktan sonra tüketim araçları satın almamasıyla, yani yalnızca kendisinin tek yanlı satışıyla gerçekleşebilir. Böyle bir örnekte, A (I) tarafındaki ek potansiyel para-sermaye, henüz genişletilmiş ölçekli yeniden üretimin değil, basit yeniden üretimin bir görüngüsüdür. Marx burada fazlaca ayrıntılara girmeden bir noktayı hatırlatma gereğini duyar. Şöyle ki, basit yeniden üretim bahsinde, Kesim I’in ve Kesim II’nin tüm artı-değerinin gelir olarak harcandığı varsayılmıştır. Fakat gerçekte ise artı-değerin bir bölümü gelir olarak harcanır, bir başka bölümü de sermayeye dönüştürülür. İşte, gerçek birikim ancak bu varsayım altında gerçekleşir. Çünkü birikimin tüketimin sırtından gerçekleştiği düşüncesi, kapitalist üretimin özüyle çelişen bir yanılsamadır. Kapitalist üretimin amacı ve itici güdüsü tüketim değil, artı-değerin ele geçirilmesi ve bunun sermayeleştirilmesi, yani birikimdir. Marx burada, kapitalist mekanizma nesnel olarak çözümlenirken, burjuva iktisatçıların teorik güçlüklerden kurtulmak için bahane olarak kullandıkları bazı hususları irdeler. Bu bağlamda, Kesim II’deki kapitalistlerin Kesim I’deki kapitalistlere oranla sahip oldukları bir avantajı irdeler. Bu avantaj, ikinci kesimdeki kapitalistlerin tüketim araçları üretmeleridir. Bu nedenle ikinci kesimin işçileri bizzat ürettikleri metaları bu kesimin kapitalistlerinden satın alırlar; yani ikinci kesimin kapitalistleri hem emek gücü alıcısı hem de kullandıkları emek gücünün sahiplerinin satın aldığı metaların satıcısıdırlar. Marx bu hususun, işçiye normal ücretin hiçbir şekilde kapitalistlerin iyilikseverliği nedeniyle değil, verili koşullar altında ödenmek zorunda olduğu için ödendiğini açıkladığını belirtir. Kesim II’ye ilişkin bir diğer özellik, bu kesimdeki kapitalistlerin, kendileri tarafından üretilmiş olan tüketim araçlarını karşılıklı olarak birbirlerine sattıklarıdır. Bu temelde, birbirlerinden tüketim aracı satın alan aynı kesimden kapitalistler karşı karşıya gelirler. Bu mübadele için gereken para, yalnızca dolaşım aracı olarak işlev görür. Normal bir akış sırasında, sürekli olarak aynı yolu yeni baştan alabilmesi için, katılımcılar tarafından dolaşıma sokulduğu kadarı onlara geri akmak zorundadır. Gerçek değişen sermaye emek gücünden oluştuğundan, ek değişen sermaye de emek gücünden oluşur. “Kapitalist I, geçmişte köle sahibinin yapmak zorunda olduğu gibi, kullanacağı ek emek gücünün zorunlu geçim araçlarını, stok oluşturmak üzere satın alma ya da biriktirme yoluna gitmez.” Kesim I’in tüketim araçları için alışveriş yapan kişileri bu örnekte Kesim I’in işçileridir. Kesim I’in kapitalistinin ilk işlemi ise, ek emek gücünün satın alınması için gerekli olan yeni para-sermayeyi biriktirmekten ibarettir. Fakat bunu sermayesine dahil ettiği anda, bu para, satın aldığı emek gücünün II. Kesimde üretilen tüketim mallarını satın almasının aracı olur. Dolayısıyla, ek emek gücüne ödenen değişen sermaye karşılığı tüketim araçlarının da öncesinde hazır bulunması zorunludur. Bir başka hususu hatırlayalım. Kesim I nasıl Kesim II’nin ek değişmeyen sermayesini kendi artı-ürününden sağlamak zorundaysa, Kesim II de onun ek değişen sermayesini sağlar. Değişen sermaye söz konusu olduğunda, Kesim II, kendi toplam üretiminin büyük bir bölümünü (aynı zamanda özellikle artı-ürününü de) zorunlu tüketim araçları biçiminde yeniden üreterek, hem Kesim I için hem de kendisi için birikim gerçekleştirir. Birinci kesimin “değişen sermaye+artı-değer” tutarı, ikinci kesimin değişmeyen sermayesi ile mübadele edilirken farklı durumlarla karşılaşılır. Fakat netice olarak önemli olan şudur ki, kapitalist üretimde birinci kesimin “değişen sermaye+artı-değer” tutarı, ikinci kesimin değişmeyen sermayesine eşit olamaz. “Ya da başka bir deyişle, bu ikisi karşılıklı mübadele sırasında birbirlerini dengeleyemez.” Son olarak, Marx bir hususu vurgular. Değişmeyen sermaye değeri, üretimine katkıda bulunduğu meta-sermayenin değerinin bir parçasıdır, ama değişmeyen sermaye değeri birikiminin burada tam olarak gösterilmediğinin belirtilmesi gerekir. Marx, sırası gelmişken, bay kapitalist ve onun basınının, sıklıkla, emek gücünün parasını harcama tarzından rahatsız olduğuna değinir ve döneminin basınından örnekler verir. Örneğin İngiltere’de The Nation adlı bir dergide Ekim 1879’da çıkan ilginç bir yazıda, işçilerin kültür alanındaki, buluşlardaki ilerlemenin hızına yetişemediğinden şikâyet edilmektedir. Her kapitalist kendi ürettirdiği metanın satın alınmasını istediğinden ve pazar açısından işçiyi yalnızca bir tüketici olarak gördüğünden, onların temel ihtiyaçlar dışındaki yenilik ürünlerini bir türlü satın almamasından yakınan kapitalistler de olacaktır! Ama işçilerin söz konusu yenilik ürünlerini satın alabilmeleri nasıl mümkün olacaktır?! Bu sorunun yanıtını arayan kapitalist zihniyet, “işçinin zihinsel ve ahlaki yeteneklerini iyileştirme yoluyla işçinin konumunu yükseltecek ve onu akılcı bir tüketici yapacak olan akılcı ve sağlıklı sürecin sırrı” üzerine az gevezelik etmemiştir. Marx, işçinin yaşamının gerçeklerinden hareketle, bu kapitalist zihniyetle dalgasını geçer ve “sürecin sırrını” kapitalistlere ifşa eder! Sürecin sırrı, “kapitalistin metasının akılcı bir tüketicisi olmak için, işçinin ilk yapması gereken, kendi emek gücünün, kendi kapitalistleri tarafından akıl dışı ve sağlıksız bir şekilde tüketilmesine izin vermektir”! Kapitalistin akılcı tüketimden ne anladığına ve işçilerinin tüketim alışverişleriyle doğrudan doğruya ilgilenme “alçakgönüllülüğünü” sergilediğine döneminden çarpıcı bir örnek veren Marx, kapitalist sistemin işçilere kiralık konutlar sağlanmasını da içerdiğine işaret eder. Başka pek çok dalda faaliyet gösterdiği gibi, kapitalist girişimci inşaat alanına da el atar ve böylece aynı zamanda işçinin ev sahibi olur. Washington’daki İngiliz Elçiliği sekreteri Bay Drummond “işçi sınıfını kapitalist yolla yükseltme çabalarının büyüsüne kapılmış olan” biridir. Kaleme aldığı bir raporda, Lowell ile Lawrence Mills’in örnek pamuklu dokuma fabrikalarından da söz eder. Marx’ın bu rapordan aktardığı üzere, “fabrikada çalışan kızların kaldığı pansiyonlar ve kiralık odalı evler, fabrikanın sahibi olan anonim şirkete aittir; bu evlerin yöneticileri, davranış kurallarını da belirleyen aynı şirket tarafından görevlendirilmiştir; kızların geceleri saat 10’dan sonra eve gelmeleri yasaktır”. Söz konusu raporun yazarı, işçi kızların kaldığı kiralık odalı evlerin en iyilerinin çoğunda piyano bulunduğundan, müzik, şarkı söyleme ve dans olanağına kavuştuklarından ve bunun, dokuma tezgâhı başında on saat boyunca durmadan çalıştıktan sonra, dinlenmekten çok değişikliğe gereksinim duyan işçiler arasında önemli bir rol oynadığından söz etmektedir. “Ama işçiden akılcı bir tüketici yapmanın asıl sırrı henüz söylenmedi” deyip bir başka örnek vererek kapitalistin gerçek emelini gözler önüne serer Marx. Bu örneğe konu olan, Bay Drummond’ın ziyaret ettiği bir Amerikan çatal bıçak fabrikasının saymanının döktürdüğü incilerdir. Bu sayman, Amerikan sofra takımlarının kalite açısından İngiliz sofra takımlarına üstünlük kurduğunu anlattıktan sonra, şöyle devam etmiştir: “Fiyatlar konusunda da İngiltere’yi geride bırakacağız; kalitede daha şimdiden ondan ileri olduğumuz kabul görmüş durumda; ama fiyatlarımızın daha düşük olması gerekiyor ve bunu, çeliğimizi daha ucuza aldığımız ve emek maliyetimizi aşağı indirdiğimiz an başarmış olacağız!” Marx’ın kinayeli vurgusuyla: “Ücretlerin düşürülmesi ve uzun çalışma saatleri; kültürün ve buluşların ilerlemesinin erişilebilir kıldığı yığınla nesneye bir pazar yaratması için işçiyi akılcı bir tüketici olma saygınlığına yükseltecek olan akılcı ve sağlıklı sürecin özü işte budur”! *** Böylece, konunun özünün kavranması amacıyla gerekli yerlerde özetleyerek aktarmaya çalıştığım bu bölümün de sonuna gelmiş ve Kapital II. Cilt okumasını bitirmiş oluyoruz. Kapital II. Cilt okuma çalışmasının okuyucuya yararlı olmuş olması umuduyla, Kapital III. Cilt okumasında buluşmak üzere… Elif Çağlı

2 Ağustos 2023
Kapitalizm-Emperyalizm

Source URL:https://fa.marksist.net/node/7398?qt-diger_makaleler=0