Kapitalizmde her şeyin bir alıcısı vardır, satacak bir şeyin olduğu sürece. Yaşamak için satacak bir şeyiniz kalmadıysa organlarınız ne güne duruyor? Kapitalizm öyle çürümüş bir sistem ki, her geçen gün dev adımlarla gelişen bilim, insanlığın yararına değil, onu mahvetmek, çürütmek için kullanılıyor. Çürümüşlüğün artık ayyuka çıktığı sağlık sektöründe de kapitalizmin yüzü ölüm cadısının çirkin yüzü gibi sırıtıyor. İnsan ömrünün artık uzayacağı, organ nakliyle daha uzun bir ömür sağlanacağı iddiası, ne yazık ki giderek daha derin bir yoksulluk içine yuvarlanan geniş emekçi yığınlar için değil, tam da onların tepesine çöreklenmiş bir avuç sömürücü azınlık için doğru.
Geçim sıkıntısı çeken, işten atılan, iş bulamayan insanlar günden güne artıyor. İnsanlar sadece işgüçlerini satmakla kalmıyor, hem bunu satabilenler hem de satamayanlar artık satacak başka bir şeyler de bulmaya çalışıyor. Hastane yakınlarındaki duvarlarda, gazete ve internet sayfalarında yer alan sıra dışı ilanlar, insanların artık kendi yaşamlarını riske atacak kadar yoksulluk içinde yaşadıklarını göstermektedir. İnsanlar sanki yedek parçalarından birini ikinci el pazarına verir gibi, araba, eşya satar gibi kendi yaşamsal organlarını pazara sürebiliyorlar. Organ satışı ile ilgili sitelere binlerce ilanın verilmiş olduğunu görebilirsiniz. Adeta organ pazarı! “İhtiyaçtan satılık karaciğer”, “acilen satılık böbrek” vs. diye her gün ilanlar veriliyor. Bu ilanları verenlerin çoğu otuz yaşın altında. Organını pazara sunan birçok kişi hiç çekinmeden ilanlarda kendi telefonlarını verebiliyor. “İhtiyatlı” olanlar ise alıcılara mail yoluyla ulaşmayı tercih ediyor.
Organ mafyası da “organ alınır-satılır, aracılık yapılır” gibi ilanlarla borsadaki yerini almış durumda. Organ satışını aracılara havale edenler adına organ mafyası pazarlık yapıyor, pazarlık sonunda organ sahibinin talep ettiği paranın ancak bir kısmı ona veriliyor. Organ mafyası bu işe de uluslararası bir boyut kazandırmış, yurt dışından müşteri çekebilmek için ilanları yalnızca Türkçe değil İngilizce de veriyor. Organlarını satışa çıkaranlarla yapılan röportajlardan okuduğumuz kadarıyla, insanların en büyük korkuları organ mafyasının eline düştüklerinde ameliyat masasında tüm organları alınarak çöpe atılmak. Çoğunun aileleri bu durumdan habersiz. Bu yüzden aileleri dışında güvendikleri birkaç arkadaşlarını kendilerine refakatçi yapıyorlar.
Kimler organlarını satışa çıkarıyor ya da organlarını satmak zorunda kalıyor? Verilen ilanların bir kısmı incelendiğinde aylarca, yıllarca işsiz kalanlar, geçinemeyenler, büyük borçları olup alacaklılar tarafından öldürülmekle tehdit edilenler ve kredi kartı borcu olanların son çare olarak bunu tercih ettikleri görülüyor. Tüm organlarını satışa çıkaranlar da var. Uzun zamandır çalışmayıp işsiz olan, ailesini geçindiremeyen, 50 yaşında iki çocuk babası bir kişi, kendisiyle yapılmış bir röportajda ailesini geçindirememekten duyduğu utançtan kurtulmak için, bir katkısı olsun diye, ailesinden habersiz böyle bir şeye karar verdiğini söylüyor. Tüm organlarını satışa çıkarmış, bir nevi ölüm ilanını vermiş. İstediği fiyata anlaşınca yurt dışında bir iş bulduğunu söyleyip gidecek. Sonra bir trafik kazasında öldüğü bildirilecek ailesine. Bir yandan bireysel yaşam mücadelesinin sınırları içinde başka seçeneği kalmadığı için organlarını gözden çıkaranlar varken, diğer yandan da sistemin yarattığı küçük-burjuva hayallerinin gerçek dışılığını kavrayamamış, daha iyi yaşamak, ev ve araba almak için tek böbrekle yaşanabileceğine inananlar da bu tür ilanlar veriyorlar. Aylık 1,5-2 bin YTL arasında ücret aldığını söyleyen bir kadın, ev ve araba hayalinin bu ücretle gerçekleştiremeyeceğini bildiğinden bir organını gözden çıkarabileceğini söyleyerek organ pazarına ilan verebiliyor.
Organ verenlere, genellikle organlarına karşılık olarak çok iyi fiyat verileceği, sağlıklı olarak yaşama devam edecekleri ve ameliyat sonrasında çok iyi bakılacakları söyleniyor. Oysa yapılan operasyon yasadışı olduğu için, hastanın yasal kurumlarda bakılması söz konusu olamıyor ve dolayısıyla ameliyat öncesi ve sonrası bakım da çok iyi olamıyor. Ve genellikle ameliyat sonrası gerekli bakımlar yapılmadığı için organlarını veren kişiler bakıma muhtaç hastalar haline geliyorlar.
Avrupa’da 40 bin, Türkiye’de 7 bin hasta böbrek nakli için sırada bekliyor. Organ nakli için ortalama 3 yıl bekleme süresinin olması, paralı hastaları organ pazarına yöneltiyor. Bu durum organ ticaretini daha da cazip hale getiriyor. Yeni TCK’nın 92. maddesi “ihtiyaçtan organını satan yoksullara ceza verilmeyebileceğini” hükme bağlıyor. 91. madde organ ticaretini yasaklarken bir sonraki maddenin buna kapı açması organ mafyasının işine yarıyor. ABD’de ise buna karşı yasağın tümüyle kaldırılıp “ihtiyaçtan organ satanların” doğrudan sağlık kurumlarına başvurmasının önünün açılması hazırlığı var. Organ ticareti yasak olmasına rağmen bu iş bağış adı altında sürdürülüyor. Türkiye bu konuda üs olarak kullanılan ülkelerden biri.
Kapitalizmin değişmez ilkesi burada da geçerli: zenginler organ alıcıları, yoksul insanlar organ vericileri. Üç yıl sıra beklemek istemeyen zenginler hemen kendilerine bir av bulmaları için organ mafyasını devreye sokuyor, işçilerin sırtından elde ettikleri paraları bu sefer onların yaşamsal organlarını ele geçirmek için harcamaktan çekinmiyorlar. Organ nakli uluslararası bir endüstriye dönüşmüş durumda. Organ verenlerin yoğun olduğu ülkelerde (Moldovya, Ukrayna) ve organ nakli operasyonlarının gerçekleştiği ülkelerde (Türkiye) bu durum daha ciddi boyutlardadır. Bir böbreğini satan kişiye verilen para yaklaşık olarak 2500-3000 dolar civarındayken, organı alan kişinin nakil operasyonu için ödediği para 150-200 bin doları buluyor. New York Times Magazin’in bir haberine göre yasadışı böbrek ticaretinde satıcı sayısının alıcıdan daha fazla olduğu Hindistan ve Irak’ta, böbreklerini 1000 dolara satmak isteyen kişiler kuyruğa girmiş durumdalar. 2002 yılında Hindistan’da yapılan bir araştırmaya göre 2000 kişi yoksulluk nedeniyle böbreklerini satmış.
1980’lerden itibaren yasal boşluklar yüzünden Türkiye organ trafiğinin geçiş noktası haline gelmeye başladı. Polis kayıtlarında ve kimsesizler mezarlığında izlerine rastlanmayıp aniden kaybolan sokak çocukları ve özürlüler, buhar olup uçan depremzedelerle ilgili anlatılanlar, yaşam hakkımıza yönelik tehdidin yanı başımızda pusu kurduğunu gösteriyor. Örneğin Adapazarı-İzmit depreminden kurtulan 27 çocuğun bir ay sonra kayıplar listesinde yer aldığı söyleniyor. Organ kaçakçılığı yapan diğer ülkeler İran, Hindistan, Çin ve Latin Amerika ülkeleri. Çin’de bazı tutuklular öldürülerek organları kullanılabiliyor. Avrupa’ya iş umuduyla gidenlerin öldürüldükleri, otopsi raporlarında organlarının alındığıyla ilgili bilgilerin olduğu yolunda haberlere rastlamak mümkün.
Aylık gelirin 30 dolar olduğu Moldovya’da 3 ile 5 bin dolar arasında değişen fiyatlarla böbrek satın alan organ mafyası kurban bulmakta zorlanmıyor. Kurbanların hepsi de 18-25 yaşları arasında gençler. Türkiye’ye iş bulunacağı sözü verilerek getirilen gençler de var. Türkiye’ye getirildiklerinde “iş yok ama organlarınızı satabilirsiniz, zaten yolculuk masrafını ödemeniz gerek” denerek organlarını sattırmak zorunda bırakılıyorlar. Organı alınan kişi yasadışı bir işlem yapıldığından hemen hastaneden uzaklaştırılıyor. 2001 yılının Nisan ayında İtalya’da sağlık sorunlarından dolayı kontrol altına alınan Elif ve Aziz isimli 20 yaşlarında iki Kürt mülteciyi muayeneden geçiren doktorlar ikisinin de birer böbrekle yaşadıklarını tespit ediyor. Bu gençler böbreklerini Avrupa’ya çıkmak için Türk mafyasına 6’şar bin dolardan sattıklarını, başka bir çareleri olmadığını ve bunu yapan çok sayıda Kürt olduğunu söylüyorlar. Türkiye’deki organ mafyası, bu iş için genellikle, başka ülkelere gitmek isteyen Kürtlerin organlarını kullanıyor. Aynı şekilde Amerika, Meksika sınırında da organ kaçakçılığı çok sık yaşanıyor. Son yıllarda dünyanın birçok yerinde, ölümcül bir yolculuğun ardından ulaştıkları ülkelerde, göçmen işçilerin organlarına el konuluyor ve yaşam hakları, sömürücü sınıftan birinin daha sağlıklı yaşaması için ellerinden alınıyor.
Kapitalizm altında sağlıklı yaşam hakkı yalnızca burjuvazi için, yani insanlığın en küçük, en asalak azınlığı için mevcut. Milyarlarca çoğunluk içinse hastalık, açlık, yoksulluk ve her şeyden yoksunluk “hakkı” geçerli. Bugün gelinen noktada, insanlığın hızla gittiği uçurumun barbarlık olduğunu çok net söyleyebiliriz. Artık kaybedilecek bir şey kalmamıştır: Ya barbarlık ya sosyalizm!
link: Aylin Dinç, Her Şey Satılık, Organlar da!, 24 Temmuz 2008, https://fa.marksist.net/node/1837
Küresel Gözaltı Toplumu
Kaybedilenlerin Hesabını Devrimci İşçi Sınıfı Soracak