

8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Gününü, tüm dünyada emekçi kadınlar, işçiler, emekçiler için koşulların çok daha ağırlaştığı, sorunların daha da derinleştiği bir dönemde karşılıyoruz. Çürüyen ve ilerici hiçbir yönü kalmayan kapitalizm, emekçiler için yarattığı ekonomik yıkımın yanı sıra siyasi gericileşmeyi, anti-demokratik uygulamaları, eşitsizliği, faşizmi, yozlaşmayı, kültürel çürümeyi de besliyor. Tüm bunların sonucunda sınıflı toplumlar tarihi boyunca çifte sömürüye uğramış, cinsiyet eşitsizliği altında ezilmiş emekçi kadınlar, bir yandan daha ağır yükler altında kalıyor ama bir yandan da mücadeleyi büyütüyor.
Bütün dünyada emekçi kadınlar kapitalizmin yarattığı derin sorunlarla boğuşurken, Türkiye’de de sermaye sınıfı ve faşist rejim, kadına yönelik şiddeti, eşitsizliği, çifte sömürüyü derinleştiriyor. Artan enflasyon karşısında eriyen ücretler, barınma sorunu, sağlık hizmetlerine erişememe, açlık sınırının altında kalan asgari ücretin ortalama ücret haline gelmesi, sendikal baskılar, artan kadın ve çocuk cinayetleri, okula aç giden, yatağa aç giren çocuklar… Bunca sorun varken siyasi iktidar 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etti. “Aile yılı” adı altında “müjde” diye yapılacağı duyurulanlar ise kadınlar için yaşamı daha da zorlaştırmaktan, eşitsizliği, kadın emeği üzerindeki çifte sömürüyü arttırmaktan başka işe yaramayacak.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre, 2024 yılında 394 kadın öldürüldü ve bu cinayetlerin yüzde 71’i kadınların en güvende olması gerektiği düşünülen ev içinde gerçekleşti. Bu aynı zamanda kadın cinayetlerinin verilerinin açıklanmaya başladığı 2008 yılından bu yana görülen en yüksek cinayet sayısı. Bütün bu gerçekler karşısında siyasi iktidar ne yaptı? 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanununu daha etkin uygulamak için siyasi irade mi gösterdi? Kadınları öldüren, şiddet uygulayan, tecavüz ve taciz edenlerin aldığı cezaları mı arttırdı? Katillere ve canilere “haksız tahrik” indirimi uygulayan hâkimlere baskı mı yaptı? Bunların hiçbirini yapmadı ama 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etti.
Asgari ücret ısrarla, ailesi hesap edilmeden sadece işçinin tek başına asgari düzeyde geçinebileceği standartta hesaplanıyor. O da TÜİK’in açıkladığı sahte enflasyon rakamlarına göre olduğu için gerçekte işçinin tek başına dahi yaşam standardının açlık sınırının üstüne çıkmasına yetmiyor. 2025 yılı için 22 bin 104 lira olarak açıklanan asgari ücret, Şubat ayında işçilerin eline geçmeden açlık sınırının altında kaldı. DİSK-AR’ın verilerine göre Türkiye’de çalışanların yüzde 66’sı asgari ücretin yüzde 20 fazlası ve altında ücret alıyor. Çalışan kadınların ise yüzde 44’e yakını asgari ücret ve altında ücret alıyor. Aile yılı ilan edenler asgari ücreti bile hesap ederken işçinin ailesinin geçimini nasıl sağlayacağını umursamıyor. Kadınların aynı işi yaptıkları erkeklerle eşit ücret almıyor olmasını gündem dahi yapmıyor. Ama 2025’i “Aile Yılı” ilan ediyor.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütünün (OECD) 2024 verilerine göre, Türkiye’de 6,5 milyon çocuk aşırı yoksulluk içinde yaşıyor. Her beş çocuktan biri yeterli beslenemiyor ve her dört çocuktan biri ise okula aç gidiyor. Türkiye, şu anda OECD ülkeleri arasında en yüksek çocuk yoksulluğu oranlarından birine sahip. Türkiye’de çocukların sıkıştığı tek alan yoksulluk da değil. Zaten yoksulluğu bunca derinleştiren de siyasi iktidarın işçi-emekçi düşmanı politikalarının tüm emekçilere yansıdığı gibi çocuklarına da yansıması. Fisa Çocuk Hakları Merkezinin verilerine göre ise 2024 yılında Türkiye’de en az 78 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını kaybetti. “Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği”nin “2024 Yılında Türkiye’de Çocuk Olmak” başlıklı raporuna göre 2023 yılında 31 binden fazla çocuk istismarı davası açıldı. Bunu değiştirmek için bir şey yapıldı mı? Hayır! Ama 2020’de kabul edilen infaz paketiyle cinsel saldırı ve çocukların cinsel istismarı suçlarından hüküm giyen mahkûmlar tahliye edildi.
Bütün bu rakamlar ortadayken ve asıl olarak çocuklar için bu kara tabloyu değiştirmeye odaklanmak gerekirken “Aile Yılı” çerçevesinde “üç çocuk” ısrarı tekrar gündeme geldi. Yıllardan beri duyduğumuz bu terane, azalan doğum oranları ve yaşlanan nüfus karşısında sermayenin yedek işgücü kapasitesini arttırma ve devamını sağlamayı hedefliyor. Başta Erdoğan’ın liderliğinde “üç çocuk” ısrarı sürekli tekrarlanıyor. Bunun nedenini TÜİK verileri anlatıyor; 2021’de binde 12,7 olan nüfus artış hızı 2022’de binde 7,1’e gerilemiş. Doğurganlık oranı 1,5 çocuk ile nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,1’in çok altında kalmış. Siyasi iktidar, temsilcisi olduğu sermaye sınıfının karşı karşıya kaldığı bu riskli duruma çözüm üretme çabalarını hiç eksik etmiyor. Mesela 2013’te “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Öncelikli Dönüşüm Programı” kapsamında toplam doğurganlık hızının 2,1’in üzerine çıkarılması hedeflendi. Bu çerçevede Nüfus ve Aile Planlaması politikalarından uzaklaşıldı. Kürtaj ve sezaryen doğumlar zorlaştırıldı. Evliliğe teşvik amacıyla liseli kız çocuklarının bile evlenmesi için “çocukların evlenmeleri halinde açık lisede öğrenim görmesi” yönetmelikle düzenlendi. Sonuç olarak Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, Türkiye’de 2023 yılında 15-17 yaşında 6505 çocuk doğum yaptı. İşçi ailelerinin son yıllarda iyiden iyiye hissettiği ekonomik dar boğazdan çıkışı için, Milli Eğitim Bakanlığının (MEB) verilerine göre 2023-2024 eğitim öğretim döneminde okulu bırakmak zorunda kalan 612 bin 814 çocuğun neden eğitimden koptuğunu anlamak ve bunu önlemenin yollarını bulmak için, işçi çocuklarının kaybolan geleceği için tek bir adım atılmadı.
“Aile Yılı” kapsamında çalışan annelerin çocuklarının bakımı için ise iktidar tam da fıtratına uygun bir çözüm bulmuş. Çocuğa, kadına, aileye, emeğe bakış açısı, ürettiği bu “süper” projeye olduğu gibi yansımış. “Aile Yılı” çerçevesinde düşünülen plana göre 0-3 yaş aralığındaki çocuklar için “mahalle tipi kreş modeli” uygulanacak. Planlanan “komşu anne” projesine göre, “çocuk bakıcısı ve kreşlere göre daha az maliyetli olduğu için” kadınlar, eğitimli sertifikalı, diplomalı ve kayıtlı olarak tercihen kendilerine yakın konumdaki ailelerin çocuklarına yetkili kurumun kurallarına göre düzenlenmiş olan kendi evinde, en fazla 5 çocuğa kadar bakım hizmeti verecek. Kadınlar kendi hesabına çalışan olacak. Baktığı çocuk başına para alacak. Bu işi yapacak kadınların başvuru tarihinde 65 yaşından gün almaması, iletişim kurabilecek derecede Türkçe bilmesi, en az ilköğretim veya ortaokul ya da dengi bir okul mezunu olması, asgari olarak Milli Eğitim Bakanlığı eğitim modüllerinden 180 saatlik 0-72 ay erken dönem çocukluk eğitimi ve 18 saatlik ilk yardım eğitimini kapsayan bir eğitim alındığını diploma veya MEB ya da üniversite onaylı sertifika ile belgelendirmesi, bakıcının ve ev halkının suç geçmişinin bulunmaması şartları getiriliyor.
Bu uygulama hayata geçerse pek çok çalışan anne başka şansı olmadığı için çocuklarını bu evlere bırakacak. Bu projenin çok ciddi sorunlar, tehlikeler ve çocukların gelişimini etkileyecek riskler barındırdığını görmek zor değil. Beş çocuğun tüm ihtiyaçları bir kadın tarafından ne kadar yeterli karşılanabilecek? Ev koşulları (ki bu işi zenginler yapmayacağına göre emekçi evinin koşulları) 0-3 yaş grubundaki beş çocuğun aynı anda uyuyabileceği sağlıklı koşulları sağlayabilecek mi? Beş çocuğu aynı anda parka götürmek, oynamalarını sağlamak ve bu esnada güvenliklerini temin etmek ne kadar mümkün? Bunların yanı sıra bu evlerin denetimi yetkili kurumlar tarafından ne oranda yapılabilecek? Bütün bunlar ve çıkabilecek diğer sorunlar düşünüldüğünde işçi çocuklarının çok büyük bir tehlike altında olduğu kavranacaktır. Sonuçta evinde çocuk bakacak kadınlara üç kuruş cep harçlığı verilecek, böylece devlet kreş, bakım evi, anaokulu gibi yükümlülüklerini kadınların üstüne atmış, bu işten ucuz yollu sıyrılmış olacak. Çocuğunu bu evlere bırakıp işe giden kadınlar ise ucuz işgücü olarak sermayeye daha fazla hizmet edecek.
Yine “Aile Yılı” çerçevesinde, evlenecek gençlere iki yıl geri ödemesiz 48 ay vadeli ve faizsiz 150 bin lira kredi verileceği, ilk doğumda ailelere 5 bin lira tek seferlik nakdi yardım yapılacağı, ikinci çocuk için her ay 1500 liranın, üçüncü çocuk ve sonrasında ise 5 bin liranın düzenli olarak annenin hesabına yatırılacağı, çocuk yardımlarının 5 yaşına kadar devam edeceği gibi sözde müjdeler veriliyor. Fakat işçi ailelerinin içinde olduğu ekonomik dar boğaz ve gelecek kaygısı karşısında bu vaatler işçi gençleri evlenmeye, işçi aileleri çocuk yapmaya teşvik etmek bir yana sinirlerini zıplatmaktan başka işe yaramıyor.
“Aile Yılı”nın en kapsamlı hedefleri arasında bir de “kadınların ev ve iş hayatlarını kolaylaştırmak için esnek ve uzaktan çalışma modellerini geliştireceğiz” bahanesiyle esnek ve güvencesiz çalışma dayatması var. “Uzaktan çalışma modeli, kısmi çalışma modeli, değişken zamanlı çalışma modeli”, “akademik eğitim amaçlı çalışma modeli” adı altında çalışma hayatı sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda özellikle de kadın emekçiler için daha da esnekleştirilmek isteniyor. Amaç güvencesiz, zamanı, yeri, süresi belli olmayan, kıdem, izin, emeklilik gibi hakların tırpanlandığı esnek çalışma biçimlerinin daha da yaygınlaştırılmasıdır.
Esnek çalışma 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu ile yasalaştırılarak uygulanmaya başlandı ve o günden beri her fırsatta çalışma hayatındaki uygulama alanı genişletiliyor. Mesela 2008’de Toplum Yararına Çalışma Programı (TYP) yasalaştı. Bu kapsamda işe alınanlar bir yıl içerisinde en fazla dokuz ay süreyle istihdam ediliyor. Devam eden yıllarda İşgücü Uyum Programı kapsamında “işverenleri rahatlatmak ve iş hayatı ile özel hayat dengesini korumak” amacıyla bu kapsamda çalışanlara asgari ücretin dahi altında ödeme yapılmaya başlandı. Ayrıca bu kapsamda çalışan işçiler 10 ay sonra işsiz kalıyor. 10 ay çalışan işçi izin, kıdem gibi hakların hepsinden mahrum oluyor. Patron ise ücret dahi ödemeden işçiyi 10 ay posasını çıkarana kadar çalıştırma imkânına sahip oluyor.
Kadın istihdamını arttırmayı amaçladığı söylenerek Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından 9 Şubat 2024’te hayata geçirilen “İş Pozitif Projesi” kapsamında ise kadın patronlara, her bir kadın çalışan için 20 ay boyunca aylık 15 bin 925 lira maaş ödemesi yapılıyor. İmalat sektöründe faaliyet gösteren ve en az 2 çalışanı olan patronlar istihdam ettikleri her bir kadın için 25 bin TL’ye kadar ücret, prim, vergi ödemesi teşvikinden faydalanıyor. Çocuğu olan kadınlar için de ayrıca 3 bin TL çocuk bakım desteği veriliyor. Kreş ücreti ve çocuğun bakım ihtiyaçlarını karşılamada 3 bin liranın hiçbir işe yaramayacağı bir yana, patronlara bunca teşvik verilirken kadınlar ise sermayeye, güvencesiz, örgütsüz, ucuz işgücü yapılıyor.
“Çalışma yaşamını zamanın şartlarına uyarlamak” adı altında evden-uzaktan çalışmayı yaygınlaştıracak düzenlemeler yapılması da kadınların iş yükünü daha da arttıracak, ruh sağlığını tamamen bozacaktır. Covid 19 pandemisi döneminde çalışma yaşamına daha fazla giren ve belli sektörlerde kalıcılaşan evden-uzaktan çalışma özellikle kadın işçiler için yaşamı kâbusa çeviriyor. Evden çalışma, mesai saati kavramının tamamen muğlaklaştığı bir çalışma biçimi olmasının yanı sıra patronlar için yemek, servis, elektrik, su gibi giderlerin de işçiye yıkıldığı sistemdir. Emekçi kadınlar için ise hem patronun verdiği işlere yetişmek, hem de evin işlerini, çocuğun bakımını yetiştirmeye çalışmak için tükenmek anlamına gelir. Sermaye sınıfı bugün tam da bunu istiyor; kadınlar hem ucuza çalışsın, hem masraf çıkarmasın, hem çocuk doğursun, hem de erkek egemen sistemin kadına yüklediği görevleri eksiksiz yerine getirsin!
Aslında iktidar amaç ve niyetlerini saklama gereği de duymuyor. Ulusal İstihdam Strateji belgesinde açıkça kadın istihdamını arttırmak için esnek çalışmanın yaygınlaşması gerektiği belirtiliyor. Bir yandan esnek çalışma modellerini genişletip yaygınlaştırmanın, diğer yandan çok çocuk yapmayı “teşvik” etmenin tek bir anlamı vardır; işsizler ordusuyla işçilerin pazarlık alanını daraltmak, kazanılmış her türlü hakkı gasp etmek.
İşçi aileleri, emekçi kadınlar ve çocukları, iktidar eliyle sermaye sınıfının topyekûn saldırısı altında. Cumhurbaşkanlığından Diyanetine bilumum devlet erkânı el ele vermiş işçi sınıfının nasıl daha fazla posasını çıkartırız, çocuğundan yaşlısına, kadınından erkeğinde nasıl daha fazla sömürürüz hesabı yapıyor.
Kadınları istihdama katmak için şimdiye kadar yapılanlar ve yapılacak olanlar topyekûn sermayenin çıkarlarına hizmet ediyor. Kapitalizmde işçiler, emekçi kadınlar kendi hakları, yaşam ve çalışma koşulları, çocuklarının hakları için mücadele etmedikçe, sorunlarını çözmek için harekete geçmedikçe yani örgütlü sınıf mücadelesinin saflarına katılmadıkça, burjuvazi emekçi ailelerin ve emekçi kadınların yaşamını yeni projelerle cehenneme çevirmeye devam edecek.
Bütün bu yapılanlara karşı ise emekçi kadınlar artarak mücadele alanlarında en önde yerlerini alıyor. Düşük ücretlere, kötü çalışma koşullarına, aşağılanmaya artık yeter dediği için, sendikal mücadele verdiği için işten atılan ve greve çıkan, direnişe geçen fabrikalarda, toprağına, ağacına sahip çıkan köylülerin direnişinde, 25 Kasım, 8 Mart alanlarında, kadın ve çocuk cinayetleri, tecavüz davalarında kadınlar direngen ve kararlı tutumlarıyla iktidar sahiplerine korku salıyor. Tekrar pahasına vurgulayalım, mahkemelerde kadın katillerine iyi hal indirimleri uygulanması, çıkartılan af yasalarıyla kadın, çocuk katillerinin, tecavüzcülerin cezaevlerinden salıverilmesi, boşanmanın zorlaştırılması, kadınların nafaka hakkına göz dikilmesi, İstanbul Sözleşmesinden çıkılması, 6284 sayılı yasanın uygulanmasında ayak direnmesi, erken yaşta evliliklerin çeşitli yollarla teşvik edilmesi, kız çocuklarının örgün eğitimden uzaklaştırılması, kürtajın ve sezaryen doğumun önüne engel konulması, çalışmak zorunda olan kadının çocuğunu bırakacak yer bulamadığı için çalışamaması ya da çocuğunu güvenliksiz ortamlarda bırakmak zorunda kalması, yoksulluk, işsizlik, siyasi ve sendikal baskılar, gelecek kaygısı… Yüzlerce sorun alttan alta da yüzeyde de öfkeyi biriktiriyor, büyütüyor. Emekçi kadınlar bütün bu saldırıların basıncını yaşamlarında katmerli bir şekilde hissediyor. Bu nedenle de her alanda tepkisi örgütlülüğü oranında mücadele alanlarına akıyor.
Bin yıllardır erkek egemen zihniyetin yarattığı eşitsizlik ve buradan türeyen onca pislik var. Bunu temizlemek elbette öyle kolay değil. Hatta “Bu Pisliği Ancak Devrim Temizler”![*] Ancak kadınlar kapitalizmin yarattığı sorunlara karşı mücadele ettikçe dönüşür, dönüştükçe eşini, ailesini, arkadaşlarını, tezgâh başındaki erkek sınıf kardeşlerini, sendikalarını değiştirmeye başlar. Böylece yaşadığını hisseder ve bir parça nefes alır, biraz olsun eşitliği ve özgürlüğü hissedebilir. İşte tam da bunun için emekçi kadınlar mücadelede en önde olmalı.
Büyüyen yoksullaşma, sendikal ve siyasal baskılar, faşizm ve bunlarla bağlantılı ilan edilen “Aile Yılı” ve beraberinde getireceği saldırılar… Bunlar egemen sınıfa karşı verilecek mücadelede işçi sınıfının saldırıları bir bütün olarak algılamasının ve saldırılara karşı kadın, erkek demeden ortak mücadele yürütmesinin önemini de gösteriyor. İşte tam da bu nedenle 8 Mart’ın mücadele ruhuna sarılmalıyız.
8 Mart 1857’de Amerika’da bir tekstil fabrikasında işçi kadınlar daha kısa çalışma saatleri, eşit işe eşit ücret talebiyle greve çıktılar. İşçiler fabrikadayken çıkan yangında kapılar kilitli olduğu için dışarı çıkamayan 129 kadın işçi yanarak can verdi. Ama ne Amerika’da ne de dünyanın dört bir yanında işçiler mücadelen geri adım atmadı. Çalışma saatlerini düşürmek, ücretlerini arttırmak için, emperyalist savaşlara karşı, sömürünün, sınırların olmadığı, özgür ve eşit olacakları, çocuklarını güvende büyütecekleri bir dünyayı kurmak için mücadeleye devam ettiler. 1910 yılında 2. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında Clara Zetkin’in önerisiyle 129 kadın işçinin anısına, 8 Mart, Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan edildi.
8 Mart o günlerden bugünlere mücadeleci işçilerin, sosyalistlerin ellerinde dünya işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinin simge günlerinden biri oldu. Bugün de dünyada ve Türkiye’de emekçi kadınların içine girdiği dehşet sarmalından, çifte sömürüden, eşitsizlikten çıkışın yolu kapitalizme karşı mücadeleden, onu tarihin çöp sepetine göndermekten geçiyor. Bugün 8 Mart’a işçi sınıfının bir mücadele günü olarak sahip çıkan, bu uğurda ter akıtan kadın ve erkek sınıf devrimcileri, gelecek eşit ve özgür günlerin habercisi olanlardır.
[*] “Devrim, onun uğrunda zahmetli bir hazırlık çalışması yürütmeden, işçi sınıfının öncü unsurları devrim fikriyle donatılıp örgütlenmeden, bu yolda ilerleme sağlanmadan günün birinde aniden gökten zembille inecek bir şey değildir. Kapitalizmin pisliğini ancak devrim temizler demek, hemen bugün devrime çağrı demek de değildir. Çok iyi biliyoruz ki devrim iradî bir sorun değildir. Ona hazırlanmak gerekir. Bunun da nesnel ve öznel koşullara bağlı olarak çeşitli evreleri vardır. Ve evrelerin somutluğuna bağlı olarak, bu hazırlığın biçimi, taktikleri vb. değişir. Bu gerçekleri bilen sınıf devrimcileri, bu doğrultuda önlerine somut bir hedef olarak işçi sınıfı içinde hazırlık çalışmasını koyarlar.” Elif Çağlı, Bu Pisliği Ancak Devrim Temizler (20 Şubat 2025), marksist.net

link: Meral İnci, “Aile Yılı”nda 8 Mart’ı Karşılamak, 8 Mart 2025, https://fa.marksist.net/node/8463
8 Mart’ın Mücadele Ruhuyla Birliğimizi Büyütelim!