Bir milyon insan ulaşıma yapılan zammı protesto için Brezilya’da sokaklara döküldüğünde başbakan Erdoğan heyecanla şu sözleri sarfetmişti: “Orada da aynı oyun oynanıyor!” Böylece Türkiye’de yaşanan protesto gösterilerini başlatan asıl sebebin anti-demokratik ve baskıcı politikalar, azgın polis terörü ve giderek artan otoriterleşme eğilimi olduğu gerçeğini gözlerden saklamayı amaçlıyordu. Brezilya’da yaşanan süreçle Türkiye’deki protestolar arasında benzerlikler bulma ve bağlar kurma çabasının, burjuva liberallerden ulusalcılara ve kimi sosyalistlere kadar geniş bir kesim tarafından da sarfedildiğini kaydetmek gerekir. Bu çabanın temelini meselenin sınıfsal niteliğinin göz ardı edilmesi ve işin biçimsel yönlerine ya da olası sonuçlarına odaklanılması oluşturuyor. Oysa toplumsal hareketler incelenirken öncelikle bakılması gereken sınıfsal niteliğidir ve bu açıdan bakıldığında ilk göreceğimiz şey şudur; Brezilya’daki “oyun” tamamen farklıdır.
Eylemlerde bazı biçimsel benzerlikler olsa da, gerek hareketin ortaya koyduğu talepler ve gerekse de gösterilere katılan kitlelerin sınıfsal bileşimi açısından Brezilya’da tamamen farklı bir durum sözkonusudur. Hareketin talepleri kent yoksullarından öğrenci gençliğe, yerlilerden tarım proleterlerine kadar emekçi sınıfların geniş kesimlerini içine alacak şekilde halkın yakıcı ekonomik ve sosyal sorunlarına denk düşmektedir. Bu nedenle de, çok daha kitlesel ve ülke geneline yayılan gösterilere işçi ve emekçi halktan milyonlar katılmış[1] ve Türkiye’deki gibi toplumda bir karşıtlık oluşmamıştır. Ve yine aynı nedenle Türkiye’de büyük burjuvazinin önde gelen temsilcilerinden bazıları göstericileri destekler ve hatta gaz maskesini takıp bizzat Gezi Parkı’nda saf tutarken, Brezilya’da büyük burjuvazi hararetli biçimde iktidardaki PT (İşçi Partisi) hükümetini desteklemiştir.
Brezilya’nın bu farklılıklarının kavranması ve yaşanan toplumsal olayları hazırlayan koşulların irdelenmesi, başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelerdeki toplumsal hareketlerin gerçek doğasının anlaşılmasına katkıda bulunacak ve böylece emekçi kitlelerin sosyalizm mücadelesine nasıl çekilebileceği meselesine de ışık tutacaktır. Arap coğrafyasında yaşanan halk isyanlarıyla başlayan ve dünyanın pek çok ülkesinde farklı nitelik ve çeşitlilikteki toplumsal patlamalarla devam eden süreç göstermektedir ki, sosyalistleri hareketli ve sıcak günler beklemektedir. Bu da ideolojik, politik ve örgütsel düzeyde hazırlığın önemini arttırmaktadır. Oysa sosyalist hareketin önemli bir kesiminde, bu gerekliliğe tezat oluşturacak denli ciddi bir kafakarışıklığı sözkonusudur. Düzeni bekleyen tehlikenin farkında olan burjuva ideologları, örgütlü ve politik mücadeleyi kötüleyen, kapitalizmi tehdit edecek toplumsal hareketlerin motor gücünün örgütlü işçi sınıfı olduğu gerçeğini gizleyen ve işçi sınıfının toplumsal rolünü önemsizleştirmeye çalışan bir kara propagandayı gayet bilinçli bir biçimde yürütmektedirler. 90’larda “kapitalizmden öte yol yok, sınıf mücadeleleri, krizler ve emperyalist savaşlar dönemi sona erdi, işçi sınıfı öldü bitti” gibi söylemlerle kimi sosyalistleri tuzağına düşüren burjuva ideologları, tarihin bu yalanları acımasızca teşhir etmesi ve tam aksi yönde bir dönemin açılması üzerine bu kez de farklı bir yol deneyerek, giderek yayılan toplumsal olaylara sistemin yol açtığı gerçeğini ve işçi sınıfının bağımsız temellerde oluşturulacak örgütlü-politik mücadelesinin önemini gizlemeye çalışıyorlar.
“Dünya kupasına değil, parasız ulaşıma, eğitime ve sağlığa ihtiyacımız var!”
Brezilya’da protesto gösterilerinin kıvılcımını toplu taşıma araçlarına yapılan zamlara karşı düzenlenen eylemler oluşturdu. Bu eylemleri, 2005’teki Dünya Sosyal Forumu sırasında kurulan ve toplu taşıma araçlarının ücretsiz hale getirilmesini hedefleyen Movimento Passe Livre (MPL, Ücretsiz Geçiş/Seyahat Hareketi) organize etmişti. Sayıları birkaç bini geçmeyen gençlerin başlattığı protesto eylemlerine yönelik polis şiddetinin toplumda yarattığı tepki, yıllardır bir türlü çözülemeyen toplumsal sorunlardan dolayı zaten patlama noktasındaki emekçilerin de milyonlar halinde gösterilere katılmasına sebep oldu. Toplu taşıma araçlarına yapılan zammın geri çekilmesi talebine, dünya kupası organizasyonlarına ayrılan milyarlarca doların sağlık ve eğitim gibi kamu hizmetlerine ayrılması, yolsuzlukla etkin şekilde mücadele edilmesi ve hükümetin icraatlarının denetlenebilmesini kısıtlayan anayasa reformunun geri çekilmesi gibi talepler de eklendi. Protestoların daha da büyümesinden ve tamamen kontrolden çıkmasından korkan “solcu” devlet başkanı Dilma Rousseff’in taleplerin karşılanması yönünde adımlar atması sayesinde, Haziran sonuna doğru gösteriler sönümlenmeye başladı.
Brezilya’daki gösteriler Türkiye medyasında Haziran sonlarına doğru yer almaya başlasa da, başlangıcı daha gerilere çekmek mümkün. Öncelikle MPL’nin ulaşımın ücretsiz hale getirilmesi yönündeki eylemlerinin 2006’dan bu yana her sene tekrarlandığını ve zaman zaman da oldukça kitleselleştiğini belirtmek gerekir.[2] Bu bağlamda, son öfke patlamasının başlangıcı olarak, 2012 Ağustos-Eylül ayında yaşanan ve Otobüs İsyanı diye adlandırılan gösteriler kabul edilebilir. Aynı protesto dalgası 2013 Martında da devam etmiş ve sonunda mahkeme zamların geri çekilmesine karar vermiştir. 22 Mayısta zamların tekrar yürürlüğe konması üzerine gösteriler de tekrar canlanmış, 6 Hazirandan itibaren kitleselleşmeye ve ülke geneline yayılmaya başlamış, 13 Hazirandan itibaren iyice azgınlaşan polis şiddeti yüzünden 17 Haziranda 250 bin ve 20 Haziranda toplam 100 şehirde 2 milyona yakın insan protestolara katılmıştır. Birçok eyalette yapılan zamların geri çekildiğinin açıklanması da gösterilerin hızını kesmemiştir. Bunun üzerine devlet başkanı Dilma Rousseff eylemcilerin taleplerini değerlendirdiklerini ve birçoğunu kabul ettiklerini açıklamak zorunda kalmıştır.
Gösterilerin kıvılcımını toplu ulaşıma yapılan zamlar oluştursa da, emekçi kitlelerin talepleri bununla sınırlı değildir. Dünyanın sayılı petrol üreticilerinden biri olmasına rağmen Brezilya’da oldukça pahalı sayılabilecek bir toplu ulaşım hizmeti verilmesi nedeniyle, ulaşım zammına karşı gelişen haklı tepkileri genel anlamda kamu hizmetlerine erişimde yaşanan sıkıntıların bir ifadesi, sembolü olarak görmek gerekir. Ardı arkası kesilmeyen yolsuzluk skandalları da, kamu hizmetlerine ayrılan ya da ayrılması gereken paraların birilerinin cebine gittiğini ortaya koyduğundan, yolsuzluklara karşı mücadele de gösterilerde yer alan temel taleplerdendir. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanında ciddi sorunlar ve yetersizlikler mevcutken, 2013 Konfederasyon Kupasına ve 2014 Dünya Kupasına toplam 32 milyar doların ayrılması ve 2016 Yaz Olimpiyatlarına da yine milyar dolarların harcanacak olması halkın çileden çıkmasına yol açmıştır. Kamu hizmetlerine bütçeden ayrılan pay sürekli düşürülürken, özellikle inşaat ve turizm sektöründe köşebaşlarını tutmuş köklü burjuva ailelerin ceplerine akan milyar dolarlar ve bu esnada dönen ciddi yolsuzluk vakaları bardağı taşıran damlalar olmuştur. Bu nedenle temel taleplerden birisi de bu milyar dolarların daha ucuz ve kaliteli eğitim ve sağlık hizmetlerine ayrılmasıdır. Bu tabloya enflasyon sebebiyle sürekli artan hayat pahalılığının ve yüksek vergilerin yarattığı öfkeyi, düşük ücretleri ve bilhassa gençlik içinde artan işsizlik oranlarını de eklemek gerekir.
Her ne kadar eylemleri gerçekleştiren kitlelerin ezici çoğunluğu örgütsüz olsa da, ülkede sol hareketin ve sendikaların genel olarak güçlü durumda olması ve işçi sınıfının sahip olduğu mücadele geleneği, emekçi kitlelerin çoğunluğunun seferber olmasını ve eylemlerde ortaya konulan taleplerin önemli bir kısmının federal hükümet ve kongre tarafından kabul edilmesini sağlamıştır. Öncelikle toplu ulaşıma yapılan zamlar tamamen geri alınmıştır. Kamu Bakanlığına yönelik yargı soruşturmasını engellemek amacıyla gündeme gelen anayasa değişikliği önerisi geri çekilmiştir. Petrolden elde edilecek devlet gelirlerinin %75’inin eğitime ve sağlığa ayrılması kabul edilmiştir. Her türlü yolsuzluk, rüşvet, görevi suiistimal ve zimmete para geçirme vakasının yüz kızartıcı suç olarak kabul edilmesi onaylanmıştır. Hak kaybı getiren yasal düzenlemelerde kongrede gizli oy kullanılmasına son verileceği açıklanmıştır. Toplu ulaşımda bilet fiyatlarının artışına sebep olan tüm vergilendirmelerin iptal edilmesi kongrece onaylanmıştır. Eğitim, sağlık ve toplu ulaşım hizmetlerinin geliştirilmesine, mali sorumluluğun ve enflasyonun kontrolünün sağlanmasına yönelik ulusal düzeyde bir proje hazırlanması, siyasi reformlara dönük tüm ülke çapında bir referanduma gidilmesi hükümet tarafından kabul edilmiştir.
Ancak, GSYİH’nin %10’unun eğitime ayrılması, öğrencilere toplu ulaşımın ücretsiz hale getirilmesi, eşcinselliği “tedavi edilmesi gereken bir hastalık” olarak gören yasa taslağının geri çekilmesi, Yargıtayın kongre kararlarını sorgulayamamasına dönük anayasa reformunun geri çekilmesi ve kongrede gizli oturumlara son verilmesi yönündeki talepler ise henüz karşılanmış değildir.
Sosyal ve tarihsel arka plan
Taleplerin düzeyi, içeriği ve çoğunun kabul edilmiş oluşu da göstermektedir ki, Brezilya’da yaşanan protesto dalgasının kökü oldukça derinlerdedir ve altında birikmiş, geniş kesimleri kapsayan bir toplumsal huzursuzluk yatmaktadır. Egemenler, ister Türkiye’deki gibi muhafazakâr olsun ister Brezilya’daki gibi “solcu”, “ekonomi büyüyor” söylemiyle halkı kandırmaya çalışmakta, ama artan toplumsal sorunlar ve hız kesmeyen neo-liberal saldırı programları gittikçe daha fazla sayıda emekçide tepki birikimine yol açmaktadır. Brezilya dünyanın altıncı büyük ekonomisiyken halkın 20 sentlik bilet zammı yüzünden sokaklara dökülmesi, ülkede sürekli artan işsizliğin, yoksulluğun ve eşitsizliğin sonucudur. Ulaşım zamlarına yönelik protestoların yanı sıra son birkaç yıldır sayıları giderek artan boykot ve grevler de bu durumun göstergesidir. Bir yanda öğrenciler bilet zamlarını protesto ve üniversite harçlarını boykot ederken, öte yanda öğretmenler düşük ücretlere karşı grevler düzenlemekte, kırsal kesimde ise tarım işçileri kapitalist çiftlik patronlarına isyan etmekte ve toprakları tekeller tarafından gaspedilen yerlilerin mücadelesi devam etmektedir.
Büyük spor organizasyonlarına ev sahipliği yapan Brezilya burjuvazisi kârları cebe indirirken, ormanları katlederek, emekçileri kentin dışına sürerek yapılan stadlar ve devasa tesisler nedeniyle emekçiler aleyhine bir kentsel dönüşüm yaşanmakta, evlerinden atılan yoksullar evsizler ordusunu sürekli büyütmektedir. Nüfusu 200 milyonu bulan ülkede 50 milyondan fazla insan yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Gökdelenlerin doldurduğu şehir merkezlerinin etrafı halen gecekondu mahalleleriyle sarılıdır. Enflasyondan kaynaklı olarak temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları, kiralar, ulaşım maliyetleri, elektrik ve su fiyatları sürekli artmaktadır. Geçen onyıllar boyunca suç oranlarında kaydadeğer bir azalma olmamıştır. Zaten yoksul olan kesimlerin yanı sıra, son birkaç yıldır işçi sınıfının görece daha iyi ücret alan, eğitimli kesimlerinin durumu da kötüleşme eğilimindedir. Bu kesimin gösterilere yoğun bir şekilde katılmasının temel sebebi budur.
İşin aslı bu toplumsal tablo özünde yeni değildir ve 2002’den beri iktidarda olan PT (İşçi Partisi), tam da öncesinde daha beter durumda olan bu tabloyu değiştirme vaadiyle seçilmiştir. Sendikal hareketten gelen ve kendisi de eski bir metal işçisi olan Lula, 2002 yılında işçi sınıfının oylarıyla devlet başkanı seçildiğinde, gelir dağılımındaki adaletsizliği düzelteceğine ve ülkeye demokrasiyi getireceğine söz vermişti. Lula iktidarı devraldığında nüfusun yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyordu, kent merkezleri sefalet içindeki gecekondu mahalleleriyle çevriliydi. Suç oranları oldukça yüksekti, uluslararası tekeller ve bir avuç burjuva aile tüm ülkeyi talan ediyordu. Ülke oldukça yüksek bir enflasyon oranının pençesinde kıvranıyordu ve dış borç sarmalı altında emekçi halk inliyordu.
Lula’yla birlikte iktidara gelen PT hükümeti altında ülke ekonomisi gerçekten de ciddi bir büyüme kaydetti ve emekçi halkın durumunda kısmen de olsa düzelmeler gerçekleşti. Ancak neo-liberal ekonomi politikalarıyla paralel giden ekonomik büyümeden asıl faydalananlar, Lula’yı iktidara taşıyan emekçi sınıflar değil burjuvazi ve tekeller oldu. Finans sektörü görülmemiş ölçüde yüksek kârlar etti. Devlet sürekli olarak çok yüksek faizler karşılığında belli sayıda burjuva aileye borçlanarak IMF’ye olan dış borcu bitirdi, ama işçi ve emekçiler açısından durum pek de değişmedi. Onlar ödedikleri yüksek vergilerle bu borç faizlerini ödemeyi sürdürdüler.
Sosyalist solun yanlış tutumlarının da yardımıyla kendisini bir işçi hükümeti olarak lanse etmeyi başaran PT hükümetinin en önemli icraatlarından biri, yönetime katmak adı altında sendikaları doğrudan hükümetin ve devletin güdümüne sokmak oldu. Ülkenin en büyük sendika konfederasyonu yöneticilerine bakanlıklar verildi. Böylece sendikaların toplumsal muhalefete öncülük etmesinin de önüne geçilmiş olundu. Ne Topraksız Köylü Hareketinin, ne Amazon ormanlarının talan edilmesine karşı mücadele eden yerli hareketinin, ne de PT’ye oy veren milyonlarca işçinin beklentileri karşılandı. Topraksız köylülere, yerlilere ve kent yoksullarına çeşitli yardım programlarıyla verilen şey sadece kırıntılar oldu.
Oy kaybetmesine rağmen tekrar seçilen Lula ve onu takip eden “eski gerilla” Dilma’nın başkanlığında Brezilya alt-emperyalist bir güç haline geldi. Dünyanın altıncı uranyum ve beşinci petrol üreticisi olan Brezilya’daki tekeller küresel düzeyde de oldukça önemli yere sahipler. Özellikle finans, havacılık, madencilik, petrokimya ve gıda gibi sektörlerde Brezilyalı tekeller başa güreşiyor. Bu ekonomik büyümeye paralel olarak askeri bir büyüme de “solcu” PT hükümetinin temel hedeflerinden biri. Brezilya’nın emperyalist ABD ve Fransa’yla askeri anlaşmaları bulunuyor. İsrail’den insansız hava araçları alıyor, Türkiye’ye biber gazı satıyor. Çin ve Rusya ile de ikili silah anlaşmaları mevcut. Bugün Brezilya Latin Amerika’nın en büyük sermaye ihracatçısı konumunda ve Brezilyalı tekellerin özellikle Uruguay, Paraguay ve Bolivya’da muazzam yatırımları bulunuyor. Pek çok Latin Amerika ülkesi Brezilya’yı emperyalist politikalar uygulamakla suçluyor. Kıtadaki en büyük askeri güç haline de gelmiş bulunan Brezilya, Küba ve Venezuela ile iyi geçinerek siyasi durumunu dengelemeye çalışıyor.
Kısacası işçi sınıfının oylarıyla, sendikaların ve sol partilerin desteğiyle iktidara gelen PT hükümeti, aradan geçen 10 yıl zarfında kısmi reformlar dışında işçi ve emekçiler için hiçbir şey yapmamış, ama büyük burjuvaziyi ihya ederek aslında hangi sınıfa hizmet ettiğini net biçimde ortaya koymuştur. Böylece zamanında Latin Amerika halklarına örnek gösterilen “Brezilya modeli”nin ne işe yaradığı görülmüştür. Haziran ayında yaşanan kitlesel protesto gösterileri, işçi ve emekçilerin, sosyalistlerin önemli bir kesiminin halen desteklemeye devam ettiği PT hükümetine verdiği krediyi artık kestiğinin ilanıdır. Gösterilerde sıklıkla atılan “aşk bitti, sokaklar artık bizim” sloganı da bunun ifadesidir. Fakat ne yazık ki, pek çok ülkede ve örnekte olduğu gibi Brezilya’da da temel sorun işçi-emekçi sınıfların önündeki siyasal alternatifsizliktir.
Hareketin eksiklikleri ve sorunları
Kapitalizmin küresel ölçekte içinde bulunduğu savaş ve kriz ortamı, işçi ve emekçi sınıflardaki hoşnutsuzluğun artmasına, toplum genelinde bir hoşnutsuzluğa, sonuçta da pek çok ülkede farklı nedenlerle de olsa toplumsal patlamalara yol açıyor. Bu toplumsal hareketler düzeni tehdit ettikleri ölçüde, egemenler de karşı önlemler alıyorlar. İşte gelişen hareketlerin zaaflarının ve eksiklerinin doğru saptanması, giderilmesi yönünde çaba sarfedilmesi bu açıdan da önem arzediyor.
Brezilya ve Türkiye örneklerini bu bağlamda karşılaştırdığımızda kimi benzerlikler bulmamız kaçınılmazdır. Her iki örnekte de hareketin ana gövdesini oluşturan kitleler örgütsüzdürler. Bu da egemenlerin karşı saldırıya geçerek hareketi bölmesine, sosyalist grupları yalıtmasına olanak tanımaktadır. Burjuvazinin en önemli saldırısı örgütsüzlüğe yapılan vurgudur ve on yıldan fazla süredir iktidarda olan PT hükümetinden kitlelerin duyduğu hayalkırıklığı, burjuvazinin örgütsüzlüğe ve apolitikliğe yaptığı övgünün kitleler nezdinde belli bir yankı bulmasına yol açmaktadır. PT içinde yer almayan sosyalist grupların çoğunun yıllardır seçimlerde PT’yi desteklemiş olmaları bugün onlar için bir handikapa dönüşmüştür. PT’nin günahları kitleler tarafından bu sosyalist gruplara da maledilmekte ve dolayısıyla bu gruplar kitlelerle güçlü bağlar kuramamaktadırlar. Ve bu bağların olmayışı, Türkiye’den farklı olarak, aslında kapitalizm karşıtı bir potansiyel taşıyan bu hareketin devrimci bir önderlik altında çok daha farklı noktalara evrilme olasılığının da heba olmasına neden olmaktadır.
Milyonların örgütsüz biçimde kendiliğinden katıldığı hareket bir eylem programından yoksundur ve talepler de sınırlı düzeyde kalmaktadır. Ayrıca hükümet, bugün taleplerin birçoğunu kabul etse de bunların kalıcı kılınamayacağı aşikârdır. Yıllardır ulaşım zamlarına karşı kitlesel gösteriler gerçekleştirilmesine rağmen her seferinde yeni zamların farklı biçimlerde halka dayatılması bunun kanıtıdır. Muhalif sosyalist grupları “marjinal” diye damgalayıp kitleden ayrıştırmayı başaran PT hükümeti, bir yandan yumuşak söylemlerle protestocuları sakinleştirmeye çalışıp barışçıl amaçlı göstericilerle görüşeceğini açıklarken, diğer yanda polis (üstelik de bir “işçi partisi” iktidarı altında) alabildiğine azgın bir şiddeti pervasızca uygulamıştır. Bu örnek bile, egemenlerin söylemlerinin yumuşak veya sert biçimde olsa da sonuçlarının ve yöntemlerinin aynı olduğunu açıkça göstermektedir. PT’li devlet başkanı Dilma da, tıpkı Erdoğan gibi, adeta “yaptıklarımız gözünüze dizinize dursun” diyerek göstericileri nankörlükle suçlamaktadır. Brezilya dışişleri bakanı da Erdoğan’ın Arap Baharı benzetmesine karşı çıkması gibi, “burası Türkiye değil, bizde demokrasi var” demiştir. Ve yine benzer şekilde burjuva medya, penguen belgeseli yayınlayacak kadar düşmese de, gösterileri son derece sınırlı biçimde yayınlamış, gösterilere katılım sayılarını sürekli olduğundan çok daha düşük vermiş, polis şiddetini gizleyip göstericileri “vandal” ilan etmiştir.
Aslında Brezilya ve Türkiye gibi örneklerin iyi incelenmesi, dersler çıkartılması ve doğru analizlerin yapılması son derece hayati önemdedir. Bizzat burjuva ideologlarının ortaya attığı ve yaydığı “örgütsüz olan güzeldir” fikrine prim verenler, kendiliğinden hareketlerin büyüsüne kapılanlar, sonuçta hareket sönümlendiğinde elleri böğürlerinde kalakalmaktadırlar.
Oysa tüm örnekler göstermektedir ki, gerçek anlamda düzenin temellerine yönelebilecek nitelikteki toplumsal hareketlerin olmazsa olmaz lokomotifi örgütlü işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının sahnede yer almadığı veya işçilerin örgütsüz biçimde bireysel olarak harekete katıldığı durumlarda, çeşitli nedenlerle yaşanan patlamaların veya isyanların uzun ömürlü olması mümkün değildir. Asıl belirleyici olan işçi sınıfının kendi talepleriyle ve örgütlü gücüyle sahneye çıkmasıdır. Bu da sınıfın bağımsız politik çizgisinin ve örgütlülüğünün yaratılmasıyla mümkündür.
Bu nedenlerle akılda tutulması gereken en önemli husus şudur: işçi sınıfı örgütlü olmadan devrim, devrim olmadan toplumsal kurtuluş olmaz!
[1] Eylemler sürerken, Brezilya’da çıkan haftalık Epoca dergisinin Ibope enstitüsüne yaptırdığı anket, halkın %75'inin gösterilere destek verdiğini ortaya koydu.
[2] Ücretsiz Geçiş Hareketi denilen oluşumun doğmasına yol açan ilk eylem yine Brezilya’nın Salvador eyaletinde 2003 yılında gerçekleşmiştir. Eyleme katılan binlerce genç, öğrenci ve işçi, ulaşım ücretine yapılan zamları protesto amacıyla 10 gün boyunca yolları kapatmış ve şehrin ulaşımını felç etmişlerdir. Bir yıl sonra bir başka Brezilya şehrinde aynı sebeple halk sokaklara dökülmüş, bu kez öğretmenlerin başını çektiği isyan oldukça başarılı şekilde sonlanmıştır. 2005’te, 2006’da ve 2011’de Brezilya’nın birçok büyük şehrinde tekrarlanan ve kimisi haftalarca süren benzer içerikli gösteriler de zamların geri çekilmesiyle bitmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere toplu ulaşıma yapılan zamlara karşı gerçekleşen emekçi halk isyanları Brezilya’da bir gelenek yaratmıştır.
link: Kerem Dağlı, Brezilya’da Emekçi Kitleler Ayakta, 1 Temmuz 2013, https://fa.marksist.net/node/3292
Pozantı’dan Şakran’a “Devletin Şefkatli Eli”
Marksist Tutum: Bağımsız Proleter Çizgide 100. Sayı