Ağustos ayı Suriye’nin en kanlı, en acı günlerine sahne oldu. Önce Rojava’da yüzlerce Kürt, Lazkiye’de ise onlarca Alevi katledildi. Ardından ise Şam’ın doğusundaki Guta bölgesinde kimyasal silahlarla aralarında çok sayıda çocuğun da olduğu bini aşkın Suriyeli katledildi.
21 Ağustosta gerçekleştirilen katliamın görüntüleri yürek burktu. Esad yönetimi kimyasal silah kullandıkları iddiasını “dünyada hiçbir ülke, kendi halkına karşı en büyük yıkıma yol açacak silahı kullanmaz” şeklinde açıklama yaparak reddetti. Oysa gayet iyi biliyoruz ki hiçbir burjuva devlet gerektiğinde kendi halkına karşı bile büyük katliamlara girişmekten imtina etmez. Kapitalist dünyanın efendileri hiçbir tereddüt göstermeden binlerce hatta yüz binlerce insanının canına kastedebilirler. Emperyalizmin tarihi böyle katliamlarla doludur. Suriye devletinin sicili de bu bakımdan kirlidir. Baba Esad 1982 yılında Müslüman Kardeşler tarafından başlatılan ayaklanmayı bastırmak için Hama kentini harabeye çevirmişti. Kesin rakamlar bilinmemekle beraber, bu katliamda 30 bine yakın insanın öldüğü tahmin ediliyor. Devam eden iç savaş da Esad yönetiminin iktidarını korumak için hiçbir şeyden kaçınmayacağının örnekleriyle dolu. BM rakamlarına göre bu güne kadar ölenlerin sayısı 100 bini aştı, ülkeyi terk etmek zorunda kalanların sayısı ise 1,7 milyona ulaştı.
Esad rejimi bazı bölgelerin kontrolünü kaybetmiş olsa da, son süreçte bunlardan bazılarını geri almayı başarmıştı. Çin, Rusya ve İran’ın desteği de bunlara eklenince, rejim moral üstünlüğünü koruyordu. Radikal İslamcıların gerçekleştirdiği cinayetlerin görüntüleri muhalif güçlere karşı uluslararası kamuoyunda ciddi bir antipati de oluşturuyordu. Üstelik tam da katliamın yapıldığı günlerde BM ekibi bizzat Esad yönetiminin izniyle, Suriye’de, katliam yerine birkaç kilometre uzaklıkta incelemelerde bulunuyordu. Bu koşullarda kimyasal silahların kullanılmasının Esad’a karşı uluslararası tepkiyi körükleyeceği, askeri müdahaleyi gündeme getireceği ve rejimi zor durumda bırakacağı ortadaydı.
BM ekibi Guta’daki saldırı ile ilgili araştırmasını tamamlayarak ülkeden ayrıldı ve hazırlayacağı rapor önümüzdeki günlerde açıklanacak. Muhtemelen saldırıyı kimin gerçekleştirdiği hakkında bir sonuç çıkmayacak, sadece kimyasal saldırı olup olmadığı açıklanacak. Irak işgali öncesinde de ABD, Saddam’ın elinde kitle imha silahlarının olduğunu iddia etmişti ve tüm dünyaya bunu işgalin gerekçesi olarak sunmuştu. Oysa sonrasında bunun koca bir yalan olduğu ortaya çıktı. Şimdi aynı senaryo yeniden sahneye koyuluyor. BM incelemesinin sonuçları ne çıkarsa çıksın, milyonlarca Suriyelinin ölmesinin, yaralanmasının, sefalete ve acıya sürüklenmesinin, yurtlarından göç etmek zorunda kalmasının sorumlusu hem Esad rejimi, hem emperyalist güçlerin güdümündeki muhalifler, hem de emperyalistlerdir.
21 Ağustostan sonra Türkiye ve başını ABD’nin çektiği emperyalist güçler savaş tamtamlarını daha kuvvetli çalmaya başladılar. Esad karşıtı güçler daha yüksek sesle konuşmaya başladılar ve askeri müdahale planları tartışılmaya başlandı. Müdahalenin yapılıp yapılmayacağı tartışma konusu olmaktan çıktı artık, ne zaman başlayacağı, ne kadar süreceği ve kapsamı tartışılıyor. Televizyonlarda strateji uzmanları boy gösteriyor, hangi ülkelerin askeri kuvvetlerinin nerede olduğu ve operasyonda nasıl kullanılacağı konusunda konuşmalar yapılıyor. Bölge halklarının hayatı söz konusu değilmiş de sanki bir futbol maçının taktikleri üzerine konuşuluyor. Böylece savaş sıradan bir olay haline dönüştürülüyor geniş kitlelerin algısında. Ayrıca emperyalist müdahalenin haklı olduğu düşüncesi yerleştirilmeye çalışılıyor ki, buna karşı toplumsal bir muhalefet oluşmasın.
Emperyalistler iş başında
Askeri müdahaleye can atan Türkiye, bölgede daha fazla söz sahibi olmak için faaliyetlerini hızlandırmış durumda. Davutoğlu Suriye için Avrupa’da mevkidaşları ile görüşerek müdahale konusunda pazarlıklar yürüttü. Telefon ve ziyaret trafiği devam ediyor. Diplomatik görüşmelerin yanı sıra Türkiye’nin askeri hazırlıkları da devam ediyor.
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ikiyüzlüce “Şam’ın yaptığı bu kimyasal saldırı cevapsız kalmayacaktır. Fransa, masumları gaza boğanları cezalandırmaya hazırdır” dedi. İngiltere Başbakanı Cameron tatildeki parlamentoyu topladı ve müdahale konusunda istişarelere başladı. Ancak İngiltere’nin BM Güvenlik Konseyi’ne verdiği müdahale tasarısı Çin ve Rusya’nın vetosuna takıldı. Asıl sürpriz ise parlamentoda yapılan oylamada yaşandı. Avam Kamarası İngiltere’nin Suriye’ye yapılacak bir askeri müdahaleye katılmasını 272 kabul oyuna karşı 285 ret oyu ile reddetti. Almanya ise askeri operasyona destek vermeyeceğini açıkladı. BM ve NATO üyesi birçok ülke ise BM raporuna göre hareket edeceklerini açıkladılar. Çin ve Rusya askeri müdahaleye karşı olduğu için, operasyona BM Güvenlik Konseyi’nden onay çıkmayacak. ABD yönetiminin açıklamaları gösteriyor ki bu durumda ABD, BM harici bir koalisyon oluşturarak saldırıyı gerçekleştirecek.
Obama yaptığı son açıklamada, kendisinin düşüncesinin Esad rejimini cezalandırmak yönünde olduğunu ama meseleyi yine de Kongre’ye taşıyacağını söyledi. Bunun sebebi açıktır, ABD yönetimi en sınırlı müdahalenin bile zincirleme reaksiyon misali büyük bir savaşa yol açabileceğinin ve hiç de hesapta olmayan bir tablonun ortaya çıkabileceğinin farkındadır. Bu yüzden de sorumluluğu tek başına üstlenmek istememekte, Kongre’yi de işin içine katmaya çalışmaktadır. İngiltere parlamentosunda müdahale kararının reddedilmesi de bu adımda önemli bir rol oynamaktadır.
Yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere, ABD liderliğindeki koalisyon uzun süreli bir müdahaleye sıcak bakmıyor. Birkaç gün sürecek bir hava bombardımanı ile Esad’ı cezalandırmak istediklerini söylüyorlar. Irak’ta yaşananlardan sonra ABD daha dikkatli biçimde hareket ediyor. Yapacağı hava saldırısı ile rejimin kritik alanlarını tahrip edecek ve muhalif güçlerin işini kolaylaştırmış olacaklar. Esad karşısında muhaliflerin en büyük eksiği hava kuvvetlerine sahip olmaması. Böyle bir saldırı ile durum dengelenmiş olacak. Bir taraftan saldırının süresi ve biçimi tartışılırken diğer taraftan askeri güçler de hazırlık içerisindeler. Amerikan Savunma Bakanı Chuck Hagel saldırıya hazır biçimde güçlerini konuşlandırdıklarını ve Obama’nın emrini beklediklerini açıkladı. Rusya ise Akdeniz’e iki savaş gemisi gönderme hazırlığı içerisinde. Görüldüğü üzere Akdeniz’de sular giderek ısınıyor ve emperyalist hesaplaşmaların faturası bir kez daha bölge halklarına çıkarılacak.
Türkiye’nin Kürt kâbusu
Rojava’da PYD ile El Nusra arasındaki çatışmalar Temmuz ayında yoğunlaşmıştı. YPG’nin açıklamasına göre 16 Temmuz-16 Ağustos tarihleri arasında 800’ü aşkın El Nusra üyesi ile 80’e yakın YPG savaşçısı hayatını kaybetti. 700 Kürt sivil ise kaçırıldı. Katledilen Kürt sivillerin sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte bu sayının 450 olduğu söyleniyor. Rojava’da radikal İslamcı güçlerin katliamından kaçan Kürtler sığınacak yer bile bulamıyorlar. Türkiye, Kürtlerin sınırdan geçişini engelledi. Rojavalılar kitlesel biçimde Güney Kürdistan’a akın etti. Ancak Bölgesel Kürt Yönetimi Semelka sınır kapısından geçişlere izin vermiyor. Sınır kapısındaki ambargo yüzünden su, ilaç gibi en temel ihtiyaçlar dahi karşılanamıyor.
Rusya Dışişleri Bakanı, El Nusra’nın gerçekleştirdiği katliamlar karşısında “BM Güvenlik Konseyi’nin hiçbir ön koşul olmadan terörizmi kınayacağını düşünüyorum” şeklinde açıklamada bulundu. Elbette Rusya’nın böyle bir açıklama yapmasının sebebi Kürtlerin özgürlüklerini kazanmasını istemesi veya aralarında çok sayıda çocuğun da bulunduğu, vahşice katledilmiş yüzlerce Kürde üzülmesi değil. Emperyalist güçler arasındaki kamplaşma uzun zamandır devam ediyor. Bu kamplaşma Suriye konusunda bütün çıplaklığı ile her olayda karşımıza çıkıyor. Suriye konusunda Rusya, Çin ve İran, ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalist devletler karşısında konumlanmış durumda. Rusya, BMGK daimi üyesi olarak, Batılı emperyalist güçlerin Suriye konusunda almak istediği kararları engelliyor. Rojava’da yapılan katliama karşı böyle bir açıklamada bulunmasının ardında da pozisyonunu güçlendirmek için Türkiye ve diğerleri tarafından desteklenen muhalefetin meşruiyetini uluslararası arenada ortadan kaldırmak istemesi yatıyor.
Suriye’deki Esad karşıtı harekete en açık desteği veren Türkiye’yi Rojava Kürtlerinin durumu çok yakından ilgilendiriyor. Kendi topraklarındaki Kürt sorununu çözememişken, Güney Kürdistan’dan sonra Batı’da da Kürtlerin bir öz yönetime sahip olması Türk egemenlerini rahatsız ediyor. 2012 Temmuzunda Rojava Kürtleri yaşadıkları bölgelerde hâkimiyeti ele geçirip kendi bayraklarını çektiklerinde AKP hükümeti zehir zemberek açıklamalar yapmıştı. Hem başbakan hem de dışişleri bakanı Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozacak özerk Kürt yönetimine kesinlikle izin vermeyeceklerini, gerekirse müdahale edeceklerini söylemişti. Çünkü Rojava’daki özerk yönetim Türkiye Kürtlerinin elini güçlendiren bir durum. Güçlü bir Kürt hareketi Türk egemenler için büyük bir endişe kaynağı oluşturuyor. Nitekim son gelişmeler Kürtlerin AKP hükümeti karşısındaki pozisyonunu güçlendirmiştir. Bunun farkında olan AKP, Kürt sorununda büyük bir açmaza girmiş durumda. AKP, Kürt sorununu çözemezse Türkiye’nin emperyal emellerini gerçekleştiremeyeceğinin farkında. Diğer yandan da çözüme dair atılacak adımların Kürtlerin elini daha da güçlendireceği korkusuyla ikili oynamakta, Kürtleri birbirine karşı kullanmakta, radikal İslamcı grupları Kürtlere karşı beslemektedir. İHD Ceylanpınar’da yaptığı inceleme raporunda YPG’ye karşı saldırılar gerçekleştiren El Nusra Cephesi’ne yardımların daha çok Türkiye’den gönderildiği, yaralanan El Nusra üyelerinin Türkiye’deki hastanelerde tedavi edildiği, bazı El Nusra üyelerinin Türkiye’deki kamplarda eğitimini tamamladıktan sonra sınırdan tekrar Suriye’ye gönderildiği, El Nusra’ya silah, cephane ve çeşitli lojistik malzemelerin Türkiye üzerinden ulaştırıldığının altını çizdi.
Geçen sene Rojava’ya müdahale etmekten bahseden AKP hükümeti, PYD Eşbaşkanı Müslim ile iki kez görüşmek zorunda kaldı. Hatta Müslim’e göre Türkiye Rojava’da Kürtlerin yönetimine karşı değil. PYD PKK ile yakın bir çizgide olduğu için Rojava’da yaşananlar “çözüm süreci”ni de doğrudan etkiliyor. Hükümet Kürtlerin taleplerine dair herhangi bir somut adım atmadı henüz. Anadilde eğitim ve seçim barajının düşürülmesi konusunda ayak diriyor, Kürtleri oyalıyor. Ancak daha önce de söylediğimiz gibi Türkiye’nin bu oyalama taktiklerinin işe yaramayacağı bir süreçten geçiyoruz. Kürtler belki de son bir yüzyıldır konjonktürel olarak en güçlü oldukları dönemden geçiyorlar. Bunun somut göstergelerinden birisi, son olarak 25 Kasımda toplanacağı duyurulan Kürt Ulusal Kongresidir. Kongreye 300 konuğun yanı sıra, Türkiye, Suriye, İran, Irak ve diğer ülkelerde faaliyet gösteren Kürt örgütlerini temsilen 600 delegenin katılması bekleniyor. Kongrenin amacı Kürt halkına karşı tarihi zulmün, haksızlığın giderilmesi ve her halk gibi onurluca yaşama hakkını, kimliğini, özgürlüğünü elde etmesi olarak tarif ediliyor. Kürtler bugün bölgede oldukça etkin bir güç olmalarına ve büyük nüfuslarına rağmen, Türkiye ve diğer emperyalistlerin bölgedeki çıkarları yüzünden özgürlüklerine kavuşabilmiş değiller. Özellikle Türkiye Güney Kürdistan’dan sonra Rojava’da bölgesel bir yönetimin kurulmaması için elinden geleni yapıyor, yapmaya da devam edecektir. Emperyalist güçler de Kürt sorunundan kendi çıkarları doğrultusunda yararlanmaya çalışmaktadırlar. Bu sebeple Kürt hareketi bölgedeki en önemli güçlerden biri olmasına rağmen, Ortadoğu’nun hassas dengeleri Kürtlerin yüzyıllık özlemlerine mani olabilir.
Ortadoğu’da sadece Kürtleri değil tüm halkları zorlu günler beklemektedir. Devrimci işçi sınıfı tarihsel görevini yerine getiremezse, emperyalist savaş alevleri daha da büyüyecek ve yayılacaktır. Suriye’ye emperyalist müdahalenin cehennemin kapılarını ardına kadar açacağına ise hiç kuşku yoktur. “Bugün Suriye’de yürüyen iç savaş Ortadoğu’da yürüyen emperyalist savaşın doğrudan uzantısı olarak cereyan etmektedir. Bu savaşın bir cephesinde muhalif güçleri destekleyen ABD’nin başını çektiği emperyalist Batı ittifakı, diğer cephesinde ise Esad rejimini destekleyen Rusya ve Çin yer almaktadır. Türkiye gibi alt-emperyalist güçlerin yanı sıra Katar’dan Suudi Arabistan’a irili ufaklı pek çok kapitalist ülke de bu bloklarda konumlanmış durumdadır. Bu noktada, Suriye’de devrimci proletaryanın hegemonyasında yaratılacak üçüncü cephe, hem Baas rejimine hem diğer burjuva muhalefet güçlerine hem de olası bir müdahalede emperyalist güçlere karşı iktidar hedefiyle mücadeleyi görev olarak önüne koymalıdır.” (İlkay Meriç, Emperyalist Savaşlara Karşı Sınıf Cephesini İnşa Etmek, MT, Şubat 2013)
link: Suphi Koray, Suriye’ye Emperyalist Müdahale ve Türkiye’nin Rojava Korkusu, 1 Eylül 2013, https://fa.marksist.net/node/3315
Dünya Ekonomisini Kimler Kontrol Ediyor?
Ergenekon Kararları ve İbret Manzaraları