“Kullanım ömrü bitmiş, soluğu kesilmiş, tedavülden kalkmış, Soğuk Savaş dönemi artığı, 27 Mayıs darbesi üretimi, 12 Eylül darbesi tahkimi bir sistem…” Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu sözleri 12 Eylül faşist cuntasının hazırlattığı ve halen yürürlükte olan 1982 Anayasasını tanımlamak için kullandı. Temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan, baskıcı, faşist darbe anayasasının yarattığı tüm olanaklardan bugüne kadar sınırsızca faydalanan Erdoğan şimdi bu anayasadan kurtulmanın hesaplarını yapıyor. Açıktır ki Erdoğan’ın derdi, 12 Eylül Anayasasının toplumu boğan baskıcı, yasakçı doğası değildir. Niyeti anayasayı daha demokratik hale getirmek değildir. Onun derdi anayasanın başkanlık sisteminin önünde engel teşkil etmesidir.
Erdoğan, başkanlık sistemini 2012’de gündeme getirdi ancak bu konudaki planlarını henüz hayata geçiremedi. Bu nedenle yaklaşan seçimlerde AKP’nin anayasa değişikliği yoluyla başkanlık sistemine geçişi mümkün kılacak milletvekili çoğunluğuna ulaşamama ihtimalini bertaraf etmeye çalışıyor. Başkanlık sistemi için anayasanın değiştirilmesi gerektiği konusunda aktif bir propaganda yürütüyor. 12 Eylül anayasasının “büyüyen Türkiye”nin önünde engel teşkil ettiğini söylüyor.
Her fırsatta başkanlık sisteminin “büyüyen Türkiye” için ne kadar gerekli olduğunu anlatan, daha fazla yetki ve güç isteyen Erdoğan’ın yetkileri aslında mevcut durumda da son derece geniş. Bu genişlik sayesinde Erdoğan daha şimdiden başkan gibi davranıyor. Anayasaya göre cumhurbaşkanı gerekli gördüğünde Bakanlar Kurulu’nu toplantıya çağırma ve yönetme yetkisine sahip; ancak Erdoğan bu yetkiyi şimdiye dek hiçbir cumhurbaşkanının yapmadığı kadar geniş ve keyfi bir biçimde kullanıyor. Hükümeti toplayarak ülkede olağanüstü hal ilan etme yetkisine de sahip olan cumhurbaşkanı, Milli Güvenlik Kurulu’na başkanlık ediyor, iki ayda bir yapılan toplantıların gündemini belirliyor. Üniversiteleri kontrol altında tutmak için oluşturulan Yüksek Öğrenim Kurumu’nun üyelerini ve başkanını belirliyor. Üniversite rektörlerinin atamalarını yapıyor. Tam bir kontrol ve sansür organı gibi işleyen Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun başkanını atıyor. Tüm bu gerici kurumların, uygulamaların varlığı ve bu kurumlar üzerindeki yetkileri Erdoğan’a rahatsızlık vermiyor. Anayasal yetkilerini aştığı eleştirileri geldiğinde ise “Çankaya’da oturup önüne gelen kâğıtları imzalayan bir cumhurbaşkanı olmayacağını” söylüyor.
1982 Anayasasının değiştirilmesi gerektiği ilk kez dillendirilmiyor. Anayasada bugüne kadar tam 17 kez değişiklik yapıldı. Toplam 83 madde değiştirildi. Ancak bunların çoğu temel hak ve özgürlükleri genişletmek üzere yapılmadı. Meydanlarda 12 Eylül Anayasasından şikâyet eden Erdoğan, başbakanlık yaptığı 12 yıl boyunca gerekli demokratik değişiklikleri yapma olanağına sahipti. Ama 2010’da referanduma sunulan sınırlı değişiklik dışında bu olanağı demokratik hakları genişletmek için kullanmak Erdoğan’ın işine gelmedi. Tersine anayasanın cunta şeflerine verdiği ve daha sonra tüm cumhurbaşkanları tarafından kullanılan yetkileri sonuna kadar kullandı, kullanıyor.
1982 Anayasasının 12 Eylül faşizminden bağımsız düşünülemeyeceği ve 12 Eylül askeri faşist darbesinin toplumda yarattığı travmanın derinleşmesine büyük katkı sağladığı ortadayken, AKP iktidarı da kendisinden önceki pek çok iktidar gibi onun baskıcı öğelerinden yararlanmıştır. Dahası gerçekleştirilen anayasa referandumuyla birlikte darbeci generallerin yargılanabilmesinin önü açılmış olmasına rağmen generallerin ve diğer yüksek devlet görevlilerinin yargılanma süreçleri tam bir müsamereye dönüşmüştür. Davanın açılabilmesi için onlarca mağdurun şikâyetçi olması gerekmiştir. Darbenin sembolü olmuş eli kanlı isimler duruşmalara gelme zahmetine bile katlanmamışlardır. İfadeleri, hastane yataklarında, kahve ve “Sayın Evren, Sayın Şahinkaya” hitapları eşliğinde alınmıştır. Sadece Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, müebbet hapis cezasına çarptırılmış, ancak bu ceza infaz edilmemiştir. AKP, bu davaların ilerletilmesi için en ufak bir çaba sarf etmemiş, edenlerin taleplerini duymazlıktan gelmiştir.
1982 Anayasası ve ona bağlı olarak hazırlanan yasalar, devlet karşısında bireyin ve toplumun haklarını fazlasıyla sınırlıyor. Anayasa, daha ilk maddelerinden itibaren ırkçı bir vatandaşlık tanımı yapıyor, topluma tek dil, tek millet dayatmasında bulunuyor. Gösteri, ifade ve örgütlenme hakkı son derece güdük. Sendikalaşma, grev ve toplu sözleşme hakkı kısıtlı. Devletin kurumları ise sınırsız yetkilerle donatılıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi Erdoğan’ın lideri olduğu AKP eliyle otoriterleşme ve baskılar arttırılıyor. Polis, işlediği cinayetlerin hesabını vermek bir tarafa yeni düzenlemelerle daha fazla katliam için yetkilendiriliyor. MİT’e daha fazla fişleme, dinleme hakkı veriliyor. Doğrudan operasyon yürütme yetkisi arttırılıyor. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na verilen yetkilerle internet yasakları, sansür yaygınlaştırılıyor. Yargıya, meslek örgütlerine, sendikalara, medyaya doğrudan müdahaleler yapılıyor, toplumun her kesiminin, her türlü toplumsal muhalefet odağının üzerindeki baskılar arttırılıyor.
Yaklaşan seçimler vesilesiyle anti-demokratikliği bir kez daha ortaya çıkan 12 Eylül ürünü %10’luk seçim barajı da Erdoğan’ı zerre kadar rahatsız etmiyor. Seçim sisteminin anti-demokratikliği, siyasi partiler kanunu, siyasi yasaklar, bazı kentlerde tüm oyları alsa bile ülke barajını aşamadığı için bir partinin Meclis’te temsil edilememesi de. İşine geldiğinde demokrat pozlar takınan AKP ne seçim barajını ne de diğer anti-demokratik uygulamaları kaldırma girişiminde bulundu. 7 Haziran seçimleri yaklaşırken Meclis’teki 4. büyük parti olan HDP’nin barajı aşma ihtimali bile Erdoğan’ın delirmesine yetiyor. Elinden gelse barajı daha da yükseltecek gibi bir izlenim yaratıyor.
12 Eylül’ün ekmeğini yiyenlerin attığı demokrasi nutukları ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Bir yandan 12 Eylül anayasasını darbe anayasası olarak niteleyip demokrat pozlar kesmek, öte yandan darbenin esas mağdurları olan geniş işçi-emekçi yığınları daha fazla cendere içine almak tam da bu ikiyüzlülere göredir. Erdoğan ve uzun yıllar başında bulunduğu AKP hükümeti, 12 Eylül rejiminin toplumda yarattığı yıkıcı depolitizasyondan da, örgütsüzlükten de sonuna kadar yararlanmıştır. Mücadele ederek hak arama bilinci körelmiş kitleler AKP’nin yalanlarına aldanmış ve onun oy deposu haline gelmişlerdir. AKP, kendisine karşı olan ulusal ve uluslararası güçleri bu sayede alt etmeyi başarmıştır. Temsil ettiği sermaye kesimleri baş döndürücü bir hızla servetlerini büyütürken AKP’nin ekonomik büyüme modeli işçi kitlelerini sefalete, ölümlere itmiş, doğayı talan etmiştir.
2010 yılında gerçekleştirilen referandumla birlikte dayanışma grevi, hak grevi yasakları anayasadan kaldırıldı. Ancak AKP, anayasadaki bu değişikliklerin hayata geçebilmesi için zorunlu olan yasal düzenlemeleri yapmadı. İktidarda olduğu süre boyunca pek çok sektörde grevleri yasakladı. Geçtiğimiz günlerde grevleri yasaklanan metal işçileri, Erdoğan’ın darbe mağdurunu oynamasına öfkelenmiş ve asıl darbenin işçilere yapıldığını ifade etmişlerdir. Noter zorunluluğunun kaldırılması, sendikaya üye olmanın kolaylaştırılması, işçilerin iki sendikaya birden üye olabileceklerinin propaganda edilmesi de sendikalı işçi sayısını arttırmadı. Sendikaya üye oldukları için işçiler patır patır işten atılmaya devam ediyorlar. Sendikal barajların düşürülmesi bir yana işkollarının birleştirilmesi ile toplu sözleşme imzalayabilen pek çok sendikanın yetkisi düştü. Erdoğan, işçilerin temel haklarına karşı bir saldırı olan bu durumu sendikaları tehdit etmek için kullandı. İşçiler örgütsüzlüğe itildikçe daha ağır bedeller ödemek zorunda kaldılar.
Tüm bunlar Erdoğan’ın derdinin 12 Eylül anayasasının anti-demokratikliği olmadığını açık biçimde göstermektedir. Erdoğan’ın asıl derdi başkanlık sistemine cevaz verecek bir anayasal düzenlemenin yapılmasıdır. Bu amaçla mevcut anayasayı değiştirmek gerektiğinden bahsetmekte, bu niyetini meşrulaştırmak için de mevcut anayasayı eleştirmektedir. 12 Eylül Anayasasının tüm kurumlarıyla birlikte lağvedilmesi elbette işçi sınıfının talebidir. Ama bunu yapacak olan, darbenin nimetlerinden yararlanarak işçi sınıfına kan kusturanlar değildir. Demokratik hak ve özgürlükleri geliştirecek olan yalnızca işçi sınıfının mücadelesidir. İşçi sınıfı 12 Eylül Anayasasının gerçek mimarı olan burjuva düzenden de yaptıklarının hesabını soracaktır.
link: Ezgi Şanlı, 12 Eylül Anayasasına da Başkanlık Sistemine de Hayır!, 29 Mart 2015, https://fa.marksist.net/node/4091
Ortadoğu Halkları Bir Gün “Kral Öldü, Yaşasın Yeni Kral” Demeyecek!
Kapitalizm Cani Katiller Üreten Bir Bataklıktır