Dünyadaki tarım politikaları kapitalist tekellerin esareti altına girmiş durumda. Tohum, onların patentli özel mülkiyetinde; neyi, nasıl, ne kadar, nerede, kimin ekeceğini ya da herhangi bir tohumun ekilip ekilmeyeceğini tekelci kapitalistlerin kâr mantığı belirliyor. İşlerine gelmeyen bir ürün, çeşitli senaryolar eşliğinde planlanıp öcüleştirilerek yasaklanabiliyor. Mesela kenevir denince insanın aklına ilk ne gelir? Esrar! Peki, yıllardır dünyada ekimi yasaklanan kenevir sadece esrar mıdır? Ya da gerçekten bünyesinde esrar barındırdığı için mi kapitalist tekeller tarafından yasaklandı? Üstelik aynı kapitalist egemenlerin, geçmişten bu yana küresel uyuşturucu ağını yöneten ve yönlendirenler takımından olduğuna bakılırsa, yasaklamanın nasıl sahtekârca olduğu daha iyi anlaşılır. Şimdi, kapitalist kâr anlayışına göre yapılan üretimin kenevir özelinde ortaya çıkardığı çelişkiye; kenevirin tarihine, kullanım alanlarına, neden yasakladığına ve bugün neden tekrar yetiştirilmek üzere gündem edildiğine göz atalım.
* * *
Latince, “kannabis” olarak bilinen kenevir, Batı ülkelerinde “cannabis” adını taşırken Asya ve Afrika kıtasında “kenevir, haşiş, ot, esrar, bhank, bang” gibi adlarla anılır olmuştur. Kenevir, yaklaşık 4 veya 5 metreye kadar uzayan, yaprakları bir elin parmakları gibi saçılan; insanlığın binlerce yıl tarımını yaptığı, en eski tek yıllık odunsu bitkilerden biridir. Asya kökenli olan bu bitki; elde edilen çeşitli bulgular 10 bin yıllık bir evcilleşme geçmişine sahip olduğunu göstermektedir. Kenevirden elde edilen esrar, binlerce yıl çeşitli psikolojik ve fizyolojik hastalıkların tedavisinde kullanıldı. Tarihte yazılmış Hintçe ve Farsça metinlerde afrodizyak, sarhoş edici özelliğinden bahsedilmekle birlikte, 1001 Gece Masallarında geçen hikâyelerde, kenevirin (bhank) rahatlatıcı etkisi olduğundan söz edilmektedir. Asya’daki toplulukların bazı kutsal günlerde tanrılara sunduğu beş kutsal bitkiden biri kenevirdi. Roma, Mısır ve Çin gibi eski uygarlıklardan beri kenevirden ilaç, kâğıt, gıda ve kumaş elde edilirdi. Kenevir tohumları ve bu tohumlardan elde edilmiş yağ önemli bir besin kaynağıydı. O dönemde kitaplar, bildirgeler, fermanlar kenevir lifinden yapılan kâğıt üzerine yazılırdı. Liflerinden aynı zamanda; giysi, halat, çadır ve yelken bezi gibi ürünler elde edilmekteydi. Örneğin, yelkenli gemilerin okyanus ötesi yolculuklar yapabilmesi için kenevir liflerinden elde edilmiş sağlam yelken bezi ve halatlara ihtiyacı vardı. Geçmiş yüzyıllardan beri Van Gogh, Leonardo Da Vinci, Rembrandt gibi ünlü ressamlar, kenevir liflerinden elde edilmiş tuvallere çizdiler resimlerini. Güçlü, parlak bir lif olan kenevir, ısıya, neme, ışığa karşı dayanıklı olduğu için güvenilir bir arşivleme aracı olmuştur.
Kenevirin genel yapısı ve kullanım alanları
Çeşitli ara formlara sahip olmakla birlikte kenevir genel olarak, cannabis indica (hint keneviri) ve cannabis sativa türleriyle bilinir. Cannabis indica geniş yapraklıdır ve cannabis sativaya göre boyu daha kısadır. Halk arasında “dişi kenevir” olarak da bilinir. Esrar, asıl olarak Cannabis indicanın döllenmemiş dişisinin üst kısmındaki goncasından elde edilir. Esrarın bünyesinde tespit edilmiş 460 kimyasal madde vardır. Bunların 60’tan fazlası cannabinoid adı altında gruplanır. Esrarın temel etken maddeleri CBD (Cannabidiol) ve THC (Tetra Hydro Cannabinol) cannabinoidleridir. CBD maddesi THC gibi psikoaktif madde olmamakla birlikte ikisi de tıp biliminin farklı alanlarında veya karışım halinde çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılırlar. Bir cannabinoid çeşidi olan THC analjezik (ağrı kesici) etkili ve kana karıştığında sinirleri gevşeten özelliklere sahiptir. Yapılan araştırmalar, THC ve CBD maddesinin AIDS hastalığında, kanser tedavisinde kemoterapi ve radyasyonun etkisini azaltmada, tedavi sırasında mide bulantısı ve kusmayı önlemede kullanıldığını söylemektedir. Araştırmalar romatizma, kalp, sara, astım, mide, uykusuzluk, psikoloji, omurga rahatsızlıkları gibi en az 250 hastalıkta cannabinoidlerin kullanıldığını veya kullanılabileceğini göstermektedir.
Cannabis sativa, ince yapraklı olup cannabis indicaya göre boyu daha uzundur. Cannabis indica yapısında yüzde 6 ila yüzde 20 arasında THC içerirken endüstri keneviri olarak bilinen cannabis sativanın ise sadece yüzde 0,3 oranının altında THC bulundurur. Yani esrar oranı çok düşüktür. 1937’de tüm dünyada kenevir ekimi yasaklanırken bu yasaklamalara gerekçe olarak kenevirde bulunan esrar maddesi ileri sürülmüştü. Ancak yasaklar nedense kenevirin endüstri alanında kullanılan türü olan cannabis sativa için de geçerli olmuştu. Yazımızın da esas konusu olan bu yasaklamanın nedenine geçmeden önce genel olarak kenevirden neler elde edilebileceğini biraz daha genişleterek anlatalım.
Kimi kaynaklara göre kenevirden, 25.000’den fazla ürün yapılabilmektedir. Eski dönemlerde kâğıt, yağ, kumaş, halat yapımında kullanıldığından söz etmiştik. Kenevirinden aynı zamanda plastik, plastiğin alaşımları, asfalt, boya, vernik, temizlik, inşaat ve kozmetik malzemeleri, doğal ısı ve ses yalıtım sistemleri üretilebilirken tohumlarından biodizel yakıt elde edilir. Bilindiği üzere biodizel, motorlu araçlar için yakıt olarak kullanılabiliyor. Hatta 1941’de Henry Ford kenevirden elde edilmiş biodizel ile çalışan ve kaportası kenevir lifinden yapılmış bir otomobil üretti. O dönem, film kamerasına çekilmiş bir görüntüde arabanın kaportasına çekiçle vuruluyor ve kaportanın nasıl sağlam olduğu test ediliyor. Testin sonucunda kaportada herhangi bir kırılma bükülme olmadığı görülüyor.[1]
Kenevir, petrol ve petrokimyanın kullanıldığı her alanda alternatif olup plastik ürünlerinin tamamı kenevirden üretilebilir ve bu maddenin plastiğe nazaran doğada dönüşmesi daha kolaydır. Üstelik zararsızdır! Kenevir, mevsim normallerine bağlı olarak 1 ya da 3 kez ekilip biçilebilir ve çok az suya ihtiyaç duyduğu için dünyanın her yerinde yetiştirilebilir. Kenevir kendisini böceklerden koruyabildiği için tarım ilacına da ihtiyaç duymaz. Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir. Kenevir tam 8 kez kâğıda dönüştürülebilirken, ağaç 3 kez kâğıda dönüştürülebilir. Kenevir 4 ayda yetişirken, ağaç ortalama 10 ile 20 yıl arasında yetişir. 1916’dan kalma USDA (ABD Tarım Bakanlığı) raporuna göre endüstriyel kenevirden bir dönümlük ağaç kâğıdının yaklaşık 4 katı kadar kâğıt üretilebiliyor. Kenevir aynı zamanda kapitalistlerce doğaya salınan radyoaktif atıkların topraktan temizlenmesine yardımcı olur. Mesela 1986’da gerçekleşen Çernobil felâketinden kaynaklanan radyasyon etkisini azaltmak için bölgeye önemli miktarda kenevir ekimi yapıldığı bilinmektedir.
Peki, bu kadar geniş kullanım yelpazesine sahip olan kenevir kapitalistlerin kârlarına nasıl engel teşkil ediyordu ve neden yasaklanmak isteniyordu?
Kenevir nasıl, neden yasaklandı?
1619’da Virginia’da ve Amerika kıtasının diğer kimi bölgelerinde kenevir yetiştirmemek, sömürücü egemenlerin nezdinde suçtu ve yetiştirmeyen çiftçiler hapis cezasına çarptırılıyordu. Benzer uygulama 18. yüzyıl ABD’sinde de devam etti. ABD’nin üçüncü Başkanı Thomas Jefferson, “Kenevir, ülkenin zenginliğidir ve korunması, yetiştirilmesi elzemdir” diyordu. ABD ve diğer Avrupa ülkelerinde, 19.yüzyılın sonlarına kadar tüm kaba kumaş tekstil ürünlerinin yüzde 80’i kenevir lifinden yapılıyordu. 1840’lı yıllarda ağaç selülozundan yapılmış kâğıt piyasaya girmeye başlayınca kenevirden elde edilen kâğıt oranı peyderpey düşmeye başladı. Buna rağmen 1883’e kadar üretilen kitaplar, haritalar, kâğıt para, hisse senetleri ve tahvillerin büyük bölümü ve dünya gazetelerinin neredeyse yüzde 90 kadarı kenevir lifinden yapılmaya devam etti. 1870’lerden önce dünyada aydınlatma amacıyla balina yağlarından sonra en çok kenevir tohumunun yağı kullanılıyordu.
Kenevire karşı ilk karalama kampanyası 1900’lü yıllarda başladı. O yıllarda ABD medya imparatoru William Randolph Hearst’in gazetelerinde kenevir uyuşturucuyla eşdeğer gösterilmeye başlanmıştı ve bu gazetelere göre kenevir “çok tehlikeliydi”. Üstelik esrar ve uyuşturucu oranının, siyahlar ve göçmenlerin varlığı nedeniyle arttığı gazetelerde işlenerek durum ırkçı propagandaya dönüştürülmüştü. Var olan Jim Crow[2] yasalarının da etkisiyle siyahlar adeta bir suç makinesi ilan edilmişti Hearst’in gazetelerinde. 1914 yılında ilk defa, ABD’nin California eyaletinde uyuşturucu madde barındırdığı gerekçesiyle kenevir ekimi kısa bir süre yasaklandı. 1920’lerde Meksika kökenli “Marihuana” adlı yeni bir kelime ortaya atıldı gazetelerde ve “marihuana” yavaş yavaş kenevir adıyla eş anlamlı hale getirildi. Gazete başlıklarına histerik manşetler atılıyor, “marihuana” bitkisinin insanları nasıl çılgına dönüştürdüğünün haberleri servis ediliyordu. Mesela çığlık atarak ölen insanlar, “marihuana” kullanan siyahlar ve “insanları öldüren ve beyaz kadınlara tecavüz eden Meksikalılar” gibi sansasyonel ve asparagas hikayeler üretiliyordu. 1930’da medya tekeli Hearst’nin gazetelerinin günlük 20 milyon okuyucuya ulaştığına bakılırsa, bu gazetelerin kitleler üzerinde nasıl bir etki yaratabildiğini daha iyi görebiliriz. Onlar için gerçeklerin hiçbir önemi yoktu, önemli olan gelecekte çıkarılacak “Marihuana Vergi Yasasına” toplumu psikolojik açıdan hazırlamaktı.
Peki, neden bir anda kenevirin ismi insanlara daha korkutucu gelen bir isimle değiştirildi? Asıl olarak kenevir neden yasaklı hale getirilmek isteniyordu? Bunu anlamak için kenevir bitkisinden elde edilen ürünlerin, kapitalist tekellerin sahip olduğu sermayenin geleceğine nasıl pranga olabileceğine bakmak gerekir.
ABD’nin en büyük gazetelerine sahip olan William Randolph Hearst[3] bu gazetelerin hammaddesi olan büyük ormanlara ve ağaç kütüğü şirketine de sahipti. Kenevirden kâğıt üretilebiliyor olması, devasa hektarlık ormanlara sahip olan Hearst’in ormanlarını daha kârlı hale getiremeyecekti. Ağaç, doğada hazır olduğundan ve kenevir gibi tarımı yapılmadığından daha ucuza mâl ediliyordu. Zaten bugün de olduğu gibi doğanın vahşice katledilmesi umurlarında değildi böylesi gözleri dönmüş kapitalistlerin. Hearst’in çıkarlarıyla ortak yerde buluşan başka tekelci kapitalistler de vardı ve onlar da Hearst’in gazetelerinden topluma demeçler veriyorlardı. Petrol şirketlerinin sahibi Rockefeller ailesi, DuPont şirketinin ana hissedarı Andrew W. Mellon ve bazı ilaç tekelleri de kenevir ekiminin sınırlanmasını ve ayaklarına pranga edilmemesini istiyorlardı. Rockefeller, Standart Oil petrol şirketlerinin sahibi olduğu için kenevirden elde edilebilecek biodizelin geleceğini tehlikeye atmasına izin veremezdi. Mellon da bir başka petrol devi olarak Gulf Oil’in sahibiydi. Aynı zamanda fosil yakıtlardan selefon, naylon ve dacron[4] geliştiriyordu. 1937’de DuPont, sentetik bir elyaf olan naylonun patentini aldı. Böylece Amerikan otomobil sektörünün yarıdan fazlası, DuPont’un petrollerinden elde edilmiş ürünleri satın alacaktı. DuPont aynı zamanda General Motors’un (GM) büyük hissedarıydı ve GM otomobilleri artık DuPont’un ürettiği katkı maddelerini içeren tetra-etil kurşunlu yakıt kullanacak şekilde tasarlanacaktı. DuPont daha sonra boya, suni ipek, sentetik kauçuk, plastik, kimyasallar, fotoğraf filmi, böcek öldürücüler ve tarım kimyasallarının geliştirilmesinde başı çekti. İşte petrole alternatif olabilecek olan kenevir ürünleri bu büyük pazarı tehdit ediyordu ve mutlaka önü kesilmeliydi!
Kenevirin tamamen yasaklatılabilmesi ve hafızalara zehirli bir uyuşturucuymuş gibi kazınması için büyük kapitalistlerin ABD yönetici sınıfının içerisinde de yer almaları ve lobi faaliyetleri yürütmeleri gerekiyordu. Andrew W. Mellon 1921’de dönemin ABD Başkanı Herbert Clark Hoover’in Hazine Bakanı olmuştu. 1932’de Hazine Bakanlığı’na bağlı ABD Narkotik Bürosu (US Bureau of Narcotics) kurulduğunda ise, Mellon’un yakın akrabası Harry Jacob Anslinger, bu büronun başına atandı. Harry J. Anslinger 1920’lerin sonuna kadar kenevir aleyhine yürütülen kara propagandayı yalanlayan açıklamalar yaparken müesses nizamın başına geldiğinde söylemleri tersi yönde değişmeye başladı. 1935 yılında kenevir üretimi dünyada halen yaygınken ABD Hazine Bakanlığı, gizlice “Marihuana Vergi Yasası” adıyla bir tasarı hazırlamaya başlamıştı. Görevi başındaki Anslinger ise, Hearst’in gazetelerinde yayınlamak üzere çeşitli sahte araştırmalar sipariş ediyordu. Bu sözde araştırmaları yayınlamak medya imparatoru Hearst için elbette bir zevkti. O dönem ABD Narkotik Bürosunun yayınladığı bir broşürde şöyle yazıyordu: “Uzun süre esrar kullanımı kişiyi delilik belirtileri içine sokar ve amok[5] yapar. Bu da kişiyi öldürme ve saldırganlık gibi yüksek dereceli suçlara iter...” O yıllarda, esrarın saldırganlık ve şiddet eğilimine neden olduğunu söyleyen Anslinger, 1948 yılında tersini söyleyerek, esrarın ABD askerlerini pasifleştirdiğini, savaşma isteğini körelttiğini ve komünistlerin bunda büyük bir rolü olduğunu iddia ediyordu. Anslinger, özellikle bazı olayları bilinçli bir şekilde gündemde tutuyordu. Mesela “marihuana” sigarasından kaynaklandığı iddia edilen bir araba kazasının hikâyesi haftalarca manşette kalırken, alkole bağlı araba kazaları ya arka sayfalarda yer alıyor ya da hiç yer almıyordu. Yine, iddiaya göre Florida’da “ot” içtikten sonra ailesini baltayla öldüren Victor Licata adında genç bir çocuk sürekli baş sayfalarda gösteriliyordu. Medya, “baltalı katil” Victor Licata’nın “şeytan otu” yani Hint keneviri kullandığı haberlerini yayınlayarak toplumu paniğe sokmaya ve korkutmaya başlamıştı. Böylece korkutulan kitleler, egemenlerin söylediklerine kolayca inanıyor ve yönlendirilebiliyordu.
Propaganda sadece gazeteler üzerinden yapılmıyordu. 1930’lu yıllarda çekilen “Marihuana: The Devil’s Weed!”, “Reefer Madness” ve “Marijuana - Youth Assassin” gibi filmlerde esrar kullanan insanların nasıl çıldırdığı, trafik kazalarına sebep oldukları ve nasıl cinayet işledikleri anlatılıyordu. Filmlerin sonunda genelde “The END” yerine “Çocuklarınıza Anlatın” ifadesi uzun süre bekletiliyor ve sonuçta aileler daha da panik hale geliyordu. İkiyüzlü ABD hükümeti çoğu zaman kokain kullananlarda yaşanan belirtileri esrar kullanan kişilere atfediyordu. Oysa o yıllarda, bağımlılık yapan ve fazlasıyla tehlike barındıran kokain ve eroin gibi uyuşturucu maddelerin ticaretini yürüten büyük kapitalistler nedense görmezden geliniyordu.
Marihuana Vergi Yasası yürürlüğe girmeden önce Amerikan Tıp Derneğinden (AMA) Dr. William C. Woodward, esrardan üretilen ilaçları savunmak ve tasarının hazırlanma biçimine itiraz etmek için mahkemede bir konuşma yaptı. Woodward, “marihuana” kullanımının arttığına dair kesin bir veri bulunmadığını söylüyor, “eğer bir bağımlılık söz konusuysa, Medya İmparatoru’nun gazetelerinin bağımlılığı arttırmak için daha fazlasını yaptığı ortada değil mi?” diyordu. Kapitalist ilaç tekelleri kenevirden elde edilen esrarın tıp alanında kullanılmasına ve üzerinde bilimsel araştırma yapılmasına dahi izin vermek istemiyorlardı. Esrarın her yönüyle bir zehir olduğunu iddia ediyorlardı. Oysa yüzyıllar önce ünlü tıp bilgini İbn-i Sina “bir bitki hem tedavi edici hem de zehirleyici olabilir ancak asıl zehir dozdadır” diyerek bir gerçekliğe işaret ediyordu. Woodward, tıp biliminin denetiminde olabilecek olan kenevir bitkisinin neden tamamen yasaklandığına bir anlam veremediklerini ifade ediyordu: “Henüz anlayamıyoruz... Bu tasarı neden iki yıl boyunca, bu işin uzmanı olan biz doktorlara ve diğer araştırmacılara sorulmadan hazırlandı? Neden gizli bir şekilde hazırlandı? Şu anda bu bitkiden ilaç üreten birçok tıp uzmanı yasaklanan bitkinin kenevir bitkisi olduğunu bile bilmiyor.” Woodward, konuşmasının devamında mahkeme heyetine seslenerek; “sizin getirdiğiniz bu yasak, yaşanan bu ağır çalışma koşulları karşısında genç erkekleri ve kadınları daha fazla alışkanlığa teşvik ediyor” diyordu.
Harry Anslinger tarafından hazırlanmış ve DuPont’un müttefiki Kuzey Carolina Temsilcisi Robert L. Doughton tarafından mahkemeye sunulan bu yasa tasarısındaki deliller, Hearst’nin gazetelerinde yer alan haberlere dayandırılıyordu. Marihuana Vergi Yasası tüm itirazlara rağmen 2 Ağustos 1937’de yürürlüğe girdi ve kenevir ekimi büyük oranda sınırlandırılarak yasaklandı. Sonrasında dünyanın diğer ülkelerinde de bu yasaklar birer birer uygulanmaya başlandı.
Kapitalist akıl dışılığın çelişkilerine bakın ki, İkinci Dünya Savaşı devam ederken ABD birdenbire kenevire ve kenevirden elde edilecek ürünlere yeniden ihtiyaç duydu. 1942 yılında Japonya, Filipinler’e saldırarak ABD’ye giden kenevir liflerinin tedarikini kesmişti. Savaş dönemiydi ve askeri malzemeler için dayanıklı kenevir liflerine ihtiyaç vardı. Bunun üzerine ABD kenevir ekimini yeniden teşvik etmek için Zafer İçin Kenevir (Hemp For Victory)[6] adlı bir eğitim ve propaganda filmi hazırladı. Daha düne kadar “şeytanın otu” olarak adlandırılan kenevir, o gün “şeytana pabucunu ters giydiriyor” ve ABD’ye zaferi müjdeliyordu. Çekilen bu filmde kenevirin tarihinden kullanım alanlarına, ekiminin nasıl yapılması gerektiğinden üretim aşamalarına kadar çeşitli yönlerden nimetleri anlatılarak kenevire övgüler dizilmeye başlandı. Kenevirden elde edilen lifler sayesinde ordu için askeri paraşütler, ayakkabı, üniforma; donanma için halat, yelken bezleri üretilecek ve ABD ordusu düşman karşısında zafer kazanmış olacaktı. 1942’de ABD’de 14.000 dönümlük kenevir hasadı yapılırken, bu oran 1943’te 300.000 dönüme ulaştı. Yine benzer bir uygulama faşizmin iktidarı altında olan Almanya’da oldu. Naziler keneviri teşvik etmek için çiftçilere çizgi roman tarzı mizahi kitapçıklar hazırlıyor ve çiftçileri “Zafer İçin Kenevir” yetiştirmeye çağırıyordu.
Savaş bittiğinde kenevir tekrar “şeytana” geri verilmişti ve yine “şeytanın otu” oluvermişti. 1940 yılının sonunda ve 1950 yıllarında Anslinger, McCarty döneminin komünistlere karşı başlattığı cadı avının baskıcı atmosferini de arkasına alarak, keneviri savunanların komünistler olduğunu anlatarak bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyordu. 1952 yılında çıkartılan Boggs Yasasıyla[7] üzerinde esrar bulunduranlar para cezasına ve 2 ilâ 10 yıl arasında hapis cezasına çarptırılıyordu. Kimi bilim insanları, kenevirle ilgili medikal araştırma yaptığı için para cezası aldı. Ancak yine de kenevir üzerine yapılmak istenen bilimsel çalışmalar engellenemedi. 1964 yılında İsrailli bilim insanı Dr. Raphael Mechoulam, kenevirde bulunan THC cannabinoidini ilk defa ayrıştırmayı başardı. ABD Narkotik Bürosu ise o yıllarda kenevir üzerine yapılacak bilimsel araştırmalara taviz vermemeye devam ediyordu. Dr. Raphael, cannabinoid bileşiklerinin insan vücudunda da bulunduğunu ve insanın psikolojik davranışlarını, beyin fonksiyonlarının işlevselliğini etkilediğini gördü. Aslında her insan kendi cannabioidini üretir. İnsan vücudundaki bu sisteme endocannabinoid sistem denir. Endocannabinoidler, insan fizyolojisinin devamı için hücreler arası sinyal iletimine, iştah ve ruh dengesi gibi vücudun temel sürecinin düzenlenmesine yardımcı olurlar. Dr. Raphael yaptığı deneyler sonucunda THC cannabinoidinin kanser dahil AİDS gibi birçok hastalığın tedavisinde kullanılabileceğini keşfetti.
Kenevir cannabinoidleri üzerine yapılan araştırmalar devam ederken aynı zamanda bazı ilaç firmaları da karşıt deneyler hazırlatıyor, La Times gibi kapitalistlerin sözcülüğünü yapan dergi ve gazetelerde yayınlatıyorlardı. Örneğin maymunlar üzerinde sahte deneyler hazırlanıyor, kenevir cannabinoidlerinin nasıl zararlı olduğu, kitleler korkutularak anlatılmaya çalışılıyordu. Gerçekte, maymunlar sandalyeye bağlanıp nefessiz bırakılıyor ve maymunda oluşan ölü beyin hücreleri, kenevirin tüm bileşiklerinin her yönüyle nasıl zararlı olduklarına kanıt olarak gösteriliyordu. 1970’te tüm kenevir ve kenevir ürünleri Kontrollü Maddeler Yasasına bağlı olarak yasadışı ilan edildi. Bu yasakların en büyük destekçileri de büyük ilaç şirketleriydi. Mesela bunlardan bazıları Eli Lilly, Pfizer, Darvon, Tuinal, Seconal ve Prozac gibi şirketlerdi. Kenevir üzerine yapılacak bilimsel araştırmaları engelleyen bu şirketlerin ortaklarından biri de George H.W. Bush yani Baba Bush’tu. Bush 1977’de CIA direktörlüğünü bırakınca Eli Lily ilaç firmasının yöneticilerinden biri oldu. Daha sonra işleri büyüterek Eli Lilly, Abbot, Bristol ve Pfizer ilaç şirketlerinde de hisse kazandı. Bush 1981’de ABD başkan yardımcısı olduktan sonra ilaç firmaları için lobi faaliyetlerini arttırdı. Ayrıca Ronald Reagan ve Bush yönetimi 1983’ün Eylül’ünde 1966-1976 yılları arasında kenevirle ilgili yapılan araştırma çalışmalarını üniversitelerden ve kütüphaneden toplayarak yok ettiler.
Şurası bir gerçek ki, esrar (üstelik tıp alanında kullanım alanına sahipken) nedeniyle kenevire yasak getirmek, pire için yorgan yakmakla eşdeğerdir. Fakat kapitalistlerin derdi halk sağlığından kaynaklı kenevire yasak getirmek değildi. Onlar, yorganı bilinçli olarak yaktılar ve dertleri pire ya da esrarın zararı da değildi. Gerçekte kapitalistler toplumu düşünüyor olsaydı, dünyada bu kadar uyuşturucu kartelinin, baronunun ya da mafyasının varlığını sürdürmesi mümkün olabilir miydi? Üstelik keneviri esrar gerekçesiyle yasakladıklarını iddia edenler el altından, her türlü uyuşturucu ticaretini yürüten uyuşturucu baronlarını sübvanse etmekten geri durmamışlardır. “Nasıl ki insanlığı toptan yok edebilecek denli tehlikeli nükleer silahların üretilmesi, satılması ve kullanılmasında ilkesel bir sorun görülmüyorsa, uyuşturucu maddeler de kapitalizmde birer metadırlar.”[8] Yani kapitalist egemenlerin mantığı, herhangi bir ürünün ticari olarak kârlı olup olmadığı ve dolayısıyla sermayeyi büyütüp büyütmediğinde saklıdır.
Genetik biliminin geçmişten bugüne geldiği nokta gösteriyor ki “... İnsanoğlu bin yıllardır klasik ıslah yöntemiyle bitkilerin ve hayvanların genetik yapılarını değiştirerek yeni türler yaratıyor. Bugün tarıma konu olan ürünlerin neredeyse tamamı, insan eliyle, doğada bulunan ilk hallerinden farklılaştırılmış durumdadır. ... İşte genetik alanındaki gelişmeler, bu noktada doğal engellerin aşılmasını sağlıyor ve doğal yollarla mümkün olmayan farklı türler arasında gen aktarımını olanaklı kılıyor...”[9] Görüldüğü üzere genetik biliminin olanaklarıyla bitkiler zararlı yönlerinden ayrıştırılarak ıslah edilebiliyor. Artık daha iyi anlaşılıyor ki kapitalistlerin keneviri yasaklamaları esrar özelliğinden kaynaklı değildir.
Kapitalizmin kâr refleksi dün neyse bugün de aynıdır!
Dünyada ve Türkiye’de geçmişten bu yana kenevir eken çiftçiler, lif amaçlı da olsa, para ve hapis cezasına çarptırılmıştır. Türkiye’de kenevir ekimi kontrollü olarak yapılabilmiş olup, yasaklama yalnızca münhasıran esrar yapmaya yönelik olmuştur. Ancak bu sınırlama bile yetiştiricilerde korku yaratmış ve lif amaçlı üretildiğini kastetmek niyetiyle halk arasında kenevire “kendir” denilmiştir. Kısmen de olsa kâğıt fabrikaları için hammadde niyetine kenevir ekimi yapılmıştır ancak gerek dünya piyasa kanunları, gerekse de genel olarak kârlı bulunmaması nedeniyle tarımı çok uzun sürmemiştir.
Son yıllarda dünyanın çeşitli ülkelerinde yasakların azalmasıyla birlikte kenevir tarımına yeniden hücum edildiği görülüyor. Ancak tekrar “şeytanın otu” olmayacağının garantisi yok. Türkiye’de de kenevir bitkisinin stratejik önemine dair çeşitli yazılar yazılıp çizildi, TV programları yapıldı. Muhafazakârından ulusalcısına dek kimi köşe yazarları, yaşanan ekonomik kriz koşullarından çıkış yolunun kenevir olduğunu iddia etmeye, kenevir ekiminin ülke çıkarları için elzem olduğunu söylemeye, kenevirden elde edilecek ürünlerin insanlığı kurtuluşa götüreceği yönünde atıp tutmaya başladı. Dünküler savaşta başarı kazanmak için “zafer için kenevir” diyorlardı, bugünküler ise krizden çıkış reçetesinin yanına keneviri de ekliyor. Kenevirin insanlığı kurtuluşa götüreceğinden söz eden bu tür yazar-çizer tayfasının gerçekte insanlığı bir çıkmaza sürükleyen kapitalizmle hiçbir sorunu yoktur. Kapitalizmle bir sorunları olmadığı gibi, onlar sadece kendi kapitalist devletlerinin diğer devletlerle daha güçlü rekabet edebilmesi kaygısıyla hareket ediyorlar. Kapitalist bir dünyada yaşadığımıza göre neyin, ne amaçla, ne kadar ve ne zamana kadar üretileceğini kapitalizmin kâr anlayışı belirleyecektir. O halde kapitalizmde hiçbir ürün insanlığın çıkarı için üretilmeyecekse kapitalizmin varlığının anlamı ne?
Kapitalizm yerle yeksan edilip dünya topraklarına yeni bir toplumsal düzenin temelleri atılmadan insanlık asla huzur bulamayacaktır. Geleceğin sınıfsız toplumu, doğayla uyumlu gelişkin teknolojisiyle, elbette tüm insanlığın ortak ihtiyaçları için üretim yapacaktır. Gün gelecek uçsuz bucaksız bereketli dünya topraklarına neyin, nasıl, ne kadar ekilip ekilmeyeceğini sınıfsız toplumun ortak çıkarları belirleyecektir. İşte o zaman bize düşen, rüzgârda salınan altın başakları seyretmek olacaktır.
Kaynaklar:
Jack Herer, Kral Çıplak (The Emperor Wears No Clothes)
İsmail Tokalak, Dünyada İlaç ve Kimya Terörü
[1] https://www.youtube.com/watch?v=54vD_cPCQM8 Henry Ford, piyasa kanunları gereği DuPont’un petrol ürünleriyle çalışmayı daha kârlı bulacaktı ki, bu alandaki çalışmalarını durdurdu ve petrol gibi fosil yakıt ürünlerini kullanmaya devam etti.
[2] Jim Crow Yasaları: Jim Crow, siyahları aşağılamak için kullanılan bir adlandırmadır. 1875 yılında ABD’nin Tennessee eyaletinde, Siyahlara karşı kabul edilen ırkçı yasaya Jim Crow Yasası denmiştir. Yasaya göre siyahiler trenlerde ve tramvaylarda istedikleri kompartımana binemeyecekti. Daha sonra yasanın kapsamı genişletildi ve siyahiler sosyal alanda birçok haktan mahrum bırakıldı.
[3] ABD gazete imparatoru William Randolph Hearst. (1941’de genç sinema yönetmeni Orson Welles, William Randolph Hearst’in yükseliş ve düşüşünün ince örtülü bir biyografisi olan Citizen Kane’yi yarattı. Film dünya sinema tarihinin en önemli filmlerinden biridir. Hearst bu filmden memnun değildi. Filmin çıkmasını önlemek için kaynaklarını topladı ve hatta tüm baskıların imhasını ödemeyi teklif etti. Welles reddetti ve film hayatta kaldı ve büyüdü.)
[4] Genelde gömlek ve gömlek gibi giyeceklerin imalatında kullanılan bir dokuma kumaş cinsidir. Kumaşların içeriğinde polyester ve pamuk karışımları bulunmaktadır.
[5] Psikiyatrik bir hastalık olan amok, kişinin cinnet geçirme halidir.
[6] Hemp For Victory (1942)https://www.youtube.com/watch?v=d3rolyiTPr0
[7] ABD’nin Louisiana eyaletindeki Demokrat Parti Temsilciler Meclisi üyesi Thomas Hale Boggs’un adıyla anılan Narkotik İlaçlar İthalat ve İhracat Yasası.
[8] Kerem Dağlı, Kapitalizm Gençliği Uyuşturuyor-1, 01/06/2010, marksist.com
[9] İlkay Meriç, GDO’lara Nasıl Bakmalı?, 01/12/2009, marksist.com
link: Fırat Yazgan, Dünden Bugüne Kenevir Gerçeği!, 11 Mayıs 2020, https://fa.marksist.net/node/6933
Sağlık mı, Özgürlük mü: Buridan’ın Eşeği Olmayacağız!
Koronavirüs ve Sınıfsal Yaklaşımlar