Aşılması zor, masallara konu sıradağlarla birbirinden ayrılır Kuzey ve Güney Kafkasya. Karadeniz’den Hazar Denizi’ne yüzlerce kilometre uzanan Kafkas Dağları, Kafkas halklarının sözlü tarihinin de başkahramanıdır. Efsaneler dağları anmadan başlamaz, şiirlerinde dağların zirvelerine duyulan hasret vardır. Ayak parmakları üzerinde kollarını iki yana açıp dansa duran delikanlılar dağlarının kartallarına özenir adeta. Baştan başa karlı dağlarla kaplı bir diyar değildir Kafkasya. Sıradağların ardında pamuk tarlalarıyla kaplı verimli ovalar uzanır. Mandalina ve portakal bahçeleriyle havada hep bir bahar kokusu vardır. Eşsiz güzellikteki Kafkasya, dünyanın en çeşitli etnik bileşimine de sahiptir. Gürcüler, Ermeniler, Azeriler, Ruslar, Kürtler, Ezidiler, Abhazlar, Çerkezler, İnguşlar, Osetler bunlardan sadece bazıları. Binlerce yıldır bir arada yaşayabilmiş birbirinden farklı dillere, dinlere, etnik kökenlere sahip halklar, yüzyıllar boyunca egemenlerin paylaşım kavgalarının kurbanı olmuştur.
Yeraltı kaynakları bakımından zengin olan Kafkas coğrafyası karşısında iştahı kabaran imparatorluklar ve kapitalist-emperyalist devletler Kafkas halklarına gün yüzü göstermedi. Karadeniz’in kıyısında tropikal iklime sahip Abhazya’nın kar düşmeyen toprakları birbirine kırdırılan kardeş halkların kanıyla sulandı. Kuzey Kafkasya’da Çeçenlerle Ruslar, Güney Osetya’da Ruslarla Gürcüler, Güney Kafkasya’da Ermeniler ve Azeriler birbirleriyle savaşıp durdu. Yüzyıllardır büyük güçler tarafından birbirlerine karşı kışkırtılan, düşmanlaştırılan Kafkas halkları, her dönemeçte yeni bir zulümle karşılaşmış, barış halkların bir düşü olarak kalmıştır. Ancak Ekim Devrimiyle birlikte düşleri kısa süreliğine de olsa gerçekleşen Kafkasyalıların trajedisi bürokratik diktatörlüklerin, emperyalist güçlerin ve yerel egemenlerin eliyle yazılmaya devam etmiştir.
Barış ve özgürlük hasretiyle dolu coşkulu Kafkas ezgileri, şimdilerde milliyetçilik borazanı ve savaş tamtamlarının sesiyle bastırılmış durumda. Dünyanın çeşitli yerlerinde yayılarak ilerleyen emperyalist savaşın bir cephesi haline gelen Kafkasya’daki savaş bugünlerde Güney Kafkasya’da cereyan ediyor. Ermenistan ile Azerbaycan arasında 30 yılı aşkın bir süredir alevlenip sönen gerilim hali Temmuz ayında yeniden tırmanışa geçmişti. Kısa bir süre çatışmalar durulmuş gibi gözükse de Eylül ayı sonunda yeniden alevlendi. İki devlet arasında anlaşmazlıklara neden olan Dağlık Karabağ bölgesinde süren çatışmalarda yüzlerce asker ve sivil hayatını kaybetti. Bu süreçte üç kez ateşkes anlaşması imzalanmasına rağmen çatışmalar sürüyor, ölüm ve yıkım tüm şiddetiyle devam ediyor.
Dağlık Karabağ’daki çatışmaların tarihsel arka planı
Kafkasya’nın savaşlarla, katliamlarla, kitlesel ve zorunlu göçlerle dolu acılı tarihi ve Kafkas halklarının kaderi emperyalist savaşın baş aktörleri tarafından yazılmaya devam ediyor. Sıcak savaşın arenası haline gelen Güney Kafkasya’da yalnızca silahlar konuşmuyor. Militarizm ve milliyetçilik körüklenerek halklar düşmanlık zehriyle körleştiriliyor. Ekim Devrimiyle barış düşleri gerçeğe dönüşen halklar arasındaki kardeşliğin yerini kısa bir süre sonra karşı-devrim sonucunda inşa edilen Stalinist diktatörlüğün tahakkümü almıştı. SSCB’nin çöküşünün ardındansa kardeş halklar diğer kapitalist aktörlerin de devreye girmesiyle birbirine kırdırılacaktı.
Bugün Ermenistan ile Azerbaycan arasında ihtilaf konusu olan Dağlık Karabağ, 1920’lerin başlarındaki nüfus sayımlarına göre halkının %90’ına yakınını Ermenilerin oluşturduğu bir bölgeydi. Bu gerçeklikten yola çıkılarak 13 Aralık 1922’de Bakü’de yapılan ilk Transkafkasya Sovyet Kongresi ile Transkafkasya Sosyalist Federatif Sovyetler Cumhuriyeti içinde özerk bir bölge olarak tanındı ve varlığını SSCB’nin çöküş dönemine kadar sürdürdü.
“SSCB’nin dağılma sürecine girmiş olduğu 1980’lerin sonlarında Dağlık Karabağ’ın yönetimini oluşturan Ulusal Konsey’in Ermeni vekilleri, bölgenin Ermenistan’a bağlanmasını talep ettiler ve bu talep hem Dağlık Karabağ’da hem de Ermenistan’da kitlesel destek gösterileriyle karşılandı. Buna karşılık Azerbaycan’da Bakü’nün kuzeyindeki Sumgayıt kentinde yaşayan Ermenilere yönelik bir pogrom girişimi gerçekleştirildi ve onlarca Ermeni hayatını kaybetti. Moskova bu milliyetçi hareketlenmeleri yatıştırma uğraşı içinde özerk bölgenin statüsünde bir değişikliği kabul etmedi ve iki ülke arasında bazı bölgelerde nüfus değiş-tokuşları yapıldı. Ancak kargaşa ve huzursuzluk devam etti ve sonunda Moskova 1989’un başında bölgenin yönetimini doğrudan kendi üstüne aldı. Ancak bu durum fazla süremedi ve yılın sonuna doğru Azerbaycan bölge üzerinde doğrudan egemenlik ilan etti. Bunun üzerine Moskova bölgeyi Azerbaycan’a devretmek zorunda kaldı. Ne var ki buna karşılık Karabağ Ulusal konseyi de Ermenistan ile birleştiklerini açıkladı.
“1991’e gelindiğinde Azerbaycan ve Ermenistan birer ay arayla SSCB’den ayrılıp bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bir ay sonra da Azerbaycan Dağlık Karabağ’ın özerk statüsünü iptal etti. Buna karşılık Dağlık Karabağ Meclisi özerklik referandumu kararı aldı ve referandumdan Azerbaycan’dan ayrılma kararı çıktı. Bundan günler sonra da SSCB dağıldı (31 Aralık 1991). Hızla ilerleyen süreçte bu kez Karabağ bağımsızlığını ilan etti, ama hiçbir ülke bu bağımsızlığı tanımadı. Bu noktaya kadar ara ara alevlenen çatışmalar biçiminde süren sorun, bu noktadan sonra tam bir savaşa dönüştü ve karşılıklı birçok katliamla halklar arasında derin husumet duyguları ekildi.”[1]
SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını yeni kazanmış iki devlet arasında katliamlar döngüsüne evrilen topyekûn savaşta her iki halktan yaklaşık 30 bin kişi öldü. Ermenilerin Azerbaycan’dan, Azerilerin de Ermenistan ve Karabağ çevresindeki bölgelerden çıkarılmasıyla 1 milyon insan yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kaldı. Emperyalist güçlerin de kaşımasıyla şiddetlenen ve çözüme kavuşamayan Dağlık Karabağ krizi, 1994’te sağlanan ateşkese rağmen iki ülke arasında yer yer tekrar eden husumet konusu olmaya devam ediyor. Gelinen noktada yüzlerce insanın ölmeye devam ettiği, şehirlerin harap edildiği bölgede, burjuva devletler tüm ikiyüzlülükleriyle kirli oyunlarını oynamaya devam ediyorlar. Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Karabağ sorununa sözde barışçıl bir çözüm bulmalarını teşvik etmek için kurulan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na bağlı Minsk Grubu (Rusya, ABD, Fransa), iki devlet arasında ateşkes ihlallerini kınayıp yeniden ateşkes sağlanması yönündeki çağrılarını yineler gözüküyor. Ancak savaşın taraflarından olan bu devletlerin barış havarisi pozları kestiği bölge, yine aynı devletlerin üretip sattığı, birbirinden yeni teknolojilerle donatılmış silahların yarıştığı ve sergilendiği podyuma dönüştü. “Tek millet, iki devlet” demagojisiyle başından itibaren tavrını açıkça savaştan yana koyan ve her fırsatta savaşı kışkırtmaktan geri durmayan Türkiye ise Azerbaycan’a sattığı İHAsavar ve güdümlü füzeleriyle silah sanayiini şahlandırdı. Zengin enerji yatakları ve enerji hatları, bölgede sağlanacak hâkimiyetin Türkî cumhuriyetler üzerindeki hâkimiyete de kapı aralayacağı ve yeni fırsatlar doğuracağı ihtimalleri, TC egemenlerini savaş naraları atmaya itiyor.
Ekim Devrimi yol gösteriyor!
Bugün sıcak çatışmalar Dağlık Karabağ bölgesinde cereyan etse de bir bütün olarak Kafkasya bölgesi SSCB’nin çöküşünün hemen ardından esas olarak Rusya’nın arka bahçesi, nüfuz alanı olarak kaldıysa da diğer emperyalist güçlerin ve Türkiye’nin Rusya’ya karşı bölge üzerinde nüfuz mücadelesi alabildiğine kızıştı. Emperyalist güçlerin bölgedeki hâkimiyeti sağlamak üzere yaptığı çeşitli hamlelerin gölgesinde yürüyen savaş, Kafkasya’nın kaderini şekillendirdi. SSCB’nin dağılmasını takip eden süreçte Rusya, ABD ve diğer Batılı güçler arasında hız kazanan hâkimiyet yarışı, bölgedeki halkların ne istediğine bakılmaksızın kendi çıkarları temelinde alevlenip sönümlendi. Emperyalist güçler tarafından kışkırtılan mikro milliyetçilik, bölgedeki ulusal çeşitliliğin altına döşenen dinamite dönüşerek tarihsel düşmanlıklar beslenmeye devam etti.
Kafkas halkları, SSCB’nin dağılmasının ardından rahat nefes alacakları yanılgısına kapılırken, irili ufaklı ulusların özgürleşme talepleri bu kez kapitalist-emperyalist devletler tarafından istismar edilecekti. Çeçenistan ve Dağıstan’da süren ulusal mücadeleleri acımasızca bastıran Rusya, Kuzey Kafkasya’daki özerk cumhuriyetleri doğrudan merkezi otoritesinin denetimine soktu. Rusya ve Gürcistan arasında Abhazya ve Osetya toprakları üzerinden süren ihtilaflar Abhazların, Osetlerin, Gürcülerin ve bölgedeki diğer etnik kökenden halkların tarifsiz acılar yaşayacağı savaşa dönüştü. Abhazya ve Güney Osetya Gürcistan’dan ayrılıp bağımsızlıklarını ilan ederken, Kuzey Osetya Özerk Cumhuriyeti Rusya’ya bağlı olarak varlığını sürdürüyor.
Birçok halkın iç içe yaşadığı, kültürel ve sosyal olarak birbirinden ayrılması zor ulusal çeşitlilikteki Kafkaslar’ın yarası kapitalizm altında da tüm şiddetiyle kanamaya devam etti. Egemenlerin birbirlerinin nüfuzunu kırmak üzere giriştikleri tüm kirli oyunlar bölge halklarına daha fazla yoksulluk, düşmanlık, savaş ve ölüm getirdi. Oysa Çarlık Rusya’sının diğer halkları gibi Kafkas halkları da Ekim Devrimiyle birlikte kardeşleşmiş, devrim onlar için bir umut haline gelmişti. Bolşevikler, devrim öncesinde ısrarla savundukları ilkeli tutumlarını devrim sonrasında da sürdürerek ezilen uluslara ayrılma hakkını derhal tanıdılar. Ulus devletlerin şekillenmediği, kapitalizmin gelişmediği, daha büyük ve daha homojen halk gruplarının söz konusu olmadığı, yaşadıkları bölgelerin net sınırlara ayrılamadığı, iç içe geçen halklardan oluşan Kafkaslar’daki ulusal sorun, çözülmesi daha karmaşık olan bir sorundu. “Nihayetinde, 13 Aralık 1922’de Bakû’de yapılan ilk Transkafkasya sovyet kongresinde, Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri birleşerek, başkenti Tiflis olan Transkafkasya Sosyalist Federatif Sovyetler Cumhuriyetini ilan ettiler. Toplam nüfusu yaklaşık 6 milyon olan bu federatif cumhuriyet içinde, Güney Osetya ve Dağlık Karabağ özerk bölgeler, Nahçıvan, Abhazya ve Acaristan ise özerk cumhuriyetler olarak varlık sürdüreceklerdi. Bu cumhuriyet, Aralık ayı sonunda Rusya Sosyalist Federatif Sovyetler Cumhuriyeti’nin (RSFSC) sovyet cumhuriyetleri birliğine dönüştürülmesiyle oluşturulan yeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin de (SSCB) dört kurucu cumhuriyetinden birisi olacaktı. Böylece, aynı dönemde kuzeyde kurulan çok sayıda özerk Kafkas Sovyet cumhuriyetine paralel olarak güneyde kurulan bu federatif Sovyet cumhuriyetiyle, «Diller Dağı»nın acılı halkları, gerçek kardeşliğe giden yolda önemli bir adım atmış oluyorlardı.”[2]
Kendilerine eziyet çektiren, kıyan, biçen, sürgünlere yollayan despot Çarlık artık yoktu. Zamanın tüm dezavantajlarına ve ekonomik problemlere rağmen Kafkas halkları ilk kez Ekim Devrimiyle birlikte kendi kaderlerini tayin hakkına kavuştular. Ancak bürokratik karşı-devrimle birlikte Ekim Devriminin kazanımları ulusal sorun alanında da tasfiye edilmiş, Sovyet anayasasını uygulamayan Stalinist bürokrasi Rus şovenizmini hortlatmıştı.
Tüm dünya halkları için barışı ve özgürlüğü ifade eden Ekim Devriminin yeşerttiği halkların kardeşliği, önce karşı-devrimin ayakları altında ezildi, sonra da kapitalist-emperyalist güçlerin yürüttüğü propaganda savaşlarıyla hatırası halkların hafızalardan silinmeye çalışıldı. Ancak tarihin her dönemecinde savaşın açtığı yaralarla acıları daha da çoğalan halkların barışa olan özlemi hiç dinmedi. Kapitalizm altında ne Kafkasya’nın ne Ortadoğu’nun ne Asya’nın yaraları sarılacak. Birbirleriyle gerçekte sorunları olmayan halklar, kapitalizm yıkıldığında gerçek özgürlüğe ve barışa kavuşacak. Suyun yolunu Ekim Devrimi açtı. Ve ancak Ekim Devriminden çıkartılacak derslerle kavgaya atılan dünya proletaryası sonsuz acılar çağına son verecek. “Dünyanın benzer bölgelerinde olduğu gibi Kafkas işçi ve emekçilerinin önünde de tek bir kurtuluş seçeneği bulunuyor. Bu seçenek, gönüllü birlik temelinde inşa edilecek bir işçi-emekçi sovyetleri federasyonudur. Proletaryanın ve üretici güçlerin 1920’li yıllara göre kat kat gelişmiş olduğu söz konusu coğrafyada bugün inşa edilecek böylesi bir sovyetik birliğin, geçmişteki Transkafkasya Sosyalist Federatif Sovyetler Cumhuriyetiyle kıyaslanamayacak üstünlüklerle donatılmış olacağı çok açıktır. Geçmişin olumlu ve olumsuz deneyimlerden çıkarılan doğru dersler ise devrimci proletaryanın en büyük yardımcısı olacaktır.”[3]
[1] Ezgi Şanlı, Azerbaycan-Ermenistan: Güney Kafkasya’da Sular Durulmuyor, marksist.com
[2] Ayrıntılı okuma için bkz. İlkay Meriç, Diller Dağından Emperyalist Paylaşım Alanına, Kasım 2008, marksist.com
[3] İlkay Meriç, Diller Dağından Emperyalist Paylaşım Alanına
link: Suna Akaltan, Kafkasya: Masallar Diyarından Savaş Arenasına, 4 Kasım 2020, https://fa.marksist.net/node/7108
Rejimin Sorunları Büyüyor
Diziler, Menkıbeler ve Gerçekler