Anayasa referandumunun 'özgürlüğe ve demokrasiye' giden yolda önemli bir adım olarak kutsandığı Irak'ta, 'hür' parlamenter seçimlerin yapılacağı 15 Aralık tarihi beklenirken, savaş cehennemi tüm Ortadoğu'yu kapsayacak şekilde genişliyor. ABD'nin hegemonyasını korumak ve pekiştirmek amacıyla Afganistan'da başlattığı ve ardından Irak'la beraber Ortadoğu'ya taşıdığı emperyalist savaş, sönümlenmek bir yana giderek daha da derinleşip yayılma eğilimi taşıyor. Irak'ı, 300 binden fazla insanın katledildiği Balkanlar'a dönüştürme yolunda istikrarlı bir şekilde yol alanlar, şimdi de Suriye'yi topun ağzına yerleştirdiler. Büyük lokma İran ise sıradaki yerini beklemeye devam ediyor.
2003 Martında Bağdat'ın bombalarla yerle bir edilmesinin üzerinden 2,5 yılı aşkın bir süre geçti. Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında uygulamaya koyduğu emperyalist paylaşım planı bu süre zarfında ilmek ilmek dokundu ve bugünlere gelindi. Demokrasi ve özgürlüğü Kuzey Afrika'dan Güney Asya'ya kadar olan geniş coğrafyaya taşıma iddiasıyla ortaya çıkan ABD, tüm dünyayı adım adım bir kan ve barut fıçısı haline getirmiştir.
Yürüyen emperyalist paylaşım savaşının odağında ise hiç kuşkusuz Ortadoğu yer almakta. Irak her geçen gün daha fazla kana bulanıyor. İşgal güçlerinin ve işbirlikçi hükümetin el ele yürüttükleri işkence ve katliamlar, patlayan bombalar, her gün onlarca insanı canından ediyor ve onlarcasını sakat bırakıyor. Gazze'nin boşaltılmasını bir lütuf olarak aksettiren ve Yahudi yerleşimcilerin günler süren direnişini iç parçalayıcı bir trajedi gibi pazarlayıp tüm dünyaya naklen izlettiren Siyonist İsrail yönetimi, Filistinlilere saldırılarını sürdürüyor. ABD'nin saygın müttefiki olan Suudi Arabistan gibi Arap ülkelerinin baskıcı şeriat yönetimlerinde ancak göstermelik değişimler yaşanıyor. Mısır'da yapılan göstermelik seçimlerde kendini onaylattıran Mübarek diktatörlüğü, eski rejimi korumaya devam ediyor. Ve bu arada TC, birkaç yıldır geçici bir yumuşama evresine giren kirli savaşı yeniden alevlendiriyor. Kısacası, emperyalistlerin Birinci Dünya Savaşıyla birlikte bölüp parçaladıkları ve daha sonra da kirli ellerini üzerinden hiç eksik etmedikleri Ortadoğu'nun bugünkü manzarasının özgürlükle, demokrasiyle, barışla en ufak bir ilişkisi bulunmamaktadır.
Derinleştirilmiş vahşet projesi!
300 bin insanın evlerini terk etmek zorunda kaldığı ve 2 binden fazlasının ABD askerleri tarafından hunharca öldürüldüğü Felluce katliamının yıldönümünde, İtalyan RAI televizyonunda yayınlanan bir belgesel, emperyalizmin vahşetinin sınır tanımazlığını bir kez daha çarpıcı biçimde ortaya koydu. Felluce'de yapılan katliamın ve sivillere karşı kullanılan kimyasal silahların bu belgeselde teşhir edilmesinin ardından ABD nihayet fosfor bombası kullandığını itiraf etmek zorunda kaldı. Ama yalnızca 'teröristlere karşı' kullanıldığını iddia ederek! Oysa yapılan video çekimleri ve resimler, çocuk, kadın, yaşlı demeksizin katledilen sivillerin görüntüleriyle dolu.
Bilindiği gibi, Irak'a saldırmadan önce ABD'nin en temel argümanlarından birisi Saddam'ın kimyasal silah bulundurması ve bunu Halepçe örneğinde de görüldüğü gibi sivil halka karşı kullanmasıydı. ABD'ye göre Saddam rejimi tüm Ortadoğu için büyük bir tehdit oluşturuyordu ve Irak'ın Saddam'dan arındırılıp 'demokrasi ve özgürlük' diyarı haline getirilmesi gerekiyordu. Böylece Ortadoğu halkları huzura kavuşturulacaktı! Savaşın ilerlediği her geçen gün, ABD öncülüğündeki emperyalist işgal güçlerinin özgürlük ve demokrasiden ne anladıkları kitleler nezdinde daha net ortaya çıkıyor.
Tam da Felluce'deki katliamın burjuva medyaya taşındığı günlerde, ABD askerlerinin haberdar olmadıklarını iddia ettikleri bir işkence merkezinin bulunmasıyla, özgürlük ve demokrasi oyununun bir ileri sahnesine sıçradık. 173 Sünni mahkûmun aylarca aç bırakılıp ağır işkencelerden geçirildiği bu merkezde yapılanlar, 'masum' ABD askerleri tarafından, hiç beklenmedik, duyulmadık ve görülmedik olaylarmış gibi yansıtılıyor (Ebu Garip'te yaşananlar bu durumda hayal ürünü olsa gerek!). Oysa çok açık ki, ne emperyalist işgal güçleri ve ne de işbirlikçi yönetim, tüm muhalif unsurlara ve bu arada elbette eski Baasçılara yönelik imha ve işkence uygulamalarında sınır tanımamaktadır.
Bu pervasızlık sadece Irak'la da sınırlı değildir. ABD'nin, aralarında Türkiye, İspanya, Portekiz, Almanya, Finlandiya ve Hollanda'nın da bulunduğu en az 20 ülkenin havaalanlarını kullanarak, çeşitli ülkelerden kaçırdığı sözde suçluları CIA uçaklarıyla Avrupa'nın ve dünyanın pek çok bölgesindeki gizli işkencehanelere taşıdığı artık gizlenemez hale gelmiştir. ABD'nin, tüm dünyayı, havada-karada bir işkence merkezi haline getirmesi, emperyalist savaşın önümüzdeki dönemde nasıl bir vahşete dönüşeceğinin sadece bir dışavurumudur.
Irak'ta iç savaşa doğru
Irak, emperyalistlerin sözünü ettiği istikrar, demokrasi ve özgürlük vaatlerinin aksine, bugün korkunç bir iç savaşın eşiğine getirilmiş bulunuyor. Yönetimden büyük oranda dışlanan Sünnilerin yeni Anayasayla petrol gelirlerinden mahrum kalma olasılıkları, aynı zamanda eski ayrıcalıklı konumlarını da yitirmiş olan Sünni egemenleri şii egemenlerle karşı karşıya getiriyor. Sünni egemenlerin çıkarları doğrultusunda emperyalist işgal güçlerine karşı direnen eski Baasçıların başını çektiği Sünni gruplar, silahlarını şii halka çevirmekten çekinmiyorlar.
Irak'ta referandum sürecinden bu yana sayısı ve şiddeti gözle görülür şekilde artan patlamalarda her gün onlarca sivil insan yaşamını yitiriyor. Daha önce ağırlıklı olarak askeri hedeflere ve hükümet güçlerine yönelen saldırılar, son birkaç aydır giderek artan biçimde şii sivilleri de hedef almaya başladı. Irak'ta işgal güçlerinin verdiği kayıplar, bombalamalarda ölen Iraklı sivillerin yanında ihmal edilecek kadar düşük sayılarda kalmaktadır.
Savaş başlamadan önce Irak petrollerini emperyalist tekellerin emrine sunmayı ve Ortadoğu'yu kendi çıkarları temelinde yeniden yapılandırmayı planlamış olan ABD, Irak'taki icraatıyla halklar arasında bir iç savaş ve boğazlaşmanın zeminini döşemiş bulunmaktadır.
Kürdistan tehlikeden muaf mı?
Yıllardır 36. paralelin kuzeyinde fiilen özerk bir konum kazanmış olan Güney Kürdistan, yürüyen savaştan kazanımla çıkan tek bölge olarak görünüyor. Her ne kadar Irak'tan ayrılma ve bağımsız bir devlet kurma pozisyonu bugün için çok sivriltilerek dillendirilmese de, Kürt liderler asıl hedeflerinin bu olduğunu ve birkaç yıl sonra bunun eninde sonunda gündeme geleceğini ifade ediyorlar.
Ne var ki, görece daha istikrarlı ve gelecek umudu olan bir bölge olarak görülen Güney Kürdistan'ın bile yarınki Irak ve Ortadoğu atmosferinde kendini nasıl bir durumda bulacağı son derece meçhuldür. Dört parçaya bölünmüş bir sömürge konumunda olan Kürdistan'ın, en azından Irak sınırları dahilindeki Güney bölümünde siyasal bağımsızlığına kavuşma doğrultusunda ciddi bir olanak yakaladığı ne kadar açıksa, bu olanağın yine emperyalist oyunlarla berhava olma olasılığı da bir o kadar geçerlidir. Dolayısıyla, Kürtlerin, gerek muhtemel iç savaş tehlikesinden gerekse Ortadoğu'yu bekleyen daha şiddetli bir savaş atmosferinden kendilerini uzak tutmaları ve bunun dışında kalmaları olanaksızdır.
Ortadoğu'da yürüyen hegemonya savaşının ne şekilde ve hangi şiddette devam edeceği kuşkusuz emperyalistler arası güç dengelerinin de belirleyici bir öneme sahip olduğu pek çok faktöre bağlı. Ne var ki, başta İran ve Suriye gibi devletlerin de savaş cehenneminin içine çekilmesiyle yaratılacak atmosferde Irak'ın muhtemel federatif bileşenlerini oluşturacak halkların kanlı bir oyuna çekilme ihtimalleri oldukça yüksektir. Buna dur diyebilecek tek sınıfın, işçi sınıfının mevcut örgütsüzlük ve dağınıklık tablosu ise durumu daha da vahim kılıyor.
Suriye topun ağzında
Geçtiğimiz şubat ayında gerçekleştirilen Hariri suikastıyla bulunmaz bir fırsat yakalayan (ya da yaratan!) ABD, Suriye üzerindeki baskılarını giderek arttırıyor. Suikastta Suriye yönetiminin parmağı olup olmadığını araştırmak üzere Birleşmiş Milletler tarafından savcı Mehlis başkanlığında kurulan komisyon, ABD emperyalizminin isteği doğrultusunda Suriye'yi sanık sandalyesine oturtuyor. Her ne kadar bu komisyon, suçlamalarını yalancı tanıkların ifadesine dayandırdığı ortaya çıktığı için güvenilirliğini önemli ölçüde yitirdiyse de, bu durum Suriye'yi hedef tahtası olmaktan çıkartmıyor. Esad yönetiminin geçtiğimiz günlerde, suikastla suçlanan beş Suriyeli yetkilinin ülke dışında sorgulanmasına izin vereceğini açıklamasıyla tansiyon biraz düşmüşe benzese de, bunun ABD'yi planlarından vazgeçireceğini sanmak fazlasıyla saflık olur. Aksine Irak'taki duruma nazaran, değişik emperyalist güçler arasındaki konumlanışlar açısından bugün ABD için daha elverişli bir durum söz konusu.
Kuşkusuz Suriye'ye müdahalenin ne tür araçlarla sürdürüleceği bugün için belirgin değildir. Ama gerçek olan bir şey var ki, Esad yönetimi şu ya da bu şekilde köşeye sıkıştırılmıştır ve Suriye ABD'nin istekleri doğrultusunda hizaya getirilmeye çalışılmaktadır.
Suriye'deki yönetimin değişmesi ve bu ülkenin kapalı bir ekonomi olmaktan çıkıp kapitalist dünya ekonomisine tam entegre olması, BOP çerçevesinde ABD açısından son derece önemli görünüyor. Ancak Suriye'yi hedef tahtasına oturtan daha dolaysız, daha özgül nedenler bulunuyor. Suriye bugüne kadar ABD emperyalizminin nüfuz alanının dışında kalmasının yanı sıra Ortadoğu'daki çıkar çatışmalarında her daim ABD'nin karşıt saflarında yer almıştır. Bu bakımdan Suriye'nin bir ayakbağı olmaktan çıkarılıp ABD nüfuzuna sokulması BOP çerçevesindeki planlar açısından zorunlu görünüyor. Böyle bir adım aynı zamanda ABD'nin diğer emperyalist güçlerle arasındaki hegemonya kapışmasında onlar aleyhine bir mevzi kazanması anlamına geliyor. Bir petrol ülkesi olmayan Suriye'nin de hedef tahtasına oturtulmuş olması, yürüyen savaşın basitçe bir petrol savaşından ibaret olmadığını gösteriyor.
Suriye emperyalist hegemonya savaşının Irak'tan sonraki en olası alanı olarak görünse de son basamak olmayacaktır. Sıradaki en güçlü aday İran gibi görünmektedir. Ve böyle bir atmosferde, Türkiye de dahil hiçbir ülkenin kendini bu kanlı savaşın dışında tutması mümkün olmayacak, alevler bütün bölgeyi saracaktır.
Filistin'de de sular durulmuyor
Emperyalist yol haritalarının çıkmaz sokakları işaret etmenin ötesine geçemediği Filistin'de, Gazze'den geri çekilişin ardından estirilen bahar havasının yerini dondurucu soğukların alması için birkaç hafta geçmesi yetmiş ve İsrail'in katliamları hız kazanarak artmaya devam etmişti. Bu arada Gazze'nin Yahudi yerleşimcilerden arındırılmasını, diğer bir Filistin bölgesi olan Batı şeria'daki Yahudi yerleşim yerlerinin %15 oranında arttırılması izledi. Keza Doğu Kudüs'te de benzer bir durum yaşanıyor.
Bütün bunlarla birlikte, İsrail'de son günlerde yaşanan politik altüstlük İsrail-Filistin sorununda yeni bir dönüm noktasına gelinebileceğinin ipuçlarını sunuyor. Geçtiğimiz haftalarda, mevcut koalisyonun ortağı olan İşçi Partisinin başına ülkenin en büyük sendika konfederasyonu Histadrut'un başkanı olan Peretz'in geçmesi ve partinin koalisyondan çekilmesi, İsrail'de parlamenter dengeleri altüst etmiş, şaron'un isteğiyle gündeme gelen oylama sonucunda Meclis kendini feshetmişti. Aynı dönemde pek de beklenmedik bir gelişme daha yaşandı ve şaron Likud Partisinden istifa ederek yeni bir parti kuracağını açıkladı. Bir süredir Likud içinde şaron'la aşırı-sağ kanat (tahayyül etmek zor olsa da şaron'dan daha sağcılar da var!) arasındaki sürtüşme gözlerden kaçmıyordu ve bu sorun kendini en çok Gazze'den çekilişte hissettirmişti. Nihayetinde, yaşanan gerilim Likud'un ikiye bölünmesiyle sonuçlandı.
Kuşkusuz bütün bu gelişmeleri Amerika'nın bölgeye ilişkin planlarından bağımsız olarak ele almak yanlış olur. ABD, Kuzey Afrika'dan Orta Asya'ya kadar uzanan ve merkezini de Ortadoğu'nun teşkil ettiği geniş alana yönelik planların uygulanmasında yeni bir aşamaya geçişe hazırlanırken, Türkiye, Mısır, İsrail gibi müttefiklerini de pürüzlerinden arındırmak istemektedir. Türkiye ile ilişkilerin yeniden sıcaklaştırılması, PKK konusunda verilen sözler, AB konusundaki destek, bir yönüyle bu sadık müttefikin ileride mız çıkarmaması için alınan önlemlerdir. Türkiye'ye akmaya başlayan Arap ve Yahudi sermayesi de mevcut plandan bağımsız olarak ele alınamaz. Keza bir diğer müttefik ülke olan Mısır'da yıllar sonra ilk kez seçimlerin yapılması da ABD planları doğrultusunda attırılmış bir adımdır. İsrail ise ABD'ye sadakat konusunda en ufak bir şüpheye yer bırakmazken, Filistin sorununda takındığı tutum nedeniyle BOP'un sorunsuz bir şekilde uygulamaya geçirilmesinin önünde engel oluşturma potansiyeli taşımaktadır. Bu bağlamda Rice'ın İsrail'e yaptığı son ziyaret, bu engelden bir an önce kurtulmak için İsrail'in gerekenleri yapması konusunda uyarılar içeriyordu.
İsrail ve Filistin'de iki ayrı devleti savunan Peretz İşçi Partisinin başına geçer geçmez, iki ayrı devlet, Batı şeria'dan tamamen çekilme ve sosyal adalet sözleri verdi. Aynı şekilde Likud'dan ayrılan şaron da, önümüzdeki dönemde ilk işinin Filistin sorununu çözmek olduğunu deklare etti. Filistin sorununda esas olarak ABD'nin baskılarıyla yeni bir dönemeç noktasına gelinmiş gibi görünüyor. Fakat bundan önceki sayısız 'çıkmaz yol' haritaları, emperyalizme ve onun planlarına asla güvenilmemesi gerektiği gerçeğini yeterince kanıtlıyor.
* * *
Bugün bir yandan İngiltere'nin 2006 sonunda Irak'tan çekilebileceği söylentileri, öte yandan gerek Irak gerekse ABD içinden yükselen çekilme takvimini belirleme talebi, Irak'ta seçimlerden sonra işlerin yolunda gideceği izlenimini yaratıyor. Oysa mevcut çelişkiler ne seçimlerden sonra bir istikrar ortamının oluşmasını mümkün kılmaktadır, ne de ABD emperyalizminin Irak'tan bütünüyle çekilmesi söz konusudur. Çünkü çok açıktır ki, Irak ABD'nin planlarının sadece bir başlangıç noktasıdır.
Bugünlerde üst üste patlak veren skandallarla Bush'un kamuoyu desteği %30'lara kadar düşmüş olsa bile, Demokratların çeşitli vesilelerle aldıkları tutumlardan çok açık ortadadır ki, bölgeye dair planları henüz tamamlanmamış olan Amerikan tekelci sermayesi yaşananların derin bir politik krize dönüşmesini istemiyor ve Cumhuriyetçilerin suyunun yeterince ısındığını düşünmüyor. Bush ve ekibinin sermaye için yapacakları işler henüz tamamlanmış değil. Dolayısıyla 'temiz süpürge' kampanyasıyla iktidara oturtulacak Demokratların nöbeti devralmalarına daha zaman var.
Her ne kadar Amerikan halkının Bush'a karşı tepkisi artıyor, savaş karşıtı gösterilere katılımda yükselişler yaşanıyor, asker anneleri pek çok protesto gösterisinde bulunarak Irak'tan çekilme yönündeki talebi güçlendiriyor olsa da, bir şey çok açık ki, gerek ABD işçi sınıfının, gerekse Ortadoğu işçi sınıfının mevcut örgütsüzlük düzeyi, Ortadoğu'nun başta ABD ve İngiltere olmak üzere emperyalizm için bir Vietnam bataklığına dönüştürülmesinin önündeki en büyük engeldir. 'Bölgede emperyalizme karşı gerçek bir mücadeleden söz edilecekse, bu esas olarak işçi sınıfının sorunudur ve Ortadoğu'ya barış da, demokrasi de işçi sınıfının mücadelesiyle gelecektir.'[1]
Bu gerçek dikkate alınmaksızın ve mevcut örgütsüzlük tablosunu tersine çevirmek başta komünistler olmak üzere dünya işçi sınıfının birinci gündem maddesi haline getirilmeksizin, emperyalizmin içinde boğulacağı bir bataklığın kendiliğinden oluşmasını beklemek, hatta bunu Sünni egemenlerin kuyruğuna takılmış dar ölçekli bir burjuva direniş hareketinden beklemek, Ortadoğu coğrafyasından başlayarak tüm dünyanın işçi ve emekçi sınıflar için bir bataklık olmaya devam etmesine göz yummak demektir.
Daha önce de sayısız defa tekrar ettiğimiz gibi, 'Emperyalist kapitalist sistem onu hafife alarak ya da liberal solun kuyruğuna takılıp gönül eğlendirerek zayıflatılamaz. Ortadoğu'da olsun ya da diğer bölgelerde olsun, ABD emperyalizminin ve diğer emperyalist güçlerin yayılmacı emellerini bozguna uğratabilecek yegâne güç, işçi sınıfı öncülüğündeki örgütlü devrimci mücadeledir. Ortadoğu'yu ABD emperyalizmi için gerçekten bataklığa dönüştürebilmenin başka bir yolu bulunmuyor.'[2]
[1] Elif Çağlı, İstanbul'daki Saldırıların Ardında Yatan Gerçekler, 29 Kasım 2003, www.marksist.com
[2] Elif Çağlı, age
link: İlkay Meriç, Ortadoğu: 'Özgürlük ve Demokrasi' Diyarı!, 15 Aralık 2005, https://fa.marksist.net/node/7191
Bütçe: Devletin Burjuva Karakterinin Bir Yansıması
Bizleri Bizden Başkası Kurtaramaz