Dünya Ticaret Örgütü’nün Temmuz ayında İsviçre’nin Cenevre kentinde gerçekleştirdiği serbest ticaret görüşmeleri anlaşmazlıkla sonuçlandı. DTÖ zirvesinin sonuçsuz kalmasının üç temel nedeni var: tarımda uygulanan sübvansiyonlar, ithalat sınırlamaları üzerindeki anlaşmazlıklar ve yoksul ülkelerin anlaşmanın getireceği yükümlülüklerden muaf tutulmak istenmeleri. Üzerinde anlaşılamayan en önemli gündem maddesi de son dönemde emperyalistlerin kârlı bir alan olarak iştahını kabartan tarım sektörünün yeniden yapılandırılması oldu. Rekor kıran petrol fiyatları, küresel finans sektöründeki daralma, gelişmiş ülke ekonomilerindeki yavaşlama ve gıda fiyatlarındaki artışla karakterize olan kriz koşullarında çıkarları ayrışan kapitalistlerin ticaret politikalarında anlaşma sağlaması da mümkün olamadı. Diğer taraftan anlaşma sağlansa da sağlanmasa da emperyalist tekellerin çıkarlarını güden bu gibi kurumların, işçi ve emekçi sınıfların sömürüsünü artırmaktan ve onları ölüme mahkûm etmekten başka bir işlevi yoktur.
Dünya Ticaret Örgütü, emperyalist devletlerin tüm dünyayı tepeden yöneten Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlarının ardından sistemin üçüncü sacayağını oluşturmak üzere 1995 yılında kuruldu. 152 devletin üye olduğu bu kuruluşun amacı yabancı yatırımcılara sözde eşit muamele yapmak, ülke kayırmamak, sermayenin serbest dolaşımını sağlamak ve gümrük bariyerlerine ortak tarife getirmektir. Ancak DTÖ esas olarak emperyalist sermayenin dünya coğrafyasındaki dolaşımının önündeki engelleri kaldırma, büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda gümrük bariyerleri dikme ve işçi ve emekçi sınıflara dönük saldırıları tüm dünyada ortaklaştırma işlevini üstlenmektedir. Uluslararası ticaretin kurallarını koyan DTÖ tarafsız bir kuruluş gibi görünse de, emperyalist tekellerin çıkarına hizmet eden, esasen tekellerin aldığı kararları uygulayan taraflı bir kurumdur. Böyle bir kurumun dev tekelleri içinde barındıran ABD ve AB gibi emperyalist devletlerle, onlarla boy ölçüşemeyecek geri kapitalist ülkeler arasında tarafsız kalması da düşünülemez.
DTÖ zirvesinde emperyalist ülkeler kurtlar sofrasındaki tarım pazarının bir santimetrekaresini dahi geri kapitalist ülkelere kaptırmayacaklarının sinyallerini verdi. Bunlar kendi ekonomileri için korumacı politikaları izlerken, geri ülkelere baskıcı neo-liberal politikaları dayatmaktan geri durmuyorlar. ABD ve AB başta olmak üzere emperyalist ülkeler geri kapitalist ülkelerin pazarlarını talan etmek için, özellikle sanayi ürünlerinin ithalatında uygulanan gümrük duvarlarını büyük ölçüde aşağı çekmelerini istiyorlar. Sıra kendilerine geldiğinde ise gümrük bariyerlerini indirme konusunda oldukça gönülsüz davranıyorlar. Bunun karşısında rekabet piyasasında kendilerine yer tutmaya çalışan daha geri kapitalist ülkeler de uluslararası pazarlarda tarım ürünlerini daha serbestçe satabilmeyi hedefliyorlar. Ancak amaçlarına ulaşabilmeleri için emperyalist ülkelerin kendi çiftçilerini koruma politikalarından vazgeçmeleri gerekiyor. Ama dünya emperyalizminin baş aktörü olan ABD, DTÖ zirvesinde, tarım alanındaki sübvansiyonları azaltmayacağını ve yalnızca yabancı pazarların Amerikan ürünlerine daha fazla açılmasını sağlayacak bir indirim anlaşmasını kabul edeceğini bildirdi. ABD’nin tarım sektöründeki üreticilerine desteği artıran yeni tarım yasası da, kendi pazarına yabancıları mümkün olduğunca sokmayacağının göstergesidir. Tarım politikasında en fazla korumacı davranan ülkelerden birisi olan Japonya da gümrük tarifeleri için bir tavan oranının belirlenmesine karşı çıkıyor. Emperyalistlerin tek amaçları geri ülkelerin tarım alanlarını kendileri için dikensiz gül bahçesine dönüştürmek iken, geri kapitalist ülkeler de kendi pazarlarını yaratmanın, pastadan ufak da olsa pay kapmanın telâşı içindeler.
Emperyalist tekellerle rekabet edemeyen yerli kapitalistler, bu durumun faturasını sömürüyü daha da ağırlaştırarak işçi sınıfına çıkartıyorlar. Örneğin muz ticareti konusunda Latin Amerikalı üreticilerle, ithalatta eski sömürgelerini tercih ederek avantaj sağlayan Avrupa Birliği ülkeleri arasında büyük bir çekişme yaşanıyor. Ekvador gibi ülkeler daha geniş bir tarım anlaşmasının kabul edilmesinden önce muz sorununun çözülmesini istiyorlar. Özellikle EDEKA, REWE ve METRO gibi Alman tekelleri, Costa Rica ve Ekvador gibi muz ithal ettikleri ülkelerde taban fiyatlarını düşürerek işçileri korkunç çalışma koşullarına mahkûm ediyor.
Bu ülkelerdeki muz ve ananas tarlalarında işçiler saati 75 sent karşılığında en az 12 saat çalışmak zorundalar. İşçilerin bir saatlik kazançları yarım kilo muz fiyatını dahi karşılamıyor. Yetişkin işçilerin sömürülmesi yetmezmiş gibi, tarlalarda çok düşük ücretlerle 30 bin çocuk işçi çalıştırılıyor. Üretimde son derece zehirli tarımsal ilaçlar kullanılması nedeniyle de işçilerin hayatları tehlike altında bulunuyor. Uçaklarla yapılan ilaçlamalar sırasında işçiler gökyüzünden yayılan bu zehrin altında alerji ve mide bulantısı içinde çalışmaya zorlanıyorlar. İşçilerin hiçbir hakkı bulunmazken, sendikalılaşmalarının önüne bin bir türlü engeller dikiliyor. Her gün yavaş yavaş ölüme terk edilen işçiler ve çiftçilerin öfkesi dinmek bilmiyor. 2003 yılında Güney Koreli köylü lideri Lee Kyang-hae, yoksul köylülerin DTÖ politikalarına duyduğu nefreti göstermek ve onların insanlık dışı uygulamalarını protesto etmek için DTÖ toplantısının yapıldığı Cancun zirvesinde “harakiri” yaparak kendi yaşamına son vermişti.
Tarım sektöründe süren bu kıran kırana rekabet ve emperyalist tekellerin kendi kurallarını dayatması koşullarında özellikle geri ülkelerde işsizlik ve yoksulluk oranları çok daha fazla tırmanışa geçecektir. Bu rekabet yine işçi sınıfını vuracaktır. Dünya üzerinde 4,5 milyar insan yoksulluk ve sefalet koşullarında yaşamak zorunda. 850 milyon insan her gün aç uyuyor. Daha da yükselecek gıda fiyatları açlıktan ölen milyonların üstüne yeni milyonları ekleyecektir. Bu da yetmezmiş gibi emperyalist tekeller açlığa çözüm olarak Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar çalışması adı altında dünyayı dev tekellerin laboratuarları haline getirmek istiyorlar. Tarımda ve hayvancılıkta kullanılmak üzere laboratuarlarda üretilen insan sağlığına zararlı tohumlar ve hormonlar, Monsanto, DuPont, Syngenta, Dow, Archer Daniels Midland ve Cargill önderliğindeki birkaç dev şirket tarafından piyasaya sürülüyor. Perde arkasından DTÖ’nün tarım politikalarını şekillendiren bu dev tekellerin kararlarıyla DTÖ geri ülkelere tohum değiştirme politikalarını dayatıyor.
ABD başkanı Bush, “Irak’ta, yeşerdiğinde bütün bölgeye yayılacak demokrasi tohumlarını ekmek için bulunuyoruz” derken aslında başka bir gerçeği dile getiriyordu. ABD işgalin hemen ardından Irak’taki çiftçilere tohum saklamayı yasaklarken, genetik müdahaleye uğramış, kısırlaştırılmış tohumların her yıl alınmasını mecburi kılmıştı. Bir yanda Irak halkını bombalarla katlederken diğer tarafta hayatta kalanları ve gelecek kuşakları ne olduğu belli olmayan tohumlarla zehirlemeye devam ediyorlar. Kapitalizmin sınırsız kâr amaçlı uygulamaları devam ettiği sürece bizler kapitalistlerin çıkar oyunlarında kurban olmaya devam edeceğiz. Elif Çağlı’nın Çürüyen Kapitalizm adlı yazısında belirttiği gibi, “21. yüzyıl, kapitalizmin yarattığı küresel felâketlerle adeta kapitalizmin kıyamet çağına dönüşmüş durumda. Kapitalizm kendi haline bırakılırsa modern insanlığın yeni bir yüzyılı olmayacak. Ya kapitalizm kendisiyle birlikte doğayı ve dünya üzerindeki insanları bir çöküşe sürükleyecek ya da işçi-emekçi kitleler onu yıkıp sınıfsız ve sömürüsüz bir geleceği kendi elleriyle yaratacaklar. Başka seçenek yok, zaman daralıyor!”
link: D. Y., DTÖ ve Emperyalist Tekellerin Tarım Kapışması, 4 Eylül 2008, https://fa.marksist.net/node/7228
Statükoculuk, Liberalizm ve Türk Tipi Burjuva Demokrasisi Üzerine Notlar /VII
Gazap Üzümlerinden Gazap Fındıklarına