Son zamanlarda artan ev fiyatlarıyla emekçiler için ev sahibi olmak büyük bir hayal halini aldı. Yükselen ev kiraları nedeniyle daha küçük evlerde yaşam yaygınlaştı. Bizim ülkemizde evler henüz o kadar küçülmedi ama Hong Kong, Çin, Hindistan ve Japonya’da “mikro ev” adı altında kafeslerde yaşayan yüz binlerce insan var. Çünkü aldıkları ücretlerle ancak bu kafeslerin kirasını karşılayabiliyorlar. Mikro evlerde yaşam Kanada’da, ABD’de ve Avrupa’da da giderek yaygınlaşıyor.
Hong Kong’ta bir mimar beton su borularından yapılan ev tasarlamış. Yoksulluğun, evsizliğin alabildiğine yaygın olduğu Hong Kong’ta bu evleri yaygınlaştırmayı hedefliyorlarmış. Mimar “inşa ettiğimiz normal evlere insanların bütçesi yetmiyor, artan nüfus nedeniyle mevcut konutlar yetmiyor” diyor. Ama esas sorun nüfusun artması değil, nüfusun belirli kentlere yığılması ve yoksulların mevcut konutlara ulaşamamasıdır. Kapitalist sistemde finans ve sanayi merkezleri, belirli şehirlerde toplanmış durumda ve insanlar iş bulabilmek için bu kentlere akın ediyorlar. Bugün dünyanın yarısından fazlası kentlerde yaşıyor. Kentlerde metrekare başına düşen insan sayısı çok fazla… Kiralar sürekli yükseliyor ve milyonlarca emekçi başını sokacak sağlıklı bir konut bulamıyor. Oysa kullanılmayan boş evlerin sayısı evsizlerin sayısından daha fazla… Bir tarafta pahalı olduğu için emekçilerin ulaşamadığı, kullanılmayan evler, diğer tarafta ev bile denemeyecek tabut gibi yerlerde diri diri mezara gömülmeyi “gönül rızasıyla” kabul eden yüz binlerce emekçi.
Tabut gibi evlerde yaşamak zorunda kalmanın hiçbir insani tarafı yok. Ama gelin görün ki bu insani olmayan durum bile idealize edilerek “minimalist yaşam” adı altında yutturulmaya çalışılıyor. Çeşitli haber videolarında mimarların tasarladığı “muhteşem minimal evler” görebilirsiniz. 20 metrekarede nasıl olup da “ferah bir yaşam alanı” oluşturmayı başardıklarına hayret ederek bu mimarları tebrik edebilirsiniz. Artık minimalist yaşamın, azla yetinmenin daha fazla revaçta olduğunu, böylece karbon ayak izimizi azaltarak doğaya da daha az zarar verdiğimizi söyleyen “bilgece” konuşmalar dinleyebilirsiniz. Yoksulluk nedeniyle küçültmek zorunda kaldıkları yaşamlarından memnun olmayan milyonları, kapitalist üretim tarzının sebep olduğu küresel ısınmayı, zengin ile yoksul arasındaki büyümeye devam eden muazzam uçurumu görmezden gelebilirseniz minimalist yaşam güzellemelerine ikna olabilirsiniz!
Gerçekte minimalist yaşam, ihtiyaç fazlası her şeyi hayatınızdan çıkararak gerçek ihtiyaçlarınıza ve ilgi alanlarınıza yer ve zaman açmak anlamına geliyor. Kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Bir ürün satın almadan önce “benim buna ihtiyacım var mı?” sorusunu sormak ve gereksiz tüketimden uzak durmak hiç de kötü bir şey değil. Toplumu oluşturan bireyler olarak tabii ki doğaya az zarar vermemiz gerekir, tabii ki şatafat ve lüks içinde yaşamanın, gereksiz eşyalar almanın bir anlamı yok. İyi ama zaten milyarlarca emekçinin bırakalım lüksleri olmasını, en temel ihtiyaçlarını karşılayacak durumu yok. Birileri “minimalist yaşam” güzellemeleri yaparken, onlar için 10-20 metrekarelik, penceresi bile olmayan, tamamen sağlıksız ve insan psikolojisini bozan yerlerde yaşamak bir tercih değil zorunluluk.
Birçok işçinin değil ihtiyacından fazlasını tüketmesi en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bizden her şeyimizi küçültmemizi bekleyenler ise malikânelerinde, lüks ve şatafat içinde yaşamlarına devam ediyorlar. Hatta dünyaya da sığamayıp uzaya bile gidecek kadar yaşam alanlarını genişletebiliyorlar. Söz konusu kendi hayatları olunca ne minimalizm kalıyor ortada ne de karbon ayak izini azaltma çabası.
Mesela pandemi nedeniyle sokağa çıkma yasaklarının olduğu günlerde, işçiler 70 metrekare evlerinde bütün aile bir taraftan nefes almaya çalışıp diğer taraftan ay sonunu nasıl getireceğini, kirayı nasıl ödeyeceğini kara kara düşünür olmuştu. Hacı Sabancı ise yalısında, arkasında boğaz manzarasıyla spor yaparken bir fotoğraf paylaşmıştı. Sabancı’nın zaten evinden bir fotoğraf paylaştığını anlamayan biri de sokağa çıkma yasağına uymadığını düşündüğü için kendisini eleştirmişti. Sabancı da “sakin ol şampiyon, evdeyim” diyerek aslında kapitalistler ve işçilerin hayatındaki uçurumu gözler önüne sermişti. Peki bir avuç kapitalist yalılarda yaşarken yoksulların zorunluluktan yaşadığı küçük evlere övgüler düzülmesinde, az ile yetinmenin meziyetlerinden söz edilmesinde bir sorun yok mu sizce?
Küçülen yaşamlarımız bizim sırtımızdan semirdikçe semirenlerin konfor alanlarını büyütüyor. Dünyada gelir adaletsizliği çok artmış ve zenginlik küçücük bir azınlığın elinde toplanmış durumda. İşçilerin bırakın ev sahibi olmayı, yükselen kiraları bile karşılamaları artık çok zor hale gelmiş durumda. Avrupa’da, Amerika’da artan kiralara karşı eylemler düzenlendi. Türkiye’de “barınamıyoruz” diyen öğrenciler günlerce sokaklarda kaldılar. Barınma sorunu işçilerin temel sorunlarından biridir ve bu sorunu birlikte hareket ederek çözmekten başka seçeneğimiz bulunmuyor.
link: İstanbul’dan bir işçi, “Minimalist Yaşam” Güzellemeleri ve Milyarların Hayatı, 7 Ocak 2022, https://fa.marksist.net/node/7546
Rejimin Azgınlaşan Sermaye Politikaları Geleceğimizi Tehdit Ediyor!