Kapitalizm insan, toplum ve doğa üzerinde muazzam tahribatlar yaratarak ayakta kalabiliyor. Varlığını sürdürebilmesi ancak insanlık için sürekli büyük sorunlar yaratma ve var olan sorunları derinleştirme pahasına mümkün olabiliyor. Giderek çürüyen bu sistem, çelişkileri alabildiğine keskinleştirmiş, kendi sonunu getirecek tüm koşulları nesnel olarak hazırlamış olmasına rağmen hâlâ sona ermemişse, bunun çok temel bir sebebi var. O da, kapitalizme öldürücü darbeyi indirip toplumsal kurtuluşun yolunu açacak işçi devrimlerine öncülük edecek bir devrimci önderliğin, yani işçi sınıfının devrimci bilincinde ve örgütlülüğündeki yüksek düzeyi ifade eden öznel faktörün tarih sahnesindeki yerini henüz yeterince güçlü biçimde almamış olmasıdır.
Öznel faktörle ilgili bu durumun temel nedenlerinden birisi düzene karşı mücadele iddiasında olanların çoğunun ideolojik politik netliğe sahip olmamasıdır. Kitlelere, burjuva ideolojisinin tüm gücüyle, onların burjuva düzenin etkisinde kalmasını sağlayacak yalanları boca eden burjuvazi, aynı zamanda kendisine muhalif kesimler içinde de dağınıklık yaratmaya çabalamaktadır. Burjuvazi emekçi sınıflardan kendisine yönelecek mücadele dinamiklerini baltalamak için o cephenin içinde ideolojik bulanıklıklara yol açacak etkileri oluşturmakta, kuvvetlendirmekte ve sosyalist ve işçi hareketlerine sirayet ettirmek için çaba sarf etmektedir. Özellikle akademi, etkili medya organları gibi prestijli olarak kabul ettirdiği alanlardan, bozguncu etkileri sol, sosyalist ve sendikal örgütlenmelere zerk etmektedir. Bunların işçi hareketine taşınmasının temas noktalarını sosyalist görünümlü, söylemli ya da kafası bulanık etkili kişiler ya da örgütlenmeler üzerinden sağlamaktadır.
Yani burjuva ideolojisinin etkilerine alabildiğine açık, sosyalist hareket içinde etkili hale gelmiş, getirilmiş örgütlenmeler ve kişilerin sınıf perspektifinden uzak yaklaşımları yeniden ve yeniden üretmesi, yayması bu dağınıklığın kaynaklarından birisidir. Böyle kişiler ve sol, sosyalist söyleme yakın yerden konuşan örgütlenmeler aracılığıyla bu fikirler bugün sola ne yazık ki hiçbir süzgeçten geçmeden nüfuz edebilmektedir. Yaygınlaşma olanağı elde eden bu politik yaklaşımlar sayesinde, sisteme karşı oluşan tepkiler de yönlendirilerek, oluşabilecek sınıf temelli potansiyel tehlikeler burjuvazi tarafından bir ölçüde kontrol altına alınmaktadır.
Sınıf temelinde yükselen bir mücadele hattının inşa edilmesine yanaşmayan, bu önemli meselede kitleler için ideolojik netliği bozacak biçimde parazit düşüncelerin yayılmasına kaynaklık eden bu yaklaşımların yaygınlığı ciddiye alınması gereken bir sorundur. Çünkü ideolojik bulanıklığa katkı sunan görüşleri sürekli yeniden üreten bu anlayışlar kapitalizme karşı mücadelede dağınıklığa ve enerjinin boşa harcanmasına neden olmaktadır. Bunun yanı sıra özellikle kapitalist sistem karşıtı mücadeleye katılmaya başlayan gençler, karşılaştıkları meselelerle ilgili düşünmeye, kafa yormaya başladıklarında ilk elde çoğunlukla bu türden yanlış yaklaşımlarla karşılaşmakta, bu düşünceleri işitmekte ve bunları doğru kabul ederek yanlış temeller üzerinden dünya görüşlerini oluşturmaktadır. Haliyle bu durum da sınıf temelli bir mücadeleyi besleyebilecek kanalların tıkanması anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla Marksizmin kapitalizmin yarattığı gerçek sorunlara karşı ortaya koyduğu devrimci teorisinin sağlamlığına, çok önemli tarihsel olaylar karşısında bu teorinin sayısız kez sınanmışlığına dayanarak ideolojik bulanıklığa yol açan bu türden yaklaşımlara karşı durmak gereklidir ve bu bir mücadele konusudur.
Saito’dan Löwy’ye, Löwy’den sosyalizme bulaşan fikirler
Sözünü ettiğimiz türden düşünceleri ortaya koyanlar, genelde, kapitalizmin yapısal olarak üretmekten kaçınamadığı ekolojik kriz gibi sorunları, sınıfsal temelleri ile bağlarını silikleştirerek ele alırlar. Marx’ın kapitalist üretim ilişkileri işçi iktidarı altındaki devrimci bir geçiş süreci ile aşılmaya başlamadan çevre ve benzeri sorunlar gerçekten çözülmeye başlayamaz anlayışını bir kenara bırakıp bu ve benzeri sorunların müstakil mücadelelerini öne alan politikalar önerirler. Sorunların kaynağı olarak ister istemez kapitalist sistemin çeşitli sıkıntılı yönlerini işaret etseler de sisteme karşı topyekûn mücadeleyi bir siyasi hat olarak benimsemezler. Yani Marksizmin bütünsel sistem karşıtı bakışını paramparça eden bir yaklaşımla sorunları ele alan siyasi değerlendirmelerle karşımıza çıkarlar. Örneğin Saito gibiler zaten açıkça devrim fikrini savunmadıklarını söylüyorlar. Diğerleri ise muğlak “radikal dönüşüm”, “büyük değişim” vb. kavramlarla aslında devrim fikrini gündemden düşürdükleri gibi, işçi sınıfının devrimci rol ve potansiyelini de reddediyor, “toplumsal dönüşüm”ün “yeni toplumsal hareketler” öncülüğünde gerçekleşeceğini söylüyorlar. Ekolojik krize karşı mücadelenin ertelenemez olduğu gibi haklı bir tespitle başlayan satırlar, sistem içinde bugünden sağlanacak kazanımlara, bu kazanımlar için yerel örgütlenmeler ve mücadelelere, kooperatiflere vb. vurgu yaparak sosyalist toplumun gerekliliği fikrini silikleştiriyor, belirsizleştiriyor.
Buna bir örnek vermek için yakın zamanda Türkçe çevirisi artıgerçek internet sitesinde yayımlanan Michael Löwy’nin “Ekososyalist Küçülme Üzerine Dokuz Tez”[1] başlıklı yazısındaki kimi noktalara değinmek ne kast ettiğimizi daha iyi anlatacaktır. Uluslararası sosyalist hareketin tanınan bir siması olan Löwy, bu yazısında daha tezlerini ortaya koymaya başlarken “Ekolojik kriz hâlihazırda yirmi birinci yüzyılın en önemli (vurgu bizim) sosyal ve siyasi sorunudur ve önümüzdeki aylarda ve yıllarda daha da önemli hale gelecektir” demektedir. Öyle midir gerçekten?
Ekolojik kriz önemli bir sorundur elbette. Ama bu sorunu “en önemli sorun”, “temel sorun” olarak ortaya koymak doğru mudur? Ne anlama gelir? Günümüzde kapitalizmin yarattığı hangi sorunu ele alırsak alalım insanlığın ve/veya bir bütün olarak gezegenin geleceğini çok ciddi biçimde tehdit ettiğini söyleyemez miyiz zaten? Böylesi önemli tehditlere sebep olması, bir sorunu en önemli kategorisine yükseltmeyi mi gerektirir? Marx bu tipten herhangi bir sorunu mu yoksa kapitalist üretim biçiminin kendisini mi en önemli sorun, başka her türden sorunun kaynağı olan temel sorun olarak ortaya koymuştur?
Ekolojik krizi en önemli sorun kategorisine yükseltmek basit bir yanlış ya da önemli bir soruna dikkat çekme çabası olarak değerlendirilmemelidir. Nitekim tezlerin devamında buradan hareketle sınıf mücadelesinin öneminin nasıl silikleştirildiğini göreceğiz. Löwy tezlerini anlatmaya devam ederken sorunun kaynağının kapitalizm olduğunu belirterek, “yeşil kapitalizm” diye adlandırılan güya çevre sorunlarına karşı duyarlı yaklaşımların da sorunu çözemeyeceğinden bahsediyor. Zaten yazar bu tip doğru tespitleri dillendirmese, ne sosyalistler tarafından ciddiye alınır ne de savunduğu reformist görüşleri Marksizmle bulaşık hale getirebilir. O nedenle yazılanların içindeki doğru saptamalara aldanmadan yazının bütününün okuyucuyu götürmeye çalıştığı siyasete bakmak daha doğrudur.
Löwy söz konusu tezlerinde bu noktalara genel olarak doğru ifadelerle değindikten sonra, sosyalist harekete bulaştırmak istediği “küçülme” düşüncesini övmeye başlıyor ve “Son birkaç on yılda ortaya çıkan küçülme (degrowth) düşüncesi ve hareketi, sınırlı bir gezegende sınırsız bir «büyüme» mitine karşı çıkarak radikal bir ekolojiye büyük katkıda bulunmuştur”diyor. Kendisinin de taraftarı olduğu ekososyalizmin ve küçülme düşüncesinin giderek daha fazla bir araya gelmesinden, her iki tarafın da diğerinin argümanlarını sahiplenmesinden ve “ekososyalist küçülme” önerisinin ortak bir zemin olarak benimsenmeye başlamasından mutlulukla bahsediyor. Oysa “küçülme” kavramının kendisi değil de, o başlık altında kapitalist üretime yönelik eleştirilerin tamamı zaten Marksizm tarafından en başından itibaren formüllendirilmiş, komünist toplum, insanın yabancılaşmasının sona ermesi, doğayla uyumlu şekilde yaşaması, kendini gerçekleştirmesi, özgürleşmesi ve refahı temelinde tasavvur edilmişti. Bu bağlamda Marx, Engels ve Lenin’in savunduğu komünist toplum zaten “ekolojik”tir, bu yönü eksik değildir ki ona böyle bir ön sıfat eklenmek zorunda olunsun.
Löwy’nin övdüğü “küçülme” düşüncesinin önde gelen teorisyenlerinden birisi Kohei Saito’dur.[2] Saito kapitalist üretim tarzının doğayla çelişkisinin kapitalizmin temel çelişkisi olduğunu ileri sürerek, “kapitalizmin çevresel sürdürülemezliği sistemin ana çelişkisidir” demektedir. Löwy’nin ekolojik krizi en önemli sosyal ve siyasi kriz olarak öne sürmesi ile Saito’nun kapitalizmin temel çelişkisinin çevresel sürdürülemezlik olduğu düşüncesi arasındaki paralellik dikkat çekicidir. Kapitalizmin temel çelişkisi çevresel sürdürülemezlik ise emek-sermaye çelişkisi de mesela çevresel sürdürülemezliği ortadan kaldıracak “küçülme” sayesinde mi sona erecektir? Çevresel sürdürülebilirlik gibi ikincil bir çelişki üzerinden hareket edildiğinde emek-sermaye çelişkisinin de üstünün örtüldüğü ortadadır.
“Küçülme”yle ne kastedildiğini de kısaca açarak ilerleyelim. Ekososyalist küçülme kavramıyla, üretimin giderek büyümesi gerektiği düşüncesi reddediliyor, üretimin nicel olarak küçülmesi gerektiği söyleniyor. Aksi takdirde bu gidişatın sürdürülemeyeceği savunuluyor. Bu kavramla “üretici güçlerin gelişmesi” fikri de olumsuzlanıyor. Üretici güçlerin gelişimi sayesinde insanlığın kurtuluşunun koşullarının yaratılacağı düşüncesi, “Prometeusçuluk” olarak alaya alınıyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi yeni ve orijinal bir fikirmiş gibi sunulan üretimin nitel dönüşüm gerekliliğine dair tespit ve eleştirilerin hepsi ise bizzat Marx ve Engels’in formüle ettiği komünizm anlayışının içinde vardır. Söz konusu “teorisyen”lerin gerçekte yaptıkları bizzat Marksizmin savunduğu bu haklı eleştirilerin arkasına sığınarak kendi reformist programlarını parlatmaktır!
Peki ekososyalist Löwy’ye göre bu her derdin dermanı “küçülme” için mücadelede özne kim olabilir? Bu soruya verdiği cevapla Löwy, komünist devrimciliğin en temel unsuru olan işçi sınıfı devrimciliğinden, dolayısıyla itiraf etmeden Marksizmden kopmaktadır. Löwy “Bir önceki yüzyılın işçici/sanayici dogmatizmi artık geçerli değildir. Artık toplumsal-ekolojik çatışmaların ön saflarında yer alan güçler gençler, kadınlar, Yerli halklar ve köylülerdir” sözleriyle “elveda proletarya” diyenlerin kervanına katılmıştır. Proletaryadan kestiği umudu, yerli halkların maneviyatları ve kültürleriyle kapitalizmin ruhu arasındaki çelişkiyi keşfederek yeniden ayağa kaldırmıştır: “Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, Latin Amerika, Nijerya ve başka yerlerdeki Yerli toplulukların kapitalist petrol sahalarına, boru hatlarına ve altın madenlerine karşı direnişi iyi belgelenmiştir; bu direniş, kapitalist «ilerlemenin» yıkıcı dinamiklerine ilişkin doğrudan kendi deneyimlerinden ve aynı zamanda maneviyatları ve kültürleri ile «kapitalizmin ruhu» arasındaki çelişkiden kaynaklanmaktadır.”
Kapitalizmin kırsal kesimde yol açtığı yıkımların kurbanlarının haklı bir mücadele içine girmeleri kuşkusuz anlamlıdır ama bu mücadeleyi yürüten yerlileri ya da köylüleri kapitalizmi yıkma mücadelesinin öznesi olarak sunmanın iler tutar bir yanı yoktur. Bu direnişler “iyi belgelenmiş” olsa da, genellikle umutsuz çırpınışlar olarak kalıyorlar, Türkiye bunun sayısız örnekleriyle doludur. “Kapitalizmin ruhu”nun karşısına konulan köylülerin “maneviyatları ve kültürleri” geri dönüşsüz olarak hızla yok oluyor. Birçok durumda iktisadi yıkım ve çaresizlik içindeki köylüler, bıraktık kapitalist doğa yağmasına karşı direnmeyi, bunu bir iş fırsatı olarak görebiliyorlar. Trajik gerçek budur!
“Kadınlar, Yerli direniş hareketinin yanı sıra Thunberg’in eylem çağrısıyla başlayan ve geleceğe yönelik en büyük umut kaynaklarından biri olan müthiş gençlik ayaklanmasında da çok güçlü bir şekilde yer almaktadır. Ekofeministlerin açıkladığı gibi, kadınların eylemlere bu denli yoğun katılımı, sistemin çevreye verdiği zararın ilk kurbanları olmalarından kaynaklanıyor” diyerek çevreci harekete dönük ölçüsüz bir övgüye girişiliyor, üstelik de bu hareketler devrimci işçi hareketine alternatif olarak öne çıkarılıyor. Yetersizliklerinden, bugün neden geri çekildiklerinden, bunların başını hangi güçlerin çekip, yönlendirdiğinden ise hiç söz edilmiyor.
Löwy, “Sendikalar da burada ve orada sürece dâhil olmaya başlıyor. Bu önemli, çünkü son tahlilde nüfusun çoğunluğunu oluşturan kent ve kır işçilerinin aktif katılımı olmadan sistemin üstesinden gelemeyiz” diyerek, zevahiri kurtarmak için işçi sınıfının da “önemli” olduğu anlamına gelen satırlar yazıyor. Ne var ki, “Bir önceki yüzyılın işçici/sanayici dogmatizmi artık geçerli değildir. Artık toplumsal-ekolojik çatışmaların ön saflarında yer alan güçler gençler, kadınlar, Yerli halklar ve köylülerdir” dedikten sonra bunları söylemek, zevahiri kurtarmaya çalışmanın yanı sıra, işçi sınıfının misyonunun yok sayıldığını, denklemde olsa olsa destekçi güç olarak gösterilmek istendiğini ele verir.
Löwy’ye göre ekososyalist küçülme hem gelecek için bir proje hem de bugünün mücadelesi için bir stratejidir.Küçülmeye ilişkin somut meseleler etrafında verilecek mücadeleler ve bu mücadeleler sayesinde elde edilecek kazanımlar ekolojik ve sosyalist bilincin yükselmesine katkıda bulunacağı için önemlidir: “Bu faktörler, dünyanın radikal bir dönüşümü için, diğer bir deyişle, yeni bir topluma ve yeni bir yaşam tarzına Büyük Geçiş için belirleyici ve gerekli ön koşullardır.” Yani Löwy’e göre, örgütlülüğü sayesinde üretimden gelen gücünü kullanarak kapitalizmi alaşağı edebilecek olan işçi sınıfı değildir; ekolojik küçülme fikrine sahip çıkan kesimler dünyanın radikal dönüşümünü gerçekleştirecektir!
Löwy gibi burjuva etkilere son derece açık hale gelmiş sosyalistler üzerinden, Saito gibilerin anti-Marksist düşüncelerini sosyalist harekete bulaştırma girişimleri buna benzer biçimlerde gerçekleşmektedir. Saito gibiler kapitalizmin yarattığı sorunlar karşısında oluşan tepkileri sistem içi kanallarda tutmayı sağlayacak “orijinal” fikirler icat etmektedir. Löwy gibi sosyalist hareketin kimi kesimlerinin kulak kabarttığı kişiler ya da benzer işlevler görebilen örgütler de bu “icatları” cilalayıp, anti-kapitalist soslara bulayıp sosyalist harekete bulaştırmaktadır. Saito, “Marx’ın ekonomi-politik eleştirisi tamamlansaydı, insanlık ile doğa arasındaki «metabolik etkileşim»in bozulmasına kapitalizmin temel çelişkisi olarak çok daha güçlü bir vurgu yapardı” diyerek kendince “Marx’ı yeniden inşa” çabasına girişmiş bir tahrifatçıdır. Löwy ise onun gibilerin düşünceleri ile sosyalizmi buluşturma çabasında bir işbirlikçidir.
İşçi sınıfının devrimci kavgasında mücadeleleri birleştirmek şart!
Kapitalist üretimin emekçiler kadar doğa üzerinde yarattığı tahribat da Marx’ın düşüncesinde önemli bir yer tutmaktadır şüphesiz. İnsanın sömürüsünde sınır tanımayan kapitalizm elbette doğanın sömürüsünde de kendine sınırlar koymaz. Kapitalizm nedeniyle ortaya çıkan ve ekolojik kriz adı verilen yıkımın etkileri giderek daha fazla hissedilmektedir. Bu somut ve önemli bir sorundur. Bu yönüyle de sosyalistler için bir mücadele konusu olduğu açıktır. Ne var ki bu gerçeklikten yola çıkarak bu sorunun kapitalist üretim tarzının kendisinden kaynaklandığını, onunla ilişkisi içinde anlamlandırılabileceğini göz ardı ederek, bütünden kopararak çözümler aramak yanlıştır. Kapitalizmin korkunç boyutlara ulaşan kaynak israfını teşhir etmek, bunun tahripkârlığını ortaya koymak, kârlılığın esas alındığı bir anlayışla doğayı insafsızca talan etmesinin karşısında durmak son derece yerinde tutumlardır. Ancak buradan hareketle bu sorunların çözümü için sınıf mücadelesi perspektifinden kopmuş “küçülme” projelerine savrulmak son derece yanlıştır.
Marksizmin ortaya koyduğu kapsamlı değerlendirmelerde, üretici güçlerin gelişmesi kesinlikle vazgeçilemez, önce yerine gelmesi gereken pratik bir koşuldur, çünkü bu koşul yerine gelmeden toplumsal kurtuluşun nesnel koşulları oluşamaz. Ama şunu unutmamak gerekir, üretici güçler, yalnızca üretim araçları, teknoloji, bilim ve bilgi gibi unsurlardan oluşmaz. İşgücü ve onun sahibi olan insan en önemli üretici güçtür, her şeyin başlangıç noktası onun emeğidir. Dolayısıyla üretici güçlerin gelişmesiyle kasıt sadece daha gelişkin ve daha çok üretim aracı, daha ileri teknoloji vb değil, insan emeğinin yetkinliğinin, bedensel-ruhsal sağlığının gelişmesi, kültürel birikiminin artmasıdır aynı zamanda. Dolayısıyla Marksizmi, insanı dışlayıp, üretim araçlarına mekanik vurgu yapan bir ideoloji olarak göstermek büyük bir çarpıtmadır. Bu çarpıtma, geçmişte Stalinist rejimlerde yaşananlar tarafından desteklense bile bunun Marksizmle ilişkisi yoktur. Marksizm, teknoloji tapınmacı bir anlayış değildir, merkezine insanı ve onun kurtuluşunu, özgürlüğünü koyan bir anlayıştır. İşte üretici güçlerin gelişmesi dendiğinde anlaşılması gereken de bu bütünselliktir. “Küçülme” teorisyenlerinin kapitalizmin sınırları içinde düşünerek ortaya koyduğu tepkisellik her ne kadar haklı noktaları işaret ediyor olsa da çözüm için tarihin akışına ters bir istikamette yollar aramaya gerek yoktur. Kapitalizm karşıtı görünen bir söylemle de ortaya konsa, doğrudan kapitalizmi yok etmeyi hedefine koyan bir programın parçası olmayan çevreci mücadelelerle bu sorunların çözülebileceğini iddia etmek en hafif tabirle aymazlıktır. Bu sorunları çözebilecek olan tek güç de doğayla uyumlu, planlı bir programı kendi iktidarında hayata geçirecek olan işçi sınıfıdır. Çözüm için özne olarak işçi sınıfı dışında başka kesimler aramak egemen sınıfın ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz.
Kapitalizmin yarattığı çok çeşitli, çok boyutlu sorunlara karşı ortaya çıkan mücadelelerin işçi sınıfının mücadelesinin etrafında birleşmesi elzemdir. Çevre sorunları karşısında yürütülen mücadelelerin de mutlaka kapitalizme karşı mücadelenin parçası haline gelmesi sağlanmalıdır. Bunun başarılamaması kaçınılmaz olarak bu mücadelelerin potansiyellerinin heba olmasına yol açacaktır.
İşçi sınıfı iktidarında doğayla uyumlu bir programın üretici güçlerin gelişmesinin önünü açması, çevre sorunları karşısında da çözüm olanaklarını geliştirecektir. Kârlılık hesabı yapmaya gereksinim duymayan, işçi sınıfının yönettiği planlı bir programla ekolojik krizin üstesinden gelmek mümkündür. Hatta bu bir zorunluluktur. Bu programın hayata geçmesi için “küçülme” fikirlerinin sosyalizme bulaştırılması gibi tahrifatlara gerek yoktur. Aksine, Marx ve Engels’in temellerini sağlam biçimde oluşturdukları devrimci Marksist fikirlerin ideolojik bütünlüğüne, netliğine halel getirmeden muhataplarına ulaştırılmasına, işçi sınıfının güçlü örgütlenmesinin berrak yol göstericisi olmasına emek harcanmalıdır.
link: Selim Fuat, Ekolojik Kriz Sorununu İşçi Sınıfının İktidarı Çözebilir, 14 Ekim 2024, https://fa.marksist.net/node/8364
10 Ekim Ankara Gar Katliamının 9. Yılında Acımız Taze, Öfkemiz Daha da Büyük
Faşizmin Topluma Ağır Faturası