

Son haftalarda gemi iyice azıya alan rejim, yükselen öfke ve tepkinin önüne set çekmek için topyekûn saldırıya geçmiş durumda. Kürt hareketi üzerindeki baskılar belediyelere atanan kayyumlarla, hukuksuz tutuklamalarla, Kürt gazeteciler üzerinde estirilen terörle giderek daha da ivme kazanan bir şekilde devam ediyor. Medyaya yönelik saldırılar elbette sadece Kürt gazetecilerle sınırlı değil. Muhalif basın türlü baskılarla yıldırılmaya çalışılıyor. Birgün gazetesinin yazı işleri müdürü ve iki yayın koordinatörünün gözaltına alınması örneğinde de görüldüğü gibi, gazeteciler sudan bahanelerle gözaltına alınıyor, ev hapsi ya da adli kontrol cezaları sıradan hale getirilerek medya zapturapt altına alınmaya çalışılıyor. RTÜK Başkanı muhalif ana haber sunucularını hedef alarak biat etmeyenlere en üst sınırdan yaptırım uygulama tehditleri savuruyor. Uygulanan dizginsiz baskı, sansür ve otosansür rejimi tatmin etmeye yetmiyor. Sokak röportajlarında Erdoğan’a tepki gösterenlere yönelik gözaltı ve tutuklamalar yaygınlaşırken, örneğin medyatik bir kadın astrolog, “Bahçeli ve Erdoğan’a hakaret ettiği” iddiasıyla tutuklanabiliyor! Tüm bunlar aslında korkularının büyük olduğunu gösteriyor.
Son olarak Büyükşehir Belediye Başkanı Abdullah Zeydan’a uydurma iddialarla 3 yıl 9 ay hapis cezası verilerek Van Büyükşehir Belediyesine kayyum atandı. Van halkı bu gaspı geceli gündüzlü tuttuğu nöbetlerle protesto ederken 120’den fazla insan gözaltına alındı. Kürt illerinde 11 ayda 11 belediyeye kayyum atayan faşist rejim batıda “kent uzlaşısı”yla seçilen belediyelere yönelik baskıları da tırmandırmış durumda. 10 Şubatta İstanbul’un pek çok ilçesindeki CHP’li belediyelerde, belediye başkan yardımcılarından ve belediye meclis üyelerinden oluşan 10 kişi gözaltına alındı ve bunlar iki gün sonra terör suçlamasıyla tutuklanarak cezaevine gönderildi. Bunlar arasında Kartal ve Ataşehir Belediye Başkan Yardımcıları da bulunuyor. Terör bağlantısına gerekçe olarak gösterilen şeyler, faşist rejimin alâmeti farikası haline gelen pespaye yalanlardan ibarettir. CHP’nin yerel seçimlerde bazı bölgelerde DEM Partiyle “kent uzlaşısı” adı altında yaptığı ittifakı terör ittifakı olarak lanse eden emireri savcılık, buna kanıt olarak PKK’nin de bu seçim politikasını olumlamasını göstermektedir. Tümüyle yasal bir oluşum olan Halkların Demokratik Kongresini (HDK) “TBMM’ye alternatif bir meclis” olarak örgütlendiği, “terör örgütlerinin legal uzantılı yapılanmalarından oluşan bir cephe yapılanması” olduğu ve “terör örgütü tarafından yönlendirildiği” iddialarıyla kriminalize etmektedirler. Tutuklanan 8 belediye meclis üyesinin HDK’li olması, tüm bu suçlamalara maruz bırakılmalarının gerekçesi yapılmaktadır. Bu suçlamalar, başta Kürt siyasi hareketi olmak üzere toplumsal muhalefete yönelik olarak önümüzdeki süreçte çok daha kapsamlı bir saldırı dalgasının yaşanabileceğine işaret etmektedir.
Bugünlerde Antep’te direnişçi tekstil işçilerine karşı sergilenen tutum da bununla uyumludur. Grevci işçilerin bir araya gelerek direnişi yaymalarının önüne geçmek isteyen rejim, zaman kaybetmeden Valilik eliyle kentte 15 gün eylem yasağı ilan etti. Gece yarısı çıkarılan bu yasaktan kısa bir süre sonra direniş çadırları polis tarafından yıkıldı, sonrasında işçilerin ortak açıklamada bulunmaları polis barikatlarıyla engellendi ve bu mücadelede işçilere destek veren BİRTEK-SEN sendikasının Genel Başkanı Mehmet Türkmen gözaltına alınarak işçilere gözdağı verilmeye çalışıldı.
Rejim, kendisine yönelik eleştirilere gösterdiği zembereği boşalmış tepkide TÜSİAD’ı da pas geçmedi. 13 Şubatta yapılan TÜSİAD genel kurulunda iktidara yöneltilen siyasi eleştiriler orantısız bir tepkiyle karşılandı. Öyle ki, Adalet Bakanının ve hükümet sözcüsünün zehir zemberek açıklamalarıyla yetinmeyen rejim, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras hakkında “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” ve “gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yayma” iddiasıyla soruşturma başlattı.
Ömer Aras genel kurulda yaptığı konuşmada, son haftalarda politik hayatta olağanüstü olayların yaşandığını belirterek şunları söylemişti: “Seçilmiş belediye başkanları görevden alınıyor, yerlerine kayyum atanıyor. (…) Bilirkişi görüşmesini yayınlayan gazeteciler gözaltına alınıyor, genel yayın yönetmeni tutuklanıyor. Yeni mezun teğmenler ordudan ihraç ediliyor. Çok kısa sürede arka arkaya gelen bu olayların toplumda endişe yarattığını ve güveni sarstığını söyleyebiliriz.”
TÜSİAD Başkanı Orhan Turan da yukarıdakilere ek olarak şunlara dikkat çekmişti: “Eleştirel ifadelere ve habercilik faaliyetlerine açılan soruşturma haberleri çok sıklaştı. (…) Tutuklu milletvekillerine, siyasi parti liderlerine ve belediye başkanlarına sürekli yenileri ekleniyor. Disiplinsizlik suçuyla teğmenler hakkında ihraç kararı alınıyor fakat deprem, yangın, taciz, kadın cinayeti, iş kazası gibi kamuoyunda infial yaratan nice olayda ya suçlular bulunmuyor ya da kısa sürede serbest kalıyorlar. (…) İster seçimle, ister atamayla gelen kamu görevlilerinin görevlerinden alınmasının yeni örneklerine şahit oluyoruz. Üstelik yeni yasal düzenlemelerle kamu görevlilerinin Devlet Denetleme Kurulu tarafından görevden alınması ve TMSF’nin şirketlere kayyum olarak atanması mümkün oluyor. Yolsuzluk, dolandırıcılık, karaborsa haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, galiba artık şirket kurmaktan daha kolay.”
Bu konuşmalardan kısa bir süre sonra Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, yargı bağımsızlığından dem vurarak, TÜSİAD yönetimini “yargıyı ve siyaseti yönlendirmeye çalışmakla” suçladı. “Türkiye eski Türkiye değil; hiç kimse ve hiçbir kuruluş, kendisini milletin iradesinin ve hukukun üstünde göremez” çıkışıyla da sopa salladı. Sallanan sopa, hemen ertesi gün “bağımsız yargı” tarafından açılan soruşturmayla hedefine ulaştırılmakta geciktirilmedi. Yandaş sermaye örgütü MÜSİAD ise tepeden geldiği anlaşılan emri, TÜSİAD’ın açıklamalarının “ekonomik kalkınma ve iş dünyası odağından uzak, toplumsal huzuru zedeleyici içerikte” ve “siyasi bildiri dili” niteliğinde olduğunu iddia eden bir yazılı açıklamayla yerine getirmiş görünüyor.
TÜSİAD’ın, yöneticilerinin dillendirdiği eleştirilerin arkasında ne kadar duracağını zaman gösterecek. Bugün eleştirdikleri rejimin işlediği suçların bazılarında kendilerinin de doğrudan sorumlu olduğunu, diğerlerine ise sessiz kalarak yol verdiklerini biliyoruz. Demokratik haklar budanırken, grevler yasaklanırken, asgari ücret ortalama ücret haline getirilip sefalet ücretine dönüştürülürken hiç seslerini çıkarmadılar, bilakis iktidarı şen kahkahalarla ve sırıtan suratlarla tebrik ettiler. İktidarın sağladığı teşvikler ve uyguladığı politikalar sonucunda trilyonları cebe indirmenin keyfini sürdüler. Şimdi ise hem ekonomik krizin şiddetlenmesinden hem de büyüyen toplumsal tepkiden dolayı bu durumun daha fazla böyle sürdürülemeyeceği yönündeki endişelerinin arttığı görülüyor. Ayrıca, konuşmalarda da vurgulandığı gibi, TMSF’ye verilen yetkilerin şirketlere kayyum atamayı da içermesi örneğinde olduğu gibi, rejimin TÜSİAD sermayesine yönelik muhtemel çökmeler için zemin hazırlamasının da kaygı yarattığı anlaşılıyor.
Faşist rejim büyüyen açmazları içinde varlığını sürdürebilmek için muhalif tüm kesimleri hedef alıyor. Rejimin topyekûn saldırıları karşısında emekçilerin kendi bağımsız sınıf çıkarları ve kendi bağımsız sınıf örgütlenmeleri aracılığıyla topyekûn mücadeleye atılmak dışında bir seçeneği bulunmuyor.

link: Marksist Tutum, Rejimden Topyekûn Saldırı Dalgası, 16 Şubat 2025, https://fa.marksist.net/node/8443
Antep’te İşçi Direnişi ve Valiliğin Eylem Yasağı
Kapitalist Çürümenin Yol Açtığı Kültürel Çoraklık