

İçinden geçtiğimiz tarihsel kriz koşullarında son derece yakıcı bir sorun haline gelen işsizlik tüm dünyada artan bir hızla büyüyor. Avrupa’da özellikle otomotiv sektöründe kitlesel işten atmalar yaygınlaşıyor. On binlerce işçi işsiz kalırken, önümüzdeki iki yılda çok daha kitlesel işten atma planları açıklanıyor. Örneğin Alman otomotiv devi Volkswagen 2030 yılına kadar 35 bin işçiyi işten çıkaracağını açıkladı. Diğer otomobil şirketleri de binlerce işçiyi işten atma planları yapıyorlar. Sadece otomotivde değil pek çok sektörde benzer bir durum yaşanıyor. Yine dünyanın önde gelen petrolşirketlerinden BP “maliyetleri düşürme planı” kapsamında toplam işgücünün %5’inden fazlasına denk gelen yaklaşık 4700 kişiyi işten çıkaracağını duyurdu. Benzer şekilde, Japonya’da üç büyük otomotiv tekelinin (Nissan, Honda ve Mitsubishi) birleşme planları da binlerce işçinin işten atılmasıyla sonuçlanacak.
Tekeller, birleşip daha da büyük tekeller haline gelerek krizleri kendileri için fırsata çeviriyor. Ancak işçi sınıfı için bu “birleşmeler” toplu işten çıkarmalar ve düşük ücret, kötü çalışma koşulları yönündeki baskının daha da artması anlamına geliyor. Öte yandan otomasyon ve yapay zekâ nedeniyle de sermayenin canlı emek ihtiyacı azalıyor. Örneğin, Amazon depolarında binlerce robot kullanılıyor ve bu durum binlerce işçinin işini kaybetmesine neden oluyor. Geçtiğimiz günlerde META CEO’su ve Facebook kurucusu Mark Zuckerberg de çalışanların %5’ini işten çıkaracaklarını açıkladı. Teknolojik ilerleme kapitalizmde iş yükünün azalması ve çalışma sürelerinin kısalması yerine işsizliğin artmasına yol açıyor.
Türkiye’de de işten atmalar son birkaç ayda arttı. Özellikle tekstil sektöründe küçük atölyeler batarken, daha büyük kapitalistler “rekabetçi olmak” adına fabrikalarını Mısır gibi çok daha düşük ücretlerin geçerli olduğu ülkelere kaydırıyor. Tüm kriz dönemlerinde görüldüğü üzere, burjuvazi, tekeller düzeyindeki birleşmelerle, daha kârlı alanlara ve ülkelere kayışla kendini korumaya çalışırken, işçi sınıfı işsizlik ve sefaletle baş başa bırakılıyor. İşsizlik ve yoksulluk kapitalist sistemin zorunlu bir sonucudur. Emek üretkenliği muazzam derecede artmışken, düşük ücretlerle sefalete mahkûm edilen milyonlarca işçi en temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır. İşsizliğin artması bu tabloyu daha derinleştirmiştir.
İşsizliğin bu denli yaygınlaştığı bir dönemde, burjuvazinin tavrı ise oldukça çarpıcı. Dünyanın en zengin kapitalistlerinden biri olan Bernard Arnault, işten çıkarmaları “farklı şirketlerde daha iyi işlere terfi ettirilme” olarak nitelendiriyor işçilerle dalga geçercesine! Zuckerberg ise işten atacağı işçiler için şöyle diyor: “Performans yönetiminde çıtayı yükseltmeye ve düşük performans gösterenleri daha hızlı bir şekilde takımdan çıkarmaya karar verdim. Genellikle beklentileri karşılamayan kişileri bir yıl boyunca yönetiyoruz ancak şimdi daha kapsamlı bir performansa dayalı kesinti yapacağız.” Zuckerberg’e milyarlar kazandırıp onu 240 milyar dolara yaklaşan servetle dünyanın en zengin üçüncü kişisi haline getiren META işçileri, şimdi düşük performans göstermekle suçlanıp kapı önüne koyuluyor. Kapitalistlerin işsizliği, bireysel başarısızlık olarak sunması ve sorumluluğu işçi sınıfının üzerine yıkmaya çalışması iyi bildiğimiz numaradır. Daha fazla kâr elde etme arzusunun getirmiş olduğu daha az işçiyle daha fazla üretim yapma ihtiyacı, kapitalizmin temel güdüsüdür. Marksizmin kurucuları artı-değer sömürüsünü bilimsel bir temele oturturken aynı zamanda kapitalizmin kaçıp kurtulamayacağı pek çok temel noktayı da ortaya koymuş ve kanıtlamışlardır. Bu noktalardan biri de kapitalist sistemin ürettiği ve kronik bir sorun haline gelen işsizliktir.
İşsizlik kapitalizmin hem ürünü hem de bir ön şartıdır
Burjuvazi geçmişten bugüne işsizliğin kapitalizmin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu kabul etmemek için pek çok argüman ileri sürmüştür. Ancak gerçeklik bunun tam tersini göstermektedir:
“… işsizlik ve sürekli bir yedek işçi ordusunun varlığı, yalnızca kapitalizmin kaçınılmaz bir sonucu değil, aynı zamanda kapitalist gelişimin ön şartlarından biridir. İşsizlik kapitalizmin kaçınılmaz ürünü ve sonucudur. Rekabet savaşında ayakta kalmak için ürettikleri malların birim maliyetini düşürme güdüsü kapitalistleri emek üretkenliğini arttırmaya teşvik eder. Bunun esas yolu daha gelişmiş ve daha yetkin makineler kullanmaktır. Artan makineleşme ve bunların giderek yetkinleşmesi, her seferinde emeğin bir kısmını fazlalık haline getirir. Emek üretkenliğinin artışı, aynı sayıda işçinin daha az bir süre çalışarak aynı miktar ürünü üretmesine imkân sağlar, ama kapitalistin tercihi asla bu yönde olmaz. O çalışma saatlerini aynı tutarak işçi sayısını azaltmayı tercih eder. Yani fazlalık haline gelen emek, kendisini var eden işçilerle birlikte üretimin dışına atılır. Bu süreç içerisinde canlı emeğin (işçiler) yerini artan oranda cansız emek (makineler) alır. Bu aynı zamanda, kapitalistin yatırdığı toplam sermaye içerisinde sabit sermayeye ayrılan kısmın işgücüne ayrılan kısma kıyasla artması demektir. Sermayenin organik bileşiminin artması olarak adlandırılan bu durum, üretim hacmi artsa yani ekonomi büyüse bile neden işsizlik sorununun çözülemeyeceğini anlamakta kilit önem taşır. Yeni yatırımlar daha yüksek teknolojiye ve dolayısıyla sermayenin organik bileşiminin daha yüksek bir oranına dayanacağından, yeni yatırılan toplam sermaye içerisinde emeğe ayrılan kısım oransal olarak azalacak, bu da eskiye kıyasla daha az sayıda işçinin istihdam edileceği anlamına gelecektir. Kapitalizmin işçileri artan oranda üretim alanının dışına itmesinin nedeni işte bu mekanizmadır.”[1]
Bugün teknolojik gelişmenin geçmişle kıyaslanmayacak derecede artması, robotların ve yapay zekânın kullanılması emek gücüne duyulan ihtiyacı azaltmıştır. Hele ki kapitalizmin aşarı üretim krizine girdiği, kâr oranlarının düştüğü koşullarda daha az işçiyle daha fazla üretim yapmak kapitalistlerin başvurduğu biricik seçenektir. Dolayısıyla teknolojik gelişmenin geldiği boyutu düşündüğümüzde işgünü kısalması gerekirken tam tersine uzamaktadır.
Marx Kapital’de, kapitalizmin yaratmış olduğu bu çelişkili durumu ayrıntılarıyla ortaya koymuştur. Elif Çağlı’nın Marx’ın Kapital’ini Okumak çalışmasından vereceğimiz kesitler, bugün burjuvazinin işsizliğin sebebini işçi sınıfına yıkan çarpıtmalarına anlamlı bir cevap niteliği taşımaktadır: “Marx, yedek sanayi ordusunun faal sanayi ordusu üzerinde durgunluk ve orta karar refah dönemlerinde bir baskı unsuru oluşturduğunu, aşırı üretim ve coşkunluk dönemleri sırasında ise faal sanayi ordusunun taleplerini dizginlediğini vurgular. «Yani, göreli artık nüfus, emeğin arz ve talebi yasasının dayandığı arka planı oluşturur. Göreli artık nüfus bu yasanın hareket alanını sermayenin sömürü ve hükmetme hırsına mutlak şekilde uygun düşen sınırlar içinde tutar.» Bu noktada, kapitalizmi aklamak için iktisadi özürcülüğe soyunan burjuva iktisatçıların marifetini sergiler Marx. Biliyoruz ki, yeni makinelerin kullanılmaya başlaması ya da eskilerinin daha geniş ölçüde kullanılması neticesinde değişen sermaye azalır ve yerini artan miktarda değişmeyen sermaye alır. Bu, daha fazla sermayeyi «bağlayan» ve fakat değişen sermayeyi azalttığı için bir kısım işçileri «serbest bırakan» bir olaydır. İşte iktisadi özürcü bunu, tam tersine, işçiler için sermayenin serbest hale gelmesi diye yorumlar. «Özürcünün yüzsüzlüğünü ancak şimdi tam olarak değerlendirebiliriz. Serbest bırakılanlar, yalnızca dolaysız olarak makinelerin yerlerini aldığı işçiler değildir; ileride bunların yerlerine geçecek ve henüz yetişme çağındaki işçilerle, işin eskisi gibi yürütülmesi halinde gerçekleşecek olan olağan büyümenin zamanla kararlı bir biçimde işe çekeceği ek işçiler de serbest bırakılır.»”[2]
Kapitalist sistem daha fazla kâr elde etmek için sermayenin daha fazla genişlemesine ihtiyaç duyar. Ne var ki Marx’ın ortaya koyduğu üzere, büyümede değişmeyen sermaye değişen sermayeye göre hızla artar. Bu da bir aşırı üretim krizini beraberinde getirir. “Kriz dönemlerinde kâr oranlarında ani düşüşler yaşanır; yatırımlar kısılır; elde stoklar birikir. Toplu işten çıkarmalar başlar, talep düşer, dolaşım daralır. Fiyatlar ve ücretler düşer, çalışan işçi sayısı azalır, ticari işlemlerin kitlesi küçülür.”[3] Kapitalistler ne yaparlarsa yapsınlar, aşırı üretim krizi ve beraberindeki işsizlik ve yoksulluk kapitalist işleyişin döngülerinin bir sonucudur. Kronik bir hale gelen işsizlik kapitalist sistemin iflasının bir göstergesidir.
İşsizliğe, yoksulluğa karşı tek gerçek çözüm, işçi sınıfının kapitalist sömürü düzenine son vererek iktidarı kendi ellerine almasından geçmektedir. Teknoloji alanında yaşanan gelişmeler ve üretici güçlerin geldiği gelişmişlik düzeyi sosyalizmin maddi temellerini fazlasıyla olgunlaştırmıştır. Bu nesnellik çalışabilecek durumda olan herkesin çalışma olanağına kavuştuğu, iş saatlerinin birkaç saate düştüğü ve temel ihtiyaçların rahatça karşılanabileceği koşulları hayata geçirecek niteliktedir. Bunların gerçekleşmesinin önündeki tek engel kapitalizmdir. Üretim araçlarının özel mülkiyetine son verildiğinde teknolojik gelişme gerçek anlamda insanlığın yararına kullanılabilecektir. Böylece işsizlik, yoksulluk, sefalet gibi kavramlar geçmiş dünyada yaşanan olgular olurken, bolluk ve insanca yaşam toplumun temel olguları haline gelecektir. Bugün kapitalist sistemin dünyayı bir yok oluşa sürüklediği koşullarda, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın kurulması için yürütülecek devrimci mücadele tek gerçekçi kurtuluş seçeneği haline gelmiştir.

link: Hakan Sönmez, İşçi Sınıfı Yeni Bir İşsizlik Dalgasıyla Karşı Karşıya, 7 Nisan 2025, https://fa.marksist.net/node/8489
Çocuk Yoksulluğu ve Toplumsal Çürüme