

Toplumun sınıflara bölünmesi kadar eski olan kadın sorunu ve kadının kurtuluşu mücadelesi, insanlık tarihi boyunca nice dönemeçlerden geçti. Tarihin karanlık dönemlerinden modern zamanlara, sömürünün ve cinsiyet ayrımcılığının olmadığı bir dünya hayali kuran ezilen sınıfların kadınları, her dönemeçte kendi sınıflarının erkekleriyle birlikte omuz omuza çarpıştılar. Yeri geldi barikatların en öf saflarında cüretin sembolü oldular, yeri geldi devrimlerin yolunu açtılar. Kapitalizmin ve işçi sınıfının tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte sınıflar arasındaki ve dolayısıyla ezilen sınıfın kadınlarıyla ezen sınıfın kadınları arasındaki uçurum derinleştikçe mücadele safları da belirginleşti. Kadının ezilmişliği sorununu sınıflı toplum gerçeğinden koparıp ezen ve ezilen sınıfın kadınları arasında ortak paydalar aramaya koyulanlar ise bugün olduğu gibi geçmişte de sorunun çözüm yolunu bulanıklaştırdılar. Ancak kadının kurtuluşu mücadelesini düzen içi mücadeleye indirgeyenler karşısında işçi sınıfının devrimci öncüleri, kapitalizmin erken dönemlerinde bile nihai çözümü tüm berraklığıyla ifade etmişlerdi. Sorunun kaynağını hedef almadan ve onu yeniden ve yeniden üreten düzene karşı bütünüyle işçi sınıfının devrimci mücadelesini yükseltmeden kadın sorununun ortadan kalkmayacağını verdikleri mücadelelerle ortaya koymuşlardı.
Sınıfın öncüleri, bugün kapitalizmin derinleşen kriz ortamında sorunları katbekat artan emekçi kadınlar için yol göstermeye devam ediyorlar. Geçmişin devrimci kadın ve erkek önderlerinin mücadeleye adanmış yaşamları ve kadın sorununun sınıfsal içeriğini boşaltmaya kalkışan her ideolojik saldırıya ve çarpıtmaya karşı aldıkları tutumları, bugüne de ışık tutuyor. İşçi sınıfının doğup geliştiği İngiltere’nin yetiştirdiği sayısız işçi liderlerinden biri olan Sylvia Pankhurst’un yaşamı da kadının kurtuluşu mücadelesinde keskin bir şekilde ayrılan iki farklı tutuma ayna olması açısından çıkartılacak derslerle doludur.
İki sınıfın kadınları arasındaki ayrımın keskinleştiği bir dönemde karşı safta yer alan ailesiyle yollarını ayırıp devrimci mücadelenin saflarına katılarak, geriye mücadeleyle dolu bir yaşam bıraktı Sylvia. İngiltere’de kadınlar için oy hakkı mücadelesi olarak bilinen Süfrajet hareketiyle özdeşleşen zengin Pankhurst ailesinin bir üyesiydi. Ailenin kara koyunu olarak çağrılan Sylvia, annesi ve kız kardeşleriyle yollarını ayırarak yüzünü işçi sınıfının emekçi kadınlarına döndü; burjuva feminist hareketten sıyrılarak devrimci bir komüniste dönüştü. Bu sancılı değişim ve dönüşümüyle Sylvia Pankhurst’un hikâyesi, bugün safları ve bilinçleri karışık küçük-burjuva feministlerinden burjuva feministlerine kadar emekçi kadınların gerçek kurtuluş mücadelesinden sapan ideolojilere karşı verilen savaşın da hikâyesidir.
Sylvia’nın hayat hikâyesini okumak, İngiltere’de 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında gelişen dönemin işçi sınıfının mücadele tarihini okumakla neredeyse eşdeğerdir. Kadınlar için oy hakkı mücadelesinden İrlanda’da yükselen kitlesel grev dalgasına ve İrlanda bağımsızlık mücadelesine, Londra’nın Doğu Yakasında yoksulluğa karşı verilen mücadeleden 1911-1914 Büyük Huzursuzluk yıllarına, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşından Avrupa’da ve İngiltere’de yükselişe geçen faşizmin tehlikesine karşı verilen anti-faşist mücadeleye, Sylvia işçi sınıfının olduğu her yerde mücadelenin başını çekmiştir. İngiltere’de işçi hareketinin zengin deneyimlerini hayatına yediren Sylvia, bu deneyimlerden faydalanmak isteyenler için bir ilham kaynağı, mücadeleye adanmış bir yaşam örneği olmuştur.
Pankhurst ailesinin kara koyunu ve Süfrajet hareketi
Mayıs 1882’de işçi kenti Manchester’da Pankhurst ailesinin bir üyesi olarak dünyaya geldi Sylvia. İngiltere’nin en ünlü süfrajetlerinden biri olan Emmeline Pankhurst ve “kızıl doktor” olarak çağrılan, sosyalist bir avukat olan Richard Pankhurst’un ortanca kızlarıydı. Önceleri radikal bir liberal olan babası daha sonra sosyalist fikirleri benimseyen bir politikacı haline gelecek ve kararlı bir kadın hakları savunucusu olacaktı. 1860’ların başında aktif bir şekilde oy hakkı hareketinde yer alacak, 1870’te ise kadınlara erkeklerle aynı şartlarda oy hakkı verilmesini öngören bir yasa tasarısı hazırlayacaktı. 1880’lerde Liberal Parti ile yollarını ayıran baba Richard ve anne Emmeline 1893’te kurulan Bağımsız İşçi Partisinin (ILP) önemli üyeleri oldular. Özellikle babasının mücadeleci duruşu Sylvia’yı derinden etkileyecek, küçük yaşlarından itibaren evlerinde düzenlenen önemli toplantılara annesi ve babası tarafından katılmaya teşvik edilecek, çocukluk yıllarından itibaren politika Sylvia’nın yaşamının merkezinde olacaktı.
Manchester’daki evlerini “sosyalist ajitasyonun merkezi” olarak tanımlıyordu Sylvia. Sosyalistlerden anarşistlere, Rus devrimcilerinden sendika liderlerine kadar dönemin önemli figürlerinin uğrak noktası olan Pankhurst’ların evi ilerici ve devrimci fikirlerin durmaksızın tartışıldığı, önemli kararların alındığı bir toplantı mekânıydı. Sosyalist şair ve yazar William Morris, İskoç sendika lideri Tom Mann, vasıfsız işçiler arasında sendikalaşma mücadelesi yürüten ve bir işçi lideri olarak yükselen Ben Tillet, ILP’nin lideri Keir Hardie ve onunla birlikte sonraki yıllarda İşçi Partisini kuracak olan sendikacılar ve sosyalist liderler bunlardan bazılarıydı. Kız kardeşi Adela sonraki yıllarda “evimizde sosyalizm, Marksizm, ekonomi politik tartışılıyor, Karl Marx ve sınıf mücadelesi aile hayatını belirliyordu” diyecekti.
1895 genel seçimlerinde ILP’den milletvekili adayı olan babaları için bütün aile aktif bir şekilde seçim çalışması yürüttüğü sırada 13 yaşında olan Sylvia, politik bir kampanyanın ortasında bulmuştu kendini. İşçi sınıfının yaşadığı gecekondu bölgelerinde annesi ve kardeşleriyle birlikte duvarlara ve yollara tebeşirle yazılama yapıyordu. Yoksul emekçiler arasında, fabrika önlerinde, sokak köşelerinde sosyalist fikirlerin ajitasyonunu yapan babasının yürüttüğü kitle çalışması onun düşünce dünyasını derinden etkiliyordu. Richard ve Emmeline için parlamentoda işçilerin temsiliyeti için verilen mücadele kadar kadınların eşitliği için verilen mücadele de önemliydi. Parlamento seçimlerinin yanı sıra kadınların oy hakkı için de yoğun çalışmalar yürüten Pankhurst’lerin faaliyetleri aile yaşamını yoğun bir şekilde etkiliyor, ailenin diğer çocukları gibi genç Sylvia’yı da giderek biçimlendiriyordu.
İngiltere’de kadınlar için oy hakkı hareketinin tarihi gerilere uzanmaktaydı. Oy hakkı talebi etrafında gelişen mücadele, ilk bağımsız ve kitlesel işçi hareketi olan Çartist hareketle başlamıştı. 1830’larda doğan bu işçi hareketi, ekonomik taleplerin ötesinde genel oy hakkı gibi politik talepleri de içeren bir mücadeleyi yükseltiyor, işçi sınıfının kadınları da bu harekette önemli bir rol oynuyordu. İşçi kadınlar “Çartist Kadınlar Birliği” çatısı altında erkeklerle omuz omuza grevler ve gösteriler düzenlemiş, 1838’de büyük bir ayaklanmaya kalkışmış, 1842’de ise genel greve gitmişti. Çartist hareketin sönümlenmesinden sonra bile oy hakkı talebi, sendikaların ve işçi hareketinin önemli bir propaganda aracı ve kaldıracı olmaya devam etti.
1860’lardan itibaren aralıksız bir şekilde devam eden kadınlar için oy hakkı hareketi, zaman içinde taktik, sınıfsal yaklaşımlar ve ideolojik farklılıklar nedeniyle çeşitli bölünmelere uğrarken, 1897’de Kadınların Oy Hakkı Cemiyetleri Birliği (NUWSS) adı altında önemli ölçüde birleşti. Richard’ın 1898’de ölümünden sonra kadınların oy hakkı mücadelesinde aktif bir şekilde yer almaya devam eden Emmeline ise mevcut oy hakkı hareketini yetersiz buluyordu. Oy hakkı mücadelesinin daha etkili ve radikal eylemlerle sürdürülmesi gerektiğini düşünen Emmeline, kızları Christabel, Adela, Sylvia ve bir avuç sayılacak diğer kadınlarla birlikte 1903’te Kadınların Sosyal ve Politik Birliğini (WSPU) kurdu. “Söz değil eylem” sloganıyla ortaya çıkan ve “Süfrajetler” olarak anılmaya başlanan WSPU, başlangıçta Bağımsız İşçi Partisi (ILP) içerisinde yer alıyordu. İşçi hareketine yardımcı bir kuruluş düşüncesiyle sahneye çıkan WSPU, zamanla işçi sınıfıyla bağlarını tamamen koparacak ve “aristokrat, zengin, orta sınıf” kadınların örgütüne dönüşecekti.
“Kadınlara Oy Hakkı” gazetesi aracılığıyla yaygın bir ajitasyon çalışması yürüten WSPU, 1907’ye gelindiğinde 3000 şubeye sahip etkili bir kampanya grubu haline gelmişti. Kadınlar doğrudan radikal eylemlere başvurduklarında, İngiliz devletinin en vahşi baskılarıyla yüz yüze geliyorlar; gözaltılara, tutuklamalara, dayak ve işkencelere maruz kalıyorlardı. Kadınların oy hakkı davası için belki de annesi ve kız kardeşlerinden daha çok bedeller ödeyecekti Sylvia. Bu uğurda defalarca hapis yatacak, tüm enerjisiyle kampanyalar yürütecek, açlık grevlerine girecek, cezaevinde zorla beslenme işkencesine maruz kalacaktı. Vücudunun direnemeyecek kadar zayıf düştüğü anlarda bile çelikten iradesiyle tüm zorluklara karşı kavga vermeye devam edecekti.
Sylvia aynı zamanda başarılı bir öğrenci, ödüllü bir sanatçıydı. Resim sanatında büyük potansiyellere sahip bir yetenek olsa da mücadele onun önceliği olacaktı. Yeteneğini de mücadelesi için kullanacak, Süfrajet hareketinin unutulmaz duvar resimlerini, pankart, afiş ve sancaklarını tasarlayacaktı. İşyerlerinde korkunç sefalet koşullarında çalışan işçi kadınlar resimlerinin baş kahramanlarıydı. Ancak yorulmak bilmeden geçen mücadele günlerinde sanatına ayıracağı zamanı olmadığı için çok sevdiği bu tutkusundan vazgeçecek ve bütünüyle kendini mücadeleye adayacaktı. 1906 yılında Sylvia, kadınların nadiren hak kazandığı Kraliyet Sanat Kolejini bırakacak ve tam zamanlı bir şekilde WSPU’nun faaliyetleri için çalışmaya başlayacaktı.
Gençlik yılları boyunca bu “aile hareketi”nin bir üyesi olan Sylvia’nın ailesiyle yaşayacağı anlaşmazlıkların ortaya çıkması ve ailenin kara koyunu olarak sıyrılıp onlardan ayrı düşmesi uzun bir zaman almadı. Daha çocukluk yıllarında babası ve arkadaşları tarafından kulağına çalınan sosyalist fikirler, Sylvia’nın iç dünyasında derin bir şekilde yer edinmişti. O dönemde o devasa gövdesiyle tarih sahnesinde yer alan işçi sınıfının kadınlarını yok sayan her türlü fikre ve harekete karşı direnç gösteriyordu. Sylvia’nın aksine annesi Emmeline ve ablası Christabel ise, baba Richard’ın yolundan ve tüm kadınların ve işçi sınıfı erkeklerinin oy kullanma hakkı için verdiği mücadele hattından giderek uzaklaşıyorlardı. Özellikle Christabel açık bir şekilde, eğitimli orta sınıf kadınlarının oy hakkında birinci sırayı almasını, ancak onlardan sonra işçi sınıfının kadınlarının günlük sorunları ve dertleriyle ilgilenilmeye başlanması gerektiğini söylemeye başlayacaktı. Annesi ve ablasıyla taban tabana zıt düşünen Sylvia, onların yalnızca bir avuç ayrıcalıklı kadınının oy hakkı meselesine odaklanılması gerektiği fikrine karşı çıkıyordu. İşçi sınıfının erkeklerinin ve tüm kadınların genel oy hakkını savunan Sylvia, oy hakkı mücadelesinin diğer mücadelelerden ayrı tutulamayacağı fikrinde ısrar ediyordu. Süfrajet hareketinin, “sınıf analizi olmadan, kardeşleri ve kocalarıyla eşitlik isteyen ancak şoförlerine ve hizmetçilerine aynı hakkı vermekle ilgilenmeyen zengin ve orta sınıf kadınların azınlık ve radikal bir kampanya grubu” olduğunu söyleyecekti ilerleyen yıllarda Sylvia. Oy hakkı için verilen mücadelenin yoksulluğa karşı verilen mücadeleden ayrı tutulamayacağını ileri sürüyor, onun sınıf karakterini görüyor ve sorgulamaya başlıyordu. Bunu daha iyi kavraması için 1912’de Londra’nın Doğu Yakasına taşınması ve sefil koşullarda yaşayan ve çalışan işçilerin hayatlarını yakından görmesi gerekecekti.
Doğu Yakasındaki yaşamının ilk dönemlerinde hâlâ WSPU üyesi olan Sylvia ve arkadaşlarının işçi sınıfı kadınları arasında yürüttüğü coşkulu ve azimli faaliyetleri, WSPU’nun çeşitli şubelerindeki kadınların da desteğini kazanmış ve bu faaliyetler WSPU’ya bağlı Doğu Londra Federasyonunun kurulmasıyla sonuçlanmıştı. Doğu Londra’ya geldikten sadece birkaç hafta sonra büyük bir çekim merkezi yaratmaya başlayan ELF’deki faaliyetlerini şöyle anlatıyordu Sylvia: “İşçi kadınlar toplantılarımıza akın ediyor, büyük sayılar halinde üye katılımı sağlanıyordu. İç etkinlik ve eğitimler aracılığıyla işçi kadınları konuşmaya teşvik etmekle başladım. İşçilerin yaşadığı ara sokaklarda veya alışveriş saatinde pazar tezgâhlarında bir dizi kısa toplantılarda benim yerime onların işçilere hitap etmelerini isteyerek bir başlangıç yapmalarını sağladım.”Sylvia’nın işçi kadınların yeteneklerine büyük bir inancı vardı. Bir kere konuşma özgüvenlerini kazandıklarında birçoğunun güçlü hatipler haline geldiğini, herhangi bir orta sınıf kadınının işçi kadınlar adına yaptığı konuşmalardan çok daha güçlü bir şekilde kendilerini savunduklarını ve davalarına büyük bir bağlılıkla sahip çıktıklarını görüyordu. Öte yandan kardeşi Christabel işçi kadınların zayıf pozisyonda olduğunu, bu zayıf halkanın bu mücadelede yer almasının bir hata olduğunu ileri sürecek, burjuva kadınları kastederek “seçilmiş kadınları istiyoruz, en güçlü ve en zeki olanları” diyecek, işçi kadınlara olan küçümser bakışını saklamaya bile gerek duymayacak kadar küstahlaşacaktı.
İşçi sınıfının kadınlarının ihtiyaçlarına cevap vermeyen bu hareketin “kadınlar için değil hanımefendiler için oy hakkı” hareketine dönüştüğünü gören Sylvia, sorularını giderek sesli bir şekilde sormaya başladı. Varlıklı kadınların oy hakkı için sınırlı bir mücadele veren, işçi sınıfının kadınlarının ve erkeklerinin oy hakkından mahrum kalacağı bir içerikle kampanyalar düzenleyen bu orta sınıf kadın grubunun işçi kadınların yaşamlarına dair en ufak bir fikri yoktu. Üyelerinin çoğu, işçi kadınların sorunlarını dile bile getirmeyen, onlara yukarıdan bakan tuzu kuru burjuva kadınlardı. İşçi sınıfına ve genel oy hakkı savunucularına açıktan düşmanca tavır alıyorlardı. Sylvia ile Süfrajetler arasında baş gösteren bu ayrılık, burjuva feminizmiyle emekçi kadınların mücadelesi arasındaki keskinleşen ayrılığın da ifadesiydi.
Cinsiyet eşitliği taleplerini sınırlı bir oy talebine indirgeyen Süfrajet hareketi, giderek azınlık orta sınıf kadının radikal eylemlerine dönüşmüş, o zamana kadar daha geniş toplumsal konularda yürüttükleri kampanya çalışmalarını terk etmiş ve “erkeklerle siyasi eşitlik” tek amaçları haline gelmişti. Clara Zetkin de 1906 tarihli “Sosyal Demokrasi ve Kadınların Oy Hakkı” başlıklı yazısında bu olguya şöyle değinmekteydi: “Bu bakış açısı, onların kadın haklarından değil hanımların haklarından yana olduklarını gösteriyor; kadın cinsinin siyasi özgürleşmesi için değil, orta sınıfın çıkarlarının ilerlemesi için mücadele ediyorlar. Bu kesinlikle onların hakları dahilinde; ancak karşı durduğum şey ajitasyonlarının tüm kadın cinsinin yararına olduğunu söylediklerinde ortaya çıkan karışıklık. Aslında, onlar sadece egemen sınıfların siyasi ve toplumsal etkisini güçlendiriyorlar. Onların tek amaçları bu.” Özellikle işçi mücadelesinin giderek geliştiği, kadınların birçok sektörde çalışmaya başladığı, sahnede artık kadınıyla erkeğiyle işçi sınıfının yer aldığı öylesi bir dönemde belli bir zümrenin kadınları için oy hakkı talebiyle yetinen bu hareket, sadece yetersiz kalmıyor, geri bir nitelik de taşıyordu.
İngiltere’de işçi sınıfının durumu
1912’den itibaren WSPU, kundaklama, bombalama, cam kırma, sanat galerilerine saldırarak sanat eserlerini tahrip etme, polise saldırma gibi giderek radikalleşen bireysel eylemlere yönelmişti. Sylvia’nın süfrajetlerin taktikleri konusunda yaşadığı fikir ayrılıkları giderek büyüyordu. Sylvia, işçi sınıfının kadınlarının rolünü savunmak, kitleleri harekete geçirmek ve sendika ve işçi hareketi aracılığıyla oy hakkı için savaşmak yerine, bireysel eylemlere yönelen WSPU’yu artık açıktan eleştiriyordu. Kitle hareketinin her zamankinden çok daha mümkün ve elzem olduğunu, işçi kitleleri arasında örgütlü bir mücadele yürütmenin hayati derecede önemli olduğunu vurguluyordu.
İngiltere’de dönemin işçi sınıfı ise kadınıyla erkeğiyle durmak bilmeden büyüyordu. 19. yüzyıl sonlarına doğru, İngiltere geçici ve vasıfsız işçilerinin örgütlenmelerine sahne olmuş, grevler bu yeni sektörlerde yayılmış, işçiler arasında sosyalizm fikri yaygınlaşmış, militanlık yükselmiş ve kadın işçiler de bu sektörlerde çalışma hayatına girerek emek hareketinde yerlerini almıştı. İşçi kadınların adını tarihe yazdırdığı en önemli grevlerden biri 1888 Haziranında başlayan kibritçi kızlar greviydi. Byrant ve May fabrikalarında korkunç koşullarda çalışan kadınların grevi büyük ses getirmiş, çalışma koşullarının düzeltilmesi için verdikleri mücadele geniş bir destek görmüştü. Sylvia ve arkadaşlarının sonraki yıllarda Süfrajetlerden ayrılarak kuracağı bağımsız işçi kadın örgütlerinin temel motivasyon ve ilham kaynaklarından biri Bryant ve May kibrit fabrikasındaki tarihsel grev olacaktı. Şirketin hissedarlarından birisi de kadınlar için oy hakkı mücadelesinin önde gelen isimlerinden biri, NUWSS’nun lideri Millicent Fawcett idi. Bu örnek bile, burjuva feministleri ile emekçi kadınlar arasındaki uzlaşmaz ayrılığı ortaya koyması açısından önemlidir.
1888-92 yılları arası, daha önce örgütlenmemiş yeni sektörlerde, vasıfsız veya yarı vasıflı işçilerin katıldığı bir grev dalgası yaşandığı yıllardı. 1889’da 900 bin olan sendika üyesi işçi sayısı 1890’da 2 milyona yükseldi. Grevlerin ve ekonomik mücadelenin yanı sıra işçiler, siyasi talepleriyle de düzen partilerine meydan okuyor, çeşitli bağımsız işçi örgütlenmelerinin oluşmasının önünü açıyordu. İşçiler kendilerini temsil edecek bir örgüt arayışındayken kadın işçilerin sayısı da bu yeni sektörlerde giderek artıyordu. Örneğin 1890 yılında Bradford’da gerçekleşen Büyük Manningham Fabrikası grevi, hem sendikal hareketin yükselişi açısından hem de mücadelenin en önünde yer alan kadın işçilerin artık grev sahnesinde yer almaya başlaması açısından önemli bir sembol haline geldi. Çoğunluğu kadın olmak üzere 5 bin işçinin çalıştığı tekstil fabrikası grevi, grevci kadın işçilerin erkek iş arkadaşları kadar militan olduğunu gösterdi. Yaklaşık 6 ay süren grev, Bradford İşçi Sendikasının ve yine Bradford’da Bağımsız İşçi Partisinin kurulmasını beraberinde getirdi.
Aradan geçen durgunluk yıllarının ardından 1911-1914 arası işçi sınıfı içerisinde militanlığın yeniden yükseldiği bir dönem olacaktı. “Büyük Huzursuzluk” dönemi olarak anılan bu yıllarda İngiltere, Galler ve İrlanda, madenciler, demiryolu, liman ve tramvay işçilerinin yanı sıra bir dizi sektörden işçilerin kitlesel grevleriyle sarsılıyordu. Öne çıkan ayaklanmalardan biri de 1911 Londra liman işçileri grevi sırasında patlak veren Bermondsey Kadınlarının Ayaklanması idi. Yoksul işçilerin yaşadığı bir bölge olan Bermondsey’de gıda fabrikalarında, dikiş atölyelerinde çalışan ve o güne kadar bir kere bile eyleme çıkmamış işçi kadınlar sloganlar ve şarkılar eşliğinde sokaklara döküldü. İşyerlerindeki korkunç çalışma koşullarına ve sefalet ücretlerine karşı ayağa kalkan yaklaşık 15 bin kadın fabrikalardan sokaklara aktı. Bu ayaklanmanın ardından üç hafta içerisinde işverenler kadınların çalıştığı 20 fabrikadan 17’sinde ücretleri yükseltmek, çalışma koşullarını düzeltmek zorunda kaldı.
Büyük Huzursuzluk yıllarında Sylvia, kadınlar için oy hakkı mücadelesini işçi sınıfı hareketiyle birleştirme mücadelesinde önemli bir rol oynadı. İşçilerin grevlerine doğrudan dahil olan Sylvia, 1911-12 Liman ve Ulaşım İşçileri grevinde grevci aileler için aşevleri kurulmasında ve dayanışma organizasyonları düzenlenmesinde büyük çabalar sarf etti. 1912 Madenciler Grevinde dayanışma mitinglerinde konuşmalar gerçekleştiriyor, yoksulluk ve barınma sorunu gibi işçilerin yakıcı meselelerine bağlayarak oy hakkı mücadelesinin sınıf mücadelesinden ayrı yürütülemeyeceğini savunuyordu. Sylvia, Doğu Yakasında geçen bu yıllar boyunca, işçi kadınların temel sorunlarını mücadele ve talep konusu haline getirdi, ortak mutfaklar ve çamaşırhaneler, kreşler ve sağlık merkezleri için düzenlenen kampanyaların başını çekti.
Sylvia’nın bu değişiminden ve WSPU’nun politik çizgisiyle bağdaşmayan tutumlarından hiç de memnun olmayan kız kardeşi ve annesi onun derhal hareketten ayrılması gerektiğini savunuyordu. Sylvia ile WSPU arasındaki asıl kesin kopuş ise, Sylvia’nın Dublinli işçilerle dayanışma kapsamında İrlandalı devrimci lider James Connolly ve diğer işçi liderleri ile birlikte aynı platformda konuşma yapmasının ardından geldi. Sylvia, WSPU liderliğinden, yani ablası ve annesinden gelen direktiflere uymamıştı. “İşçi kadınların hareketiyle işçi sınıfı hareketini temas halinde tutmak ve her yoksul adamın arkasında daha da yoksul bir kadın olduğunu belirtmek” amacıyla konuşma yapmayı kabul ettiğini ve bunu tarihi bir sorumluluk olarak gördüğünü söylüyordu. WSPU’dan ihraç edilmekle başlayan bu süreç aynı zamanda annesi ve ablasıyla kişisel bağlarını koparacağı sancılı bir sürecin başlayacağı anlamına da geliyordu. Ancak Sylvia, her şeye rağmen tarihsel sorumluluğunun bilinciyle, zamanla daha da sağlamlaşacak inancıyla kararlı bir örgütçü olarak işçi sınıfı içerisinde mücadelesini sürdürecekti. Şubat 1914’te WSPU ile yolları tamamen ayrılan Sylvia ve arkadaşları, Doğu Londra Süfrajetler Federasyonunu (ELFS) kuracaktı.
Büyük Huzursuzluk yıllarında, düşük ücretlere ve artan hayat pahalılığına “artık yeter” diyen yüz binlerce işçinin kitlesel grevlerine, kadınların oy hakkı mücadelesi, İrlanda’da da yükselişe geçen kitlesel grevler ve bağımsızlık mücadelesi eşlik ediyordu. 1910’dan 1914’e sendikalı işçi sayısı 2,5 milyondan 4,5 milyona yükselmiş, grevlerin sayısı ise 3 binin üzerine çıkmıştı. Bir devrimci harekete dönüşme potansiyeline sahip bu yükseliş karşısında korkuya kapılan İngiliz egemenlerin imdadına emperyalist savaş yetişmişti.
Savaş kapıda, saflar netleşiyor
Birinci emperyalist savaşın patlak vermesiyle Sylvia’nın liderliğindeki ELFS ile WSPU arasındaki ayrılıklar daha da belirgin hale gelmeye başlamıştı. İngiltere’nin savaşa dahil olmasının hemen ardından WSPU tüm faaliyetlerini durdurdu. Anavatan savunmasının tüm mücadelelerin önünde geldiğini söyleyen WSPU “Kadınlar İçin Oy Hakkı” isimli gazetesinin adını “Britanya” olarak değiştirecek, temel sloganları ise “Kral, Ülke, Özgürlük” olacaktı. Düne kadar erkekleri örgütlerine almayan bu hareket, mevzu vatansa burjuvazinin erkekleriyle bir araya gelmeye hazırdı. Annesi ve kız kardeşi savaşın azılı destekçisi haline gelirken, Sylvia savaş karşıtı mücadelesiyle İngiltere’de düzen için tehlikeli bir isim haline gelmişti. Bu iki tutum arasındaki keskin fark, iki sınıf arasındaki tutum farkını simgelemesi açısından önemliydi. Burjuva feminizminin doğasını ortaya serecek savaş ortamı ak ile karayı da ortaya serecekti.
Sylvia ilkeli bir tavırla enternasyonalist bir tutum alarak, savaşı destekleyen annesi ve kız kardeşi ile yollarını çoktan ayırmıştı. Tüm gücüyle savaş karşıtı kampanyalar örgütledi, fabrikalarda “işçilerin boş yere ölümü” adlı bildiriler yayınladı. Nitekim Mart 1916’da Doğu Londra Süfrajetler Federasyonu, İşçilerin Oy Hakkı Federasyonu olarak değişecek ve genel oy hakkı talebi işçi sınıfının mücadelesinin bir parçası olarak görülecekti.
Sylvia’nın emperyalist savaş karşıtı mücadelesi, onu diğer devrimci enternasyonalist kadınlarla aynı saflarda buluşturmanın yollarını da açacaktı. Emperyalist savaş karşıtı enternasyonalist mücadele yolunda Clara Zetkin ve Rosa Lüksemburg Sylvia’nın yakın yoldaşları oldu. Rosalar Alman hükümetinin savaş kampanyasını koşulsuz destekleyen Alman Sosyal Demokrat Partisine nasıl savaş açtıysa, yoldaşları Sylvia da İngiltere’de aynı tutumu alacak, işçi sınıfının kadınlarının ve erkeklerinin hiçbir çıkarının olmadığı bu savaşa karşı enternasyonal mücadele bayrağını dalgalandıracaktı. Rachel Holmes, toplumu derinden etkileyen ve değiştiren savaş yıllarının Sylvia üzerindeki etkisini şöyle anlatmaktadır: “Sylvia, Birinci Dünya Savaşına İşçi Partisini destekleyen, kadın hakları savunucusu bir sosyalist olarak girdi ve savaştan devrimci bir komünist olarak çıktı.”
Ekim Devrimi ve “İşçilerin Zırhlı Treni”
Dünyayı sarsan 1917 Ekim Devrimi İngiltere’yi de sarstı. Devrim, Avrupa’nın her yerindeki işçi hareketlerine ilham verdiği gibi İngiltere işçi sınıfı ve sosyalist hareketi üzerinde de derin bir etki yarattı. Savaş öncesinde patlak veren “Büyük Huzursuzluk” yıllarındaki grev dalgası ve kitlesel işçi direnişleri, savaş nedeniyle ani bir şekilde sona erse de bu huzursuzluğu ortaya çıkaran sebepler savaşla birlikte daha da derinleşecekti. Devrim, savaştan yorgun düşmüş İngiliz askerlerini radikalleştirmiş, savaş sırasında cephedeki erkeklerin yerini doldurmak üzere işgücüne katılan kadınların bilincinde önemli sıçramalar yaratmıştı. Oluşan atmosferin ve Ekim Devriminin korkusuyla İngiliz egemenler, 1918’de 21 yaş üstü tüm erkeklere ve 30 yaş üstü mülk sahibi kadınlara oy hakkı verilmesine karar vereceklerdi.
İngiltere’de sendikalar ve sosyalist hareket, Rusya’dakine benzer işçi sovyetleri modelini tartışmaya başlarken Bolşevikleri tüm benliğiyle destekleyen Sylvia’nın da politik çizgisi belirginleşiyordu. Rusya’daki Şubat devriminin hemen ardından örgüt isimlerini İşçilerin Sosyalist Federasyonu olarak değiştiren Sylvia ve arkadaşları, çıkardıkları Kadının Zırhlı Treni (Woman’s Dreadnought) gazetesinin adını ise İşçilerin Zırhlı Treni (Workers’ Dreadnought) olarak değiştireceklerdi. Editörlüğünü yaptığı bu gazetede Ekim Devrimini şöyle selamlıyordu Sylvia: “Rusya’nın sorunu bizim sorunumuzdur. Bu, insanların sosyalizmi anlayıp anlamadıkları, onu arzulayıp arzulamadıkları meselesidir. Aynı zamanda, bizim coşkulu umutlarımız Rusya’daki Bolşeviklerle birlikte. Bütün ülkelerin özgürlüğe açılan kapıları onlarla birlikte açılsın!”
Sylvia, Süfrajetlerle ilişkisine son noktayı ise, anne Emelline 1920’li yıllarda İngiliz düzen partisi Muhafazakâr Partiden milletvekili adayı olurken, kendisi Büyük Britanya Komünist Partisinin kurucu lideri olmasıyla koyacaktı. 31 Temmuz 1920’de İşçilerin Sosyalist Federasyonu, İngiliz Sosyalist Partisi, Sosyalist İşçi Partisi gibi farklı politik gruplardan bir araya gelen bir grup devrimcinin kurduğu Büyük Britanya Komünist Partisi, Komintern’e (Komünist Enternasyonal) bağlılığını da ilan edecekti. Sylvia, enternasyonal mücadeleye olan bağlılığından asla vazgeçmedi. Onun bu kararlı duruşu düzen için ise tehlike arz ediyordu. Tüm engellemelere ve polis takiplerine rağmen Rusya’yı ve Lenin’i gizlilik içinde ziyaret etti. Ekim 1920’de tutuklanan ve “isyana teşvik” ve “vatana ihanet” ile suçlanan Sylvia 1921’deki yargılamasında yaptığı savunmasına, babasının ona bıraktığı mücadele mirasını anlatmakla başlayacak, kahramanları olarak ifade ettiği Marx ve Engels’ten yaptığı alıntılarla argümanlarını destekleyecek ve mahkeme heyetine şunları söyleyecekti: “Etrafınızdaki insanlar açlıktan ölürken sizin gibi insanların böyle rahat ve iyi beslenmesi yanlış. Kapitalizm beni öldürse bile kapitalizme karşı savaşmaktan vazgeçmeyeceğim.”
Sylvia, hayatının son dönemini Avrupa’da ve İngiltere’de yükselen faşizme karşı mücadeleyle geçirdi. Savaş sonrasında Avrupa’da ve İngiltere’de faşizmin yükselen dalgasına karşı ilk alarm çanlarını çalanlardan biriydi. Faşizme karşı yorulmadan savaştı. Ailesinden ve temsil ettiği burjuva feminist hareketten kopup devrimci bir komüniste dönüştüğü hayatının bu kesitiyle Sylvia, bugünün sınıf devrimcilerine sayısız ders ve deneyim bıraktı. Onun adı, Süfrajet hareketiyle özdeşleşen Pankurst ailesinin bir ferdi olarak burjuva feminist hareketle anılmaya çalışılsa da, işçilerin Sylvia’sı egemenlerin unutturmaya çalıştığı işçi sınıfının mücadele dolu tarih sayfalarında işçi lideri bir sosyalist olarak parlamaya devam ediyor.
Kaynakça:
- Rachel Holmes, Sylvia Pankhurst: Natural Born Rebel, Bloomsbury Publishing, 2020
- Sylvia Pankhurst: Everything is Possible, https://www.youtube.com/watch?v=L5NGC0YgB2Q&ab_channel=worldwrite
- https://www.sylviapankhurst.com/about
- https://jacobin.com/2021/01/sylvia-pankhurst-suffrage-socialism-anticolonialism-anticapitalism
- https://www.workersliberty.org/story/2017-07-26/sylvia-pankhurst-and-democracy

link: Suna Akaltan, İngiltere’de İşçi Mücadelesi İçinde Biçimlenen Bir Sosyalist: Sylvia Pankhurst, 15 Nisan 2025, https://fa.marksist.net/node/8495
IQ Gerilemesi ve Kapitalizmin İnsan Zihnine Etkisi